
Esas No: 2013/7035
Karar No: 2013/7035
Karar Tarihi: 30/3/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEHMET FATİH AKIN VE DİĞERLERİ |
BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2013/7035) |
Karar Tarihi: 30/3/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Alparslan ALTAN |
Raportör Yrd. |
: |
İsmail Emrah PERDECİOĞLU |
Basvurucular |
: |
1. Mehmet Fatih AKIN |
|
|
2. Betül KILIÇ |
|
|
3. Seçkin AKIN |
|
|
4. Hamza Murat AKIN |
Vekilleri |
: |
Av. Musa GÖKMEN -
Av. Ertan UZUNOĞLU |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Türkiye İmar Bankası T.A.Ş.nin
yetkisiz olarak Devlet İç Borçlanma Senedi satışında devletin sorumluluğunun
bulunması ve zararın tazmini için açılan davanın dava devam ederken çıkarılan
kanuna dayanılarak reddedilmesi ile ilgili davanın makul sürede sonuçlanmaması
nedeniyle adil yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru hakları ile hukuki
güvenlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarıyla ilgilidir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/9/2013 tarihinde Mersin 2. İdare Mahkemesi vasıtasıylayapılmıştır.Başvuru
formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/11/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/2/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş,
5/3/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 19/3/2014 tarihinde sunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular 30/1/2003 tarihinde Türkiye İmar Bankası’nın
Mersin Şubesinde kendileri adına münferit-müşterek Hesap Numarası: 15014523,
Seri: 0122, Cüzdan No: 0039860 olan 500.000 TL’lik hesap açtırmışlar ve daha
sonra verdikleri bir talimatla bu hesap üzerinden Menkul Kıymet Satış İşlem
Formu ve 499.999,99 TL bedelli 3/12/2003 vadeli nominal değeri 739.295 TL olan
Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) satın almışlardır.
9. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Türkiye İmar
Bankası T.A.Ş.nin Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)
tarafından 21/11/1990 tarihinde aracılık faaliyetlerinin durdurulmasına ve
borsa üyelik belgesi iptal edilmiş olmasına rağmen çeşitli gazete ve
televizyonlarda ilan ve reklamlar vererek bono ve tahvil piyasası işlemleri
yapmaya devam ettiğini, çifte kayıt tuttuğunu ya da DİBS işlemlerini
kayıtlarına yansıtmadığını, özellikle 2002 yılından sonra yoğun olarak müşterilere
satılan DİBS’lerin neredeyse tamamının karşılıksız
çıktığını ve açığa satılmış olduğunu tespit ederek, 3/7/2003 tarihli ve 1085
sayılı kararı ile 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 14. maddesinin 3 numaralı
fıkrası uyarınca adı geçen Banka’nın, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat
kabul etme izinlerini kaldırmış, Banka’nın yönetim ve denetimini de TMSF’ye intikal ettirmiş, 5/12/2003 tarihli ve 5021 sayılı
Kanun ile de TMSF tarafından yapılacak ödemenin koşulları belirlenmiş ve söz
konusu bankadan tahvil alanlar yasa kapsamı dışında tutulmuştur.
10. Başvurucular, müflis Banka’nın SPK’nın herhangi bir önleyici
faaliyeti olmaksızın uzun süre DİBS alım satımı ile ilgili çeşitli yayın
organlarında ilan ve reklamlar vermesi neticesinde kendilerinde oluşan güvene
istinaden satın aldıkları tahvillerin ödenmemesi sonucu meydana gelen
zararlarının SPK ve BDDK’nın hizmet kusurundan kaynaklandığını ileri sürerek
söz konusu zararlarının vade tarihinden itibaren ödeme tarihine kadar işleyecek
reeskont faiziyle birlikte ödenmesi talebi ile 24/12/2003 tarihinde Danıştay’da
tam yargı davası açmışlar, Danıştay Onuncu Dairesi 28/1/2004 tarihli ve
E.2004/138, K.2004/1151 sayılı kararı ile görevsizlik kararı vermiş ve dosyayı
Ankara 5. İdare Mahkemesi’ne göndermiş, Ankara 5. İdare Mahkemesi 10/8/2004
tarihli ve E.2004/1887, K.2004/1364 sayılı kararı ile dava dilekçesindeki
eksiklikler nedeniyle dilekçenin reddine karar vermiş ve başvurucular
tarafından eksiklikler giderilerek 2/11/2004 tarihinde 2004/3124 sayılı esas
numarası ile dava tekrar açılmıştır.
11. Ankara 5. İdare Mahkemesi 14.6.2006 tarihli ve E.2004/3124,
K.2006/1725 sayılı kararıyla BDDK ve SPK’nın, kanunla kendilerine verilen
görevleri ihmal ederek İmar Bankası’nın yetkisi olmadığı hâlde yatırımcılara
DİBS satışı yapılmasını engellemediği gerekçesiyle zararın oluşmasında kusurlu
davranışlarının bulunduğuna hükmetmiş, başvurucuların tazminat istemini DİBS
işlem tutarı olan 500.000 TL üzerinden kısmen kabul ederek bu tutarın SPK ve
BDDK tarafından yarı yarıya olmak üzere dava tarihi olan 24/12/2003 tarihinden
itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir.
