
Esas No: 2013/3401
Karar No: 2013/3401
Karar Tarihi: 31/3/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEGASAN İNŞAAT SANAYİ TİCARET TAAHHÜT A.Ş. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/3401) |
|
Karar Tarihi: 31/3/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör |
: |
Fatma KARAMAN ODABAŞI |
Başvurucu |
: |
Megasan İnşaat Sanayi Ticaret Taahhüt
A.Ş. |
Temsilcisi |
: |
Erdoğan SURANOĞLU |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kesinleşen yargı kararının yerine getirilmemesi ve
yargı kararını yerine getirmeyen yetkililer hakkında yapılan şikâyet üzerine
soruşturma izni verilmemesi sebepleriyle hukuk devleti ilkesi, hak arama
hürriyeti ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/5/2013 tarihinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır.Başvuru
formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 23/2/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
1/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlığın
görüşlerine karşı beyanlarını 9/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Projesi
(UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
8. Başbakanlık Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi
Başkanlığı (İdare) tarafından 23/12/1992 tarihli sözleşme kapsamında
"Kahta kanalizasyon ve arıtma tesisi projesi ve kanalizasyon inşaatı"
işi başvurucuya ihale edilmiş 16/4/1998 tarihinde de "Kahta arıtma tesisi
inşaatı" işi ile ilgili olarak taraflar arasında ek sözleşme
imzalanmıştır.
9. Sözleşmenin devamı aşamasında İdarenin 30/7/2009 tarihli
yazısı ile sözleşmenin 9. maddesi kapsamında İdarenin iş kısımlarından ve
kademelerinden bazılarını yaptırıp yaptırmamakta serbest olması ve iş kısım ve
kademelerine başlanmasının İdarenin iznine tabi olması ile sözleşmenin 28/c
maddesi uyarınca işlerin yapılmasını imkansız kılacak, İdarece kabul edilecek
olağanüstü zorluğun husule gelmesi ve ayrıca güncelliğini yitirmiş olması
sebepleriyle sözleşmenin tasfiye edildiği başvurucuya bildirilmiştir.
10. Başvurucu; hukuka aykırı olarak tasfiye kararı alındığını,
tasfiye koşullarının oluşmadığını, asıl amacın yeniden ihale yapmak olduğunu
belirterek İdare aleyhine 12/8/2009 tarihinde, Ankara 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinde, tasfiye koşullarının bulunmadığının tespiti ile muarazanın
önlenmesi, bu talebin kabul görmemesi halinde tasfiye kesin hesap ve hakedişlerinin Mahkemece belirlenerek alacağın tahsiline
karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
11. Mahkemece 18/3/2010 tarihli ve E.2009/292, K.2010/48 sayılı
karar ile davanın kabulüne, muazaranın önlenmesine
karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir.
"Taraflar arasındaki uyuşmazlık tasfiye
koşullarının oluşup oluşmadığı ile ilgilidir. Davalının 28.7.2009 tarihli iç
yazışmasında Güneybatı arıtma işinin 11 yıldır tamamlanmadığı, yeni şartlarla
ihale edilmesi durumunda maliyetlerde ... azalma olacağı belirtilerek sözleşmenin
tasfiye edilerek acilen ihaleye çıkarılması önerilip, onay alındığı
görülmüştür. Sözleşme konusu işin kararlaştırılan süreden daha uzun zamana
yayıldığı, bir kısmının kesin kabullerinin bir kısmının geçici kabullerinin
yapıldığı, ancak davalının bu süreç içinde davacıya süre uzatımları verdiği ve
aralarında kazı pozları ile ilgili ihtilaftan kaynaklanan dava görülmüş
olmasına rağmen sözleşmenin feshine gidilmediği, bu konuda davacıya yapılmış
bir ihtarname olduğunun iddia ve ispat edilemediği, bu durumda sözleşme
düzenlenirken işin kapsamı ve süresinin tam olarak tayin edilemediği ancak
davalının bu dönem içinde davacıyı bu konuda temerrüde düşürmediği gibi
sözleşmenin feshi yoluna da gitmediği anlaşılmaktadır. Diğer yandan tasfiyeye
dayanak yapılmak istenen 15 gün içinde iş programının hazırlanmaması durumunda
sözleşmenin 9. maddesi uyarınca süre verilmediği, ayrıca bu durumun şartları
oluştuğunda tasfiye değil fesh koşullarının
uygulanmasını gündeme getirebileceği gibi, 28. maddede sayılan tasfiye ...
