
Esas No: 2013/7082
Karar No: 2013/7082
Karar Tarihi: 21/4/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MURAT TÜRK BAŞVURUSU (2) |
(Başvuru Numarası: 2013/7082) |
|
Karar Tarihi: 29/6/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Alparslan
ALTAN |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
Raportör |
: |
Abuzer
YAZICIOĞLU |
Başvurucu |
: |
Murat TÜRK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından "Özgürlük Savaşı
Anıları" isimli kitap taslağının belirli bölümlerinin terör örgütü
propagandası veya kişi ya da kuruluşları rencide edici olarak nitelendirilmek
suretiyle başvurucuya teslim edilmemesi nedeniyle düşünce ve kanaat özgürlüğü,
ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/9/2013 tarihinde Bolu Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 3/8/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Başvurucu, bireysel başvuru harcını karşılama imkânının
bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
5. Bölüm Başkanı tarafından 3/8/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, başvuru tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli
Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır.
8. Başvurucuya gelen posta içinden el yazması bir defter
(ajanda) çıkmıştır. Ajanda içeriğinde, giriş sayfasında içindekiler bölümü olan
ve son kısmında başvurucunun adı ile birlikte 2002 yılının yer aldığı
"Özgürlük Savaşı Anıları" isimli bir kitap metni bulunmaktadır.
9. Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) anılan ajandanın başvurucuya verilmesini
uygun görmemiştir. Kararda sakıncalı görülen bölümler belirlenmeden ve genel
olarak değerlendirme yapılmıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"… Hükümlü Murat Türk’e koli ile
gönderilen el yazması defter, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki
Kanun’un 68/3. maddesine göre incelenmiş olup; …
Mektupların içeriğinde terör örgütü
mensuplarını övücü ve yüceltici ibareler taşıması ve kişi veya kuruluşları
rencide edici ifadeler içermesi nedeniyle alıkonulmasına ..."
10. Disiplin Kurulunun yukarıda belirtilen kararı başvurucuya
tebliğ edilmiş ve başvurucu, karara karşı Bolu İnfaz Hâkimliğine şikâyetçi
olmuştur. Şikâyeti inceleyen Hâkimlik 29/7/2013 tarihli ve E.2013/1474,
K.2013/1467 sayılı kararı ile başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir.
Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"… İtiraza konu mektubun incelenmesinde,
dosya kapsamı da hep birlikte değerlendirildiğinde Ceza İnfaz Kurumu Kararı
usul ve yasaya uygun olduğundan itirazın reddine karar vermek
gerekmiştir."
11. Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna
başvurmuştur. İtirazı inceleyen Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 7/8/2013 tarihinde
İnfaz Hâkimliğinin kararının "... usul
ve yasaya uygun olduğu ..." gerekçesiyle başvurucunun
itirazının reddine karar vermiştir.
12. Nihai karar, başvurucuya 22/8/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
13. Başvurucu 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Başvuruya Konu Kitap Taslağı
14. Başvuruya konu "Özgürlük Savaşı Anıları" isimli
kitap taslağı, yedi bölüm olarak planlanmış; “Çele sor, direnen mevzi, Gabar ve Çırav: savaştı baştan
başa…”, “Çırav’dan Dallıtepe
Ormanlarına 43 gün….”, “Umut I”, “Kanyan’lı
Şerifo”, “Peri Vadisi’nden Dallıtepe
Ormanlarına”, “Umut II” ve “Dağlardan Ayrılırken” isimli bölümlerinde 1994-1995
yıllarında Türkiye’nin doğu bölgelerinde yürütülen PKK operasyonları sırasında
PKK’lı bir teröristin başından geçenler ve gözlemleri kaleme alınmıştır. Taslak
metin, el yazısı ile yazılmış olup toplam 348 sayfadan oluşmakta; bazı yerlerde
Kürtçe şarkı sözleri ve diyaloglar kullanılıp Türkçesi verilmemektedir. Yazı
içeriğinde imla ve yazım hataları, sonradan yapıldığı belli olan ilaveler
bulunmakta ve taslak metin olduğu izlenimi vermektedir.
15. Yazı içeriğinde PKK terör örgütü mensubu olan bazı kişiler,
kod adları veya gerçek isimleri ile tanıtılmakta; daha önceki
kahramanlıklarından söz edilmekte; çatışmalar
sırasındaki tavırları övücü bir üslupla anlatılmakta; sonraki süreçte ölmüş ise
parantez içerisinde “şehit” notu düşülerek saygı ifade edilmektedir. Türk
askeri, “düşman” ve “T.C. askeri” gibi kelimeler kullanılarak tanımlanmakta;
askere verildiği kabul edilen kayıplar başarı veya zafer olarak
nitelendirilmekte; Abdullah Öcalan’dan “önderlik”, PKK merkezinden “parti”
olarak bahsedilmekte ve sıklıkla bağlılık vurgusu yapılmaktadır. Teröristlerin
dağlardaki fiziki şartlarının zorluğu yanında özgürlük vurgusu ile iç
dinamikler abartılı biçimde öne çıkarılmaktadır. Olayların anlatımında Türk
askerinin olumsuz manzaraları sevinç ve heyecan uyandıran bir dille kaleme
alınırken teröristlerin kayıpları duygusal bir tasvirle aktarılmakta, en ufak
eylemleri başarı veya kahramanlık olarak nitelendirilmektedir.
