
Esas No: 2013/8917
Karar No: 2013/8917
Karar Tarihi: 18/2/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HAMZA BOZAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/8917) |
|
Karar Tarihi: 24/2/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Cüneyt DURMAZ |
Başvurucu |
: |
Hamza BOZAN |
Vekili |
: |
Av. Rehşan BATARAY SAMAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerlik hizmeti yaptığı sırada yaşamını yitiren
kişinin yaşamının korunması açısından idarenin gerekli tedbirleri almaması ve
olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/12/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
Bakanlık, görüşünü 26/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
5. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
20/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanlarını 30/7/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri, ilgili soruşturma dosyası içeriği
ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucunun Oğlunun Askerlik Süreci
7. Başvurucunun oğlu Yusuf Bozan (Y.B./müteveffa), Van ili
Çaldıran ilçesinde bulunan Uzunyol Hudut Karakol
Komutanlığına (Birlik) katıldığında kendisi ile görüşme gerçekleştirilmiş,
anketler uygulanmış, hakkında gerekli formlar tanzim edilmiştir.Söz konusu anket ve formlarda müteveffanın
herhangi bir psikolojik sorunundan bahsedilmemiştir.
8. Bir süre sonra Y.B., takım komutanına kız arkadaşıyla ilgili
sorunlarından bahsetmiş ve bu sorunları çözmek üzere izin istemiştir. İzne
giden Y.B. izin dönüşünde problemlerini hallettiğini beyan etmiştir.
9. Y.B. mekanik nişancılık ve atış eğitimi almıştır.
10. Y.B., 23/4/2013 tarihinde nöbet sırasında kendisine tahsis
edilen piyade tüfeği ile göğüs bölgesinden vurulmuş olarak bulunmuştur.
Çaldıran Devlet Hastanesine kaldırılan Y.B. burada hayatını kaybetmiştir.
2. Ceza Soruşturması Süreci
11. Olayın bildirilmesi üzerine Van Jandarma Asayiş Kolordu
Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından resen soruşturma
başlatılmıştır.
12. Çaldıran İlçe Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi
ile birlikte olay yeri incelemesi gerçekleştirilmiş, detaylı bir rapor tanzim
edilmiştir.
13. Müteveffanın bulunduğu Çaldıran Devlet Hastanesinde askerî
savcı eşliğinde ölüharicî muayenesi yapılmış, daha
sonra müteveffa klasik otopsi yapılmak üzere Van Asker Hastanesine sevk
edilmiştir.
14. Otopsi neticesinde müteveffanın kesin ölüm sebebinin, ateşli
silah mermi çekirdeği giriş ve çıkışı sonucu meydana gelen göğüs içi organ
yaralanması ve göğüs içi kanama olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca atış
mesafesinin tespiti maksadıyla müteveffanın üzerinden çıkan kıyafetler üzerinde
kriminal inceleme yapılması gerektiği belirtilmiştir.
15. Olay yerinde bulunan silah, boş kovan, müteveffanın
kıyafetleri ile müteveffadan alınan el svapları
üzerinde kriminal inceleme gerçekleştirilmiştir.
İncelemeler neticesinde düzenlenen uzmanlık raporlarında, müteveffanın ölümü
sonucunu doğuran ateşli silah yaralanmasının müteveffaya teslim edilen piyade
tüfeğiyle gerçekleştiği, anılan tüfek üzerinde herhangi bir parmak veya avuç
izine rastlanmadığı, müteveffaya ait hücum yeleğindeki atış artıklarının
dağılımı ve yoğunluğu itibarıyla atışın bitişik atış olduğu, el svaplarında atış artığı tespit edildiği belirtilmiştir.
16. Soruşturma kapsamında, olaya ilk müdahalede bulunan
askerlerin, müteveffanın arkadaşlarının ve komutanlarının tanık olarak
ifadeleri alınmıştır.
