
Esas No: 2013/1261
Karar No: 2013/1261
Karar Tarihi: 4/2/2016
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
FARUK AKSEKİLİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/1261) |
|
Karar Tarihi: 4/2/2016 |
R.G. Tarih ve Sayı:18/3/2016-29657 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
Raportör Yrd. |
: |
İsmail Emrah PERDECİOĞLU |
Basvurucu |
: |
Faruk AKSEKİLİ |
Vekili |
: |
Av. Cankat ŞAHİN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, maliki olunan taşınmaz üzerine geçici inşaat ruhsatı
verilmemesi işleminin iptali istemiyle açılan davanın 3194 sayılı İmar
Kanunu’nun 33. maddesinin üçüncü fıkrası gerekçe gösterilerek reddedilmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/2/2013 tarihinde İzmir
Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/3/2013
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/4/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 16/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/5/2014
tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun 2001 yılından bu yana maliki olduğu, İzmir ili
Balçova ilçesinde yer alan 7.633 m² taşınmaz üzerinde 8/11/1995
tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış 81 m² yüz ölçümlü ve 6,50 metre
yükseklikte iki katlı yapı bulunmaktadır.
9. Başvurucu, söz konusu taşınmazda günübirlik tesis olarak kafe
ve restoran yapabilmek için geçici inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle 29/5/2009 tarihinde Balçova Belediyesine başvurmuş fakat 60
günlük yasal süre içerisinde belediye tarafından başvurucuya herhangi bir cevap
verilmemiştir.
10. Başvurucu, Balçova Belediyesine yaptığı başvurunun cevap
verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 25/9/2009 tarihinde İzmir 1. İdare Mahkemesinde iptal davası
açmıştır.
11. Yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İdare Mahkemesi 22/7/2010 tarihli ve E.2009/1327, K.2010/1078 sayılı
kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“...
3194
sayılı İmar Kanununun 33 nci maddesinde “İmar
planlarında bulunup da müracaat gününde beş yıllık imar programına dahil olmayan yerlerde; plana göre kapanması gereken yol ve
çıkmaz sokak üzerinde bulunan veya 18 inci madde hükümleri tatbik olunmadan
normal şartlarla yapı izni verilmeyen veya 13 üncü maddede belirtilen
hizmetlere ayrılmış olan ve haklarında bu madde hükmünün tatbiki istenen parsellerde
üzerinde yönetmelik esaslarına uygun yapı yapılması mümkün olanlarında
sahiplerinin istekleri üzerine belediye encümeni veya il idare kurulu kararıyla
imar planı tatbikatına kadar muvakkat inşaat veya tesisata müsaade edilir ve
buna dayanılarak usulüne göre yapı izni verilir.
Bu gibi hallerde verilecek müddetin on yıl
olması, yapı izni verilmezden önce belediye encümeni veya il idare kurulu
kararının gün ve sayısının on yıllık müddet için muvakkat inşaat veya tesisat
olduğunun, lüzumlu ölçü ve şartlarla birlikte tapu kaydına şerh edilmesi
gereklidir. Muvakkatlık müddeti tapu kaydına şerh
verildiği günden başlar.
Birinci fıkrada sözü geçen bir parselde,
esasen kullanılabilen bir bina varsa bu parsele yeniden inşaat ve ilaveler
yapılmasına izin verilmeyeceği gibi, birden fazla muvakkat yapıya izin verilen
yerlerde dahi bu yapıların ölçüleri toplamı yönetmelikte gösterilen miktarları
geçemez. Bu maddenin tatbikinde kadastral parsel de
bir imar parseli gibi kabul olunur.
... hükmü yer
almıştır.