16. Disiplin Kurulunun 19/7/2013 tarihli ve 2013/104 sayılı
kararında kitap taslağının sakıncalı kısımlarının nereler olduğu
belirlenmemiştir. Yazının birinci bölümünde 73-76. sayfalarda şu ibareler
kullanılmıştır:
“Eylem için cephane işi tamamdı. Hevale Pale savunmada kalacağı
için otuz tane roket kaldırdı. Otuz roket, yüze yakın el bombası ve binlerce
mermi., gerçekten kulaklarımızı beş dakikada sağır etmeye yetecekti. Pale, roketleri seçerken ‘-Başınızın üzerinden atacağım
dikkatli olacaksınız’ deyip gülüyordu. Ardı sıra heyecan içinde ‘-İşev şeve mıne heval’ diyordu. Bir savaş öncesi bir gerilla ancak bu kadar
coşkulu olabilirdi. Tüm savaş geceleri onun olsaydı, belki de hala doymazdı. Pale’deki savaş coşkusu, eylem sıcaklığı, kolay kolay bir
gerillada bulunmayan türdendi. Doğallığında bir savaşçı karakter, kavgacı bir
ruh vardı. O ve Parmaksız Kahraman, savaş konusunda çok birbirine benziyordu.
Savaş ve eylemde saldırıcı, ısrarcı, kaygısız ve alabildiğine cesur, yıkıcı bir
ruh yapıları ve korkunç sezgileri vardı. Herhangi bir yere konumlanan bir
askeri gücü gördüklerinde hemen zayıf yerlerini tespit etmeleri, plan
yapmaları, kendilerini çok başarılı bir şekilde karşıdaki askerin yerine
koyarak ruh hallerini tespit etmeleri ve ardından saldırıya geçireceği gücü
motive ederek hazırlamaları, saldırıda aralıksız hamleleri, kurşunların altında
eğilerek mevzilerin üzerine üzerine gitmeleri,
kopartıcılıkları ve güvenli geri çekilmeleri ve düşmanın yüreğine korkuyu
oturtup önce ruhen öldürmeleri onların başarılı olmasında görülebilen en temel
çizgiydi. Bu iki arkadaşın da eyleme geçerken esas aldıkları tek şey sadece
başarıydı. ‘Şunu yaparsak böyle olur ya da böyle yaparsak bu sonuca yol
açabilir, vs …’ gibi engelleyici ve ertelemeci duygulara girmezlerdi. Tartışmaya gerek yoktu
onların yanında. Bir çok eylem öncesi silahlarını alıp
‘-Döneceğiz…’ diyorlardı. Söyledikleri sözler inanca, başarıya ve zafere
yönelikti. Bu ruh yapılarıyla ‘Acaba bu arkadaşlar ölümsüz müdür?’ demeden
edemiyordu insan. Onlar savaşırken ölümü, yaralanmayı ve engelleri fazla düşünmüyordular.
Eylem anında giderek ısınan ruh yapıları ve patlamaların ortasında cesareti
artıran savaş çığlıklarıoldukça etkileyiciydi.
Mizaçlarına bile bakıldığında bir şahinin avcılığıya
ada bir kaplanın çevikliğini, eski bir savaşçının yüz hatlarını anımsardı
insan. …
Akşam hareket edecektik. Herkes toplandı. Şkeftlerin kenarındaki çimenliklere gelerek grup grup fotoğraf çektik. Ölümsüzleşen fotoğraf kareleri eylem
öncesi coşkumuzu yıllar sonra da olsa bizlere hatırlatacaktı. O vakit on
binlerce askerin arasında sıcak çaylarımızı da yudumladıktan sonra hep beraber
silahlarımızı ortaya indirip el ele tutuşarak dilan
tuttuk. Bir çok dilanımızda
söylenen ‘Ez xelefim… Peze sıltane peze sore’nin
ardından tek tek tüm arkadaşlarla tokalaşarak eylem için harekete geçtik. Biz
eylem grubunu uğurlayan arkadaşlar alkışlar eşliğinde ‘Biji
serok Apo!’ sloganını
haykırdılar.”
17. Yazının birinci bölümü 94-99. sayfalarda bir çatışma sonrası
ölen arkadaşının cesedinin taşınması ve Türk askerinden intikam alınışı şöyle
anlatılmıştır:
“… Sonra Cafer’le bir şeyler konuştu
telsizden. Hemen ardından bize dönerek kararlı bir ses tonuyla, ‘olmaz!
Bırakmayacağız, sırtlayamıyorsak sürükleyerek götüreceğiz.’ dedi. ‘Nasıl
sürükleyeceğiz?’ dedim. ‘Sürükleyeceğiz işte! Siz şutıklarınızı
açın!’ dedi. Ben hala anlayamamıştım. Bir şehidi nasıl sürükleyecektik?
Düşünülmesi bile beyne kurşun gibi geliyordu. ‘Haydi beklemeyin. Askerler
yaklaşıyor!’ dedi, hevale Pale.
Ve hevale Berxwedan şutıkını açmaya
başladı. Sonra caddenin ortasında yatan Şoreş’in
boynuna bağladı. Bir hırıltı duydum. Pale, ‘Bu
savaştır, talimattır, mecburuz!’ gibi şeyler söyledi. ‘İtiraz etmeden yürüyün.
Acele edin!’
Dönüp bakmak bile korkunçtu. Önden yürüdüm. Hiç bir şey görmek istemiyordum. Ve yüreğimi, ruhumu
paramparça eden o sesi duydum sonra… Sürüklenme sesi… Kesik kesik hışırtılarla,
toza toprağa bulanarak, taşlara, yere çarparak sürüklenen gövdenin sesi… Şehit
bedenin sesi… Dayanılması zor bir andı. O an hızla koşup uzaklaşmayı ne kadar
çok istiyordum. Hevale Berxwedan’da
dayanamıyordu artık.
O sürüklenen ben de olabilirdim. Şu canlı
gövdem az önceki savaş içinde kurşunlanmış olabilirdi. Belki beni
getiremezlerdi. Belki de tepede kalırdım. Tepede kalsaydım, kuşkusuz tüm
organlarımla paramparça edileceğim kesindi. Çünkü bir süre önce hevale Xebat (Dörşevli)
şehit düşmüş ve bedeni paramparça edilmişti. Arkadaşlar, ‘İntikamını alacağız!’
derken yıkıcı ve müthiş acımasız bir kin savurmuşlardı. İşte bu tepede intikamı
alınmıştı. Ve biz şehidimizin paramparça edilmemesi için, sürüklüyorduk. …
Dün Sipivyan
Tepesi’ne asker indirilirken buradan izlemiş, keşif yapmıştık. Bu kez
helikopterler yine Spivyan Tepesi’nde uçuşuyor ama
asker indirmiyorlardı. Dün sağ bıraktıklarını bu gün
ölü olarak kaldırıyorlardı.