17. Topçu Er M.C., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının
bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle olay günü saat 01.30-03.30
saatlerinde bir numaralı kulede nöbetçi olduğunu, nöbetin bitimine yakın Y.B.nin kuleye doğru geldiğini gördüğünü, kendisi yukarıda
iken yanına geldiğini, kendisine diğer nöbetçinin nerede olduğunu sorduğunu,
tuvalete gittiğini ve geleceğini söylediğini, bunun akabinde de gelen diğer
nöbetçiyi görünce Y.B.yi yukarıda bırakarak aşağı
indiğini, aşağı indiğinde yukarıdan bir el silah sesi geldiğini, hemen yukarı
koştuğunu; Y.B.yi oturur vaziyette ve silahı önünde
yerde, başının ise yanda bulunduğunu gördüğünü, seslendiğini ancak cevap
alamadığını, komutanlarının olay yerine gelerek müdahale ettiğini ve Y.B.yi hastaneye götürdüklerini, olay yerine ilk gidenin
kendisi olduğunu, olay yerinde kendilerinden başka herhangi bir kimsenin
bulunmadığını, müteveffanın nişanlım dediği bir kız arkadaşının bulunduğunu,
kendisiyle tartıştıklarını hatta ayrıldıklarını bildiğini, bu nedenle moralinin
bozuk olduğunu, yine kız arkadaşıyla sorunları nedeniyle on günlük izne gittiğini,
bu izninden sonra sorunlarını hâllettiğini
söylediğini, ancak daha sonra yine kız arkadaşından ayrıldığından bahsettiğini
beyan etmiştir.
18. Topçu Er H.Ç., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının
bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle, nöbetini Y.B. ile birlikte
tuttuğunu, ikinci nöbetini yine kendisi ile birlikte tutacak olduğunu, Y.B.nin doldur boşalta katılmadan kuleye gitmesi nedeniyle
kendisinin de kuleye gittiğini, bu sırada önceki nöbetçiler ile kapıda
karşılaştığını, tam bu sırada bir el silah sesi geldiğini, bundan önce
yukarıdan Y.B.nin salavat getirdiğini duyduğunu,
kendisinin şoka girdiğini, bu nedenle yukarı gidemediğini, komutanlarının olay
yerine gelerek müdahale ettiklerini; nöbetleri esnasında müteveffanın, ailevi
problemleri olduğunu, annesinin daha önce vefat ettiğini, babasının yeni bir
kadınla evlendiğini, bu nedenle eve hiç gitmediğini, İstanbul"da bir
akrabasının yanına yerleştiğini, Küçükçekmece’de bir lokantada çalıştığını
anlattığını, bir kız arkadaşı olduğunu, ailevi nedenlerle ailesinin kızı
istemediğini, kendisinin ise kızı sevdiğini anlattığını, yaşadığı bu problemler
nedeniyle izne gittiğini, iyi bir insan olduğunu, olay sırasında kulede
müteveffadan başka kimsenin bulunmadığını beyan etmiştir.
19. Topçu Er H.A., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının
bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle bildiği kadarıyla kendisinin kız
arkadaşıyla ve ailesiyle sorunları olduğunu, kız arkadaşıyla ayrıldığından bahsettiğini,olaydan önceki gün
kız arkadaşının doğum günü olduğunu bildiğini, bu nedenle Y.B.nin
sıkıntılı olduğunu, kız arkadaşının kendisini arayarak barışmak istediğini
söylediğini ancak "bu işin dönüşü yok" şeklinde sözler söylediğini
ifade etmiştir.
20. Piyade Asteğmen M.S.Y., olayın gerçekleştiği gün askerî
savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle, olay günü saat 3.30
civarında bir el silah sesi duyduğunu, sesin kuleden geldiğinin söylenmesi
üzerine hemen kuleye koştuğunu, bir askerin şok hâlinde “kendini vurdu!”
tarzında bir şeyler söylediğini, kuleden içeri girdiğinde kuleden ağlama ve
bağırma sesi duyduğunu, yukarı çıktığında M.(C.) ismindeki askerin Y.B.nin başında ağlayıp dövündüğünü gördüğünü, Y.B.nin yanına giderek kendisini ve silahını düzeltmeye
çalıştığını, silahı alarak başka bir kaza olmaması için yana koyduğunu,
yarasını aradığını ama bulamadığını, aşağı koşarak yardım istediğini, olay
mahalline gelen karakol komutanının Y.B.nin yarasına
tampon yaptığını, kendisinin de ona yardım ettiğini, Y.B.yi
aşağı indirerek araca taşıdıklarını, bu şekilde yola çıktıklarını, yolda Y.B.yi karşıdan gelen ambulansa naklettiklerini, daha sonra
Y.B.nin vefat ettiğini öğrendiklerini beyan etmiştir.