12. Dava devam ederken çıkarılan 24/5/2007 tarihli ve 5667
sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma
ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim
Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların
Ödenmesi Hakkında Kanun ve bu Kanun’a istinaden çıkarılan 13/7/2007 tarihli ve
2007/12398 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bu kapsamda yapılacak ödemelerde
anapara olarak işlem tutarının esas alınacağı belirtildikten sonra, anapara
olarak ödenecek işlem tutarına tahakkuk ettirilecek faiz oranının hesaplanma
şekli belirlenmiş ve daha önce kapsam dışında tutulan başvurucuların alacakları
hakkında başvuru hâlinde bu Kanun’da belirlenen esaslar çerçevesinde TMSF
aracılığıyla ödeme yapılacağı kararlaştırılmıştır. Ayrıca Banka’ya yatırılan
tutarlar nedeniyle idari yargıda açılan davalar hakkında da bu Kanun
hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmış, başvurucular tarafından ise Kanunla
öngörülen bu yola başvuru yapılmamıştır.
13. Davalı idareler Ankara 5. İdare Mahkemesinin 14.6.2006
tarihli kararını temyiz etmiş ve Danıştay Onüçüncü
Dairesi 19/11/2007 tarihli ve E.2007/9141, K.2007/7574 sayılı kararı ile 5667
sayılı Kanun’a göre yeniden yargılama yapılması gerektiği gerekçesiyle idare
mahkemesinin kararını bozmuş, başvurucular tarafından yapılan karar düzeltme
talebini de 11/3/2009 tarihli ve E.2008/4639, K.2009/2940 sayılı kararı ile
reddetmiştir.
14. Ankara 5. İdare Mahkemesi bozma kararına uyarak 9/10/2009
tarihli ve E.2009/1319, K.2009/1313 sayılı kararı ile 5667 sayılı Kanun’a göre
yeniden hüküm tesis etmiş ve davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle karar
verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.
15. Başvurucular kararı temyiz etmiş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 5/12/2011 tarihli ve E.2010/1245,
K.2011/5596 sayılı kararı ile temyiz istemini reddederek kararı onamıştır.
16. Başvurucular tarafından yapılan karar düzeltme talebine de
aynı Dairenin 4/7/2013 tarihli ve E.2012/1642,K.2013/2061
sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
17. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvuruculara
13/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular 11/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
19. 18/6/1999 tarih ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun 10.
ve 16. Maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
“Madde 10
...
2. ...
b) Tasarruf mevduatı, gerçek kişiler tarafından bu nam altında
açtırılan ve ticari işlemlere konu olmayan mevduattır. ...
…
3. 17.2.1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin rehinlere ve
22.4.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanununun
alacağın devir ve temlikine ilişkin hükümleri ile diğer kanunların verdiği
yetkiler ve koyduğu yükümlülükler saklı kalmak şartıyla, mevduat sahiplerinin
mevduatlarını geri alma hakları hiçbir suretle sınırlandırılamaz. Mevduat
sahibi ile banka arasında vade ve ihbar süresi hakkında kararlaştırılan şartlar
saklıdır.”
“Madde 16
...
3. Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat
sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır.
Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan
ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından
teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir. Bu
şekilde alınan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karar tarihinden itibaren
altı ay içinde dava ve icra-iflas takibine konu olmaz ise kendiliğinden ortadan
kalkar. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı
tarihten itibaren bankanın alacaklıları, alacaklarını temlik edemez veya bu
sonucu doğurabilecek işlemleri yapamazlar. Fon, yönetim ve denetimi kendisine
intikal eden bankadaki sigortalı mevduatı doğrudan veya ilan edeceği başka bir
banka aracılığı ile ödeyerek, mevduat sahipleri yerine bankanın doğrudan
doğruya iflasını ister. Bu görev ve yetki münhasıran Fona aittir. ...”
20. 5667 sayılı Kanun"un 1. maddesi şöyledir:
“(1) Mülga 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulunun 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı Kararı ile bankacılık işlemleri yapma
ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketi
tarafından, Banka bünyesinde karşılığında Devlet iç borçlanma senedi
bulunmamasına rağmen ikincil piyasada Devlet iç borçlanma senedi satışı adı
altında toplanan tutarlar, başvuru halinde bu Kanunda belirlenen esaslar
çerçevesinde Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilecek özel tertip Devlet iç
borçlanma senetleri kullanılmak suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
aracılığıyla ödenir.
(2) Bu Kanun uyarınca yapılacak ödemelerde; hak sahipliğinin tespitinde
Müflis Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin kayıtları esas alınır. Hak
sahiplerinden talep toplanması, talep toplamanın şekli ve süresi, hak
sahipliğinin ispatında aranacak belgeler, ödemeye aracı olacak bankanın
tespiti, nakden ve defaten yapılacak ödemenin şekli ve süresi ile kesinleşmiş
idarî yargı kararlarına veya bu nitelikteki kararlara dayalı icra takiplerine
ilişkin her türlü ödemeler, uygulanacak faiz oranı ile faizin başlangıç tarihi,
hak sahiplerine yapılacak ödeme nedeniyle istenebilecek ibraname ve diğer
belgelerin içeriği ile ödemelere ilişkin diğer usûl
ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.
(3) Bu Kanun kapsamında yapılacak ödemelerde, Türkiye İmar Bankası Türk
Anonim Şirketine Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla yatırılan tutarları
ifade eden işlem tutarları esas alınır.”
21. 5667 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla Türkiye İmar Bankası
Türk Anonim Şirketine yatırılan tutarlar nedeniyle idarî yargı mercilerinde
açılan davalar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır.”
22. 5667 sayılı Kanun"un 1. maddesine göre Bakanlar Kurulu
tarafından çıkarılan 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı Bankacılık
İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk
Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan
Tutarların Ödenmesine İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Karar"ın (BKK) 1., 3. ve
4. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
"MADDE 1-
(1) Bu
Kararın amacı; bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan
Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet iç borçlanma senedi satışı
adı altında toplanan tutarların ödenmesine ilişkin esas ve usullerin
düzenlenmesidir.”
