
Esas No: 2013/4496
Karar No: 2013/4496
Karar Tarihi: 20/4/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
EMİNE YETİŞECEK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/4496) |
|
Karar Tarihi: 20/4/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör Yrd. |
: |
Halil İbrahim DURSUN |
Başvurucu |
: |
1. Emine YETİŞECEK |
|
|
2. Mehmet DEMİR |
|
|
3. Hebun
DEMİR |
|
|
4. Barış DEMİR |
|
|
5. Mehmet ÇETİNKAYA |
|
|
6. Maide ÇETİNKAYA |
|
|
7. Gülistan MARANGOZ |
|
|
8. Burhan MARANGOZ |
Vekili |
: |
Av. Rehşan
BATARAY SAMAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı
duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu
yaralanan Emine Yetişecek ile yaşamını kaybeden kişilerin yakınlarının açtığı
davalarda hükmedilen maddi tazminat miktarlarının yetersiz olması,
başvurucuların manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi,
yargılamaların uzun sürmesi ve söz konusu olayda idarenin gerekli güvenliği sağlayamaması
nedenleriyle Anayasa’nın 10., 17., 40. ve 61. maddelerinde güvence altına
alınan hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular muhtelif tarihlerde Diyarbakır Bölge İdare
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif
tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, 2013/4496, 2013/7776, 2013/8484 numaralı
başvurular hakkındaki görüşünü muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur. Bakanlık 2013/5404, 2013/7268 ve 2013/7614 numaralı bireysel
başvurular hakkında ise aynı patlama olayına ilişkin Mehmet Çetinkaya ve Maide
Çetinkaya tarafından yapılmış 2013/1280 numaralı bireysel başvuruda Anayasa
Mahkemesinin verdiği karara atıf yaparak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüşler
muhtelif tarihlerde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular
vekili Bakanlığın 2013/4496 ile 2013/7776 numaralı başvurular hakkındaki
görüşüne karşı beyanlarını muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine ibraz
etmiştir.
7. Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/5404, 2013/7268, 2013/7614,
2013/7776 ve 2013/8484 numaralı başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki
irtibat nedeniyle 2013/4496başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine,
incelemenin 2013/4496 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer
başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve
belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Diyarbakır ili Koşuyolu Caddesi üzerinde bulunan Koşuyolu
Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın 12/9/2006
tarihinde patlatılması sonucu başvurucu Emine Yetişecek yaralanmış, diğer
başvurucuların ise yakınlarından bazıları vefat etmiştir.
1. Başvurucular Tarafından Açılan İptal ve Tam
Yargı Davalarına İlişkin Süreç
a. Başvurucu Emine Yetişecek Tarafından Açılan İptal
ve Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
10. Başvurucu anılan patlamada yaralanmıştır.
11. Başvurucu anılan patlama nedeniyle uğramış olduğu maddi ve
manevi zararın tazmini istemiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca
13/11/2006 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına
(Zarar Tespit Komisyonu) müracaat etmiştir.
12. Zarar Tespit Komisyonu 30/5/2008 tarihli ve 2008/2188 sayılı
karar ile başvurucuya 6.577,80 TL ödenmesine karar vermiştir.
13. Başvurucunun söz konusu meblağı kabul etmemesi üzerine
17/6/2008 tarihli uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiştir. Bunun üzerine başvurucu
23/7/2008 tarihinde 20.000 TL maddi, 30.000 TL manevi olmak üzere toplam 50.000
TL tazminatın tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle İdare Mahkemesinde
iptal ve tam yargı davası açmıştır.
14. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 24/12/2009 tarihli ve
E.2008/1871, K.2009/2616 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Gerekçenin
ilgili kısmı şöyledir:
" (...)
Dava dosyasının incelenmesinden, davacının
12.09.2006 tarihinde Diyarbakır İl Merkezinde Koşuyolu Caddesi üzerinde bulunan
Koşuyolu Parkı"nın duvar dibine konan bombanın patlaması sonucu yaralandığı,
5233 sayılı Yasa kapsamında davalı idareye başvurduğu, davalı idarece
30.05.2008 tarih ve 2008/1-2188 sayılı işlemle davacıya %47 oranında özürlü
olduğu göz önüne alınarak 5233 sayılı Yasa kapsamında 6.577,80-TL ödenmesine
karar verilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Davalı idarece anılan olay nedeniyle davacının
yaralanmasına ilişkin belgelerin Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Baştabipliğinden istenildiği, davacı hakkında düzenlenen Sağlık Kurulu
Raporunda davacının bu olaydan dolayı %47 oranında özürlü kaldığı
bildirilmiştir.
Bu durumda, ilgili Yönetmeliğin 21. maddesinin
(b) bendine göre davacının yaralanmasının %47 oranında özür meydana getirdiği,
(7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan
miktarın davacının özür derecesi olan %47 nin
cetveldeki karşılığı olan 20 ile çarpımı sonucu (7000x0.046985x20=) 6.577,90 TL
olduğu, idarece de 6.577,80 TL’nin ödenmesine karar verildiği, 5233 sayılı Yasa
ve ilgili Yönetmelik kapsamında mevzuata uygun olarak ödeme yapıldığı
görülmüştür.
Her ne kadar davacı vekilince dosyaya, dava
konusu işlemin tesis tarihinden sonra 04.07.2008 tarihinde Diyarbakır Eğitim ve
Araştırma Hastanesi"nden alınan davacının %75 oranında özürlü olduğuna ilişkin
rapor sunulmuş ise de idarece işlem tesisinde esas alınan rapor Mahkemememizce de yeterli görüldüğünden bu rapora itibar
edilmemiştir.
Öte yandan, 5233 Kanun"un amacı, terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî
zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanması olduğundan,
davacının manevi tazminat isteminin karşılanmasına olanak bulumamaktadır.
15. Anılan kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay 15.
Dairesi, 14/3/2012 tarihli ve E.2011/9693, K.2012/1121 sayılı ilam ile kararın
manevi tazminat istemine ilişkin kısmının onanmasına, maddi tazminat istemine
ilişkin kısmının ise zarar hesaplanırken 2008 yılı memur aylık katsayısının
dikkate alınması gerekirken 2007 yılı memur aylık katsayısının dikkate alındığı
gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir.
16. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 28/2/2013
tarihli ve E.2012/10365, K.2013/1647 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
17. Anılan kararın 23/5/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmesiyle 20/6/2013 tarihli ve 2013/4496 numaralı bireysel başvuru
yapılmıştır.
18. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 19/6/2013 tarihli ve
E.2013/1559, K.2013/760 sayılı karar ile Danıştayın
kısmi bozma kararına uymuş ve 2008 yılı memur aylık katsayısını dikkate alarak
başvurucuya 6.928,04 TL ödenmesine karar vermiştir. Bu kararın temyiz
edildiğine ilişkin başvuru dosyasında herhangi bir bilgi ve belge
bulunmamaktadır.
b. Başvurucular Mehmet Demir, Barış Demir ve Hebun Demir Tarafından Açılan İptal ve Tam Yargı Davalarına
İlişkin Süreç
19. Başvuruculardan Mehmet Demir’in kızları ve diğer
başvurucuların kardeşleri olan Zilan Demir ile Mizgin Demir anılan patlama sonucunda vefat etmiştir. Aynı
patlamada, Mehmet Demir"in eşi ve diğer başvurucuların annesi Faide Demir de hayatını kaybetmiştir.
i. Zilan Demir’in
Ölümü Nedeniyle Açılan Dava
20. Zilan Demir’in ölümü nedeniyle
uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 17/7/2004
tarihli ve 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat
eden başvuruculara Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli ve 198 sayılı
kararıyla 18.000 TL ödenmesine karar verilmiştir.
21. Başvurucuların söz konusu meblağı kabul etmemesi üzerine
4/5/2007 tarihinde uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş ve başvurucular tarafından
17/7/2007 tarihinde 30.000 TL maddi, 75.000 TL manevi olmak üzere toplam
105.000 TL tazminatın taraflarına ödenmesine karar verilmesi istemiyle İdare
Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır.
22. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve
E.2007/1086, K.2008/1224 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Gerekçenin
ilgili kısmı şöyledir:
“…
Bakılan davada; davacıların 5233 sayılı Kanun
uyarınca murislerinin ölümünden kaynaklı zarar tazmini istemiyle başvuruda
bulundukları, komisyon tarafından davacılarınmurislerinin
terör veya terörle mücadeleden kaynaklı eylemlerden dolayı hayatını kaybettiğigerekçesiyle başvurusu kabul edilerek tarafına
tazminat önerildiğine göre, teklif edilen miktarın usulüne uygun olarak
hesaplanıp hesaplanmadığının incelenmesi iş bu davadaki uyuşmazlığın esasına
oluşturmaktadır.
Yukarıda anılan kanun hükmü uyarınca; ölüm
hallerinde 7000 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu
bulunan miktarın, elli katı tutarında ilgililere nakdi ödeme yapılacağı hususu
açıktır.
Buna göre; davacının maddi tazminat istemine
ilişkin olarak; 7000 gösterge rakamının işlem tarihinde (2007 yılı Bütçe
Kanununa göre 1.1.2007-31.6.2007 tarihleri arasında) geçerli olan memur aylık
katsayısı olan 0,046985 ile çarpımının elli katı olarak hesaplanan
16.444,75-YTL miktarın davacıya önerilmesi gerektiği,komisyon
tarafından yapılan hesaplama sonucunda isedavacıya
ölümden kaynaklı 16,445,00-YTL ve cenaze yardımı olarak 1.555,00-YTLolmak üzere
toplam 18.000-YTL’ ninteklif edildiği görülmektedir.
Bu durumda, zarar tespitkomisyonu
tarafından usulüne uygun olarak yapılan hesaplama sonucu bulunan miktarın
davacıya önerildiği görüldüğünden, dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata
aykırılık görülmemektedir.
Diğer taraftan,terör
ve terörden kaynaklı eylemlerden zarar gören ilgililerinözel
bir kanun olan 5233 sayılı Kanun uyarınca zararlarının karşılanmasını talep
edebilecekleri gibi bu yola başvurmadan genel hükümlere göre zararlarının
karşılanmasını isteyebilecekleri diğer bir ifadeyle terörden kaynaklı
zararlarının tazmini konusunda seçimlik bir hakka sahip bulundukları hususu
açıktır. Bakılan davada davacıların murislerinin ölümü nedeniyle zararlarının
tazmini istemiyle 5233 sayılı Kanun uyarınca Valilik Makamına başvurdukları ve
zarar hesaplaması da bu kanun hükümlerine göre usulüne uygun olarak
yapıldığından bu yönüyle de komisyon işleminde bir hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
23. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar Danıştay 15.
Dairesinin 14/3/2012 tarihli ve E.2011/9627, K.2012/1111 sayılı ilamıyla
onanmıştır.
24. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Dairenin
27/2/2013 tarihli ve E.2012/11703, K.2013/1542 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
25. Anılan kararın 5/7/2013 tarihinde başvurucular vekiline
tebliğ edilmesiyle 12/7/2013 tarihli ve 2013/5404 numaralı bireysel başvuru
yapılmıştır.
ii. Mizgin Demir’in
Ölümü Nedeniyle Açılan Dava
26. Başvurucular, aynı patlama sonucunda vefat eden Mizgin Demir’in ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve
manevi zararlarının tazmini için 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006
tarihinde idareye müracaat etmiştir. Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007
tarihli kararı ile başvuruculara 18.000 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine,
başvurucular tarafından, Zilan Demir"in ölümü
nedeniyle açılan davada belirtilen taleplerle 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır 1.
İdare Mahkemesinde ayrı bir dava açılmıştır.Diyarbakır
1. İdare Mahkemesi, 27/6/2008 tarihli ve E.2007/1088, K.2008/1238 sayılı karar
ile Zilan Demir’in ölümü nedeniyle açılan davadakine
benzer gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir. Danıştay 15. Dairesinin
14/3/2012 tarihli ve E.2011/9631, K.2012/1115 sayılı ilamı ile onanan karar
başvurucuların karar düzeltme taleplerinin aynı Dairenin 20/2/2013 tarihli ve
E.2012/9775, K.2013/1435 sayılı ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir.
27. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararın 27/8/2013
tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 23/9/2013 tarihli ve
2013/7268 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.
iii. Faide Demir’in
Ölümü Nedeniyle Açılan Dava
28. Başvurucular aynı patlama sonucunda vefat eden Faide Demir’in ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve
manevi zararlarının tazmini için 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006
tarihinde idareye müracaat etmiştir. Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007
tarihli kararı ile başvuruculara 18.000 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine
başvurucular tarafından Zilan Demir"in ölümü
nedeniyle açılan davada belirtilen taleplerle 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır 1.
İdare Mahkemesinde ayrı bir dava daha açılmıştır.Diyarbakır
1. İdare Mahkemesi, 27/6/2008 tarihli ve E.2007/1087, K.2008/1237 sayılı karar
ile Zilan Demir’in ölümü nedeniyle açılan davadakine
benzer gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir. Danıştay 15. Dairesinin
14/3/2012 tarihli ve E.2011/9671, K.2012/1112 sayılı ilamı ile onanan karar
başvurucuların karar düzeltme taleplerinin aynı Dairenin 20/2/2013 tarihli ve
E.2012/9414, K.2013/1436 sayılı ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir.
29. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararın 17/9/2013
tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 9/10/2013 tarihli ve
2013/7614 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.
c. Başvurucular Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya
Tarafından Açılan İptal ve Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
30. Başvurucuların kızı Nazlıcan
Çetinkaya anılan patlama sonucunda vefat etmiştir.
31. Başvurucular Nazlıcan
Çetinkaya"nın ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının
tazmini için 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat
etmiştir. Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli kararı ile başvuruculara
18.000 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine başvurucular tarafından 17/7/2007
tarihinde Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde 30.000 TL maddi, 70.000 TL manevi
olmak üzere toplam 100.000 TL tazminat talepli iptal ve tam yargı davası
açılmıştır.
32. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi, 22/4/2008 tarihli ve
E.2007/1090, K.2008/597 sayılı karar ile 5233 sayılı Kanun uyarınca
başvuruculara ödenen maddi tazminat miktarının belirlenmesinde bir isabetsizlik
bulunmadığı 5233 sayılı Kanun sadece maddi zararları tazmin ettiğinden
başvurucuların manevi tazminata ilişkin taleplerinin karşılanmasının mümkün
olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
33. Danıştay 15. Dairesinin 21/3/2012 tarihli ve E.2011/9355,
K.2012/1323 sayılı ilamı ile onanan karar başvurucuların karar düzeltme
taleplerinin aynı Dairenin 20/2/2013 tarihli ve E.2012/9767, K.2013/1434 sayılı
ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir.
34. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararın 24/9/2013
tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 22/10/2013 tarihli ve
2013/7776 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.
d. Başvurucular Burhan Marangoz ve Gülistan
Marangoz Tarafından Açılan İptal ve Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
35. Başvurucuların oğlu Hasan Marangoz anılan patlama sonucunda
vefat etmiştir.
36. Başvurucular Hasan Marangoz"un ölümü nedeniyle uğramış
oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini için 5233 sayılı Kanun
kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat etmiştir. Zarar Tespit
Komisyonunun 18/5/2007 tarihli kararı ile başvuruculara 18.000 TL ödenmesine
karar verilmesi üzerine başvurucular tarafından 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır
1. İdare Mahkemesinde 30.000 TL maddi, 70.000 TL manevi olmak üzere toplam 100.000
TL tazminat talepli iptal ve tam yargı davası açılmıştır.
37. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi, 27/6/2008 tarihli ve
E.2007/1089, K.2008/1240 sayılı karar ile 5233 sayılı Kanun uyarınca
başvuruculara ödenen maddi tazminat miktarının belirlenmesinde bir isabetsizlik
bulunmadığı 5233 sayılı Kanun sadece maddi zararları tazmin ettiğinden
başvurucuların manevi tazminata ilişkin taleplerinin karşılanmasının mümkün
olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
38. Danıştay 15. Dairesinin 21/3/2012 tarihli ve E.2011/9369,
K.2012/1322 sayılı ilamı ile onanan karar başvurucuların karar düzeltme
taleplerinin aynı Dairenin 12/6/2013 tarihli ve E.2012/9804, K.2013/4408 sayılı
ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir.
39. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararın 22/10/2013
tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 21/11/2013 tarihli ve
2013/8484 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.
2. Ceza Soruşturması ve Kovuşturma Süreci
40. Yerel Mahkeme dosyalarında bulunan ve UYAP bilişim sistemi
aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre başvuru konusu olaya ilişkin
ceza soruşturması ve kovuşturma süreci şöyledir:
41. Başvuruya konu patlama olayından bir gün sonra bir internet
sitesi aracılığıyla olayda kullanılan termos düzeneğinin fotoğraflarına da yer
verilerek söz konusu patlama olayı Türk İntikam Tugayı adı verilen bir
yapılanma tarafından üstlenilmiştir. Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü
yetkililerince yapılan inceleme ve araştırmalarda internet sitesinde yer alan
fotoğrafla olay yerinde kullanılan düzeneğin birbiriyle uyum sağladığı ve
düzeneğin telsiz kullanılarak uzaktan kumanda ile patlatılmış olduğu söz konusu
sitenin kısa bir süre önce oluşturulduğu tespit edilmiştir.
42. Konuyla ilgili yetkili makamların soruşturma ve araştırmaları
devam etmekte iken Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Elektronik Şube Müdürlüğüne
7/4/2008 ve 19/2/2009 tarihlerinde iki e-posta ihbarı yapılmış ve anılan
ihbarda patlamanın üstlenildiği internet sitesini kuranlardan birinin B.G.
olduğu belirtilerek B.G.ye ait çeşitli şahsi bilgilere yer verilmiştir.
43. Söz konusu ihbar üzerine derinleştirilen ve genişletilen
soruşturma sonucunda ihbarda yer alan bilgiler teyit edilmiş, patlamayı
üstlenen Türk İntikam Tugayına ait internet sitesine B.G. tarafından giriş yapıldığı
tespit edilmiş ve bu sitenin B.G. tarafından kurulduğuna dair kuvvetli bulgular
ile B.G.nin patlama olayına dâhil olduğu sonucuna
götüren birçok teknik detay tespit edilmiştir. Olay yerinde ele geçirilen
telsizin de B.G.nin akrabası H.T. tarafından internet
sitesi aracılığıyla satın alınarak temin edildiğinin tespit edilmesi üzerine
22/3/2009 tarihinde B.G. ile B.G.nin patlama
olayından önce ev arkadaşı olan M.E., B.G. ile M.E.nin
savunmaları doğrultusunda da 23/3/2009 tarihinde H.T. gözaltına alınmıştır.
Akabinde 27/3/2009 tarihinde anılan kişiler mahkeme kararı uyarınca
tutuklanmıştır.
44. Söz konusu kişilerin Mahkeme kararı doğrultusunda ev ve
üstlerinde yapılan aramalar sonucunda yasa dışı PKK terör örgütünün
propagandasını yapan çok sayıda ve çeşitte doküman ele geçirilmiştir. Anılan
kişilerin kolluk ve cumhuriyet savcısı huzurunda, müdafi eşliğinde verdikleri
ifadeler; patlamaya neden olan bombanın askerlik iznine gelen H.T. tarafından
B.G. ve M.E.nin ikamet ettiği evde hazırlandığı, H.T.nin örgüt dağ kadrosunda iken çıkan çatışma sonucu
hayatını kaybeden amcasının oğlunun intikamını almak, yasa dışı gösterilerde
Kürt kökenli gençlere kötü muamelede bulunulduğu gerekçesiyle polislerden
intikam almak gibi sebeplerle kendi başına bu eylem kararını aldığı, örgüt
lehine ama örgütten talimat almaksızın bu eylemi gerçekleştirdiği, termos
içindeki bomba düzeneğinin saat 20.30’da Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının
yakınına H.T. tarafından konulduğu ve yaklaşık kırk dakika sonra patlatıldığı, B.G.nin de ona yardım ettiği, M.E.nin
ise yardımı söz konusu olmamakla birlikte rastlantı eseri bombanın
hazırlanmasına tanıklık ettiği şeklindedir.
45. Olayla ilgili soruşturma evresinin tamamlanması üzerine
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/6/2009 tarihli ve 2009/857 sayılı
iddianame ile H.T., B.G. ve M.E. hakkında Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinde kamudavası açılmıştır. İddianamede H.T. ve B.G.nin devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten
öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması
veya el değiştirmesi, mala zarar verme suçlarından; M.E.nin
ise H.T. ve B.G. tarafından olayda kullanılan el yapımı bombanın hazırlanması
eylemine bilfiil katılarak tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el
değiştirmesi suçu ile devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten öldürme,
kasten öldürmeye teşebbüs ve mala zarar verme suçlarına yardım etme suçlarından
cezalandırılması talep edilmiştir.
46. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 17/5/2012 tarihli ve
E.2009/405, K.2012/102 sayılı kararı ile sanıklar B.G. ile M.E.nin
sorgu savunmasında ifadelerinden vazgeçmekle birlikte mahkeme aşamasında
yeniden kolluk ve Cumhuriyet Savcısı huzurundaki ifadelerini samimi ve
istikrarlı bir biçimde verdikleri, sanık H.T.nin ise
ikrar yönündeki ifadelerini sorgu ve mahkeme aşamalarında reddetmek, bu
ifadelerin baskı ve şiddet sonucu zorla alındığını belirtmekle birlikte savcı
huzurunda, müdafi eşliğinde ve kamera önünde işkence yapılmasının hayatın
olağan akışına aykırı olduğu, sanıkların tamamının ikrar içeren ifadelerinde
anlattıkları olayların birbirleriyle örtüştüğü gibi olayın oluşumu ile de
birebir uyumlu olup saat, dakika ve zamanlama itibarıyla ifadelerin gerçeği
yansıttığının açıkça anlaşıldığı, sanıkların olaydan sonraki eylem ve davranışları,
gittikleri yerler, yapılan araştırmalar sonucu elde edilen HTS raporları,
sinyal bilgileri, tanık beyanları da dikkate alındığında maddi bulguların
anlatımları desteklediği sonucuna ulaşıldığı, sanık H.T.nin
inkar yönünde verdiği ifadelerin askıda kaldığı ve suçtan kurtulmaya yönelik
olduğu, bomba düzeneğini nasıl hazırladığını uygulamalı olarak Cumhuriyet
Savcısı huzurunda ayrıntılı olarak anlattığı, bomba konusunda deneyimli ve
uzman bir kişi olduğunun anlaşıldığı belirtilerek sanık H.T. ve B.G.nin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun (TCK) 302/1. maddesi gereğince ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası ile cezalandırılmalarına; TCK’nın 82/1-a-c maddesi gereğince ayrı
ayrı on kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına,
TCK’nın 82/1-a-c maddesi gereğince ayrı ayrı on dört kez on beş yıl hapis
cezası ile cezalandırılmalarına, TCK’nın 174/1. maddesi gereğince ayrı ayrı
altı yıl sekiz ay hapis ve 80.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına,
sanık M.E.nin ise TCK’nın 314/2. maddesi gereği yedi
yıl altı ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK’nın 174/1. maddesi gereği
beş yıl hapis ve 160 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
47. Sanıklar müdafileri, Cumhuriyet Savcısı ve katılanların
vekilleri tarafından temyiz edilen karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 6/12/2013
tarihli ve E.2013/4628, K.2013/14930 sayılı kararı ile H.T. ve B.G. hakkında
verilen hükümler yönünden onanmış ve söz konusu hükümler aynı tarihte
kesinleşmiştir. M. E. hakkındaki karar ise silahlı terör örgütüne yardım etme
ve patlayıcı madde bulundurma suçlarından kurulan hüküm yönünden suçun vasfında
yanılgıya düşüldüğü gerekçesiyle bozulmuştur. M.E. hakkındaki bozma kararından
sonra yargılamaya devam eden Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 18/9/2014
tarihli ve E.2014/229, K.2014/269 sayılı kararı ile M.E.nin
TCK’nın 315. maddesi gereğince örgüte silah sağlama suçundan on beş yıl hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. M.E. tarafından temyiz edilen
karar hakkında Yargıtay tarafından hâlihazırda bir karar verilmemiştir.