21. Diğer tanıklar da ifadelerinde genel olarak aynı yönde
beyanlarda bulunmuşlar, müteveffanın çalışkan biri olduğunu, Karakolda herhangi
bir kötü muamelede bulunulmadığını beyan etmişlerdir.
22. Görgü tanıklarının beyanlarından hareketle ölüm şekli olay
yerinde farazi canlandırmalarla fotoğraflandırılmak
suretiyle tespit edilmiştir.
23. Askerî Savcılık 12/7/2013 tarihli ve K.2013/163 sayılı
kararında "...müteveffanın ailevi ve
kız arkadaşı ile ilgili sıkıntıları nedeniyle bunalım içinde olduğu, bu
bunalımın etkisiyle kendisinden önce nöbet tutan arkadaşlarını kandırarak nöbet
kulübesinde yalnız kaldığı, bu sırada bir adet fişeği tüfeğine sürerek tüfeğini
kuledeki trabzanın üzerine koyup göğsüne dayadığı ve
tetiği çektiği, müteveffaya isabet eden merminin müteveffanın vücudunda
oluşturduğu yaralar ve iç kanama nedeniyle de müteveffanın 23.04.2013 günü vefat
ettiği, müteveffanın vefatında kendi eylemleri dışında herhangi bir asker
şahsın eyleminin bulunduğuna ilişkin bir delil bulunmadığı, vefat sonucunu
doğuran eylemin bizzat müteveffanın kendisi tarafından gerçekleştirildiği
sonucuna ulaşıldığı…" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına
karar vermiştir.
24. Başvurucunun Askerî Savcılığın kararına yapmış olduğu
itiraz, Şırnak Askerî Mahkemesinin 24/10/2013 tarihli ve 2013/12 Müteferrik
sayılı kararıyla "anılan kararda kanuna
aykırı bir yön bulunmadığı, müteveffanın kanuni yakınının vekili tarafından
ileri sürüldüğü üzere noksan soruşturma teşkil edecek herhangi bir işlem
olmadığı kanaatine" varıldığı gerekçesiyle reddedilmiş ve
anılan karar bu tarihte kesinleşmiştir.
25. Anılan karar, 13/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş olup başvurucu tarafından 11/12/2013 tarihli dilekçe ile yapılan
bireysel başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
26. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması” başlıklı 43. maddesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin
yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir
yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin
kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve
altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten
itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare
Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı
aranmaz.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 24/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu; oğlunun askerlik hizmeti yaptığı sırada yaşamını
yitirdiği olay ile ilgili olarak Askerî Savcılığın sadece intihar ettiği
iddiası üzerinden soruşturma işlemleri yürüttüğünü, kendisi ile arasında bir
sorun olmaması ve olay günü moralinin iyi olduğunu beyan eden tanık
beyanlarının bulunması nedeniyle intihar ettiği iddiasını kabul etmediğini,
farklı bir ihtimalin araştırılmadığını, soruşturmanın tanık beyanlarına dayalı
olarak yürütüldüğünü, tanıkların asker kişiler olduğu nazara alındığında
beyanlarının tarafsız ve özgür iradelerine dayalı olduğunun söylenemeyeceğini,
ölüm şeklinin gerekli ayrıntı ve tutarlılıkta ortaya konulamadığını, silah
üzerinde müteveffanın parmak izlerine rastlanılmadığı tespiti yapıldığını,
intihar ettiğinin kabul edilmesi hâlinde ise sorumluların intiharı engellemek
için üzerine düşen görevleri yerine getirmediklerini, Kürt kökenli oldukları
için oğlunun askerde fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığını, bu nedenle
sivil hayatta değil, askerde iken “intihar” etmesinin bunun ispatı olduğunu
belirterek Anayasa"nın 10., 17., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan
yaşam, işkence ve eziyet yasağı, etkili başvuru hakkı, ayrımcılık yasağı ve
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile
tazminat talebinde bulunmuştur.
