
Esas No: 2012/10025
Karar No: 2012/9651
Karar Tarihi: 31.10.2012
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2012/10025 Esas 2012/9651 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
Hazine ile ... aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair ... 1.Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 18.04.2012 gün ve 85/169 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davacı Hazine vekili ile davalı vekili taraflarından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı Hazine vekili; mülkiyeti davalıya ait olan 1 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre kıyı kenar çizgisi kapsamında kalan kısmına ait tapu kaydının iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, taşınmazın evvelden beri tapulu olduğunu ve tapuda yapılan devir ve intikallerle davalıya geçtiğini, ilk tesis tarihinden itibaren tapu kaydının celbi gerektiğini, taşınmaz üzerinde eskiden beri meyve ağaçları bulunduğunu, daha önce kıyı kenar çizgisinden bahsedilmediğini, bu kayıtlara karşı her türlü yasal haklarını saklı tuttuklarını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece; davanın kabulü ile 1 ada 3 parselin teknik bilirkişilerin 28.2.2008 tarihli krokili raporunda gösterilen 454,60 m2 kısma ait tapu kaydının kıyı kenar çizgisi içinde kalması sebebiyle iptali ile tapu sicilinden terkinine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı Hazine vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın, benzer şekilde kabulüne ilişkin ilk karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 11.02.2010 tarih 2009/13894 Esas 2010/1340 Karar sayılı ilamı ile “…taşınmazın kadastro tesbitinin 02.07.1976 tarihinde yapıldığı ve tutanağın 25.08.1978"de kesinleştiği, davanın ise 10.04.2006 tarihinde açıldığı, her ne kadar nizalı kısmın kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı ve özel mülkiyete konu olamayacağı belirlenmiş ise de, 25.02.2009 tarihinde kabul edilip 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı Yasanın 2.maddesi ile 3402 sayılı Yasanın 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen hüküm ile Geçici 10.maddesi karşısında dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği, davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerektiği…” açıklanarak bozulmuş, bozma ilamına uyularak mahkemece davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine ilişkin ikinci karar ise, davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.09.2011 tarih 2011/7500 Esas 2011/8930 Karar sayılı ilamı ile özetle “…davanın esası bakımından 5841 sayılı Yasanın yürürlüğü döneminde davanın hak düşürücü süreden reddi doğrudur. Ancak anılan yasanın Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarih 2009/31 Esas 2011/77 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş, 23.07.2011 tarihinde ise, karar resmi gazetede yayımlanarak iptal hükmü yürürlüğe girmiştir. Öyle ise kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin kurulan hüküm verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve Anayasanın 153.maddesine göre iptal kararları geriye yürümez ise de, 10.3.1969 tarih 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Öyle ise hak düşürücü süreden redde ilişkin kararın Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrası doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer. Hal böyle olunca, işin esasının 28.11.1997 tarih ve 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi, davanın kısmen veya tamamının kabulü halinde de, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa hükümleri de gözetilerek taraf iddiaları doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması bakımından karar bozulmalıdır…” şeklinde bozma sevk edilmiş, mahkemece, bu bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda yazılı şekilde kabule karar verilmiştir.
Dava konusu 1 ada 3 parsel, iki katlı bahçeli kargir ev ve müştemilatı niteliğinde 698 m2 olarak 02.07.1976 tarihinde yapılan tesbitte 1 ada 2 parselle birlikte 27.09.1973 tarih 104 sıra numaralı tapu kaydı uygulanarak, tapu maliklerinin zeminde yaptıkları ifraz, taksim ve kayıt maliklerinin imzalı muvafakatları da gözetilerek, ...oğlu ... adına tespit edilmiş, komisyonun 14.08.1978 tarih 103 sayılı kararı ile miktarı 657 m2 olarak düzeltilmiş ve tutanak 25.08.1978 tarihinde kesinleşmiştir. Taşınmaz halen tapuda intikal ve birleştirme ile tam paylı olarak davalı Abdülkadir kızı ... adına kayıtlı bulunmaktadır. 1 ada 2 parsel ise, benzer şekilde dava dışı Hakkı kızı Aysel Sivrikaya adına tespit ve tescil edilmiştir.