B. İlgili Hukuk
48. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 12. ve 13. maddeleri, 14. maddesinin(3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5)
numaralı fıkrası, 49. maddesinin (1) numaralı fıkrası.
49. 5233 sayılı Terör Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı 1. maddesi
şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
50. 5233 sayılı Kanun’un
“Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar
başlıklı 6. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili
temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde,
her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl
içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il
valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra
yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli
hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına
kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz.
Komisyon, zarar görenlerle yapılacak her
başvuru ile ilgili çalışmalarını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde
tamamlamak zorundadır. Zorunlu hâllerde, bu süre vali tarafından üç ay daha
uzatılabilir.”
51. 5233 sayılı Kanun’un
“Karşılanacak Zararlar” kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla
karşılanabilecek zararlar şunlardır:
...
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
…"
52. 5233 sayılı Kanun’un "Zararın tespiti" başlıklı 8.
maddesi şöyledir:
“7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı,
adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak
olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa
kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle,hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına
uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile
belirlenir.
Taşınmaza
ilişkin zarar tespitinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun
11 inci maddesinde belirtilen kıymet takdiri esasları kıyasen uygulanır.”
53. 5233 sayılı Kanun’un “Yaralanma,
engelli hâle gelme ve ölüm hallerinde yapılacak ödemeler” kenar
başlıklı 9. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
…
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı
tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak
miktar, ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya Bakanın onayı tarihinde geçerli
gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirlenir.
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.
Bakanlar Kurulu, nakdî ödemeye esas tutulan
gösterge rakamını yüzde otuza kadar artırmaya veya kanunî sınıra kadar
indirmeye yetkilidir.
…
Nakdî ödemenin şekli, tutarı, yaralanma ve
engellilik derecelerinin tespitine ilişkin esas ve usuller yönetmelikle
belirlenir.”
54. 5233 sayılı Kanun’un
“Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname”
kenar başlıklı 12. maddesi ise şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi
aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9
uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki
nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre
mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla
karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak
sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi
veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı
yoluna başvurarak zararın tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu
belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili
temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde,
bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından
imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda
ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
55. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
56. Başvurucular; vatandaşların yoğun olduğu bir yere bomba
düzeneğinin rahatlıkla bırakılması ve patlatılması nedeniyle yakınlarını
kaybettiklerini (başvuruculardan Emine yetişecek ise ağır yaralandığını),
devletin güvenlik hizmetini gereği gibi yerine getirmediğini, olayda idarenin
ihmal ve kusurunun bulunduğunu, öte yandan açtıkları tam yargı davalarında
Mahkemece hükmedilen maddi tazminat miktarlarının yetersiz olduğunu, tazminat
hesaplamasında yaş, eğitim durumu, ekonomik ve sosyal durum, yoksun kalınan
destek gibi etkenlerin gözönünde bulundurulmadığını,
herkes için maktu bir tazminat miktarı belirlenmiş olmasının hukuka aykırı
olduğunu, genel tazminat hukuku ilkelerine göre karar verilmesi gerektiğini
belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
57. Başvurucular, uyuşmazlık hakkında yürütülen yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını, yedi yılı aşan dava süresinin kendileri
açısından manevi bir işkenceye dönüştüğünü belirterek Anayasa’nın 17.
maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
58. Başvurucular derece mahkemelerinin yaptığı hatalı
değerlendirme nedeniyle manevi zararlarının tazmin edilemediğini, derece
mahkemelerinin genel tazminat hukuku ilkelerini adeta rafa kaldırarak sadece
5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirme ve hesaplama yaptığını, bu nedenle
manevi tazminat taleplerinin tamamen reddedildiğini, kararların hukuka ve
hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
59. Başvurucular yakınlarının yaşamını kaybetmesine neden olan
bombalı eylemin Türk İntikam Tugayı tarafından kısa süre içinde üstlenildiğini,
söz konusu olayda hayatını kaybedenlerin Kürt kökenli olduklarını ve bu nedenle
hedef seçildiklerini, idarenin ihmalinden kaynaklı farklı bölgelerdeki farklı
olaylarda yaşamını yitirenler için açılan tazminat davalarında çok daha yüksek
meblağların ödenmesine karar verilmek suretiyle mahkemelerin de bu hususta ayrımcılık
yaptığını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
60. Başvurucular, temyiz ve karar düzeltme aşamalarında yargı
makamlarınca taleplerinin değerlendirilmediğini, aynı gerekçelerle taleplerinin
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 40. maddesinde tanımlanan haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
61. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, §16).Başvuru formu ve ekleri bir bütün
incelendiğinde başvurucuların yaşamı koruma yükümlülüğünün yerine getirilmediği
yönündeki iddiaları ile maddi tazminat miktarlarına ilişkin iddialarının yaşam
hakkı kapsamında; başvurucuların davaların makul sürede tamamlanmadığı
yönündeki iddiaları ile manevi tazminata ilişkin taleplerinin
değerlendirilmeden reddedildiği yönündeki iddialarının ise adil yargılanma
hakkı kapsamında değerlendirilmesine karar verilmiştir. Başvurucuların eşitlik
ilkesi ile etkili başvuru hakkı kapsamında ileri sürdüğü iddiaların ise ayrıca
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
62. Başvurucular, 12/9/2006 tarihinde meydana gelen patlama
nedeniyle ayrı ayrı Zarar Tespit Komisyonuna başvuru yapmış sonrasında ise
Zarar Tespit Komisyonunca önerilen meblağları yetersiz bularak Diyarbakır 1.
İdare Mahkemesinde ve Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde ayrı ayrı dava açmıştır.
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi ve Diyarbakır 2. İdare Mahkemesince farklı dava
dosyaları üzerinden yargılama yürütülmüş ise de aynı talepleri içeren davaların
benzer gerekçeler ile reddedildiği anlaşıldığından başvurucuların iddialarının
bir bütün olarak birlikte incelenmesine karar verilmiştir. Davaların farklı
oluşu sadece makul süre şikâyeti yönünden yapılan incelemede dikkate
alınmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
63. Koşuyolu Parkında meydana gelen patlama sonucu
başvuruculardan Emine Yetişecek yaralanmış diğer başvurucuların ise bazı
yakınları vefat etmiştir.
64. Devletin; bir kişinin, yaşamının doğrudan risk altına
girmesine ve ölmesine yol açabilecek nitelikteki üçüncü kişilerin potansiyel
eylemlerine ya da öldürücü bir hastalığa maruz kalmasına engel olabilecek
tedbirleri almadığı durumlarda, o kişi ölmemiş olsa dahi yaşamı koruma
yükümlülüğü ve bununla bağlantılı olarak bu duruma yol açtığı ileri sürülen
eylem ve ihmallerin etkili bir şekilde soruşturulması yükümlülüğü
doğabilecektir (İlker Başer ve diğerleri,
B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 37). Anayasa Mahkemesi, Emine Yetişecek"in
yaralanmasına neden olan patlamanın ölümle sonuçlanabilecek potansiyele sahip
olduğunu ve Emine Yetişecek"in yaşamını tehlikeye
attığını dikkate alarak, Emine Yetişecek yönünden yaşam hakkı kapsamında bir
inceleme yapmanın uygun olduğu sonucuna varmıştır.