koşullarının oluşmadığı, davalının yasal koşulları oluşmadan tasfiyeye gitmek
istediği "
12. Temyiz üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 17/5/2011
tarihli ve E.2010/3130, K.2011/2966 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin
kararı onanmıştır.
13. Başvurucu, İdareye hitaben yazdığı 8/5/2010 tarihli yazı ile
İlk Derece Mahkemesinin muarazanın önlenmesine ilişkin kararı kapsamında
sözleşmenin yürürlükte olduğunu belirterek inşaat mevsiminin gelmiş olması
sebebiyle acil bir karar alınması gerektiğini, bu karar doğrultusunda kendisi
tarafından gerekli hazırlıklara başlanacağını belirtmiş; İdarenin başvurucuya
gönderdiği 27/5/2010 tarihli yazıda ise İlk Derece Mahkemesince davanın kabul
edilmiş olması sebebiyle İdarece söz konusu işin başvurucu tarafından devam ettirilmesi
yönünde karar alındığını, arıtma tesisine ilişkin proje hazırlıkları
tamamlandıktan sonra başvurucu tarafından çalışmalara başlanabileceğini, bu
kapsamda ön hazırlıklara başlanması için gereğinin yapılmasını istemiştir.
14. Başvurucu tarafından noter aracılığı ile İdareye gönderilen
17/2/2012 tarihli ihtarnamede, İlk Derece Mahkemesinin kararının yerine
getirilmesi için İdareye yapılan 8/5/2010 tarihli başvuruya yazılı olarak cevap
verilmediği, aradan geçen süreye rağmen işin yapılmasıyla ilgili hiçbir gelişme
olmadığı belirtilerek tebliğden itibaren onbeş gün
içinde işe başlatma kararı verilmediği takdirde sözleşmenin haksız olarak
feshedilmiş sayılacağı ihtaren bildirilmiştir.
15. İdarece düzenlenen 30/4/2012 tarihli yazıda 2010 ve 2011
yılları için üçer yıllık hazırlanan teklif cetvelleri kapsamında projenin
Kalkınma Bakanlığına sunulduğu, Kalkınma Bakanlığı tarafından projeye ödenek
aktarılmadığı, 2012 yılı yatırım programına yönelik yapılan ön görüşmede ise
söz konusu projenin yatırım planında yer alması ve ödenek aktarılmasının uygun
görülmediği belirtilmiştir.
16. Başvurucu; İlk Derece Mahkemesi kararının yerine
getirilmediğinden bahisle 18/5/2012 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur, Başsavcılık 23/7/2012 tarihli ve
2012/14661 sayılı yazısı ile ilgililer hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483
sayılı Memur ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca
ön inceleme yapılması talebinde bulunmuştur.
17. Kalkınma Bakanlığı 30/11/2012 tarihli ve 2012/1 sayılı
kararı ile yargılamayı gerektirir bir eylemin bulunmadığı gerekçesiyle
ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesine gerek olmadığına karar
vermiştir.
18. Başvurucu tarafından soruşturma izni verilmemesine ilişkin
karara itiraz edilmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunca 3/4/2013
tarihli ve E.2012/560, K.2013/146 sayılı kararla ön inceleme raporu ve eki
belgelerde yer alan tespitlerin isnat edilen eylemden dolayı Şanlıurfa
Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek
nitelik ve yeterlilikte olmadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine
ilişkin karara karşı yapılan itirazın reddine karar verilmiştir.