Her ne kadar mahkemece, dosya arasına dayanak tapu kaydının ilk oluştuğu günden itibaren tüm tedavül kayıtları getirtilmemiş ise de, dosyaya davalı tarafından sunulmuş olan ve birbirini takip eden tapu kayıtlarının incelenmesinde; kumluk saha üzerine toprak doldurmak suretiyle tarla haline geldiği, Akçaabat Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.03.1963 tarih 72/484 sayılı kararı ve eki krokide işaretli sahanın Hazine malı olduğu ve Hazinece 21.07.1964 tarih 1444 sayılı yazıları ile senetsizden tescilinin talep edilmesi sebebiyle iktisap edildiği anlaşılan ve 11.09.1964 tarihinde tapuya tescil edilen 1690 m2 miktarında tarla niteliğindeki taşınmazın Maliye Bakanlığı Milli Emlak Müdürlüğünün 07.01.1967 tarih 3121-8878/330 sayılı yazısı ile Mal Müdürlüğünün talebi üzerine üç kısma ifraz edildiği, bunlardan 19.09.1967 tarih 22 sıra numarada kayıtlı 853 m2 miktarında tarla vasfındaki taşınmazın Hazine adına tescil edildiği ve dava konusu 1 ada 3 parselin büyük bir kısmının öncesinin bu taşınmaz olduğu anlaşılmaktadır. Dayanak tapu kayıtlarında taşınmazın batısında sınırda ... okunmaktadır. Bu taşınmazın sınırında bulunan kumluk,çalılık ve dikenlikten imar ihya edildiği gerekçesi ile Hazinenin de taraf olduğu tescil davası sonunda Akçaabat Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.03.1963 tarih 1961/484 Esas 1963/72 Karar sayılı ilamı ile 7300 m2 miktarında kuyu, üç ev, üç dam ve muhtelif ağacı havi tarla niteliğinde ... adına, tapuya 18.07.1963 tarih 25 sıra numarasında tescil edilen taşınmazın ise, 1963 yılı Temmuz ayında karayolu geçmesi sebebiyle üç kısma ifraz edildiği, bunlardan ... adına kayıtlı bulunan 23.07.1963 tarih 41 sıra numarada kayıtlı taşınmazın kayıt maliki tarafından iki kısma ifrazı sonunda 19.09.1967 tarih 19 ve 20 sıra numaralarında kayıtlı taşınmazların meydana geldiği, bunlardan da 20 sıra numaralı 306 m2 tarla vasfındaki taşınmazın ... adına tapuda kayıtlı iken 19.09.1967 tarih 27 sıra numarada tedavül gördüğü belirlenmiştir. Hazine adına tapuda 19.09.1967 tarih 22 sıra numarada kayıtlı 853 m2 miktarında tarla vasfındaki taşınmaz, 19.09.1967 tarih 25 sıra numaralı tedavül kaydına göre “…Tarım Bakanlığına tahsis edilmiş ve Hazine adına iken 436,50 lira değerindeki taşınmazı ile başa baş trampa edilip Maliye Bakanlığının 07.01.1967 tarih 31218878/330 nolu yazıları üzerine mal müdür vekilinin kabulleri ile….” ...oğlu ... adına tapuya tescil edilmiş ve bilahare 19.09.1967 tarih 27 sıra numarasında ...’ya ait trampa edilen bu taşınmaz ile, tescil ilamı ile edinilen taşınmazın bir kısmı birleştirilerek tarla ve dam vasfı ile 1159 m2 miktarında tapu kaydı oluşmuş, bu tapunun 197 m2 miktarındaki kısmının dava dışı gerçek kişiye satışı sonunda kalan 962 m2 kısım 06.07.1968 tarih 27 sıra numarasında tapuda kayıtlı iken 27.09.1973 tarih 104 sıra numaraya ve daha sonra da 1 ada 3 parsele tedavül görmüştür.