65. Emine Yetişecek ayrıca Diyarbakır 1. İdare Mahkemesindeaçtığı iptal ve tam yargı davasında verilen
kararın manevi tazminat istemine ilişkin kısmının onanmasına, maddi tazminat
istemine ilişkin kısmının ise zarar hesaplanırken 2008 yılı memur aylık
katsayısının dikkate alınması gerekirken 2007 yılı memur aylık katsayısının
dikkate alındığı gerekçesiyle bozulmasına ilişkin Danıştay 15. Dairesi kararına
karşı yaptığı karar düzeltme talebinin aynı Dairenin 28/2/2013 tarihli ilamı
ile reddedilmesi üzerine bireysel başvuru yapmıştır. Bu durumda, başvurucunun
manevi tazminata ilişkin iddiaları ile davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı
iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmiş olduğu hususunda kuşku
bulunmamakla birlikte diğer iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilip
tüketilmediği hususunun açıklığa kavuşturulması gerekir.
66. Emine Yetişecek, kararın maddi tazminata ilişkin kısmının
küçük bir hesap yanlışlığı nedeniyle bozulduğunu belirterek davanın maddi
tazminata ilişkin kısmının kesinleşmesini beklemeden bireysel başvuru
yapmıştır. Somut olayda başvurucunun, başvuru tarihi itibarıyla maddi tazminat
iddiaları yönünden başvuru yollarını tüketmeden başvuruda bulunduğu
anlaşılmakta ise de, Danıştay"ın maddi tazminata ilişkin bozma gerekçesi
dikkate alındığında ve davanın maddi tazminata ilişkin kısmının bireysel
başvuru incelemesi devam ederken Diyarbakır 2. İdare Mahkemesince bozma kararı
doğrultusunda karara bağlandığı, bu kararın taraflarca temyiz edildiğine
ilişkin bir bilgi ve belge bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, somut
olayın koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
67. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığına
İlişkin İddia
68. Başvurucuların yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Manevi Tazminat Talebinin Reddine Karar
Verilmesinin Hukuka ve Hakkaniyete Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
69. Başvurucuların manevi tazminat taleplerinin reddine karar
verilmesinin hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu yönündeki iddialarınınaçıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiği İddiası
70. Başvurucular, bombalı eylemde hayatını kaybedenlerin ve
yaralananların tamamının Kürt kökenli olmaları nedeniyle hedef seçildiklerini,
idarenin ihmalinden kaynaklı farklı bölgelerde meydana gelen yaşam kayıpları
üzerine açılan tazminat davalarında çok daha yüksek meblağların ödenmesine
karar verilirken kendilerine daha düşük miktarda tazminata karar verilmek
suretiyle mahkemelerin bu hususta ayrımcılık yaptığını ve bu durumun
Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
71. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
72. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un“Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
73. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru “ikincil
nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural
olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
74. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya
çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine
başvurulmalıdır.
75. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği; başvurucunun
temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda
sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip
edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa
Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049,
16/4/2013, § 32).
76. Başvuru konusu olayda başvurucuların yargılamanın hiçbir
aşamasında etnik kökenleri nedeniyle ayrımcılığa uğradıkları yönünde herhangi
bir iddia ileri sürmedikleri görülmektedir.
77. Anılan ihlal iddialarının kanun yollarında ileri
sürülmeksizin bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Anayasa’nın 40. Maddesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
78. Başvurucular; dava, temyiz ve karar düzeltme aşamalarında
ileri sürdükleri talep ve gerekçelerinin yargı yerlerince ısrarla
değerlendirilmediğini ve aynı gerekçelerle taleplerinin reddedildiğini
belirterek Anayasa’nın 40. maddesinde tanımlanan etkili başvuru haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
79. 6216 sayılı Kanun"un, "Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir. "
80. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
"Bireysel başvuru formu ve ekleri" başlıklı 59. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının (d) bendinde, bireysel başvuru formunda bireysel başvuru
kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği, buna ilişkin
gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamaların yer alacağı belirtilmiştir.
81. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak
olaya ilişkin iddialarla hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü
başvurucuya ait olmasına rağmen başvurucular tarafından Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (AİHS/Sözleşme) 13. maddesine ve dolayısıyla Anayasa’nın 40.
maddesi hükümlerine atıfta bulunulmakla birlikte yargılama sürecinde hangi
talep gerekçelerinin değerlendirilmediğinin belirtilmediği ve söz konusu
hükümlerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin somut bir açıklama ve kanıtlamada
bulunulmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (Yusuf Gezer, B. No. 2013/2103, 14/1/2014, § 40).
2. Esas Yönünden
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
82. Başvurucular, vatandaşların yoğun olduğu bir yere bomba
düzeneğinin rahatlıkla bırakılması ve patlatılması nedeniyle yakınlarını
kaybettiklerini (başvuruculardan Emine yetişecek ise ağır yaralandığını),
devletin güvenlik hizmetini gereği gibi yerine getirmediğini, olayda idarenin
ihmal ve kusuru bulunduğunu, öte yandan açtıkları tam yargı davalarında
mahkemece hükmedilen maddi tazminat miktarlarının yetersiz olduğunu, tazminat
hesaplamasında yaş, eğitim durumu, ekonomik ve sosyal durum, yoksun kalınan
destek gibi etkenlerin göz önünde bulundurulmadığını, herkes için maktu bir
tazminat miktarı belirlenmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, genel tazminat
hukuku ilkelerine göre karar verilmesi gerektiğini belirterek Anayasa’nın 17.
maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
83. Bakanlığın görüş yazısında yapılacak olan incelemede aynı
patlama olayı hakkında Anayasa Mahkemesince verilmiş olan 8/5/2014 tarihli
kararın gözönünde bulundurulması gerektiği
belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde, başvurucuların maddi tazminata ilişkin
iddiaları hakkında ise delillerin değerledirilmesinin
ve hukuk kurallarının yorumlanmasının Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından güvence altına alınan haklar ve özgürlükler
ihlal edilmediği sürece bireysel başvuru konusu yapılamayacağı, bireysel
başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların
incelemeye tabi tutulamayacağı, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde
açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu
takdire müdahalesinin söz konusu olamayacağı bildirilmiştir.
84. Başvurucu cevap dilekçesinde tazminat miktarına ilişkin
değerlendirme yapılırken 5233 sayılı Kanun’un çıkarılış amacı ve sürecinin gözönünde bulundurulması gerektiğini, anılan Kanun’un 1987
yılından bu yana yaşanan mağduriyetleri tazmin amacıyla çıkarıldığını, Kanun
hükümlerinin bu kadar geriye götürülmesinin doğal sonucu olarak maktu tazminat
miktarlarının belirlendiğini ancak anılan Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra
meydana gelen zararlar bakımından bu maktu miktarların adaletsizliğe yol
açtığını, zira Kanun çıkarılmadan önce açılan tazminat davalarında farklı
kriterler esas alınmak suretiyle maddi tazminat hesabı yapıldığını ve bu
şekilde çok daha yüksek miktarlarda tazminatlara hükmedildiğini, sorunun yerel
mahkemenin delilleri farklı değerlendirmesinden değil; delilleri, olayın
niteliğini ve talepleri hiçbir şekilde değerlendirmemesinden kaynaklandığını
bildirmiştir.
85. Anayasa"nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
86. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
87. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip
olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak
bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan
kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri
alma sorumluluğu yüklemektedir. Bu sorumluluk -kamusal olsun veya olmasın-
yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
88. Bu kapsamda devletin egemenlik alanında bulunan bireylerin
yaşamını korumak için önleyici genel güvenlik tedbirleri alma yükümlülüğü de
bulunmaktadır. Bu gereklilik daha ziyade bireylerin üçüncü kişilerin suç
niteliğindeki eylemleri nedeniyle yaşamlarının tehdit altında olduğu durumlarda
ortaya çıkmaktadır (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280,
28/5/2014, § 59).
89. Ancak yetkili makamların, yaşamla ilgili her türlü
potansiyel tehdidin gerçekleşmesini önlemek için somut tedbirler almaya
zorlanması beklenemez (Mehmet Çetinkaya ve
Maide Çetinkaya, § 60).
