
Esas No: 2015/502
Karar No: 2015/502
Karar Tarihi: 10/1/2019
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ASKER ANĞI VE BELKIZ ANĞI BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/502) |
|
Karar Tarihi: 10/1/2019 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
Raportör |
: |
Şermin
BİRTANE |
Başvurucular |
: |
1. Asker
ANĞI |
|
|
2. Belkız ANĞI |
Vekili |
: |
Av. Mehmet
ERBİL |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle
maddi ve manevi varlığın korunması hakkının; yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. 27/12/2004 tarihinde başvuruculardan Belkız
Anğı üçüncü çocuğuna hamileliği dolayısıyla özel bir
hastaneye kontrol muayenesine gitmiş, muayene esnasında bebeğin anne karnında
ölmüş olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 28/12/2004 tarihinde hastaneye
yatırılmış, fetüsün ilaçla
düşürülmesi yöntemi tercih edilerek öncelikle başvurucuya bu amaçla C. isimli
ilaç verilmiştir. Ancak bu yöntemin sonuç vermemesi üzerine başvurucu
29/12/2004 tarihinde Dr. S.B. tarafından sezaryen ameliyatına alınmıştır. Bu
ameliyat sırasında başvurucunun karın boşluğunun kan ile dolup ölü bebeğin
karın boşluğunda yüzdüğünün görülmesi üzerine hastanede bulunan diğer Kadın
Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. S.K., Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Y.K. ile Ürolog
Dr. D.A. ameliyathaneye çağrılmış ve ameliyat ekibine dâhil edilmiştir.
Ameliyatta karın içi temizlendiğinde uterusun (rahim) parçalanmış ve
özelliğini kaybetmiş olduğu, her iki yumurtalık içerisine ileri derecede kan
dolduğu tespit edildiğinden başvurucunun rahmi ve yumurtalıkları alınmıştır.
A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç
9. Başvurucular, anılan işlemi yapan Dr. S.B. hakkında
Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır.
10. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından konu ile ilgili
olarak Adli Tıp Kurumundan (ATK) bilirkişi raporu alınmıştır. ATK 3. Adli Tıp
İhtisas Kurulunun 15/12/2006 tarihli raporunda; rahim içinde bebeğin ölmesi
durumunda daha önce sezaryen yöntemiyle doğum yapmış gebelerde normal doğum
yoluyla ölü bebeğin alınmasının seçeneklerden biri olduğu, uygulanan yöntemin
tıp kurallarına uygun bulunduğu belirtilmiştir. Raporda devamla doğumun
gerçekleşmemesi üzerine sezaryene alındığında parçalanmış olduğu görülerek
rahmin alınması yoluna gidilmesinin doğru bir yöntem olduğu, yumurtalıkların
çıkartılmasının yeterli gerekçe bulunması hâlinde gerekirse yapılabileceği,
ancak mevcut tıbbi kayıtlardan bu gerekliliğin anlaşılamadığı, durumun
mahkemece değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir.
11. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20/5/2009
tarihli iddianame ile Bakırköy 22. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
12. Bakırköy 22. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından konu ile
ilgili olarak Yüksek Sağlık Şurasından bilirkişi raporu alınmıştır. Mahkeme
tarafından Yüksek Sağlık Şurasından daha önce iki kez sezaryen ile doğum yapmış
bir hastaya suni sancı verilmek suretiyle ölü bebeğin normal yolla
doğurtulmasının tıbbi usullere uygun olup olmadığı, bu şekilde yapılan tıbbi
girişimin rahmin yırtılmasına neden olup olmadığı hususlarında bilgi
istenilmiştir.
13. Yüksek Sağlık Şurasının 15-16 Eylül 2011 tarihli
toplantılarında alınan 12863 sayılı kararıyla, hastada meydana gelen intraabdominal
(karın içi) kanamanın C. isimli ilacın kullanımına bağlı uterus rüptüründen
(yırtılma) kaynaklandığı, mükerrer sezaryenli hastada
C. kullanımının yazılı kaynaklarda dahi kontrendike olduğu (zıt görüşler
olduğu), bu ilacın ülkemizde indüksiyon
amaçlı (doğum başlatma) kullanım izni olmadığı, ilacın endikasyon dışı kullanımında yasal
bir süreç bulunmakla birlikte bunun için gerekli başvuruda bulunulmadığı
anlaşıldığından Dr. S.B.nin kusurlu olduğuna karar
verilmiştir.