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, özetle olay hakkında etkili
bir ceza soruşturması yürütülmediğinden bahisle ileri sürdüğü iddialarının
yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği, işkence ve eziyet yasağı ile
ayrımcılık yasağına ilişkin iddiaların da yine yaşanan ölüm olayı ile ilgili
olduğu; anılan haklar kapsamında ayrıca inceleme yapılmasını gerektirecek,
makul ve somut olaylara dayalı bir şekilde gerekçelendirilmiş olmadıkları
değerlendirilmiştir.
B. Değerlendirme
30. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, şikâyetlerin kabul edilebilirliği
açısından yapılan değerlendirmede Askerî Savcılık tarafından başvurucunun
yakınının ölümüne ilişkin adli soruşturma yapıldığı ve soruşturma sonucunda
müteveffanın kesin ölüm nedeni ve ölümünü çevreleyen koşulların ortaya
konulduğu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tazminat talebiyle tam
yargı davası açılıp açılmadığına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmadığı,
başvurucunun mağdur sıfatının değerlendirilmesi bakımından AYİM’den
başvurucunun tam yargı davası açıp açmadığı hususunun araştırılmasının uygun
olacağı ifade edilmiştir.
31. Bakanlığın kabul edilebilirlik konusundaki anılan görüşüne
karşı başvurucu; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına
göndermelerde bulunarak şüpheli bir biçimde gerçekleşen ölümlerde etkili bir ceza
soruşturmasının yürütülmemesinin yaşam hakkının ihlaline yol açabileceğini,
asıl talebinin yürütülen ceza soruşturmasının etkisiz olduğunun tespiti olduğunu,bu olaya ilişkin olarak
tazminat almak gibi bir amacı bulunmadığı için AYİM nezdinde tam yargı davası
açmadığını belirtmiştir.
32. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetlerinin kabul edilebilirliği hususunda karar verebilmek için somut
olayda devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için
sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem
kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının ve başvuru konusu olayda
eğer varsa bu yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti
gerekmektedir.
1. Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin
İddialar
33. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
34. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların veya diğer bireylerin gerekse kişinin kendi eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
35. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin pozitif
yükümlülükleri açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin
sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında
Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda
ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri
korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri
alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam
hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
36. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin, kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de
geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için askerî mercilerin, kendi
kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk
olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmelerinin gerekip gerekmediğini tespit
etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul
ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden
beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle
insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve
kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin
tercihi gözönüne alınarak pozitif yükümlülük,
yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu
çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede basit bir ihmali veya
değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilebilip
atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014,§ 74).
37. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve
etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk
seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin
bulunması gerekmektedir. Devlet, askerlik görevini zorunlu kıldığı için
özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve
psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun
tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde
askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan
askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin
tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından
işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin
öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun denetimlerden
geçirilmesi,askerlik
öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması büyük önem
taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri,
§§ 75, 76).
38. Yaşam hakkının korunması, silah altındaki bir askerin askerî
makamların kontrolü altında iken “şüpheli” bir biçimde ölmesi halinde, bağımsız
ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun resmî bir soruşturmanın yürütülmesini
de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda bahsi geçen yasal ve idari
çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması temin edilebilecektir. Bu amaçla
yürütülen araştırma ve soruşturmanın; öncelikle olayların tam olarak nasıl
meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise sorumluların tespit
edilmesini, gerek görüldüğünde cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olması
gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma aşamasının ötesine
geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin gereklerine cevap
vermelidir. Böylelikle derece mahkemeleri hiçbir durumda mağdurların yaşam
hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapıldığı sabit görülen saldırıları
cezasız bırakmamalıdır (Sadık Koçak ve
diğerleri, § 77).
39. Anayasa Mahkemesi açısından, başvurucuların yakınlarının
öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve bunun idari soruşturma ile
tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların
seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların
ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına varılan durumlarda
-askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve davaların derinliği ve
ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması
koşuluyla- yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya
çelişkili olduğu ileri sürülemez (Sadık
Koçak ve diğerleri, § 95).