90. Özellikle polisin görevini yerine getirirken karşılaştığı
zorluklar, modern toplumların yönetilmesinin zorluğu, insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek
yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi gözönüne
alınarak pozitif yükümlülük; yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde
yorumlanmamalıdır. Pozitif yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerce
belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin
bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul
edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip
oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek
şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız olduklarının tespiti
gerekmektedir (Mehmet Çetinkaya ve Maide
Çetinkaya, § 61).
91. Devletin yaşamı koruma pozitif yükümlülüğü kapsamında
sorumlu tutulabilmesini belirli koşullara bağlayan bu yaklaşım, bireylerin
yaşam hakkının terörden kaynaklanan bir tehdit altında olduğu durumlar için de
geçerlidir (Mehmet Çetinkaya ve Maide
Çetinkaya, § 62).
92. Başvuru konusu olayda 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır ili Koşuyolu
Caddesi üzerinde bulunan Koşuyolu Parkı duvarı yakınına yerleştirilen bombanın
patlaması sonucu başvuruculardan Emine Yetişecek yaralanmış, diğer
başvurucuların ise bazı yakınları yaşamını yitirmiştir. Söz konusu olayın terör
eylemi sonucu gerçekleştiği hususunda Bakanlık ve başvurucular arasında
herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır.
93. Somut olay açısından devletin yaşamı koruma pozitif
yükümlülüğünü esas bakımından yerine getirip getirmediğinin tespit edilebilmesi
için kamu yetkililerince çok sayıda kişinin yaşamını kaybetmesine ve
yaralanmasına neden olan bomba eyleminin gerçekleşeceğine dair gerçek ve yakın
bir risk bulunduğunun bilinip bilinmediği ya da bilinmesinin gerekip
gerekmediğinin, eğer biliniyor ise söz konusu tehlikeyi önlemek için makul
ölçüler çerçevesinde ve sahip olunan yetkiler kapsamında alınması gereken
önlemlerin alınıp alınmadığının olayın koşulları çerçevesinde ortaya konulması
gerekmektedir.
94. “Olay ve olgular” kısmında
da belirtildiği üzere ve dosya kapsamında yer alan bilgi ve belgelerden
12/9/2006 günü saat 21.10’da Diyarbakır Merkez Koşuyolu Caddesi üzerinde
bulunan Koşuyolu Parkının duvarına yakın bir mesafeye termos içine
yerleştirilmiş el yapımı bir bombanın patlaması sonucu toplam on kişinin
yaşamını yitirmesine, birçok kişinin yaralanmasına ve birçok ev, iş yeri, araç
ve eşyanın zarar görmesine neden olan olayın terör eylemi sonucu meydana
geldiğinin etkili bir ceza soruşturması ve yargılama sürecinin ardından verilen
mahkeme kararıyla da sabit olduğu anlaşılmaktadır.
95. Anılan patlamanın meydana geldiği Diyarbakır, terör
olaylarının zaman zaman yaşandığı Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer almakla
birlikte bölgedeki terörle ilgili eylemler, büyük oranda bölgenin kırsal
kesiminde terör örgütü mensupları ile silahlı kuvvetler mensupları arasında
yapılan silahlı çatışmalar ya da teröristlerce yollara döşenen mayınların
patlaması şeklinde gerçekleşmiştir. Başvuru konusu olay ise büyükşehir olan
Diyarbakır’ın merkezinde ve insanların yoğun olarak bulunduğu bir yere
bırakılan bomba düzeneğinin patlatılması sonucu meydana gelmiştir. Dolayısıyla
Diyarbakır il merkezi açısından bu tür bir eylemin öngörülmesi olasılığı
yetkililer açısından zayıf bir ihtimal olarak değerlendirilebilir ise de
bölgenin teröre yönelik genel hassasiyeti nedeniyle anılan ilde yetkili
makamlar tarafından belirli düzeyde güvenlik tedbirlerinin alınması gerekeceği
tabiidir.
96. Öte yandan belirli düzeyde güvenlik tedbirleri alınması
hâlinde dahi insanların dikkatini çekmeyecek şekilde gizlenebilen ve bu
özelliği sayesinde nüfusun yoğun olduğu yerlere de rahatlıkla yerleştirilebilen
bomba düzeneklerinin yetkililer tarafından önceden tespit edilebilmesinin
giderek gelişen ve karmaşıklaşan teknolojik imkânlar dikkate alındığında
oldukça zor olduğu, diğer taraftan bu tür eylemlerin şüphe çeken bir husus ya
da istihbarat olmadan öngörülme olasılığının çok zayıf olduğu açıktır.
97. Somut olayda söz konusu patlamanın münferit bir terör eylemi
olduğu ve olaydan önce herhangi bir ihbar ya da istihbaratın yetkili makamlara
iletilmediği, dolayısıyla olayın öngörülemez nitelikte olduğuna kuşku yoktur.
Ayrıca olayın faillerinden H.T.nin eylemi gece
yarısından sonra polis araçlarına yönelik olarak gerçekleştirmeyi planladığı
ancak olay günü Koşuyolu civarında gezdiği sırada polis araçlarının uygulama
yaptığını görmesi üzerine buradaki polisleri hedef almak amacıyla eve bombayı
almaya gittiği, döndüğünde uygulamanın bittiğini görerek geri dönmemek için
bombayı eylem yerine bıraktığı, ailesiylekaldığı evin
balkonundan bomba düzeneğini görebildiği, bir polis aracının bombanın yanından
geçtiğini görmesi üzerine başka bir polis aracının geçmesini beklemekteyken
bombanın yerinde olmadığını gördüğü ve bir anlık kararla düğmeye basarak
bombayı patlattığı yönündeki ifadelerinden de bombanın konulacağı yer ve zaman
konusunda net bir kararın olmadığı, olayın kendiliğinden geliştiği, dolayısıyla
failler açısından da belirsizliğin ve öngörülemezliğin
söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.
98. Belirtilen koşullarda başvuruya konu olayın
gerçekleşeceğinin yetkili makamlar tarafından bilinmediği ve bilinmesinin de
beklenemeyeceği kanaatine varılmıştır. Termos şeklindeki bomba düzeneğinin
parkın duvarına yakın bir yerde bulunmasının yetkililerin şüphesini çekip
çekmeyeceği tartışılabilir ise de düzeneğin fail tarafından park yakınına
bırakılması ile patlatılması arasında yaklaşık kırk dakika gibi fazla olmayan
bir sürenin geçtiği düşünüldüğünde yetkililerin bu nedenden sorumlu
tutulamayacakları açıktır. Diğer taraftan fail H.T.nin
ifadelerinden de anlaşılacağı üzere patlamadan önce olay yerinde polislerin
uygulama yaptıkları, patlamadan hemen önce de bir polis aracının olay
mahallinde devriye görevi yapmakta olduğu hususları da gözetildiğinde
yetkililerden beklenebilecek genel güvenlik tedbirlerinin olay mahallinde
mevcut olduğu sonucuna varılmıştır.
99. Sonuç olarak başvuruculardan Emine Yetişecek"in
yaralanmasına ve diğer başvurucuların bazı yakınlarının yaşamını yitirmesine
neden olan patlamanın meydana gelmesinde yetkili makamların sorumlu tutulmasını
gerektirecek bir ihmal ya da kusur bulunduğu söylenemez.
100. Başvuruya konu olayın meydana gelmesinde devletin koruma
yükümlülüğü yönünden herhangi bir sorumluluğu tespit edilmemiş olmakla birlikte
objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk ilkesi temel alınarak
hazırlanan 5233 sayılı Kanun kapsamında başvuruculardan Emine Yetişecek"e 6.928,04 TL, diğer başvuruculara ise her bir
ölüm olayı için ayrı ayrı 18.000 TL maddi tazminat ödenmesine karar
verilmiştir. Ancak söz konusu meblağı kabul etmeyen başvurucular, bu kararların
iptali ve taraflarına daha yüksek miktarda maddi tazminatın ödenmesi istemiyle
davalar açmıştır. İdare Mahkemeleri 5233 sayılı Kanun kapsamında mevzuata uygun
olarak yapılan ödeme işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle
davaları reddetmiştir.