“MADDE 3-
1) Banka tarafından toplanan işlem tutarları
ve bu Kararın 4 üncü maddesinin altıncı fıkrası
uyarınca işleyecek faizleri, bu Karar hükümlerine göre başvuran hak
sahiplerine, ekte yer alan taahhütname ve ibraname ödeme sırasında Ödeme
Bankası tarafından alınmak kaydıyla, Fon aracılığıyla ödenir. Fon tarafından,
bu fıkra kapsamında aktarılan tutarlara ilişkin bilgiler yazılı ve elektronik ortamda
BDDK, SPK ve Müsteşarlığa bildirilir.
(2) Bu Karar kapsamında kesinleşmiş idari
yargı kararlarına dayanan her türlü ödemeler; hak sahiplerinin kesinleşme
şerhli ilam ve aşağıdaki belgelerle birlikte BDDK ve SPK"ya ayrı ayrı
yapacakları yazılı başvuru üzerine, anılan idarelerin Fona yapacakları ortak
bildirimini müteakip, Fon tarafından ödeme tarihine kadar hesaplanacak faizleri
ile birlikte Ödeme Bankasına altmış gün içinde aktarılır.
...”
"MADDE 4-
(1) 3 üncü maddenin
birinci fıkrası kapsamında ödeme talep edenkişiler
tarafından, bu Kararın yayımı tarihinden itibaren yirmi gün içinde, iadeli taahhütlüposta yolu ile veya özel şirketler aracılığıyla
imza karşılığı teslim suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu adına başvuru
merkezi olarak belirlenen “Büyükdere Caddesi Bentekİşhanı
No:47 K:1Mecidiyeköy 34387 Şişli – İstanbul” adresine başvurulur.
...
(6) Bu madde kapsamındaki ödemelerde anapara
olarak işlem tutarı esas alınır. Söz konusu tutara, 19/1/2004 tarihinden bu
maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son gününe kadar,
Türkiye İstatistik Kurumunca bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru
süresinin son günü itibarıyla açıklanmış olan en son Tüketici Fiyat Endeks
sayısının, tahakkuk dönemi başlangıç tarihinde açıklanmış en son Tüketici Fiyat
Endeks sayısına bölünmesi ile bulunan oran üzerinden faiz tahakkuk ettirilir.
...
(10) Bu maddenin birinci fıkrasında yer alan
yirmi günlük sürenin bitiminden sonra yapılacak başvurular ile süresi
içerisinde yapılmış olmakla birlikte bu maddenin dördüncü fıkrası hükmü saklı
kalmak kaydı ile evrakı eksik olan başvurulara ilişkin ödemeler, gecikmeli
talebin Fona ulaştığı veya eksik bilgi ve belgelerin tamamlanarak Fona
ulaştırıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde Fon tarafından, altıncı fıkra
çerçevesinde hak sahiplerine ödenmek üzere Ödeme Bankasına aktarılır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 30/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
24. Başvurucular; ilgili idarelerin görevlerini ihmal etmeleri
sebebiyle müflis Banka’dan satın aldıkları tahvillerden kaynaklanan
zararlarının giderilmesi için İlk Derece Mahkemesinde açtıkları davanın
lehlerine sonuçlandığını ancak dava sürecinde çıkarılan kanuni düzenleme neticesinde
temyizde bozulan karara ilişkin İlk Derece Mahkemesinin karar verilmesine yer
olmadığı şeklinde tesis ettiği hükmün maddi hak kaybına sebep olduğunu ve
hukuka aykırılık teşkil ettiğini, 5667 sayılı Kanun ile yargılamaya müdahale
edilerek mevcut mevzuat ve yargı içtihatlarına göre alabileceği tazminatın
önemli kısmından mahrum bırakıldığını, ayrıca söz konusu kanuni düzenleme ile
yargıya başvurma haklarının engellendiğini ve yargılama sürecinin de gereksiz
ve makul olmayan bir şekilde uzadığını belirterek adil yargılanma, mülkiyet ve
etkili başvuru hakları ile hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüşler; tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
25. Başvurucular Bankanın yetkisiz DİBS satışı nedeniyle
uğranılan zarardan dolayı pozitif yükümlülükler kapsamında devletin
sorumluluğunun bulunduğunu, bu sorumluluğun başvuru konusu DİBS"lerin
işlem tutarı değerinin kanuni faizle ödenerek giderilmesi gerektiğini,
yargılama devam ederken 5667 sayılı Kanunla davaya yapılan müdahale ile
kapsamın daraltıldığını belirterek adil yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru
yapma hakları ile hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun, 5667 sayılı Kanuna
göre başvurabileceği bir komisyon bulunduğunu, bahsedilen komisyonun ilgili
Kanun gereği yetkisiz DİBS satışından kaynaklanan zararların giderilmesiyle
görevlendirildiğini, öncelikle başvurucunun iç hukuk yollarının tüketip
tüketmediğinin incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.
27. Başvurucular; Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, 5667
sayılı Kanun"la öngörülen yola başvurmadıklarını çünkü bu yolun tüketilmesi
gereken etkili bir iç hukuk yolu olmadığını, bu yola başvurulması hâlinde
taahhütname ve ibraname imzalayarak zararının önemli bir kısmından feragat
edilmesi gerektiğini,yargılama devam ederken
çıkarılan 5667 sayılı Kanun"un önemli ölçüde başarı şansı olan davalarını
etkilediğini, 5667 sayılı Kanun"la yapılan müdahalenin öngörülebilir olmadığını
belirterek haklarının ihlal edildiğini ifade etmişlerdir.