Masmavi, güneşli bir Mayıs sabahıydı. Tepeler rüzgarlı, serindi. Uzandığımız yerden yüreğimiz toprağı
döverken heyecanlıydık. Kapsamlı bir saldırı bekliyorduk. Gabar’daki
askerler ağır bir darbe yemişti. Cihaz konuşmalarında delicesine mesajlar ve
küfürler savuruyordular. Kendi verdikleri tekmillerden çıkan sonuçta 43 askerin
öldüğü söyleniyordu ve bir o kadar yaralı ve cephanenin ele geçirilişi… Ve
istemeye istemeye birbirlerinin ‘Kurban
Bayramını kutladılar’. Hevale Pale, bu günün Kurban Bayramı
olduğunu öğrenince telsizin mandalına bastı ve Spivyan
Tepesi’ndeki askerlere: ‘Bayramınız Kutlu Olsun!’ dedi.
Tepe komutanı çıldırırcasına cevapladı.
Ağlıyordu. ‘Ulan bayram böyle mi kutlanır… Bu kadar yapılır mı…’ ve ardı arkası
kesilmeyen küfür, tehdit ve intikam yeminleri… Hevale
Pale cevapsız bırakmadı ve seslendi: ‘Girdiğiniz her
tepede böyle saldırılarla karşılaşacaksınız. Biz gelmeden terk edin ve önce siz
gidin!’ dedi, telsizi kapattı.
O gün onlarca helikopter ölüm taşıdı Sipivyan Tepesi’nden. Yaralılarını da aldılar. Gabar’daki ordu şok içindeydi. Sekiz kişilik bir saldırı
timi, ölümcül bir şimşek gibi çakmıştı tepeye. Bu, gerillanın öfkesiydi.
Günlerdir biriktirmişti, sabırla yoğrulan, inatla beklenen ve son ana kadar
ısrar edilen, gerillanın intikam eylemiydi.”
18. Yazının 153. sayfasında geçen tasvir ve yorumlar şöyledir:
“… Yıldızlar Şele’nin
kayalıklarındaydı o gece. Şex Said’in karargâhı,
savaştığı mevzi ve toprağını kanlarıyla suladığı savaşçılarının ektiği yaşam
tohumları filizlenmişti. Şimdi inançla uzanıyordu Hani’den Piran
Dağlarına. Bir isyan şarkısıydı bu dağlar. Yükseliyordu göklere doğru ve
mağrurdu. Tüm Fis ve Amed
ovası ayaklarımın altında sonsuz bir halıydı Şele
Dağı’nda.
1992 yılında bu asfalt defalarca kesilmiş, yol
kontrolü yapılmıştı. O zaman Amed Dağları bir gerilla
şehri gibiydi. Binleri aşan gerilla gücü tüm dağları denetimine almıştı.
Noktadan noktaya arabayla gidiliyordu. Gerilla köylerdeydi o günlerde. Ancak
bir süre sonra bunun yanılgı olduğu görüldü. Bunun sonucunda Amed, çok zorlanıyordu. Şimdi Aked
92 gibi değildi. Hava çok değişmişti. Eski savaşçılar yok, halk ve köyler yok
ve eski hâkimiyet yoktu. Tüm tepeler asker mevzileri ve çadırlarıyla doluydu.
Bir altüst oluşu yaşamıştı Amed. Zorlansa da
direniyordu."
19. Yazının 163. sayfasında geçen tasvir ve yorumlar şöyledir:
"Geride tam 43 gün bıraktık. Uzun yolumuz
işte Dallıtepe Ormanları’nda son buldu. Çırav şimdi çok uzaklardaydı. Yine de özlüyordum,
hem Çırav’ı hem Gabar’ı! Ve
hep özleyeceğim. Bir gün mutlaka tekrar oralara gideceğim. Şayet gidemezsem,
birileri benim yerime de oraları adımlasın. Suyunu içsin o dağların. Birkaç
gece uyusun ateş başında. Otlarını yesin. İzlerimizi arasın. Mutlaka bulur bir
şeyler. Ruhumuz hep o dağlardadır. Yaratıldığımız, kendimizi yarattığımız ve
bize ana rahmi olan dağlar… Kutsal dağlarımız… Düşlerimizin cenneti, mutluluk
bahçemiz, yüreğimiz; suları, ormanları, kayalıkları ve şirin köyleri ve
binlerce mezarsız gerilla anıtıyla Kürdistan dağları bize hala hayat vermekte…
Ve hep verecek! Her birimizin yüreği bir dağdı ve her dağ, her Kürdistan
özgürlük gerillasının göğsünde ters dönmüştü. Dağ, ateş ve yüreklerimiz,
kopmayan ve hep isyana hazır özgürlük doğuran bir diyalektikti…"
20. Yazının 298. sayfasında geçen propaganda değerlendirmesi
şöyledir:
"… Hepsi gelip önümüzdeki patikadan
meraklı bakışlar ve sessiz konuşmalar içinde geçtiler. Çoban bana ‘Bizim
köydendirler, bir şey olmaz.’ dedi. ‘Herkes çatışmaya girdiğinizi biliyor.
Köylüler, arkadaşların o halini görünce çok etkilendiler. O kadar patlama,
kurşun ve bombaların arasından nasıl böyle kurtulduğunuza hepimiz hayret ettik.
Biz orada canlı kalmadı sanmıştık. Kaç gündür köylüler sizi konuşuyorlar.
Arkadaşların yaralı hali, zor durumda oluşları ve onca zahmete rağmen hiçbir
şey olmamış gibi davranmaları, gülmeleri, köylülerimizi çok etkiledi.’