Görüldüğü gibi 1 ada 3 parselin tamamı Hazinenin de taraf olduğu tescil ilamı ile oluşmamış olup, Hazineden trampa ile elde edilen taşınmazla birleştirme ve bir kısmının da dava dışı üçüncü kişiye satışı ve bu sebeple ifrazı sonunda meydana gelmiştir. Bu açıklamalar karşısında davalı vekilinin, tapu kaydının öncesi itibariyle Hazine ile aralarında kesin hüküm teşkil ettiği savunması yerinde görülmemiştir. Kaldı ki deniz kumlukları TMK.nun 715/2 ve 999. maddeleri uyarınca Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve özel mülkiyete konu olmayan yerlerden olup, süresi neye ulaşırsa ulaşsın kazandırıcı zaman aşımı ve zilyetlik yolu ile edinilmeleri mümkün değildir. Böyle bir yerin; daha sonra idarece yapılan kıyı kenar çizgisi dışında bırakılmış olması da; o yerin özel mülkiyete konu yapılabileceği ve kazanmayı sağlayan zilyetlik yolu ile edinilebileceği anlamına gelmez.
Diğer yandan mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa m. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Yasasının 683. maddesinde de birşeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı Kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı dışında ve özel mülkiyete konu olamayacak yerlerdir. Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır. Bunun sonucu; kıyının zamanaşımı yoluyla kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir. Kıyılar, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın 43.maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş, düzenlemede yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.
Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.05.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; “…bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…”, “kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…”, bu önlem alınırken “… başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği…”, kişinin “… kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…” açıktır.
Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan kıyı kapsamındaki yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi düşünce tarzının, Devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, Devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.
Bu durumda; kıyılar kamunun yararlanacağı yerlerden olup buralarda yukarıda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43., Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16. maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur. Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM’sinin bir kararında “…Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41. madde AİHM ’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar…” şeklinde dile getirilmiştir.
Bunun dışında dosyanın incelenmesinde dava dilekçesi davalıya usulüne uygun şekilde 21.4.2006 tarihinde tebliğ edildiği gibi dosyada savunma hakkının kısıtlanmasına neden olacak keşfin ertelenmesi isteğini içeren ve davalının ameliyat olacağını bildiren bir dilekçesinin de bulunmadığı görülmektedir.
Tüm bu açıklamalar ve dosya kapsamına göre mahallinde yapılan keşif sonunda üç kişilik jeolog bilirkişiden alınan 15.12.2007 ve iki kişilik teknik bilirkişinin 28.2.2008 tarihli raporları karşısında 1 ada 3 parselin 454,60 m2 kısmının bilirkişilerin belirledikleri kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı anlaşıldığına, mahkemece usulüne uygun şekilde bilirkişiler tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisi dikkate alınarak yazılı şekilde hüküm kurulduğuna, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36.maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususu gözetildiğine, özellikle davalı tarafın mülkiyet hakkının sona erdirilmesi sebebiyle karşılıklı hak dengesinin sağlanması bakımından usulüne uygun şekilde herhangi bir tazminat isteği bulunmadığı gibi bu hususta davalı tarafın tazminat davası açma hakkı da bulunduğuna göre iki taraf vekilinin temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı Hazine vekili ile davalı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun görülen hükmün ONANMASINA, HUMK.nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 2588 sayılı Kanunla eklenen 492 sayılı Harçlar Kanununun 13/j maddesi uyarınca Hazineden harç alınmasına mahal olmadığına ve aşağıda dökümü yazılı davalıya ait 21,15 TL peşin harcın onama harcına mahsubuna 31.10.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.