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
29. Somut başvurunun mülkiyet hakkı yönünden çözüme
kavuşturulabilmesi için başvuru yolarının tüketilip tüketilmediği sorununun
5667 sayılı Kanun"la öngörülen başvuru yolunun etkililiğiyle bağlantılı olarak
incelenmesi gerekmektedir. Bununla birlikte başvurucuların, yargılama devam
ederken çıkarılan 5667 sayılı Kanun ile yapılan müdahalenin hukuki güvenlik
ilkesini ihlal ettiği iddiasının silahların eşitliği ilkesi kapsamında ayrıca
incelenmesi ile makul sürede yargılanma hakkına ilişkin ihlal iddialarının
ayrıca incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Mülkiyet Hakkı ve Etkili Başvuru Hakkıyla
Bağlantılı Olarak Başvuru Yollarının Tüketilmesi Sorunu
30. Başvurucular 5667 sayılı Kanun"la öngörülen başvuru yolunun zararlarının
önemli bir kısmını telafi etmeyeceği, ibraname ve taahhütname imzalamak zorunda
kalacak olmaları nedenleriyle bu yola başvurmadıklarını ve bu yolun mülkiyet
hakkını korumada etkili bir yol olmadığını iddia etmişlerdir.
31. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak
ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle
olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun
Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip
olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, B. No:2012/403, 26/3/2013, § 17).
32. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz olmaları ve tüketildiklerinde
başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir.
Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp
uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili
olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (Hamit
Kaya, B. No:2012/338, 2/7/2013, § 29).
33. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Anayasa’ya göre bu hak mutlak bir hak olmayıp ancak kamu yararı amacıyla
ve kanunla sınırlama getirilebilir. (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
34. Anayasa’nın 35. maddesi ve 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi
benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç
kural ihtiva etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ilk
cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş
manada mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise
kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere
ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına
almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B.
No: 2013/1301, 30/12/2014, § 46).
35. Her iki düzenlemenin üçüncü cümlelerinde ise mülkiyetin kullanımının
kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 35. maddesinin son
fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı
şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken, Sözleşme"ye Ek 1 No.lu protokolün birinci maddesinin ikinci
fıkrası devletlerin mülkiyeti kamu yararına düzenleme, vergiler ve diğer
katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama
konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin genel yarara uygun olarak “mülkiyetin kullanımını kontrol”
yetkisine sahip olduklarını düzenlemektedir. Bununla beraber Anayasa’nın birçok
maddesi ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da
mülkiyeti düzenleme yetkisi vermektedir (Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, § 47).
36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ikinci ve
üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen
birinci kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci
kuralın ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (James ve Diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79,
21/2/1986, § 37).
37. Bireysel başvuru devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirlerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar
yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler
Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
38. Mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
kullanılabilmesi, yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmayıp
özellikle başvurucuların kamu makamlarından meşru beklentilerinin olduğu
tedbirler ile mülkünden etkili bir biçimde yararlanabilmeleri arasında doğrudan
bir bağ bulunduğu durumlarda ayrıca pozitif koruma önlemlerinin de alınması
gerekmektedir (Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, §
134).
39. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri
kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir.
Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin
gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir.
Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve
gerçekleştirilmesi için devletin alacağı tedbirlerden bahsetmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, § 38).
40. Bireylerin Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanında
bulunan temel haklara özel hukuk kişileri tarafından yapılan müdahaleler sonucu
haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda devlete atfedilebilecek sorumluluklar
bulunabilir. Devletin bu tür haksız müdahalelere karşı bireylerin mülkiyet
hakkının korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas ederek yapılan
müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle koruma talep
edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda özel kişilerin çatışan
hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce Anayasa"ya uygun yorumla temel
hakların korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili bir iç hukuk yolu
ihdas ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı oluşturarak üzerine
düşen görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye
Emekliler Derneği, § 39).
41. Somut başvuruya konu davada başvuruculara elinde DİBS
olmadan ve ikincil piyasada bunları satma yetkisi bulunmayan Banka tarafından
karşılığında bedeli alınarak DİBS satışı gerçekleştirilmiştir. Satışı yapan ve
başvurucuların zararına neden olan Banka bir özel hukuk tüzel kişisidir.
Başvurucuyu mülkünden mahrum bırakan işlemin kamu gücü kullanılmasından
kaynaklanmadığında bir şüphe bulunmamaktadır (Turgay
Şen, B. No: 2013/6941, 6/1/2016, § 40).
42. Bununla birlikte Anayasa’nın 167. maddesinin ilk fıkrasında:
“Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet
piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici
tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önler.” denilmektedir. 4389 sayılı mülga kanun ve
19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanun"unda bahsedilen Anayasa
hükmü ile devlete verilen finansal piyasaların güven içinde çalışması ve
tasarruf sahiplerinin haklarının korunması amacıyla çıkarılmışlardır. Nitekim
5411 sayılı Kanun’un 1. maddesinde bu amaç
“Bu Kanunun amacı, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanmasına, kredi
sisteminin etkin bir şekilde çalışmasına, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin
korunmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.” şeklinde
ifade edilmiştir. Bahsedilen Kanunlar ile birçok kanun bu amacı gerçekleştirmek
için kamu kurumları (BDDK, TMSF ve SPK gibi) ihdas ederek finans piyasalarının
güven ve istikrarını sağlama ve tasarruf sahiplerinin haklarını koruma görevini
bu kurumlar vasıtasıyla devlete yüklemiş ve bu amaçla mevduat sigortası gibi
sistemler kabul etmiştir (Turgay Şen, §
41).
43. Mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi
ve denetlenmesi devletin görevleri arasında yer almakta olup bu görevin yerine
getirilmemesinde başta ilgili kamu kurumları olmak üzere kamu sorumluluğu
bulunduğu açıktır. Bu çerçevede karşılığı olmayan DİBS satışı nedeniyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol kapsamında pozitif yükümlülüklerinin
Mahkemece de tespit edildiği şekilde gereği gibi yerine getirilmediği
anlaşılmaktadır.
44. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin
gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Bunun yanında ölçülülük
ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü,
somut olayın koşullarına bağlı olarak düzenleme/kontrol yetkisinin kullanıldığı
durumlarda gerekmeyebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010,
§§ 83, 84, 91).
45. BDDK’nın 3/7/2003 tarihli kararıyla Bankanın yönetim ve
denetimi TMSF’ye devredildikten sonra Bankanın sahip
olmadığı DİBS"leri mudilere sattığı belirlenmiş,
bunun üzerine idari yargıda binlerce dava açılmıştır. Bu davalarda Mahkemelerin
davacılar lehine verdiği kararların birinin Danıştay tarafından temyiz
incelemesi Bankaya DİBS almak amacıyla yatırılan anaparanın dava tarihinden
itibaren kanuni faizle ödenmesi sağlanacak şekilde sonuçlandırılmıştır (Turgay Şen, § 44).
46. Bankanın elinde DİBS olmadığı hâlde yaptığı satışların ciddi
miktarlarda olduğunun tespit edilmesi ve bu durum binlerce dava açılmasına
sebep olduktan sonra Kanun koyucu bu davaların yargı yoluna gidilmeden veya
yargı süreçlerin tamamlanması beklenmeden çözüme kavuşturulması ve ödenecek
tazminatların finansmanını sağlamak amacıyla 5667 sayılı Kanun"la düzenleme
yapmıştır.
47. 5667 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle 28/3/2002 tarihli ve 4749
sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna geçici
14. madde eklenerek TMSF tarafından yapılacak her türlü ödemenin
gerçekleştirilebilmesi amacıyla Hazine Müsteşarlığınca TMSF’ye
özel tertip devlet iç borçlanma senetleri ihraç yetkisi verilmiştir.
48. 5667 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle ödemelerin TMSF
tarafından yapılacağı, ödemelerde Bankaya yatırılan tutarların esas alınacağı
ve ödemelere ilişkin usul ve esasların BKK ile belirleneceği hüküm altına
alınmış 13/7/2007 tarihli BKK’nın 4. maddesiyle yürürlülük tarihinden itibaren ilgili belgelerle birlikte
yirmi gün içinde başvurulması hâlinde hak sahiplerine ödeneceği, ödemelerde anaparaolarak işlem tutarının esas alınacağı, bu tutara
tüketici fiyat endeksi oranında faiz uygulanacağı belirtilmiştir. Düzenlemenin
3. maddesinde ise başvuranhak sahiplerinden ödeme
sırasında ödeme bankası tarafından taahhütname ve ibraname alınacağı ifade
edilmiştir.
49. Ayrıca yetkisiz olarak DİBS satışı işlemleri ile ilişkili
olarak görevi ihmal suçlamasıyla SPK yöneticileri hakkında açılan davada Ankara
24. Asliye Ceza Mahkemesi 18/10/2007 tarihli ve E.2004/624, K.2007/787 sayılı
kararı ile davayı kabul ederek sanıklar hakkında verilen ceza hükmünün
ertelenmesine karar vermiştir. Yine aynı konuyla ilgili olarak BDDK
yöneticileri aleyhine aynı suçlamayla açılan davada ise Ankara 24. Asliye Ceza
Mahkemesi 19/10/2006 tarihli ve E.2004/297, K.2006/840 sayılı kararı ile davayı
kabul ederek sanıklar hakkında verilen ceza hükmünün ertelenmesine karar
vermiştir.
50. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünce incelenerek 6/1/2016
tarihinde karara bağlanan ve incelenmekte olan başvuru ile aynı şikâyetlerin
ileri sürüldüğü Turgay Şen Başvurusu
kapsamında konu ile ilgili TMSF"den bilgi istenmiş
cevaben sunulan 20/11/2015 tarihli yazıda 5667 sayılı Kanun kapsamında Bankanın
karşılığı olmayan DİBS satışı nedeniyle Kanun"un yayım tarihinden 19/10/2015
tarihine kadar toplam 54 etapta 22.095 hesapta 26.140 adet işlem karşılığı
725.044.483,41 TL anapara olmak üzere 965.324.216,36TL ödeme yapıldığı,
2007/12398 sayılı BKK’nın 4. maddesinin onuncu
fıkrasında geçen sürenin hak düşürücü süre olarak uygulanmadığı ve ilgili
belgeler tamamlanarak başvurulması hâlinde 60 gün içinde ilgilisine ödeme
yapıldığı hâlen bu kapsamda kendilerine başvurmayan 97 hak sahibinin bulunduğu
belirtilmiştir (Turgay Şen, §
49).