Susarak dinliyordum. Söze gerek yoktu. Belki
aylarca propaganda yapılsa böyle derin etki yaratamazdı. Her şeyi görüp
yaşamaları yetmişti onlara."
C. İlgili Hukuk
21. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kültür
ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü” kenar başlıklı 60.
maddesi şöyledir:
“(1) Ceza infaz kurumlarında, olanaklar
elverdiğince, kültürün ve sanatın çeşitli dallarını temsil eden programlar
hazırlanır ve hükümlülerin bunlara katılmaları hususundaki usûller
düzenlenir.
(2) Bu programların temel hedefi, hükümlülerin
ifade yeteneklerini geliştirmelerini ve bilgilerini artırmalarını sağlamaktır.
(3) Kurumun kültür ve sanat programları,
Adalet Bakanlığınca belirlenen esaslara göre kurum en üst amiri tarafından
düzenlenir. Bu maksatla Devletin kültür ve sanat işleriyle görevli kuruluşları
gerekli yardımları yaparlar.
(4) Hükümlülerin ifade özgürlüğü çerçevesinde
gerçekleştirebilecekleri yayın etkinlikleri, kurumda çalışma esaslarını
düzenleyen hükümlere ve bu husustaki koşullara bağlıdır.”
22. 5275 sayılı Kanun’un “Süreli
veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı 62.
maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış
olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma
hakkına sahiptir.
(2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması
koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına
çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar,
hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam
eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz.
(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya
müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye
verilmez.”
23. 5275 sayılı Kanun’un
“Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı”
kenar başlıklı 68. maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen
kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve
ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.
(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine
gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu
komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.
(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye
düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya
diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya
kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti
içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından
yazılmış ise gönderilmez.
(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya
savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi
değildir.”
24. Bakanlar Kurulunun 12/7/2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumlarının
Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün
(Tüzük) “Hükümlünün mektup, faks ve
telgrafları alma ve gönderme hakkı” başlıklı 91. maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlü, kendisine gönderilen mektup,
faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla,
gönderme hakkına sahiptir.
(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine
gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu
komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.
(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye
düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya
diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden
olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit
ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü
tarafından yazılmış ise gönderilmez.
(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya
savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi
değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks
veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c)
bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde,
bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikincifıkrasının
(c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır.”
25. Tüzük’ün “Mektupların gönderilmesi ve gelen mektupların
verilmesi” başlıklı 122. maddesi şöyledir:
“(1)91 inci maddeye göre mektup alma ve
gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve
telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür
başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru
tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve
gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde
sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf
içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.
(2) Resmî makamlara veya savunması için
avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü
uygulanır.
(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp
incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve
telgraflar zarfları ile birlikte verilir.”
26. Tüzük’ün “Sakıncalı görülen mektuplar” başlıklı
123. maddesi şöyledir:
“(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline
gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun
disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde,
mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna
kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı
idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde
çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir.
Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı
tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için
gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise,
disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise,
infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz
hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bukarara
göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.
(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ
tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz
hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı
tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz
edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı
görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı
sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.
(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen
mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması
durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.”
27. Bakanlığın 12/7/2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane
ve Kitaplık Yönergesi’nin (Yönerge) “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar”
başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“a) Mahkemelerce
yasaklanmış olan,
b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum
güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veyamüstehcen haber,
yazı, fotoğraf ve yorumları kapsadığı eğitim kurulu kararıyla tespit edilen,
hiçbir yayın kuruma kabul edilmez.”
28. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemeye tahrik” kenar başlıklı 214.
maddesi şöyledir:
“(1) Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan
kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kısmını diğer bir kısmına karşı
silahlandırarak, birbirini öldürmeye tahrik eden kişi, onbeş
yıldan yirmidört yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3) Tahrik konusu suçların işlenmesi halinde,
tahrik eden kişi, bu suçlara azmettiren sıfatıyla cezalandırılır."
29. 5237 sayılı Kanun’un “Halkı
kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” kenar başlıklı 216.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep
veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi
aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği
açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk,
din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi,
altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
30. 5237 sayılı Kanun’un“Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin
kurum ve organlarını aşağılama” kenar başlıklı 301. maddesi
şöyledir:
“(1) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti
Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve
Devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Devletin askeri veya emniyet teşkilatını
alenen aşağılayan kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları
suç oluşturmaz.
(4) Bu suçtan dolayı soruşturma yapılması,
Adalet Bakanının iznine bağlıdır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 29/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu, yıllar önce kendisinin yazdığı anılar taslağının
isteği üzerine kardeşi tarafından Cezaevine gönderildiğini fakat sakıncalı
bulunarak teslim edilmediğini ve taslak hâlinde olan kitabın mektup olarak
değerlendirilmesinin yanlış olduğunu, bir siyasetçi ve yazar olarak kitap
yazmasının engellendiğini, asıl amacının anılarını yeniden düzenleyip
yayımlamak olduğunu belirtmiş; Disiplin Kurulunun kararı nedeniyle temel hak ve
özgürlüklerinin engellenerek Anayasa’nın 10., 17., 22., 25., 26. ve 36. maddelerinde
düzenlenen eşitlik ilkesi, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı,
haberleşme hürriyeti, düşünce ve kanaat hürriyeti, ifade özgürlüğü ile etkili
başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Adli Yardım Talebi
Yönünden
33. Uzun süredir cezaevinde bulunan ve herhangi bir geliri
olduğuna dair bilgi elde edilemeyen başvurucunun, geçimini önemli ölçüde
güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine
ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen adli
yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler temelinde başvurucunun
açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulü gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Başvurucunun şikâyetlerinin özünde anılarının yer aldığı el
yazması ajandanın sakıncalı mektup veya yazı kabul edilerek kendisine teslim
edilmemesinin anayasal haklarını ihlal ettiği iddiası bulunmaktadır.