14. Bakırköy 22. Asliye Ceza Mahkemesi 14/6/2012 tarihinde sanık
Dr. S.B.nin beraatine karar
vermiştir. Karar gerekçesinde Yüksek Sağlık Şurasının raporunda sanığın kusurlu
olduğu bildirilmesine rağmen ATK raporunda belirtilen "yumurtalıkların çıkartılmasının yeterli gerekçe
bulunması halinde gerekirse yapılabileceği" görüşü ile ilgili
çelişkinin giderilmediği, dosyada zaman aşımının yakın olması nedeniyle bu
çelişkinin giderilmesi için yeterli vaktin olmadığı ifade edilmiştir. Kararda,
hastanın yakınlarının rızası alınarak ameliyata alındığı, ameliyatesnasında
kanamanın yoğun olup tüm karın boşluğunu kaplaması nedeniyle rahimle birlikte
yumurtalıkların da alınmak zorunda kalındığı, bu kararın ameliyata katılan beş
doktor tarafından verildiği, hastanın karın içinde kanamasının olması sonucu
yaşamsal riskin bulunması ve aciliyetten dolayı
rahmin ve yumurtalıkların alınması konusunda izin alınamadığı kanaatine
varıldığından sanığın kusurlu olmadığı belirtilmiştir.
15. Temyiz incelemesinde Yargıtay 12. Ceza Dairesi 27/6/2013
tarihinde kararın bozulmasına ve kamu davasının zaman aşımı nedeniyle düşmesine
karar vermiştir.
B. Tazminat Davasına İlişkin Süreç
16. Başvurucular, anılan işlemi yapan Dr. S.B. ile özel hastane
aleyhine 29/4/2005 tarihinde Bağcılar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve
manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; başvurucu Belkız Anğı"nın daha önce iki kez
sezaryen ameliyatı olduğunun davalı doktor tarafından bilinmesine rağmen ilaçla
suni sancı verilerek normal doğuma yönlendirilmesinin yanlış olduğunu, bu
yöntemin rahmin parçalanmasına sebebiyet verdiğini, üstelik tıbben gerekli
olmadığı hâlde yumurtalıklarının alındığını belirtmişlerdir. Davalı doktorun
mesleki özeni göstermediğini ve ayrıca suni sancı yönteminin riskleri konusunda
uyarıda bulunmadığını, bunun yanı sıra yumurtalıkların alınması konusunda da
yazılı izinlerini istemediğini ileri sürmüşlerdir.
17. Bağcılar Adliyesinin kapatılmasıyla dava dosyası Bakırköy
10. Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiştir.
18. Mahkemenin 4/12/2007 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir.
Karar gerekçesinde yapılan tıbbi işlemlerin usulüne uygun olduğu
belirtilmiştir.
19. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 13.
Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Yargıtay karar
gerekçesinde ceza davasının sonucunun beklenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
20. Bozma kararı sonrasında Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesi,
İstanbul Tıp Fakültesinden iki kadın doğum uzmanı ile bir genel cerrahtan
oluşturulacak bilirkişi heyetinden rapor istemiştir.
21. Mahkeme, aşağıda belirtilen şu hususlar hakkında rapor
düzenlenmesini talep etmiştir:
i. Bebeğin anne karnında 27/12/2004tarihinde öldüğünün davalı
Dr. S.B. tarafından bilindiği hâlde başvurucu Belkız Anğı"nın ertesi gün müdahale yapılmak üzere evine
gönderilmesi, 28/12/2004 tarihinde hastaneye yatırılması, 29/12/2004 tarihinde
tıbbi müdahalede bulunulması vakıaları değerlendirilerek bu iki günlük
gecikmenin tıbbi açıdan normal bir süre olup olmadığı,
ii. Bu gecikme ile başvurucu Belkız Anğı"nın karnında meydana gelen hematom (organ içerisinde veya
aralarında kan birikmesi) arasında uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı,
olası hayati tehlikenin bu gecikmeden kaynaklanıp kaynaklanmadığı,
iii. Daha önce iki kez sezeryan ile
doğum yapmış bir hastaya C. adlı ilacın kullanılarak suni sancı verilmek
suretiyle ölü bebeğin normal yolla vücuttan çıkartılmasının tıbbi usullere ve
prosedüre uygun olup olmadığı,
iv.C. adlı ilaçla yapılan müdahalenin
rahmin çatlamasına neden olup olmadığı,
v. Olası hayati tehlikenin yanlış bir tedavi metodundan
kaynaklanıp kaynaklanmadığı,
vi. C. adlı ilacın endikasyon dışı kullanılıp kullanılmadığı ve endikasyon
dışı kullanımında doktora yüklenebilecek ihmal veya kusurun bulunup bulunmadığı
bu ilacın bu şekilde kullanımına ülkemizde izin bulunup bulunmadığı,
vii. Davalı doktor tarafından yapılan müdahalelerin
değerlendirilmesi suretiyle ameliyat sırasında davacının rahminin alınmasının
zorunlu olup olmadığı, ayrıca yumurtalıkların da alınmasının zorunlu olup
olmadığı.
22. İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim
Dalı Başkanlığında görevli üç profesör tarafından hazırlanan 28/11/2013 tarihlibilirkişi raporunda:
- Hastanın ölü bebek tanısı konulduktan sonra ertesi gün
yatırılmak üzere evine gönderilmesinin yanlış olmadığı, zira gönderilmeden önce
yapılan muayenede rahim kasılmalarının olmadığının tespit edildiği
belirtilmiştir. Ameliyat sırasında karşılaşılan kanamanın durumu ve şiddeti
dikkate alındığında kanamanın muhtemelen ameliyat kararı alındıktan daha sonra
gerçekleştiği, bu kanama uzun süreden beri olsaydı kan kaybı sonucu hastanın
kaybedilebileceği, bu nedenle tanıdan iki gün sonra ameliyata alınmasının bu
duruma yol açtığının söylenemeyeceği ifade edilmiştir.
- Daha önce iki kez sezaryen ile doğum yapmış hastada C. adlı
ilacın kullanımı ile ilgili olarak literatürde fikir birliği olmadığı, bu
ilacın kullanımının doktorun insiyatifinde olduğu,
olayda uterus rüptürünün
(rahim yırtılması) C. kullanımından olduğunu söylemenin mümkün olmadığı
belirtilmiştir.
- C. adlı ilacın ülkemizde doğum indüksiyonu amacıyla kullanımı için ruhsatının olmadığı
ancak gelişmiş ülkeler dâhil bir çok ülkede bu amaçla
kullanımı yönünde ruhsatının bulunduğu; bu ilacın dünyanın her yerinde ve
ülkemizde uzun zamandan beri yaygın olarak bu amaçla kullanıldığı
bildirilmiştir.
- Spontan rüptür sonrası oluşan yırtıkların
parçalı yırtıklar olması nedeniyle kolay suture edilemediği (dikilemediği), suture edilse
bile tamamına yakınında ameliyat sonrası hasta hayatını tehlikeye sokan büyük
kanamalar görülebildiği, bu sebeple olayda hastanın hayatını tehlike altına
sokmamak için uterusun alınmasının doğru olduğu
belirtilmiştir.
- Uterus
rüptüründe genellikle yumurtalıkların
zarar görmeyeceği ve ameliyat sırasında yerinde bırakıldıkları, ancak yırtığın
yumurtalıklara kadar ilerlemesi ve yumurtalık damarları etrafında geniş hematomlar olması
durumunda yumurtalıkların alınmasının gerekli olabileceği, olayda yumurtalıkların
alınması kararını sadece ameliyatı yapan Dr. S.B.nin
vermediği, kararın ameliyata katılan diğer doktorlar S.K. ve Y.K.nın katılımıyla birlikte alındığı, eğer gerekli
olmasaydı üç uzman doktorun birlikte bu kararı vermeyeceklerinin açık olduğu ifade
edilmiştir. Raporun yumurtalıkların alınmasına ilişkin değerlendirme bölümü
şöyledir:
"Diğer
taraftan uterus rüptüründe
yumurtalıklar genellikle zarar görmezler ve dolayısıyla ameliyat sırasında
yerinde bırakılırlar. Ancak yırtık yumurtalıklara kadar ilerlemiş ve yumurtalık
damarları etrafında geniş hematomlar varsa alınması
gerekli olabilir. Çünkü yumurtalıklar alınmazsa, ameliyat sonrası oluşabilecek
kanama gebenin hayatını tehdit edebilir, uterus rüptürü sonrası etkilenen yumurtalıkların alınmasının
gerekli olduğunu gösteren bir çok bilimsel çalışma
mevcuttur. Kaldı ki yumurtalıkların alınması kararını sadece ameliyatı yapan
Dr. S.B. Tek başına değil, ameliyata katılan diğer doktorlar S.K. VE Y.K.
Birlikte vermişlerdir. Tıpta hastaya zarar vermemek esastır. Bu nedenle eğer
gerekli olmasaydı üç uzman doktorun birlikte bu kararı vermeyeceği
açıktır."
- Sonuç olarak davalı doktorun teşhis ve tedavilerinin tıbbi
usullere uygun olduğu bildirilmiştir.