51. Somut başvuruya konu davada, başvuruculara karşılığı
bulunmayan DİBS satışı nedeniyle DİBS"lerin 3/12/2003
günü vade tarihinde nominal bedelleri (vade tarihine kadar nemalanmış)
karşılığı olan 739.295 TL"nin reeskont faiziyle birlikte ödenmesi talebinde bulundukları,Mahkeme 14/6/2006 tarihli kararı ile DİBS"lerin işlem bedeli olan toplam 500.000 TL"nin satış
gösterilen DİBS"lerin dava tarihi olan 24/12/2003
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte BDDK ve SPK’dan yarı
yarıya tahsil edilerek başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Karar temyiz
aşamasında iken yürürlüğe giren 5667 sayılı Kanun"la TMSF’ye
başvurulması hâlinde Bankaya DİBS almak amacıyla yatırılan bedelin işlem
tarihinden ödeme tarihine kadar tüketici fiyatları endeksi uygulanarak
ödeneceği hükmü getirildiğinden Danıştay 13. Dairesi karar verilmesine yer
olmadığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş ve Mahkeme bozma
kararına uymuş, bu karar da temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek
kesinleşmiştir. Başvurucu ise yeni getirilen başvuru yolunun tüm zararlarını
gidermediği gerekçesiyle bu yola başvurmayarak dava kesinleştikten sonra
bireysel başvuruda bulunmuştur.
52. Başvurucular, kendilerine satıldığını kabul ettikleri DİBS’lerin 3/12/2003 günü vade tarihinde nemalanmış
karşılığının kanuni faizle kendisine ödenmesini talep etmektedir. Başvurucular,
5667 sayılı Kanun yürürlüğe girmese bu talebinin lehine sonuçlanacağını iddia
etmektedir. Ancak ne başvurucular lehine verilen kararda ve ne de diğer
davacılar lehine verilen kararlarda bahsedilen talebi kabul eden bir karar
sunmamaktadır. Danıştayın aynı konuyla açılan
davalarda davacılar lehine verdiği kararla Bankaya yatırılan bedelin dava
tarihinden itibaren kanuni faizle ödenmesine hüküm kurulmuştur. Dolayısıyla
başvurucuların olmayan DİBS’lerinin vade tarihinde
nemalanmış bedelinin ödenmesini destekleyen açık Kanun hükmü bulunmadığı gibi
bu iddiayı destekleyen yerleşik yargı içtihadı da bulunmamaktadır.
53. Nitekim Danıştay 13. Dairesi Bankanın yetkisiz DİBS satışı
nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemli bir davada 2/12/2005 tarihli ve E.
2005/2625, K.2005/5753 sayılı kararıyla
“…davacının tazminat isteminin kabulü ile hizmet kusurları saptanan BDDK ve SPK
tarafından yarı yarıya dava tarihi olan … gününden itibaren işletilecek yasal
faizi ile birlikte davacıya ödenmesine…” karar vermiştir.
54. Başvurucu lehine verilen Mahkeme kararında öngörülen dava tarihindenitibaren kanuni faizle ödeme, Danıştay kararında
geçen dava tarihinden itibaren kanuni faizle ödeme ile 5667 sayılı Kanun ve
13/7/2007 tarihli BKK ile öngörülen Bankaya bedelin yatırıldığı tarihten ödeme
tarihine kadar geçen sürede TÜFE oranında enflasyon farkı ödenmesi arasında hak
sahiplerinin mağduriyetlerinin giderilmesi yönünden ciddi bir farklılık
bulunmadığı da Anayasa Mahkemesince 6/1/2016 tarihinde karara bağlanan Turgay Şen Başvurusunda ortaya konulmuştur
(Turgay Şen, § 53).
55. Mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi
ve denetlenmesi devletin görevleri arasında yer aldığı açık olmakla birlikte,
özel kişiler arasında bir sözleşme kaynaklı zararın, Bankanın kötü niyetli
yönetiminden kaynaklandığı, devletin sorumluluğunun pozitif yükümlülükler
kapsamında bulunduğu, özel kişiler arasında yapılan sözleşmede tarafların
sözleşmenin yerine getirilmemesi nedeniyle oluşabilecek zarar riskinin taraflar
üzerinde olduğu, daha düşük getirili ve daha düşük riskli sözleşme yerine daha
yüksek getiri sağlayan daha yüksek riskli sözleşmeyi tercih edenlerin
sorumluluğunu da göz önünde bulundurularak bir dengeleme yapılması mülkiyet
hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir (Turgay
Şen, § 54).
56. Bu kapsamda daha önce karşılaşılmamış bir yolsuzluk tipi
olarak ikincil piyasalarda satış yetkisi bulunmadan ve/veya elinde DİBS olmadan
bireylere satış yapan Banka sahip ve yönetiminin sebep olduğu Bankaya el
konmasını gerektirecek boyutta ciddi zararı ve Bankaya mevduat veya diğer
finansman enstrümanları almak için yatırdıkları tasarrufları hileli işlemlerle
ellerinden alınmış binlerce mudinin zararını
gidererek bankacılık sisteminin tekrar istikrar ve güvene kavuşturulması ile
devam eden binlerce davanın yargısal yollar tüketilmeden gerek yargıya iş yükü
olmasının ve gerekse zarara uğrayan mudilerin yargı külfetlerine katlanmasının
önüne geçmeyi amaçlayan 5667 sayılı Kanun"la getirilen düzenlemenin öngörülen
kamu yararı ile mudilerin mülkiyet hakları arasında sağlanması gereken adil
dengeyi koruduğu sonucuna ulaşılmıştır (Turgay
Şen, § 55).
57. 13/7/2007 tarihli BKK’nın 3.
maddesiyle hak sahiplerine ödeme yapılabilmesi için bu kişilerden taahhütname
ve ibranamenin ödeme sırasında alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular
bu durumun Mahkeme kararında belirtilen tutarın ancak %70"ini alabilmeleri
sonucunu doğuracağını, bu anlamda kalan kısımdan feragat etmiş olacaklarını ve
kalan kısmın talep edilmesinin imkansız hâle
geleceğini, bu nedenle bu yola başvurmadıklarını ifade etmişlerdir.