35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
36. Anayasa’nın 25. maddesinde “düşünce
ve kanaat hürriyeti”, 26. maddesinde ise “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” düzenlenmiştir.
Anayasa bir düşünceye sahip olma ile bir düşünceyi ifade etme arasında ayrıma
gitmiştir. Başvuruya konu somut olayda, başvurucu tarafından daha önce yazılmış
ve Cezaevine mektup ekinde gönderilmiş anı taslağının başvurucuya teslim
edilmemesi kararı, başvurucunun bir düşünce ve kanaate sahip olması nedeniyle
değil düşüncelerini açıklaması ve yaymak istemesi nedeniyle verilmiştir. Bu
sebeple mevcut koşullar altında başvurunun Anayasa’nın 25. maddesi altında
incelenmesi olanağı bulunmamaktadır. Yazılı belgelerin bir başkasına verilmesi,
iletilmesi, bastırılması özgürlüğü, ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır.
Anayasa’da ifade özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer
almakla birlikte mevcut koşullar altında başvurunun ifade özgürlüğüne ilişkin
temel düzenleme olan Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir (Bejdar Ro Amed,
B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 40).
37. Disiplin Kurulu kararına konu edilen yazı, mektup niteliğinde
olmayıp başvurucunun kendisine ait olduğunu ve yıllar önce kaleme aldığını
belirttiği "Özgürlük Savaşı Anıları" isimli anılar metnidir. Bu
yönüyle başvurucunun cezaevi dışıyla iletişim kurmasını sağlayan bir materyal
özelliği taşımamakta, başvurucunun başından geçen olayları öykülemek suretiyle
kendi düşüncelerini yansıtmaya çalıştığı bir çalışma olduğundan Anayasa’nın 22.
maddesinde karşılığını bulan haberleşme özgürlüğünün ihlaline ilişkin şikâyette
Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
38. Yine şikâyetin konusu, Anayasa’nın 17. maddesinde korunan
kişinin maddi ve manevi varlığı ve Anayasa’nın 36. maddesinde korunan etkin
başvuru hakkı ile doğrudan ilgili gözükmemektedir. Somut olay, başvurucunun
ifade özgürlüğü ile ilgili olması, kişinin maddi ve manevi varlığına yönelik
doğrudan herhangi bir saldırı söz konusu olmaması, şikâyet konusu olayla ilgili
gerekli itiraz ve başvuru yollarının öngörülmüş olması ve ifade özgürlüğü
bağlamında yapılacak incelemenin başvurucunun diğer şikâyetlerini
karşılayabileceği dikkate alınarak Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinin ihlaline
ilişkin şikâyetler de Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında incelenmiştir.
39. Öte yandan başvurucu her ne kadar anılan müdahale nedeniyle
eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun,
kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine
yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru
bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene
dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu,
benzer olaylar ile kendi durumunun aynı olduğunu ortaya koyamadığı gibi
kendisine nasıl bir ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda da
bulunmadığından anılan iddianın özü ifade özgürlüğüne ilişkin olup bu başlık
altında inceleme yapılmıştır.
40. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
41. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda
kendisinin el yazması olan ajandanın tarafına teslim edilmediğini, ajanda
içeriğinde anılarının taslağı olduğunu ve sakıncalı yazıların bulunduğuna
ilişkin değerlendirmenin yorumdan ibaret olduğunu, kişisel düşüncelerinin yer
aldığı anılarının kendisine verilmemesinin haksızlık olduğunu, cezaevinde olsa
da çalışma ve emeğini değerlendirmeyi ve anılarını yayımlamayı düşündüğünü, bu
nedenle ajandanın kendisine verilmesini istediğini belirtmiştir.
42. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik,
kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi
ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
43. Anılan maddede düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün
kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar”
olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının
anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin
Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §43).
44. İfade insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının
fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması
ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe
ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve
yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere
düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş
sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek
çoğulcu demokratik düzenin gereklerindedir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve
yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal bir önem taşımaktadır (Bekir Coşkun, B. No: 2014/15121, 4/6/2015,
§§ 33, 34).
45. Sınırlanabilir bir hak olan ifade özgürlüğü, Anayasa’da yer
alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne
ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlanma sebeplerine yer verilmiştir.
Ancak özgürlüğe yönelik bu sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği
açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13.
maddesindeki ölçütler gözönüne alınmak zorundadır. Bu
sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamaların denetiminin Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve ifade özgürlüğüne ilişkin daha
ayrıntılı diğer maddeler gözönüne alınarak
Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir (Bejdar Ro Amed,
§ 42).
46. Yukarıda anlatılan ilkeler ışığında başvuru konusu olayda,
ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle
müdahalenin mevcut olup olmadığı, daha sonra da müdahalenin haklı sebeplere
dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.
a. Müdahalenin Varlığı
47. Başvuruya konu anı derlemesi niteliğindeki taslak, okunup
gözden geçirilmesi amacıyla Cezaevine gönderilmiş fakat başvurucuya teslim
edilmemiştir. Başvurucu tarafından yazıldığı belirtilen başvuruya konu henüz
yayımlanmamış eserin Cezaevine alınmasının önlenmesi ile Anayasa’nın 26.
maddesi çerçevesinde başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede
bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.
b. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması
Hakkında
48. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve
Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe
Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle sınırlamanın
Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili
maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme,Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
49. Başvurucunun daha önce yazdığı anı taslağının Cezaevine
posta yoluyla gönderilerek başvurucuya teslim edilmesinin engellenmesi kararı,
5275 sayılı Kanun’un 60. maddesinin (4) numaralı fıkrası, 61. ve 62. maddeleri
ile Yönerge’nin “Kuruma
kabul edilmeyecek yayınlar” başlıklı 11. maddesine dayalı olarak
verilmiştir. Söz konusu kurallar, cezaevlerine kabul edilecek basılı eserlere
ilişkin olup cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler tarafından yazılan yazıların
cezaevlerine tekrar gönderilmesine ilişkin bir düzenlemenin varlığı Anayasa
Mahkemesine bildirilmemiştir.