19. İtirazın reddine dair karar başvurucuya 22/4/2013 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 21/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
21. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
22. 4483 sayılı Kanun"un 9. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
"Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında
inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine
ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikâyetçi itiraz yoluna
gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on
gündür.
İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g
(Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için
Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde
bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.
İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay
içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 31/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, İdare ile imzalanan sözleşmenin İdare tarafından
tasfiye edilmesi üzerine adli yargıda açılan ve Yargıtayın
temyiz incelemesi sonucu onanan yargı kararının İdarece değişik gerekçeler
ileri sürülerek yerine getirilmediğini, yargı kararının yerine getirilmemesi
sebebiyle ilgili kamu görevlileri hakkında yaptığı suç duyurusunun sonuçsuz
kaldığını, bu kişilerin suç işlemesine rağmen haklarında yargılama
yapılamadığını, itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunca
verilen kararın gerekçesiz olduğunu belirterek hukuk devleti ilkesi, hak arama
hürriyeti ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin
tespitine ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekli işlemlerin
yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
25. Başvurucu; hukuk
devleti ilkesi, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
26. Başvurucu ilk olarak
Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararın yerine getirilmemesinden
şikâyet etmektedir. Sözleşmenin tasfiyesi koşullarının oluşmadığının tespiti ve
bu husustaki muarazanın önlenmesine ilişkin olan İlk Derece Mahkemesi
kararının, niteliği itibarıyla doğrudan mal varlığı değerine yönelik, maddi
anlamda mülk sayılabilecek unsuru veya tutarı belirleyen bir karar mahiyetinde
bulunmadığı değerlendirildiğinden başvurucunun bu şikâyeti adil yargılanma
hakkı kapsamında incelenmiş, Anayasa"nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkı
yönünden ayrıca bir değerlendirmeye gerek görülmemiştir. Diğer yandan
başvurucunun mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirilmesi sebebiyle
yaptığı suç duyurusu sonucu ilgililer hakkında soruşturma izni verilmemesi ve
bu kapsamda kalan diğer şikâyetleri ise yine adil yargılanma hakkı kapsamında
ayrı bir başlık altında incelenmiştir.
1. Mahkeme Kararının Yerine Getirilmesinin
Geciktirildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucu, kendisi ile İdare arasında akdedilen sözleşmenin
tasfiyesi koşullarının oluşmadığının tespiti, bu husustaki muarazanın
önlenmesine ilişkin mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirildiği
iddiasıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Bakanlık görüş
yazısında, mahkemeye erişim hakkından yola çıkılarak kararların icrasının adil
yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edildiğini, somut olayda
başvurucunun İdareye hitaben yazdığı 8/5/2010 ve 17/2/2012 tarihli yazılar ile İdare
tarafından başvurucuya hitaben yazılan 27/5/2010 ve 30/4/2012 tarihli yazı
içerikleri ve İdarenin, başvurucunun proje ile ilgili olarak kamuyu zarara
uğrattığı gerekçesi ile Başbakanlık Teftiş Kurulu raporuna göre aleyhine 10
adet alacak davası ve başvurucu firma temsilcisi hakkında da Şanlıurfa 9.
Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığına dair 1/2/2016 tarihli yazısı
dikkate alındığında yargı kararının kasıtlı olarak yerine getirilmemesinin
değil, projeye ödenek tahsis edilememesi ve başvurucu hakkında proje ile ilgili
kamuyu zarara uğrattığı gerekçesiyle açılan alacak davaları ve başvurucu Şirket
temsilcisi hakkında açılan ceza davası sebebiyle yargı kararının filli ve
hukuki durum itibariyle yerine getirilememesinin söz konusu olduğunu ifade ederek
şikâyetlerin incelenmesinde belirtilen hususların dikkate alınması gerektiğini
bildirmiştir.
29. Başvurucu, açılan davaların İdarece alınan tasfiye kararının
rızaen kabul edilmesi için kendisi üzerinde baskı
unsuru olarak kullanıldığını belirtmiştir.
30. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa"nın, yasama ve yürütme organları ile
idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının
değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138.
maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi
gerektiği açıktır (Arman Mazman,
B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).
31. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü,
diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda
toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme,
haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma
hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada
bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan
bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) metni ile Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
33. Sözleşme"nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye
erişim hakkından yola çıkarak kararların icrası hakkını adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul etmektedir (Arman
Mazman, § 59). Mahkemeye erişim hakkı, bir
uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın
uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması,
yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir
unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, §
40).
34. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine
karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda,
Sözleşme’nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir
anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin,
bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında “dava”nın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov / Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, §
34).
35. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine
ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda
o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de
koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, §
54).
36. Kesin hükme saygı uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun
genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa"nın 138. maddesinin
son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması
yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme
saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği
ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz
duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı
kalmayacaktır (Arman Mazman,
§ 65).
37. Öte yandan yargı kararlarının icrasındaki gecikmenin kural
olarak adil yargılanma hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber
yargı kararının niteliği ve kapsamı, mahiyeti, icra edilebilme şekli, icra
edilebilirlik hususunda açık ve fiili bir engelin varlığı gibi hususların da
somut davanın koşullarına göre ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
38. Somut olayda başvurucu, davalı İdare aleyhine Ankara 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada öncelikli olarak sözleşmenin tasfiyesi
koşullarının bulunmadığının tespiti ile bu husustaki muarazanın önlenmesini
talep etmiş, bu talebinin yerinde görülmemesi halinde ise tasfiye kesin hak
edişinin mahkemece belirlenerek alacağın tahsiline karar verilmesini
istemiştir. Başvurucunun açmış olduğu terditli davada
Mahkemece ilk olarak başvurucunun asıl talebi olan tasfiye koşullarının bulunup
bulunmadığı ve bu husustaki muarazaya ilişkin olarak yargılama yapılmıştır.
Uyuşmazlığın sözleşmenin tasfiyesi koşullarının oluşup oluşmadığı ile ilgili
olduğu belirtilerek bu kapsamda bilgi, belge ve deliller değerlendirilmiş,
sonuç itibarıyla tasfiye koşullarının oluşmadığı tespit edilerek bu husustaki
muarazanın önlenmesine karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin 18/3/2010
tarihli kararı yalnızca davalı İdare tarafından temyiz edilmiş olup başvurucu,
kararı temyiz etmemiştir.
39. Başvurucunun İlk Derece Mahkemesi kararından sonra İdareye
hitaben yazdığı 8/5/2010 tarihli dilekçesi ile sözleşme konusu işin başvurucu
tarafından yapılmasının istenmesi hâlinde bu hususta karar alınması gerektiğini
ve ancak bu karar doğrultusunda gerekli hazırlıklara başlayacağını bildirdiği;
İdarenin başvurucuya hitaben yazdığı 27/5/2010 tarihli yazıda ise İlk Derece
Mahkemesi kararı doğrultusunda İdarece söz konusu işin başvurucu tarafından
devam ettirilmesi yönünde karar alındığı, proje hazırlıkları tamamlandıktan
sonra başvurucu tarafından çalışmalara başlanabileceği belirtilerek ön
hazırlıklara başlamasının başvurucudan istendiği anlaşılmıştır. Başvuru formu
ve eklerinden başvurucununİdareye 17/2/2012 tarihinde
8/5/2010 tarihli dilekçesi ile aynı mahiyette bir ihtarname daha gönderdiği,
İdarenin ise 30/4/2012 tarihli yazısı ile 2010 ve 2011 yılı için projenin
Bakanlığa sunulduğu ancak ödenek aktarılmadığının belirtildiği görülmüştür.