58. AİHM, yetkisiz DİBS satışı nedeniyle 5667 sayılı Kanun
yoluna başvurduktan sonra taahhütname ve ibraname imzalatılması ile
zararlarının tam karşılanmamasından şikâyet eden başvuranların iddialarını
başvuranların ödemeleri kabul etme konusunda devlet makamlarının baskısına
maruz kalmadıklarını, temel amacı bankacılık sistemi ve mali sistemi
desteklemek ve bankacılığın etkinliğini güvence altına almak, bankacılık
sisteminin devamlılığı ile bu bankalarda hesapları olan kişilere yapılacak
ödemeler arasında bir denge sağlamak olan müdahalenin meşru amacının
bulunduğunu, 5667 sayılı Kanun"a ilişkin hükümler gereğince alacaklılar
arasında adil yönetim sağlandığını ve ulusal ekonominin gerektirdiği genel
yararın gerekleri ile kişilerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil
dengenin garanti altına alındığını ve müdahalenin başvuranlar üzerinde aşırı ve
ağır bir yük oluşturmadığını değerlendirerek bu şikâyetler yönünden başvuruyu
kabul edilemez bulmuştur (Erdem ve Egin-Erdem/Türkiye, B. No. 28431/06, 5559/07, 2642/08,
38143/68 ve 58227/08, 17/11/2009).
59. Öncelikle taahhütname ve ibranamenin imzalanması kişilerin
iradesine bırakılmış olup başvurucu imza etmediğinden 5667 sayılı Kanun"la
öngörülen yola başvurmamıştır. Bankanın yetkisiz DİBS satışı nedeniyle mağdur
olan 22.095 hesap sahibinden başvurucuyla birlikte 97 hesap sahibi ibraname ve
taahhütname imzalamayarak bu yolu kullanmamıştır (bkz.§ 50).
60. Bununla birlikte 5667 sayılı kanunla öngörülen başvuru yolu,
diğer amaçları yanında daha önce karşılaşılmamış bir yolsuzluk olan mudilere
yetkisiz DİBS satışı nedeniyle meydana gelen zararların telafisinin yargıya
başvurmadan sağlanmasını, böylece yargının ciddi bir iş yükünden
kurtarılmasını, idarelerin ve mudilerin de dava yükünden kurtarılarak yargı
külfetlerine katlanmasının önüne geçilmesini hedeflediğinden bu yol
tüketildikten sonra tekrar yargı yolunun kullanılmaması için taahhütname ve
ibranamenin imzalanmasını öngörmüştür.
61. Ödemeler yapıldıktan sonra tekrar ciddi bir dava yükü
altında kalınması hâlinde bu amaç gerçekleşmeyeceğinden taahhütname ve
ibranamenin imzalatılarak ödeme yapılamasında kamu yararı amacı bulunduğu gibi
binlerce davayı konu olan devlete ciddi ekonomik yük getiren sorunun daha
pratik, daha hızlı ve yargı külfetine katlanmadan çözümünü öngören başvuru
yolunun doğası gereği uygulanması gerektiği açıktır (Turgay Şen, § 60).
62. Bu durumda 5667 sayılı Kanun"la öngörülen başvuru yolunun
mülkiyet hakkını sorumluluğu büyük oranda devlette kabul ederek koruyan bir
mekanizma olduğu, sorumluluklar arasında adil denge sağladığı, ekonominin
gerektirdiği kamu yararı ile kişilerin mülkiyet hakkının korunması arasında
adil dengeyi garanti altına aldığı, öngörülen çözüm yolunun başvurucu üzerinde
aşırı ve ağır bir yük oluşturmadığı, başvurucunun iddia ettiği gibi davası
görülmeye devam etse dahi Danıştay içtihadının işlem bedelini kanuni faizle
ödenmesi yönünde olduğu ve 5667 sayılı Kanun yoluyla yapılacak ödemeden çok
farklı olmayacağı anlaşıldığından tüketilmesi gereken etkili bir yol olduğu
sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca TMSF’den alınan yazıya
göre başvurucunun hâlen bu yola başvurarak Bankaya yatırdığı bedeli enflasyon
farkıyla birlikte alma imkânı bulunduğu anlaşılmaktadır(Turgay Şen, § 61).
63. Açıklanan nedenlerle başvurucuların mülkiyet hakkıyla ilgili
şikâyetleri hakkında diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
64. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların
eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelmektedir (Yaşasın Aslan,
B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Kural olarak başvurucular, davanın karşı
tarafına tanınan bir avantajın kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan
olumsuz etkilendiğini ispat etmek zorunda değildirler. Taraflardan birine
tanınan, diğerine tanınmayan avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna
dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılabilir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793,
18/9/2014, § 37).
65. Devletin, kendisi taraf olsun ya da olmasın, davanın
taraflarından birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle getiren
kanuni düzenlemeler yapması, silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla yargılamanın
hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur. Bir başka ifadeyle
yasama organının, yargılamadaki taraflardan birinin lehine sonuç doğuracak
şekilde kanun çıkarttığı durumlarda, davanın taraflarının eşit konumda olduğu
söylenemez. Bunun için yargısal süreci etkilediği iddia edilen düzenlemenin
taraflardan birinin davadaki başarı şansını önemli ölçüde azaltması, ortaya
çıkan bu sonuç ile kanuni düzenleme arasında bir illiyet bağı bulunması ve bu
illiyet bağını kesen veya zayıflatan başka etken ortaya çıkmamış olması gerekir
(Zekiye Şanlı, B. No: 2012/931,
26/6/2014, § 72).