101. Başvuruculara ödenmesine karar verilen maddi tazminat 5233
sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak Zarar Tespit Komisyonları tarafından
5233 sayılı Kanun’da belirtilen yönteme göre belirlenmektedir. Anılan Kanun,
genel gerekçesinde de belirtildiği üzere idarenin hukuki sorumluluğunun kusur
esasına dayandığı kuralının bir istisnası olarak bilimsel ve yargısal
içtihatlarla kabul edilen sosyal risk ilkesi gereğince idarenin nedensellik
bağı ve kusur koşulu aranmaksızın terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi
zararlarını yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa süre içinde
ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla düzenlenmiştir.
102. Başvurucular tarafından kendilerine 5233 sayılı Kanun
kapsamında Zarar Tespit Komisyonunca ödenmesi teklif edilen maddi tazminat
miktarının mahkemelerde uygulanan çeşitli kriterler dikkate alınmaksızın maktu olarak
belirlendiği ve yetersiz olduğu ileri sürülmekte ise de terörden kaynaklanan
zararların dava yoluna gidilmeden ilgililerce tazmini olanağı sağlayan 5233
sayılı Kanun uyarınca belirlenen tazminat miktarına ve bu miktarın hesaplanma
şekline -belirli bir tatmin sağladığı sürece- Anayasa Mahkemesinin müdahalesi
söz konusu olamaz.
103. Somut olayda 5233 sayılı Kanun tarafından belirlenen maddi
tazminat miktarları ile davaların koşulları ve başvurucuların uğradığı zararlar
arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı görülmektedir.
104. Diğer taraftan yakınlarını kaybedenler tarafından idareye
karşı kusur sorumluluğu, kusursuz sorumluluk ya da sosyal risk ilkelerine
dayanarak açılan maddi tazminat -destekten yoksun kalma tazminatı- davalarında
yapılan tazminat hesabı ölen kişinin gelecekte elde etmesi muhtemel gelirinin
güncellenmesi esasına dayanmakta ve özellikle ölen kişinin çocuk olması
durumunda zararın hesaplanması büyük oranda farazi kabullere dayanmakta olup
idarenin kusuru ya da sosyal risk ilkesi uyarınca terör nedeniyle yaşamını
yitiren küçük çocukların yakınları tarafından açılan maddi tazminat davalarında
ödenmesine hükmedilen tazminat miktarlarının birbirlerinden çok farklılık
göstermediği ve söz konusu miktarların başvurucuların iddialarının aksine
kendilerine ödenmesi teklif edilen miktarla da uyumlu olduğu tespit edilmiştir
(Danıştay 10. Dairesi, E.2002/1160, K.2004/160, 14/1/2004; E.2002/578,
K.2004/161, 14/1/2004; E.2005/803, K.2007/4649, 10/10/2007; E.2007/8106,
K.2010/5562, 22/6/2010; E.2009/5798, K.2012/5746, 16/11/2012).
105. Açıklanan nedenlerle başvurucuların, Anayasa"nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
b. Davaların Makul Sürede Sonuçlandırılmadığına
İlişkin İddia
i. Emine Yetişecek"in
Yaralanması Nedeniyle Açılan Dava Yönünden
106. Başvurucu Emine Yetişecek, 17/7/2007 tarihinde açmış olduğu
davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını ileri sürmüştür.
107. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararlarına atıf yapılarak, başvurucunun
iddiaları açısından farklı bir neticeye ulaşılmasını gerektirecek bir neden
bulunmadığı, bu sebeple makul sürede yargılanma hakkına ilişkin görüş
sunulmayacağı belirtilmiştir.
108. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü, Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer
alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut
başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, yukarıda
belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup
ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının
yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38, 39).
109. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu, başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken
kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri,
§§ 41-45).
110. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekmektedir. Başvuruya konu davanın, başvurucunun Diyarbakır
Koşuyolu Parkı yakınına yerleştirilen bir bombanın patlaması sonucu
yaralanmasından dolayı uğradığı zararın tazminini konu alan bir uyuşmazlık
olduğu görülmekle birlikte bu sorunun çözümüne yönelik olan ve 2577 sayılı
Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin
medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur.
111. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin
niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir
tarih, başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Selahattin Akyıl, B. No:2012/1198,
7/1/2013, § 45). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup makul
süre değerlendirmesinde dikkate alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi,
başvurucunun yaralanmasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararların
giderilmesi amacıyla Zarar Tespit Komisyonuna başvurdukları 13/11/2006
tarihidir.
112. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu
tarih, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin Danıştay"ın bozma kararına uyduğu
E.2013/1559, K.2013/760 sayılı kararının tarihi olan 19/6/2013 tarihidir.
113. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden; başvurucu
tarafından, Diyarbakır Koşuyolu Parkı yakınında meydana gelen patlamada
yaralanması nedeniyle uğradığı zararın karşılanması amacıyla 13/11/2006
tarihinde Zarar Tespit Komisyonuna başvurulduğu, Komisyonca ödenmesi teklif
edilen meblağın kabul edilmemesi üzerine düzenlenen uyuşmazlık tutanağının
ardından kendisine 6.577,80 TL ödenmesine ilişkin işlemin iptali ile uğranılan
20.000 TL maddi ve 30.000 TL manevi zararın tazmini istemiyle Diyarbakır
Valiliğine karşı 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi nezdinde
dava açıldığı görülmektedir. Davanın 24/12/2009 tarihinde Diyarbakır 2. İdare
Mahkemesince karara bağlandığı,temyiz
edilen kararın Danıştay 15. Dairesinin 14/3/2012 tarihli ilamı ile manevi
tazminata ilişkin kısmının onandığı, maddi tazminata ilişkin kısmının ise
bozulduğu, başvurucunun karar düzeltme talebinin aynı Dairenin 28/2/2013
tarihli ilamı ile reddedildiği, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 19/6/2013
tarihli kararı ile Danıştay"ın bozma kararına uyulduğu ve bu kararın temyiz
edilmediği görülmektedir.
114. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama süresinin toplam
6 yıl 7 ay 6 gün olduğu anlaşılmaktadır.
115. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan
uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki
tespitlere AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından -özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak- makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (Selahattin
Akyıl, §§ 54-60), başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve
talep konusu göz önüne alındığında başvuruya konu yargılamanın karmaşık bir
nitelik arz etmediği, davaya bütün olarak bakıldığında 2577 sayılı Kanun’da yer
alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru
açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz
konusu altı yıl yedi ayı aşkın yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
116. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. Diğer Başvurucular tarafından Açılan
Davalar Yönünden
117. Diğer başvurucular da,
yakınlarının ölümü nedeniyle Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde açtıkları davalarınmakul sürede sonuçlanmamasından şikâyet
etmektedir.
118. Başvuruculardan Emine Yetişecek"in
yaralanması nedeniyle açılan davaya ilişkin yargılama sürecinin, diğer
başvurucuların yakınlarının ölümü nedeniyle yürütülen yargılama süreçlerinden
kayda değer herhangi bir farklılık arz etmediği ve bu davaların altı yılı aşkın
bir sürede kesinleştiği anlaşılmış olup Emine Yetişecek dışındaki başvurucular
tarafından açılan bu davalarda da Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
c. Manevi Tazminat Taleplerinin Reddedilmesi
Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
119. Başvurucular, terör nedeniyle uğradığı manevi zararlarının
tazminine ilişkin taleplerinin 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı
gerekçesiyle reddedildiğini, idari ve yargısal merciler tarafından taleplerinin
dikkate alınmadığını, 2577 sayılı Kanun’a ve tazminat hukukunun genel
prensiplerine aykırı karar verildiğini, tam yargı davası bağlamında manevi
tazminat isteminin karşılanmadığını belirterek derece mahkemesi kararlarının
hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu iddia etmiştir.