50. Öte yandan 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı”
kenar başlıklı 68. maddesinde hükümlüler tarafından yazılmış mektup, faks ve
telgrafların kurum dışına gönderilme veya kurum dışından gelenlerin kabul
edilme usulleri ile bunlardan hangilerinin ilgilisine teslim edilmeyeceği
hususları düzenlenmiştir. Daha ayrıntılı bir düzenleme ise Tüzük’ün
“Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma
ve gönderme hakkı” başlıklı 91. maddesinde “Mektupların gönderilmesi ve gelen mektupların
verilmesi” başlıklı 122. maddesinde ve “Sakıncalı görülen mektuplar” başlıklı 123. maddesinde yer
almaktadır.
51. Söz konusu kurallarda somut başvurudaki gibi düşünce
açıklaması ve yayılması amacını taşıyan bir makale veya kitap taslağının
cezaevi dışından kabul edilmesine ilişkin özel bir düzenleme bulunmamakta ise
de bir başka kimseye gönderilen yazılı kâğıt, yazılmış olan anlamlarına gelen
“mektup” sözcüğünün yazılı her tür materyali kapsadığı kabul edilebilir.
Yapılan değerlendirmeler neticesinde mevcut koşullarda 5275 sayılı Kanun’un 68.
maddesinin “kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
52. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi
için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî güvenlik,
kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi
ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına yönelik olması gerekir (Bejdar Ro Amed,
§ 54).
53. Başvuruya konu anı taslağının Cezaevine kabul ve başvurucuya
teslim edilmesinin engellenmesi kararı, kitapta terör örgütü mensuplarını övücü
ve yüceltici ibareler bulunduğu, kişi veya kuruluşları rencide edici ifadelere
yer verildiği ve bu surette terör örgütünün propagandasının yapıldığı
gerekçesine dayanmaktadır.
54. Cezaevi idaresinin kararı ile Derece Mahkemelerinin
kararları bir bütün olarak değerlendirildiğinde Cezaevine posta yoluyla
gönderilen anı taslağının başvurucuya teslim edilmemesinin, PKK terör örgütünün
faaliyetleri ile mücadele kapsamında devlet tarafından belirlenen amaçların ve
faaliyetlerin uzantısı niteliğinde olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
55. PKK, Türk yargı erki tarafından silahlı terör örgütü olarak
kabul edildiği gibi Emniyet Genel Müdürlüğünün yayımladığı “Türkiye’de hâlen faaliyetlerine devam eden başlıca
terör örgütleri” listesinde “PKK/KONGRA-GEL” adıyla yer almaktadır.
PKK, Silahlı Terörizme Karşı Özel Önlemlerin Uygulanması Hakkındaki Avrupa
Konseyinin 27 Aralık 2001 tarihli Ortak Tutum (Council Common Position)
kararından bu yana Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak kabul
edilmektedir. Bundan başka PKK, Amerika Birleşik
Devletlerinin (ABD) terörist organizasyonlar listesinde yer aldığı gibi
Birleşmiş Milletler ve NATO ile bölgedeki Suriye, Irak, İran gibi pek çok ülke
ve uluslararası kuruluş tarafından da terör örgütü olarak kabul edilmektedir.
Ayrıca PKK, ABD’nin uyuşturucu kaçakçıları listesinde de bulunmaktadır (Bejdar Ro Amed,
§ 57).
56. Savaş anıları olarak nitelenen başvuruya konu taslağın
cezaevinde başvurucuya teslim edilmemesinin PKK ve KCK terör örgütlerinin
faaliyetleri ile mücadele kapsamında millî güvenlik ve cezaevi ortamındaki kamu
düzeni, kamu güvenliği, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılmasına
yönelik çalışmaların bir parçası olduğu ve bunun da Anayasa’nın ifade
özgürlüğüne ilişkin 26. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında meşru bir amaç
taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve
Ölçülülük
57. Başvurucu, taslak olarak hazırladığını ve üzerinde
değişiklik ve düzeltmeler yapacağını belirttiği anı taslağında cebir ve şiddete
veya diğer terör yöntemlerine çağrı bulunmadığını, başından geçen tarihsel
olayların kendi gözlemleri ile aktarıldığını, daha önceden yazılmış bir anı
taslağının Cezaevinde kendisine verilmemesi suretiyle ifade özgürlüğüne yapılan
müdahalenin demokratik toplumun gereklerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
58. İfade özgürlüğü mutlak olmadığı için bazı sınırlandırmalara
tabi olabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinin
güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir.
59. 1982 Anayasası’nda belirtilen demokrasi, çağdaş ve
özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü,
Anayasa’nın 13. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme)“demokratik toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu
9., 10. ve 11. maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla
demokratik toplum ölçütü çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde
yorumlanmalıdır (Akif İpek, B.
No: 2013/9456, 24/6/2015, § 62).
60. Buna göre demokratik toplumun ana temellerinden olan ifade
özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen ya da zararsız veya ilgilenmeye
değmez ve önemsiz görülen “düşünceler” için değil ayrıca devletin veya toplumun
bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber
ve düşünceler için de uygulanır. Çünkü bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık
fikirliliğin gerekleridir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,
7/12/1976, § 49).
61. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca
demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence
altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle
kullanılamaz hâle getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle
uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve
ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için
zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler (AYM, E.2006/142,
K.2008/148, 24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama; hak ve özgürlüğün
özüne dokunarak kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa,
etkisiz hâle getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı
ile amacı arasındaki dengeyi bozuyorsa demokratik toplum düzenine aykırı
olacaktır (AYM, E.2009/59, K.2011/69, 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148,
17/4/2008; Akif İpek, § 63).
62. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye
girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük
ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması
gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin
gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte
bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi
önceki kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat
çekmiş, amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunması
gerektiğine karar vermiştir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Bejdar Ro Amed,
§ 65).
63. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak
ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında
getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin
elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Akif İpek, § 64).
64. Bu bağlamda başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan Derece Mahkemelerinin
kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından
“demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne
uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Akif İpek, § 70).
65. Anayasa Mahkemesinin “demokratik toplumda gereklilik”
ölçütüne yaklaşımı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"nin (AİHM) konuyla ilgili
ilk kararlarından itibaren Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında geçen
“gerekli” kavramının içeriğini açıklama biçimi ile benzerlik göstermektedir. AİHM’e göre “gerekli” kavramı, “toplumsal bir ihtiyaç baskısı”nı (pressing social need) ima
etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, § 48). O hâlde ifade
özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç
baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Bu çerçevede bir
müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale olmalıdır; ikinci olarak
müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler konuyla
ilgili ve yeterli olmalıdır (Tayfun Cengiz,
B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).
66. Yapılacak değerlendirmelerde ifade özgürlüğünün “herkes”e tanındığının dikkate alınması gerekir. Yüksek
güvenlikli cezaevine terör suçundan kapatılmış bulunan bir hükümlü olan
başvurucunun da herkes gibi, Anayasa’nın 26. maddesi hükmünden yararlanacağı
hususu her türlü tartışmanın dışındadır. Bununla beraber, disiplini bozacak
faaliyetleri önlemeye yönelik hukuki düzenlemeler olmadan bir cezaevinde düzen
sağlanması da düşünülemez. Bunlardan başka, bir kimsenin kesinleşmiş bir
mahkûmiyet kararına dayanarak cezaevine kapatılmasındaki amacın onu
özgürlüğünden mahrum etmek yanında cezasının infazı bittikten sonra infaz
dönemindeki çalışmalarla yeniden topluma kazandırılması olduğu da
unutulmamalıdır (Bejdar Ro Amed,
§ 69).
67. Yine yapılacak değerlendirmelerde, söz konusu anı kitabı
taslağında ele alınan konuların tarihsel, sosyolojik ve siyasal meselelere
ilişkin olduğunun gözönüne alınması gerekir.
Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında kamunun çıkarlarına ilişkin siyasi
konuşmalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tartışmaların sınırlanmasında
kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir marjı olduğuna işaret
etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94, 24408/94,
8/7/1999, § 62).
68. Son olarak Anayasa Mahkemesi kendi takdirini davada
uygulamadan önce, müdahale ile hak arasında makul bir denge kurma konusunun
öncelikle kamu gücünü kullanan makamlara ait olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu
konuda kamu gücünü kullanan organların ve mahkemelerin bir takdir yetkisi
olduğu açıktır. Bu takdir yetkisinin genişliği birçok unsura, özellikle de söz konusu
faaliyetin niteliğine ve sınırlamaların amacına bağlı olarak değişmektedir (Bejdar Ro Amed,
§ 70).
69. Öte yandan ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama
getirilmemiş olmakla birlikte ırkçılık, nefret söylemi, savaş propagandası,
şiddete teşvik ve tahrik, ayaklanmaya çağrı veya terör eylemlerini haklı
göstermek gibi bu özgürlüğün sınır bölgeleri olan alanlarda ise devlet
otoriteleri müdahalelerinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Gözel ve
Özer/Türkiye, B. No: 43453/04, 31098/05, 6/7/2010 § 56; Gündüz/Türkiye, B. No: 35071/97, 4/12/2003
§ 40).
70. Disiplin Kurulu, söz konusu ajanda içeriğinde terör örgütü
mensuplarını övücü ve yüceltici ibareler ile kişi ve kuruluşları rencide edici
ifadeler bulunduğu gerekçesiyle cezaevinde başvurucuya teslim edilmesini
engellemiş ve detaylı bir değerlendirme yapmamıştır. İnfaz Hâkimliği ve Ağır
Ceza Mahkemesi de Kurulun gerekçesini tekrar etmekle yetinmiştir. Bu sebeple öncelikle,
söz konusu anı kitabı taslağında, Disiplin Kurulunun yasaklama kararı ve Derece
Mahkemesi kararlarının gerekçelerinde belirtildiği şekilde, terör örgütü
mensuplarının ve terör eylemlerinin propagandasının yapılıp yapılmadığının ve
kişi ya da kuruluşları rencide edip etmediğinin değerlendirilmesi
gerekmektedir.
71. İfade özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin
bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13. ve 26. maddelerinde yer
alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir
değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir.
Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan
koparıldığında “milli güvenlik” için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye
yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkarmamaktadır. Bu nedenle somut
başvuruda idarenin ve derece mahkemelerinin kararlarında belirtilen; terör
örgütüne ilişkin ifadeler ile bunların ifade edildiği bağlam, söz konusu anı
kitabı taslağını yazanın kimliği, yazılma zamanı, amacı, hitap ettiği kişilerin
kimlikleri, muhtemel etkileri ve kitaptaki diğer ifadelerin tamamı bir bütün
olarak ele alınmalıdır (Bejdar Ro Amed,
§ 75).
72. Bundan başka söz konusu kitapta ileri sürülen düşüncelerin
içeriğine ve hangi bağlamda dile getirildiğine dikkat edilmesi, müdahalenin
“arzulanan hedeflere uygun” olup olmadığının ve ulusal makamlar tarafından öne
sürülen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığının değerlendirilmesi
gerekmektedir (Bejdar Ro Amed,
§ 76).
73. Nitekim AİHM de yerleşik içtihatlarında düşünce
açıklamalarına ilişkin söz veya metinlerin bütünüyle ele alındığında şiddeti
teşvik edip etmediğinin belirlenmesi için söz ve açıklamalarda kullanılan
terimlerin ve hangi bağlamda yazıldıklarının dikkate alınmasının uygun
olacağını her zaman vurgulamıştır (Özgür
Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000 § 63; Sürek/Türkiye, B. No: 24762/94, 8/7/1999 §
12, 58 ).