66. Somut başvuruya konu davada 5667 sayılı Kanun"un yürürlüğe
girmesiyle başvurucunun davası ve bezer davalar hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar verilmiştir. Bu yönde kararın verilmesinin nedeni 5667 sayılı
Kanun"un yeni bir idari başvuru yolu sunması ve devam eden davaların bu yolla
çözümünü öngörmesidir.
67. Yukarıda anlatıldığı gibi 5667 sayılı Kanun"la öngörülen
yeni başvuru yolu, yargı yoluna gerek kalmadan mudilerin haklarını korumayı
amaçlamakta olup başvurucunun davası İlk Derece Mahkemesinde çıkan karar veya Danıştayın verdiği hükümle kesinleşmiş olsa elde edeceği
bedele yakın bir bedeli yargı masrafları ve süreçlerine katlanmadan elde
etmesini temin etmeyi amaçlamaktadır. Öngörülen bu yol başvurucuyu ve diğer
mudileri dezavantajlı duruma düşürme veya davanın esasını oluşturan tazminatı
devlet lehine kaldırmayı amaçlayan bir düzenleme olmayıp dava konusu edilmiş
bedeli (başvurucuların DİBS alımı işlemine konu ettikleri anapara miktarını)
enflasyon farkı ilave ederek yargısal yollara gerek kalmaksızın pratik ve hızlı
bir biçimde ödemeyi sağlamaktadır. Bu düzenlemenin kamu yararını sağlamanın
yanında uzun yargısal süreçler ve talep fazlası için aleyhe hükmedilen vekâlet
ücreti ve harçlar gibi yargı masraflarına katlanmadan sonuç almaya imkân
verdiğinden başvurucu dâhil benzer durumda olan mudilerin de yararını sağlamaya
yönelik olduğu açıktır. Nitekim 22.095 hesap sahibinin tamamına yakını bu yola
başvurarak Bankaya yatırdığı bedeli enflasyon farkıyla birilikte
tahsil etmiştir. Bu yola başvurmayan mudi sayısı ise oldukça sınırlıdır.
68. Açıklanan nedenlerle başvurucuların silahların eşitliği
ilkesinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali
İddiası
69. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkı hakkının ihlal
edildiği yönündeki şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
70. Başvurucular, Bankadan aldıkları DİBS’lerinin
karşılıksız olduğunun anlaşılması sonrasında 24/12/2003 tarihinde idari yargıda
açtığı tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
71. Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan
makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
72. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
73. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak
sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici
olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda
belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar
verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da
uygulanacaktır (Selahattin Akyıl,
B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44). Başvurucunun idareyi sorumlu tutarak açtığı
tam yargı davasının medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğu
anlaşılmıştır.
74. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olup (Güher
Ergun ve diğerleri, § 50),bu tarih somut
başvuru açısından, 24/12/2003"tür.
75. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda, somut
yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar
düzeltme talebinin Danıştay Onüçüncü Dairesince
reddedildiği 4/7/2013 olduğu anlaşılmaktadır.
76. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesindebaşvurucuların
idari yargıda 24/12/2003 tarihinde açtığı tam yargı davası, İlk Derece
Mahkemesi tarafından 14/6/2006 tarihinde kısmen kabul edilmiş, Danıştayın bozma kararı sonrasında ise 9/10/2009 tarihinde
karar verilmesine yer olmadığına şeklinde karara bağlanmış, başvurucunun bu
karar karşı temyiz talebi 5/12/2011 tarihinde, karar düzeltme talebi ise
4/7/2013 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Yargılama süreci
toplamda yaklaşık on yıllık bir sürede tamamlanmıştır.
77. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu
yargılama süreçlerinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle
18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu"nda yer alan usul
hükümlerine tabi yargılama faaliyetlerinin söz konusu olduğu ve bu yargılama
alanlarına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli
genel usule ilişkin hükümler içeren Kanunların muhtelif maddelerinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır.
78. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan
uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı
yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer
verilmiş olup özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay
nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama
sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda
idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı
yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa
Mahkemesi tarafından özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin
Akyıl, § 54-60).
79. Başvuruya konu davalarda yer alan kişi sayısı ve davaların
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu
yargılama süreçlerinin karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davalara
bütün olarak bakıldığında, mülga 1086 sayılı ve 2577 sayılı Kanunlarda yer alan
usul hükümlerine tabi yargılama süreçlerine ilişkin somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu
yaklaşık on yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
80. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun
50. Maddesi Yönünden
81. Başvurucular, hak ihlalleri dikkate alınmak sureti ile işlem
tutarı 500.000 TL olan DİBS"lerin, satın alınma
tarihlerinden bireysel başvuruda bulundukları tarihe kadar geçen sürede işleyen
yasal faizleri ile birlikte ulaşılan tutar olan 1.405.111,11 TL"nin tazminat
olarak ödenmesine hükmedilmesini talep etmişlerdir.
82. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
83. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş ancak
yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
84. Başvuru konusu olayda, başvurucuların makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte,
başvuruya konu olan yargılama sürecinin kesinleşerek sona erdiği dikkate
alındığında, başvurucuların da manevi tazminat talebi bulunmaması nedeniyle
ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
85. Başvurucular tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş
olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığı ve başvurucuların makul sürede yargılanma hakkı
hakkının ihlali dışındaki şikâyetleri hakkında kabul edilemezlik kararı
verildiği anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine
karar verilmesi gerekir.
84. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan ve
1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlaline
ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlaline ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlaline ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuların maddi tazminat
taleplerinin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL
vekalet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderlerinin
BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
30/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.