
Esas No: 2013/7536
Karar No: 2013/7536
Karar Tarihi: 31/3/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CUMA GÜRSES BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/7536) |
|
Karar Tarihi: 31/3/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör Yrd. |
: |
Gökçe GÜLTEKİN |
Başvurucu |
: |
Cuma GÜRSES |
Vekili |
: |
Av. Saim BOZKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör nedeniyle hısımlarının kaçırılması,
yaralanması, ölmesi durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar ve
mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu terör nedeniyle hısımlarından kaçırılan, yaralanan,
öldürülenlerin olduğunu beyan ederek bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı
nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
7. Başvurucu, yerleşim yerinde birden fazla Cuma Çiftçi olması
nedeniyle Çiftçi olan soyadını Gürses olarak değiştirdiğini beyan etmiştir.
8. Başvurucu 1/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna
(Komisyon) başvurmuştur.
9. 28/1/2011 tarihli ve 2011/1-904 sayılı Komisyon kararında,
terör olayları sonucu oluşan zararın karşılanması talebiyle yapılan başvuruda
dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucunun yaşadığı Sason ilçesi Taşyuva köyünün boşaltılmadığı, kişiye yönelik bir tehdit
ve saldırı olmadığından talebin reddine karar verilmiştir.
10. Belirtilen ret işlemi aleyhine 14/4/2011 tarihinde başvurucu
tarafından açılan iptal davasında 23/11/2011 tarihli Batman İdare Mahkemesi
kararı ile başvurucunun yaşadığı yerleşim yerinin boşalan ya da boşaltılan
yerlerden olmadığı, 1987 ile 2000 yılları arasında ilgili yerleşim yerinde
geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk
sisteminin bulunduğu, köy korucu aileleri dışında köyde yaşamın devam ettiği,
1990-2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçiminin yapıldığı, yerleşim yeri
halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı
uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle
anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya
yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233
sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak
bulunmadığından bahisle davanın reddine hükmedilmiştir.
11. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 13/6/2012 tarihliilamı ile Taşyuva köyüne yönelik inceleme yapılması gerekirken sehven
Geçitli köyüne ilişkin inceleme yapıldığı belirtilerek İlk Derece Mahkemesi
kararı bozulmuştur.
12. Danıştayın bozma kararları üzerine
Batman İdare Mahkemesi 19/9/2012 tarihli kararıyla başvurucunun ikamet ettiği Taşyuva köyünün yerleşik bir nüfusunun olması, köyde yerel
ve genel seçimlerin yapılması ve başvurucunun vekilince sunulan tutanaktan daha
sonra İlçe Jandarma Komutanlığınca her bir köy ve mezrada yapılan inceleme,
resmî kurumlardan alınan bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildikten sonra
hazırlanan çizelgede başvurucunun ikamet ettiği yerleşim yerinin tamamen
boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış
olması, başvurucuya yönelik herhangi bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmaması nedenleriyle ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir.
13. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 8/5/2013 tarihliilamı ile kararın usul ve
hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın
bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükmün onanmasına
karar verilmiş ve onama kararı başvurucuya tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu11/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
16. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine
göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü
derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört
katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci
derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara
intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 31/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, idarenin köy halkına “Köy korucusu ol
ya da köyü terk et.” şeklinde
yaptığı baskı ve zorlamanın Mahkemece dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar
tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik nedeniyle köyün boşaltılmış olduğunu
belirten belgeler ile terör örgütü mensuplarınca hısımlarının kaçırılmasına,
yaralanmasına ve öldürülmesine dair özel durumu dikkate alınmadan köyün tamamen
boşalmamış olduğu soyut gerekçesine ve şahsına yönelik bir terör tehdidi ya da
saldırısının bulunmamasına dayanılarak sunduğu belgelerin
değerlendirilmediğini, idare tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını
ve bu belgeler tebliğ edilmemek suretiylekendisine
savunma yapma imkânı tanınmadan verilen kararın adil olmadığını belirtmiştir.