40. Bu kapsamda, bir kısmına Bakanlık görüşünde yer verildiği görülenbaşvuru konusu olayda yürütülen ceza
soruşturmasındaki işlemler incelendiğinde ölüm olayının gerçekleştiği gün resen
soruşturmanın başlatıldığı, askerî savcı eşliğinde olay yeri incelemesi
yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işleminin uygulandığı; ilgili
askerlerin, müteveffanın yakın arkadaşlarının ve komutanlarının beyanlarının
alındığı, olay yerinde bulunan silah, boş kovan, müteveffanın kıyafetleri ile
müteveffadan alınan el svapları üzerinde kriminal inceleme gerçekleştirildiği, incelemeler
neticesinde müteveffanın ölümü sonucunu doğuran ateşli silah yaralanmasının
müteveffaya teslim edilen piyade tüfeğiyle gerçekleştiğinin, müteveffaya ait
hücum yeleğindeki atış artıklarının dağılımı ve yoğunluğu itibarıyla atışın
bitişik atış olduğunun, el svaplarında atış artığı
bulunduğunun tespit edildiği, ölümünün meydana gelmesinde herhangi bir şahsın
suç teşkil edecek “kastı, kusuru ya da
ihmali” bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar
verildiği, bu karara karşı başvurucular tarafından Askerî Mahkemeye yapılan
itirazın da reddedildiği anlaşılmaktadır.
41. Başvurucunun; ceza soruşturması sürecine ilişkin olarak
Askerî Savcılığın kararında oğlunun bireysel ve ailevi sorunları nedeniyle
intihar ettiğinin kabul edildiğini, hâlbuki oğlunun kendisi ile bir sorununun
bulunmadığını, tanık beyanlarında da oğlunun son günlerde moralinin yerinde
olduğunun beyan edildiğini,bu
nedenle intihar ettiğinin kabul edilmesinin mümkün olmadığını, ancak
soruşturmanın intihar kabulü ile yürütüldüğünü ileri sürdüğü görülmektedir.
42. Olayın oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari
ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu
olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümün
“şüpheli” olduğuna dair iddialarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri
tarafından karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için
olayın gerçekleşme şeklini incelemesi gerekmektedir.
43. Başvurucunun yukarıdaki iddialarına rağmen tanık
beyanlarının birbiri ile örtüşür şekilde Y.B.nin kız
arkadaşıyla sorunları olduğunu ortaya koyduğu, son dönemde moralinin bu
ilişkiye bağlı olarak zaman zaman bozulup düzeldiğini, ancak vefatı öncesinde
yeniden bozulduğunu ifade eden tanıkların bulunduğu, başvurucunun uzun süredir
kendisiyle yakın irtibatının bulunmadığına ilişkin Y.B.nin
beyanlarını aktaran tanıkların iddialarına karşılık olarak başvurucunun herhangi
bir açıklamada bulunmadığı; olay yeri, Y.B.nin silahı
ve giysileri üzerinde yapılan teknik incelemeler sonrasında elde edilen
delillerin bir bütün olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararında kabul edilenin
aksine ölümün başka bir şekilde veya üçüncü bir kişinin eylemine bağlı olarak
gerçekleştiğini kabul etmeye imkân tanımadığı görülmektedir.
44. Başvurucunun ileri sürdüğü, tanıkların asker kişiler olması
nedeniyle özgür iradeleriyle ifade vermedikleri iddiasının, tanıkların
ifadesinin olayın gerçekleştiği gün askerî savcı tarafından alınmış olduğu da
dikkate alındığında, tek başına olayın başka bir şekilde gerçekleştiğinden
şüphelenilmesi için yeterli olduğu söylenemez. Benzer şekilde başvurucu, ölüme
yol açtığı tespit edilen silah üzerinde Y.B.nin parmak
izinin bulunmadığını ifade etmektedir. Tanık ifadelerine ve olay yeri inceleme
raporu kayıtlarına geçtiği şekilde olayın gerçekleşme koşullarına bakıldığında,
Y.B.nin vurulması sonrasında kendisini ilk gören
askerlerin ve tıbbi yardımda bulunmaya çalışan komutanlarının silaha da
müdahalede bulundukları ve bu sırada son hâliyle silahı kulenin köşesine doğru
dik bir pozisyonda bıraktıkları, atışın bitişik atış olarak yapıldığının tespit
edilmesi; müteveffanın eli ve hücum yeleği ve silahtaki atış artıklarının yine
silahın ateşlenmesinin başka türlü gerçekleştiğini ortaya koyacak nitelikte
olmadığı anlaşılmıştır. Ne şekilde gerçekleştiği anlaşılamamakla birlikte, olay
anında ve sonrasında, Y.B.nin yanı sıra, silahla
teması olanların silah üzerinde parmak izlerinin tespit edilemediği
görülmektedir. Her ne kadar bu husus, delillerin korunması açısından bir
eksiklik olarak kabul edilebilecek olsa da, olayın
gerçekleşme şekline ilişkin yapılan diğer tespitler bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, Askerî Savcılığın nihai olarak ulaştığı kanaatten
şüphelenilmesi açısından yeterli olmadığı sonucuna varılmıştır.