23. Mahkeme25/12/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar
vermiştir. Karar gerekçesinde dosya içindeki tüm doktor raporları, tıbbi bilgi
ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda çelişkileri gideren İstanbul Tıp
Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığınca hazırlanan
28/11/2013 tarihlibilirkişi raporunun hükme esas
alındığı belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca teşhis ve tedavilerin tıbbi usullere
uygun bulunduğu vedavalı doktor ve davalı özel
hastanenin kusurlarının bulunmadığının anlaşıldığı, bu durumdatazminat
ödemekle sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
24. Bu karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 4/11/2014 tarihli
kararıyla onanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 8/12/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
25. 7/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
26. Başvurucuların karar düzeltme istemleri Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin 22/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kusurlu
ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle
yükümlüdür.”
28. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Taminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru
imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§
11-14).
29. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San"atlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanun"un 75. maddesinde yer alan ceza davalarında Yüksek Sağlık
Şurası’nın görüşüne başvurulması zorunluluğunu öngören hüküm, Anayasa
Mahkemesi’nin 3/6/2010 tarihli veE.2009/69, K.2010/79 sayılı kararıyla iptal
edilmiştir.
B. Uluslararası Hukuk
30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme"nin 8.
maddesi kapsamıiçerisinde yer aldığını kabul
etmektedir (Trocellier/Fransa
(k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
32. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ilefiziksel ve ruhsal
bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak
şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD],
53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49).
33. AİHM"e göre taraf devletler,uygulanması planlanan
tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden
bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır.
Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir
nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda, ilgili
devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No:
28870/05, 25/5/2010).
34. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme"nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM,
farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında
her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05,
5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi
bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret
etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 10/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
36. Başvurucular; doktorun mesleğin gerektirdiği özeni
göstermediğini, rahmin ve yumurtalıkların alınması sebebiyle doktor ve özel
hastane aleyhine açtıkları davada ameliyatı yapan Dr. S.B.nin
kusurlu olduğunu belirten bilirkişi raporları bulunmasına rağmen bu raporlar
dikkate alınmadan davanın reddi kararı verilmesi nedeniyle mağduriyetlerinin
giderilmediğini ve tazminat haklarından mahrum kaldıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular
bu nedenlerle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
37. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
38. Anayasa"nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
40. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
41. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
42. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
tıbbi ihmale dayalıtüm şikâyetlerinin Anayasa"nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi
ve manevi varlığın koruması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
44. Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
45. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
46. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§
51).
47. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
48. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hakihlallerinin
önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 57; Tevfik Gayretli, B. No:
2014/18266, 25/1/2018, § 32).
49. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,§ 44).
50. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
51. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa"nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
52. Somut olayda derece mahkemesi tarafından davalı doktorun
kusurlu olduğu yönünde görüş veren Yüksek Sağlık Şurasından alınan bilirkişi
raporu, ATK 3. İhtisas Kurulu raporu ve dosya içerisinde bulunan tüm tıbbi
belgeler değerlendirilerek raporlar arasındaki çelişkilerin giderilmesi için
İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı
Başkanlığından bilirkişi raporu alındığı görülmektedir. Derece mahkemesinin
çelişkileri gidermeye yönelik ayrıntılı sorular yönelttiği, İstanbul Tıp
Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığınca hazırlanan
raporda bu soruların tümüne detaylı yanıtlar verilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Bu bilirkişi raporunda rahim yırtılmasının C. isimli ilacın kullanımından
olduğunu söylemenin mümkün olmadığı belirtilmiş, tedavide gecikmenin olmadığı
ve rahmin ve yumurtalıkların alınmasının tıbben gerekli olduğu bildirilmiştir.
Raporda sunulan görüşlerin bilimsel verilere uygun şekilde açıklanmış olduğu
görülmektedir. Derece mahkemesi önceki bilirkişi raporları arasındaki
çelişkileri giderdiğini, bilimsel veri ve içeriğe sahip olduğunu belirterek
İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığının
raporunu karar vermeye elverişli bulduğunu açıklamış ve rapor doğrultusunda
davanın reddine karar vermiştir.
53. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi
ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan
uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucuların
iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı görülmektedir.
Aynı zamanda derece mahkemesinin kararında İstanbul Tıp Fakültesi Kadın
Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanlığının raporuna itibar edilmesinin
sebeplerinin de belirtilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
54. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucuların, bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı kanuni yollara
başvurabildikleri ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu
davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, dava dosyasını
inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar
edildikleri anlaşılmaktadır.
55. Sonuç olarak başvurucuların ileri sürdüğü iddialar hakkında
alınan İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı
Başkanlığı raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla ilgili
ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı
olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa"nın 17. maddesinin gerektirdiği
özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu
makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden
kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal
edilmediği sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
57. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
58. 1/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete"de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun"un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun"ageçici
madde eklenmiştir.
59. 6384 sayılı Kanun"a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
60. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel kararında; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek
etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
61. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun
incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
62. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.