19. Başvurucu; ayrıca kararın yeterli gerekçe ihtiva etmediğini,
sunduğu belgeler dikkate alınmadan idarece sunulan belgelere dayalı olarak
karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını, kendi içinde çelişkili ve gerçeği
yansıtmayan belgelere dayanılarak karar verildiğini, aynı yerleşim yerinden
önceki bir tarihte başvuruda bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi
yönünde karar verdiği hâlde yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma
ve inceleme yapılmayarak davanın reddine karar verildiği, bu nedenle makul ve
objektif bir sebep bulunmamasına rağmen şahsına tazminat ödenmemesi yönünde
karar alınarak ayrımcılığa maruz kaldığını, idarenin can ve mal güvenliğini
sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet hakkından yoksun
kaldığını ve Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle
zararının tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da yer almayan bir nedene
dayanılarak Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin reddedildiğini, yaptığı
başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını
belirterek Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve 141.maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve maddi tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adli Yardım Talebi
Yönünden
20. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler
dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama
giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça
dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi
gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
21. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16).Başvurucuların ihlal
iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebinin mukim olduğu köyün tamamen boşaltılmamış olduğu gerekçesiyle
reddedildiğini ancak önceki bir tarihte aynı yerleşim yerinden başvuruda
bulunanlar hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi yönünde karar verdiğini ve
yargı mercilerince bu kararlar konusunda araştırma ve inceleme yapılmayarak
davanın reddine hükmedildiğini, bu nedenle makul ve objektif bir sebep
bulunmamasına rağmen tazminat ödenmemesi yönünde karar alındığını belirterek
Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
23. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
24. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
26. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemelerin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
27. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
28. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge, deliller nazara
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemeleri tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
31. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu, başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik
ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usuleilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı
anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmiştir (Mesude Yaşar, §§
74-76; Cahit Tekin, §§ 70-72).
32. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
33. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiasının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu, Mahkeme kararında talep sonucuna etki eden
hususlara dair yeterli gerekçeye yer verilmediğini iddia etmiştir.
35. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında olan özel durumlarının
değerlendirilmesi hariç olmak üzere başvurucular tarafından ileri sürülen ve
hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin Derece Mahkemeleri
kararlarında denetlenerek reddedildiği, bu nedenlerle başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, §§ 79-82; Cahit Tekin,
§§ 75-77).
36. Somut başvurunun incelenmesinde başvurucunun talebinin 5233
sayılı Kanun kapsamında kabul edilip edilmeyeceği noktasında Derece
Mahkemelerince yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olup olmadığının
çeşitli idari kurumlar tarafından tanzim edilen tutanak ve belgeler kapsamında
değerlendirildiği, başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu
etkilediği iddia edilen istemin tartışılarak reddedildiği (bkz. §§ 10-13), İlk
Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak
suretiyle kanun yolu mahkemesinin denetiminden geçerek kesinleştiği
anlaşılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında olan özel durumunun değerlendirilmesi hususu dışında gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiası hakkında farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
38. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
39. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında; Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
41. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi olan 10/9/2007 tarihi ile nihai karar tarihi olan 8/5/2013 tarihi
arasında geçen 5 yıl 7 aylık yargılama süresinde uyuşmazlığın karara bağlanması
konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek
bir gecikmenin olduğu tespit edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmadığından yargılama süresinin makul
olduğu sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun,
terör örgütü mensuplarınca hısımlarının kaçırılması, yaralanması ve öldürülmesine
dair özel durumu dikkate alınmaksızın Mahkemece mukim olduğu köyün tamamen
boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle reddedildiğini
belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete uygun yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
44. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas
yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
45. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi
istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.
46. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas
edilmesi zorunlu görünmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim
yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim
yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle
toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki
göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının “köyün ya da mezranın tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece geçici köy
korucularının kalması” şeklinde
nesnel bir ölçüte dayandırılmasını zorunlu görerek güvenlik kaygısına
dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması hâlinde o yerleşim
yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik
şartlarının idarece oluşturulduğundan hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında
maddi zararların idarece ödenmesine yasal olanak bulunmadığı ilkesini
benimsemişlerdir (Mesude Yaşar,
§§ 89, 90; Cahit Tekin, §§ 84,
85).
47. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki
takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası içermesi durumunda anayasal bir temel hak veya
özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir
değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude
Yaşar, § 93; Cahit Tekin,
§ 88).
48. Başvurucunun; hısmı olduğunu iddia
ettiği kişilerin terör örgütünce kaçırıldığı, yaralandığı, öldürüldüğübu
nedenlerle güvenlik kaygısıyla köyünü terk ettiği, bu çerçevede oluşan
zararının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri
sürdüğü ve belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile soruşturma evraklarını
Derece Mahkemelerine ibraz ederek yerleşim yerini terör olaylarından
kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeni ile terk ettiği noktasındaki özel durumunun
dikkate alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
49. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun"un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların
başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95,
25/12/2012, § 21)
50. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
51. Başvurucunun yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabul edilebilmesi için yaşanan olay
sonucunda duyulan üzüntünün ötesinde yakınının başına gelen hadise sebebiyle
başvurucuda oluşan algı, bu algının meydana gelmesinde temel teşkil eden özel
bağ ve algının yoğunluğu konusunda başvurucunun açıklamada ve kanıtlamada
bulunması gerekmektedir (Sahibe Çelik ve
Necla Çelik, B. No: 2013/4899, 20/1/2015, § 48).
52. Anayasa Mahkemesinin 27/5/2015 tarihli yazısı ile
başvurucudan başvuru formunda ileri sürdüğü; kaçırıldığını, yaralandığını veya
öldüğünü iddia ettiği kişiler ile arasında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair
iddialarını ispat etmeye yönelik elverişli delilleri Mahkemeye sunması
istenmiştir.
53. 22/6/2015 tarihli cevap dilekçesinde başvurucu, belirttiği
kimselerle uzaktan hısım olduğu dışında başkaca bir husus beyan etmemiştir.
54. Bu çerçevede başvurucunun aralarında hısımlık ilişkisi olan
kişilerin kaçırılması, yaralanması veya öldürülmesi iddiası hakkında Anayasa
Mahkemesi tarafından başvurucuya yazılan müzekkereye cevap olarak başvurucunun;
hısımları olduğunu iddia ettiği kişiler ile arasındaki akrabalık ilişkisine
değinmekle yetindiği, akrabalarının başına geldiği iddia edilen olay
neticesinde kendisinde oluşan algı, bu algının oluşmasında temel teşkil eden
özel nedenler ve algının yoğunluğu konusunda yeterince açıklıkta beyanının
bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu tespitler karşısında başvurucunun talebinin 5233
sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesinin, terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle yerleşim yerini terk edip
etmediği noktasında nesnel ölçütten farklı bir karine veya ölçüt arayışına
girilmesini gerektirecek boyuta ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
55. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
56. Başvurucu, ayrıca idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
iddia etmektedir.
57. Başvuru formu incelendiğinde başvurucu, Anayasa’nın 35.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü bölümde 5233 sayılı Kanun kapsamında
tanzim edilen belgelerde maddi zararının mevcut olduğunu iddia etmiş; idari
yargı makamlarının tazminat başvurusuna ilişkin söz konusu düzenlemeleri dar ve
aleyhe yorumlayarak Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal ettiklerini beyan
etmiştir.
58. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği
hususundaki iddiaların yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama
sürecine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirmeler neticesinde
başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve
yargılamaya etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu
saptanmadığı anlaşılan somut yargılama faaliyetinin Derece Mahkemelerince adil
yargılanma hakkının gereklerine uygun şekilde yerine getirildiği tespit edilmiş
olduğundan mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir (Ülkü
Özgür, B. No: 2013/2263, 26/6/2014, § 43).
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA
31/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.