74. Öte yandan söz konusu ajandada yer alan görüşlerin gerçekten
nefrete ve şiddete teşvik edip etmediğinin değerlendirmesini yaparken
kullanılan aracın kitle iletişim araçlarına kıyasla halkın daha dar bir
kesimine hitap eden (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Alınak/Türkiye, B. No: 40287/98,
29/3/2005, § 41) ve bazı düşüncelerin endoktrinasyonunu
(beyin yıkama) hedefleyen bir kitap olduğu da gözetilmelidir (Bejdar Ro Amed,
§ 78).
75. Başvuruya konu anılar, Türkiye Cumhuriyeti yakın tarihinde
yaşanan PKK’nın silahlı eylemlerine karşı Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından
başlatılan operasyonlardan bölümler içermektedir. Başvurucunun içinde bulunduğu
PKK’lı grubun operasyonlar sırasında yaşadıklarını, direniş olarak
nitelendirilen eylemlerin meşruiyetini, küçük çatışmalarda elde ettikleri ve başarı
olarak nitelendirdikleri sonuçları anlatmaya çalışmaktadır. Olaylar hikâye
edilirken Kürtçülük ideolojisinin fikrî temellerinin sorgulanması, “önderlik”
ve PKK’ya bağlılığın önemi, özgürlük ve yaşam diyalektiğinin ortaya konulması
gibi analizler yapılmaktadır. Başvurucu, kendi bakış açısından, tarih, insan
toplulukları, siyasal sistemler, hayatın anlamı ve ölüm, ahlak, kadın, çocuk,
örgütlenme, insan hakları, özgür toplum, özgürlük ve din gibi temalar
çerçevesinde “direniş” olarak tanımladığı PKK’nın lokal eylemlerini öykülemekte
ve olayları değerlendirmektedir. Öykü ve tasvirlerde, çatışma sahneleri,
işkence uygulamaları, devlet güçlerinin operasyon sırasında ve sonrasındaki
tavır ve hareketleri detaylı ve abartılı ifadeler tercih edilerek kaleme alınmaktadır.
Mevcut yazı, roman ya da benzeri bir eser niteliğinde olmayıp yaşanan olayların
kronolojik olarak aktarıldığı, abartıya kaçan betimleme ve tanımlamaların yer
aldığı, kişilerin iç dünyasının ideolojik temelli olarak yansıtılmaya
çalışıldığı hatıralar niteliğindedir.
76. Başvurucu 1994-1995 yıllarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin
teröre karşı gerçekleştirdiği operasyonlar sırasında kendisinin de içinde
bulunduğu PKK’lı grupların başından geçenleri kendi bakış açısı ve düşünce
dünyası ile tamamladığı bir hatıralar bütünü tasarlarken, okuyucuya birtakım
mesajları satır aralarında vermeye çalışmıştır. Başvurucuya göre; Türk askerî
işgalci, PKK ise bu işgale direnen bir milis yapılanması olup meşru bir savunma
yürütmektedir. Başvurucu, tarihsel süreçte Kürtlerin her zaman ezildiğini ve
asimilasyona tabi tutulduğunu iddia etmektedir. Bunun yanı sıra, anılarda yer
alan kişilerin ağzından öç alınması, direnişin devam ettirilmesi gibi telkinler
sıklıkla vurgulanarak günümüzdeki terör sorununa gerekçe arayışı sergilenmektedir.
Ayrıca Türk askeri hakkında aşağılayıcı ve 5237 sayılı Kanun kapsamında suç
sayılabilecek söylemler tercih edilmektedir.
77. İfade özgürlüğüne ilişkin başvurularda, kullanılan
ifadelerin şiddeti övdüğü, kişileri terör yöntemlerini benimsemeye, başka bir
deyişle şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı direnişe tahrik
ve teşvik edip etmediği genel olarak değerlendirilmelidir. Mevcut başvurudaki
gibi ifade açıklamalarında söz konusu olan cezaevi güvenliği ise derece
mahkemelerinin dava konusu ifadelerin cezaevinin asayiş ve güvenliğini
tehlikeye düşüren, gizli mesajlar içeren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya
diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak motivasyonuna veya
haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve
yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içerip içermediği dikkate alınmalıdır.
78. Başvurucunun yayımlamak için üzerinde çalışmak amacıyla
Cezaevine getirttiği anı kitabı taslağı gibi tarihsel olaylarla bağlantılı
düşünce açıklamalarının sınırlanmasında kamusal yetki kullanan makamların çok
dar bir takdir aralığı olduğuna işaret etmek gerekir. Fakat terör gibi evrensel
bir sorunun meşru zeminlerini arayan ve cezaevi ortamında diğer mahkûmlarla
ilgili olarak terör lehine düşünce endoktrinasyonuna
etki doğuracak, ülkenin ortak millî değerlerine açıkça saldıran, şiddeti teşvik
eden veya nefret duygusunun oluşmasını destekleyecek içeriğe sahip ifade
biçimlerinin, cezaevi düzeninin sağlanması ve cezalandırmadan beklenen
amaçlarla uyumlu olduğu söylenemez.
79. Buna göre başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik
kısıtlamanın, Anayasa’nın 26. maddesi anlamında demokratik toplumda kamu
düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli olan demokratik
toplum düzenin gereklerine aykırı olduğu düşünülemez.
80. Açıklanan nedenlerle söz konusu ajanda yönünden getirilen
kısıtlamanın bir ihlal içermediği anlaşıldığından Anayasa’nın 26. maddesinde
güvence altına alınan ifade hürriyetinin ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
Engin YILDIRIM ve Alparslan ALTAN bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE, OYBİRLİĞİYLE,
B. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
C. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE, Engin YILDIRIM ve Alparslan ALTAN’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
E. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 29/6/2016 tarihinde karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.