120. Bakanlık görüşünde, başvurucuların manevi tazminat
taleplerinin reddine ilişkin şikâyetleri ile ilgili olarak delillerin
değerlendirilmesine ve yorumlanmasına ilişkin takdirin yerel mahkemelere ait
olduğu, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açıkça keyfîlik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesinin söz konusu
olamayacağı, terör faaliyetleri sonucunda oluşan zararların karşılanmasının
sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirildiği, başka bir anlatımla terör
eylemiyle devletin sorumluluğu arasında illiyet bağı bulunmamasına rağmen 5233
sayılı Kanun gereği tazminat ödendiği, eğer 5233 sayılı Kanun çıkarılmamış
olsaydı genel tazminat hukuku prensipleri çerçevesinde mağdurlara maddi
tazminat ödenmesinin dahi söz konusu olmayacağı, kanun koyucunun terör
eylemleri nedeniyle yapılacak olan ödemeleri maddi zararlar ile sınırlı
tuttuğu, manevi zararları bu kapsama almadığı, bireysel başvuru incelemesinde
yapılacak olan değerlendirmede bu hususların göz önünde bulundurulması
konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.
121. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı sundukları
dilekçelerinde başvuru formunda belirtilen iddialarını yinelemiştir.
122. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucuların
iddialarının özünün, İlk Derece Mahkemesince eksik ve hatalı değerlendirme
yapılmasına ve 2577 sayılı Kanun kapsamında inceleme yapılmamasına ilişkin
olduğu anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucuların anılan iddiaları,
adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden biri olan gerekçeli karar
hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
123. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
124. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
125. Sözleşme’nin 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
126. Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut
görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa"nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme"nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar
hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa"nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
127. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
128. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm
Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213,
4/12/2013, § 26).
129. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı
mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidirler. Gerekçe
gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu
olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No:
134/1996/753/952,19/2/1998, § 42).
130. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz
Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile getirmesine
rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz
başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik
somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri
tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın
uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman,
B. No: 2014/2388, 4/11/2014, § 37).
131. Somut olayda başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında
kurulan Diyarbakır Zarar Tespit Komisyonuna başvuruda bulunmuştur.
Başvurucuların oluşan zararları için çeşitli miktarlarda maddi tazminat
ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular, tazminat miktarının eksik
hesaplandığı gerekçesiyle İdare Mahkemelerinde maddi ve manevi tazminat
talebiyle dava açmıştır.
132. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi ile Diyarbakır 2. İdare
Mahkemesi, muhtelif tarihlerde verdiği kararlarla Zarar Tespit Komisyonunun
maddi tazminata ilişkin verdiği miktarların başvurucuların zararını
karşıladığına, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun kapsamında
düzenlenmediği gerekçesiyle reddine karar vermiş, temyiz merciince de bu
kararlar onanmıştır.
133. 5233 sayılı Kanuna dayalı manevi tazminat istemlerinde
AİHM, 5233 sayılı Kanun kapsamında yalnızca maddi zararlar için tazminat talep
etme olanağının bulunduğunu ancak Kanun’un 12. maddesinin idari yargıda manevi
zarar için tazminat talep etme imkânı sağladığını ifade etmektedir (İçyer/Türkiye, B. No: 18888/02, 12/1/2006, §
81).
134. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinin itiraz yoluyla iptal
edilmesi amacıyla yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi, 25/6/2009 tarihli ve
E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında anılan maddenin iptali istemini
reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören
kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan,
idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış
bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki
uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir.
Yasa koyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı
hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa"da ayrıntılı olarak kurala
bağlamıştır.
…
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik
bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen
zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararlardan sadece "maddi" olan kısmının sulh yoluyla tazminine
ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa"da bu zararlardan "manevi" olan
kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi,
12. maddede "sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna
başvurma hakları saklıdır" denilerek Anayasa"nın 125. maddesinin birinci
fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu
ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere
karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.”
135. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli
ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının konu ile ilgili kısmı şöyledir:
“5233
sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını
genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine
öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı
dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların
karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.
Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"nin 18888/02 nolu
başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili
olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme
olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde
manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine
yer verilmiştir.
Bu
durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi
kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri
sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda,
idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı
Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine
ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”
136. Bir davada, maddi olguları bildirmek tarafların; bunları
hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca
bildirilip, iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam
olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili
hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B.No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51).
137. 5233 sayılı Kanun, yukarıda anılan kararlarda (bkz. §§
132-134) da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla
birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 2577
sayılı Kanun"un 12. ve 13.maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı
olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı
tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere
başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır.
138. Başvurucular, davalarının ret gerekçesinin tazminat
hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu, 5233 sayılı Kanun"un genel
hükümlere göre manevi tazminat talep etmelerine bir engel oluşturmadığını
belirtmiştir. Başvurucular anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise
de davaların ret gerekçesinden iddialarının tam olarak karşılanmadığı
anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında yeterli
değerlendirme yapılmamıştır.
139. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi
olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve
hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm
arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların, hangi nedenle haklı veya
haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk
denetimini yapabilmeleri için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş;
hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek
açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
140. Bu durumda başvurucuların açtığı iptal ve tam yargı
davalarında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü
için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece
5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli
görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay
içtihatlarında da belirtildiği üzere 2577 sayılı Kanun kapsamında usul
kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak, başvurucuların manevi
tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun’da
manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer
verilmediği gerekçesiyle davaların reddine karar verilmesi adil yargılanma
hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır.
Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde
başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
141. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının unsurlarından olan
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
142. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
143. Başvurucular haklarının ihlal edildiğinin tespitini,
zararlarının tazminini ve taraflarına maddi ve manevi tazminat ödenmesini talep
etmiştir.
144. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan makul sürede
yargılanma hakkı ile gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
145. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvuruculardan Emine Yetişecek"e
net 7.800 TL, başvuruculardan Mehmet Demir, Barış Demir ve Hebun
Demir"e tarafı oldukları üç ayrı dava için müştereken net 45.000 TL,
başvuruculardan Mehmet Çetinkaya ile Maide Çetinkaya"ya müştereken net 10.000
TL, başvuruculardan Burhan Marangoz ile Gülistan Marangoz"a müştereken net
12.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
146. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare
Mahkemesine ve Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
147. Tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
148. Başvuruculardan Emine Yetişecek tarafından yapılan 198,35
TL harçtan oluşan yargılama giderinin bu başvurucuya ödenmesine,
başvuruculardan Mehmet Demir, Barış Demir ile Hebun
Demir tarafından yapılan 595,05 TL harçtan oluşan yargılama giderinin müşterek
olarak bu başvuruculara ödenmesine, başvuruculardan Mehmet Çetinkaya ile Maide
Çetinkaya tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin müşterek
olarak bu başvuruculara ödenmesine, başvuruculardan Burhan Marangoz ile
Gülistan Marangoz tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderininmüşterek olarak bu başvuruculara ödenmesine karar
verilmesi gerekir. Belirtilen başvuruculara 1.800 TL vekâlet ücretinin müştereken
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianınKABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının unsurlarından olan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
3. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının unsurlarından olangerekçeli kararhakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine ve Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvuruculardan Emine Yetişecek"e
net 7.800 TL, başvuruculardan Mehmet Demir, Barış Demir ve Hebun
Demir"e MÜŞTEREKEN 45.000 TL, başvuruculardan Mehmet Çetinkaya ile Maide
Çetinkaya"ya MÜŞTEREKEN 10.000 TL, başvuruculardan Burhan Marangoz ile Gülistan
Marangoz"a MÜŞTEREKEN 12.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE; tazminata ilişkin
diğer taleplerin REDDİNE,
E. Başvuruculardan Emine Yetişecek tarafından yapılan 198,35 TL
harçtan oluşan yargılama giderinin BU BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, başvuruculardan
Mehmet Demir, Barış Demir ile Hebun Demir tarafından
yapılan 595,05 TL harçtan oluşan yargılama giderinin MÜŞTEREKEN BU
BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE, başvuruculardan Mehmet Çetinkaya ile Maide Çetinkaya
tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin MÜŞTEREKEN BU
BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE, başvuruculardan Burhan Marangoz ile Gülistan Marangoz
tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin MÜŞTEREKEN BU
BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE ve 1.800 TL vekâlet ücretinin belirtilen BAŞVURUCULARA
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.