40. Başvurucu tarafından terditli
olarak açıldığı anlaşılan davada başvurucunun asıl talebinin yalnızca başvurucu
ile İdare arasındaki sözleşmenin tasfiye koşullarının oluşmadığının ve taraflar
arasındaki hukuki ilişkinin devam ettiğinin tespiti ile bu husustaki muarazanın
önlenmesi ile sınırlı olduğu ve İlk Derece Mahkemesince başvurucunun dava
dilekçesinde belirtiği asıl talebi doğrultusunda yargılama yapılarak münhasıran
muarazanın giderilmesine yönelik olarak karar verildiği anlaşılmıştır.
41. Başvuruya konu Mahkeme kararının yalnızca muarazanın
önlenmesine yönelik tespit hükmü içerdiği, kararda ayrıca bir eda hükmünün yer
almadığı, kararın sözleşme kapsamında taraflara belirli bir işlemi yapma ya da
yapmama şeklinde bir yükümlülük yüklemediği, sözleşme koşullarına aykırı
davranılması hâlinde bunun başvuru konusu kararın icrası niteliğinde
görülemeyeceği; Mahkeme gerekçeli kararında sözleşme konusu işin
kararlaştırılan süreden daha uzun zamana yayıldığı, sözleşme düzenlenirken işin
kapsam ve süresinin tayin edilemediği gibi somut olayın özelliğine yönelik
tespitlerde bulunulduğu ve İdarece İlk Derece Mahkemesi kararından sonra
düzenlendiği anlaşılan 27/5/2010 tarihli yazıda, sözleşme konusu işin başvurucu
tarafından devam ettirilmesi yönünde İdarece karar alındığının bildirilmiş
olduğu hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde Mahkeme kararının
uygulanmadığı iddiasına yönelik olarak mahkemeye erişim hakkı kapsamında yargı
kararının icrası hakkına ilişkin bir ihlal olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle mahkeme kararının yerine getirilmesinin
geciktirildiği iddiasına dayalı olarak mahkemeye erişim hakkı kapsamında yargı
kararının icrası hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Cumhuriyet Savcılığına Yapılan Suç
Duyurusunun Sonuçsuz Kaldığına İlişkin İddia
43. Başvurucu, yargı kararının yerine getirilmemesi sebebiyle
ilgili kamu görevlileri hakkında Cumhuriyet Savcılığına yaptığı suç duyurusunun
sonuçsuz kalmasından ve soruşturma izni verilmemesine dair karara itiraz
üzerine verilen ret kararının gerekçesiz olduğundan şikâyet etmektedir.
44. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun talebinin üçüncü
kişilerin cezalandırılması ile sınırlı olduğunu, ihlal iddiasının konusunun
Anayasa"da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olan temel hak ve
özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığını bildirmiştir.
45. Anayasa"nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme"nin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
46. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
ise bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya
da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından
yapılabileceği düzenlenmiştir.
47. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir.
48. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması
gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme
kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).
49. AİHM içtihatlarına göre bir ceza davasında üçüncü kişilerin
suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören,
şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler; Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma
alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak
talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş olması veya ceza davası sonucunda
verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir
(Perez/Fransa, B No: 47287/99, 12/2/2004, § 70).
50. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun
yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı
ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni
haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca soruşturma izni
verilmemesine dair kararın etkileri ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olup
hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmamaktadır.
51. Başvurucu, suç işlediğini düşündüğü üçüncü kişiler hakkında
soruşturma açılmasını sağlamak amacıyla suç duyurusunda bulunmuş olup talebi
üçüncü kişilerin cezalandırılmasıyla sınırlıdır. Başvurucu, üçüncü kişilerin
fiili nedeniyle medeni haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğunu düşünüyor
ve buna ilişkin zararının giderilmesini istiyorsa hukuk mahkemeleri önünde dava
açma imkânı vardır.
52. Sonuç itibarıyla başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesine
dayanan ihlal iddiasının konusu, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme
kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kalmaktadır.
53. Açıklanan nedenlerle Cumhuriyet Savcılığına yapılan suç
duyurusunun sonuçsuz kalması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasının, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Cumhuriyet Savcılığına yapılan suç duyurusunun sonuçsuz
kaldığına ilişkin iddianın konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
31/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.