45. Bu bölümde yer verilen değerlendirmeler ışığında da başvuru
konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasında, Anayasa Mahkemesince resen
gözetilecek bir yetersizlik veya çelişkinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
46. Mevcut başvuruda gerçekleşen ölüme ilişkin olarak
başvurucunun ortaya koyduğu ve yürütülen ceza soruşturması kapsamında elde
edilen bulgulardan, müteveffanın ölümünün intihar sonucu gerçekleştiği
anlaşılmaktadır. Bunun aksine bir durumdan “şüphelenilmesini” gerektiren bir
olgu bulunmamaktadır. Bu durumda yukarıda (bkz. § 38) yer verilen ilkeler
karşısında, başvuru konusu olay kapsamında yaşam hakkı açısından ön
soruşturmayı aşan ve yargılamayı da içeren bir ceza soruşturması yürütülmesi
zorunluluğu bulunduğu sonucuna varılamaz. Bütün bu hususlar dikkate alındığında
intihar sonrasında yürütülen ceza soruşturmasında yukarıda yer verilen ilkeler
yönünden bir eksikliğin bulunduğu söylenemez.
47. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkı kapsamında güvence altına
alınan etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edilmediğinin açık olduğu
anlaşıldığından bu yöndeki iddiaların kabul edilemez olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
2. Yaşamı Koruma Yükümlülüğüne İlişkin İddialar
48. Diğer yandan başvurucu, her ne kadar Bakanlığın görüşüne
karşı sunduğu beyanlarda, asıl talebinin olay hakkında yürütülen ceza
soruşturmasının etkili olmadığının tespiti olduğunu ileri sürmüş ise de ihlal
iddialarının diğer bölümünün (özellikle de intihar ettiğinin kabul edilmesi
hâlinde intiharı engellemek için sorumluların üzerine düşen görevleri yerine
getirmedikleri iddiasının) oğlunun yaşamının korunması konusunda gerekli
önlemlerin alınmadığı yönünde olduğu anlaşılmaktadır.
49. Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede, yaşamı
koruma yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediği konusunda bir sonuca varabilmek
için yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde (bkz. § 36) öncelikli olarak
askerî yetkililerin Y.B.nin intihar etme riskini
bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya konulması
gerekmektedir.
50. Ancak Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece
mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması
suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve
yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri
sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru
mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme
yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul
bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru yoludur
ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74; Sadık
Koçak ve diğerleri, § 83).
51. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği
ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu
kararın ardından ilgilinin maruz kaldığı zararların devam edip etmediğine
bağlıdır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı
kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının tamamının
değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede, bir başvurucunun
mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda
idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da
bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,§
84).
52. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce bu konuda verdiği
kararlarında (Sadık Koçak ve diğerleri, B.
No: 2013/841; Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2872; Metin Dilmaç ve diğerleri,
B. No: 2013/1439) etkili bir ceza soruşturmasını müteakip AYİM’in,
yaşanan intihar eyleminden idarenin sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi
takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesinin, başvurucuların
yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşmıştır.
53. Somut olayda başvurucu, AYİM nezdinde, yaşamı koruma
yükümlülüğü kapsamındaki iddiaları açısından etkili olduğu kabul edilebilecek
tam yargı davasını açmadığını ifade etmektedir. Oysa başvurucunun ileri
sürdüğü, kamu otoritelerinin müteveffanın intiharını engelleme noktasında
gerekli tedbirleri almadıkları iddiası AYİM nezdinde açılacak tam yargı
davasında değerlendirilecek ve varsa idarenin kusur veya kusursuz sorumluluğuna
hükmedilebilecektir.
54. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, yaşamı koruma
yükümlülüğünün ihlal edildiği iddialarının başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
A. 1. Yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama
giderinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
24/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.