Dosyanın incelenmesinden, İzmir Balçova İlçesi
198 ada, 21 parselde davacı adına kayıtlı taşınmazın, 30.12.1982 tarihinde
Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onaylanan 1/1000
ölçekli uygulama imar planında “Bölge Rekreasyon Zonu-İzmir
Valiliği Özel İdaresi Balçova Kaplıca Tesisleri Bölgesi”nde
kaldığı, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi"nin 30.10.1986 tarihli, 185 sayılı
kararı ile onanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı revizyonu ile “Mesire alanı”
olarak belirlendiği, 01.02.1995 tarihinde ilan edilen İzmir İnciraltı
Termal Turizm Merkezi içinde yer alan dava konusu parselin, İzmir İnciraltı Termal Turizm Merkezi Tevsii Balçova Kaplıcaları
Kesimine ilişkin olarak Kültür ve Turizm Bakanlığınca 18.3.2009 tarihinde
onaylanan 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı onama sınırı dışında
kaldığı,31.10.1995 tarihli, 3789 sayılı belediye encümeni kararı uyarınca
verilen 08.11.1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış olan 81m2
yüzölçümlü, 6.50 metre yükseklikte 2 katlı yapı bulunan ve davacı tarafından
2001 yılında satın alınantaşınmazda, günübirlik tesis
olarak kafe ve restoran olarak kullanılmak üzere 2 ayrı prefabrik yapı yapmak
için geçici inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle 29.05.2009 tarihinde davalı
idareye başvurulduğu, başvurunun yanıt verilmeyerek reddedilmesi üzerine
bakılan davanın açıldığı, diğer yandan davacının aynı taşınmazda Kask:0.40
emsalde yapı yapılmak üzere daimi inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle yaptığı
başvurunun da taşınmazın 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planında "Mesire
alanı" olarak belirlendiği ve bu alanla ilgili olarak üst ölçekli plana
uygun 1/1000 ölçekli uygulama imar planı yapılmadığı gerekçesiyle 13.10.2009
günlü, 754-5415-5022 sayılı işlem ile reddedildiği, bu işlemin ve dayanağı olan
1/5000 ölçekli nazım imar planının iptali istemiyle açılan davanın ise
Mahkememizin E:2009/1696 sayılı dosyasında sürdüğü anlaşılmaktadır.
Yukarıda sözü edilen yasa hükmü uyarınca
geçici inşaat ruhsatı istemine konu olan taşınmazda kullanılabilen bir bina
varsa, bu parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği
açıktır.
Bu durumda, dava konusu parselde 08/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış iki
katlı yapı bulunduğundan, bu yapı dışında yeni ve ilave yapı niteliğinde
bulunan kafe ve restorana ilişkin iki ayrı yapı için yeniden geçici inşaat
ruhsatı verilmesi isteminin reddine ilişkin işlemde mevzuata aykırılık
bulunmamaktadır. …”
12. İlk Derece Mahkemesi kararı üzerine başvurucu temyiz
talebinde bulunmuş; Danıştay Altıncı Dairesi, 15/4/2011
tarihli ve E.2010/9769, K.2011/835 sayılı ilamıyla hükmü onamış karar düzeltme
istemini de 15/11/2012 tarihli ve E.2011/8126, K.2012/6152 sayılı ilamıyla
reddetmiştir.
13. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 7/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 6/2/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı
İmar Kanunu’nun "İmar programları,
kamulaştırma ve kısıtlılık hali" kenar başlıklı 10. maddesi
şöyledir:
"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe
girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar
programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında
ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere
Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul
edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına
tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar
programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis
edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde
kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık
bütçelerine konulur.
İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan
yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller
kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye
kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam
eder."
16. 3194 sayılı Kanun"un“İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler" kenar
başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"(Birinci
fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak
vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi
ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi,
kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin
kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen
bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin
emlak vergisini mal sahibi öder.
(Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999
tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve
arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki
miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi
halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz."
17. 3194 sayılı Kanun"un "Umumi
hizmetlere ayrılan yerlerde muvakkat yapılar” kenar başlıklı 33.
maddesi şöyledir:
“İmar planlarında bulunup da müracaat gününde beş yıllık imar programına
dahil olmayan yerlerde; plana göre kapanması gereken
yol ve çıkmaz sokak üzerinde bulunan veya 18 inci madde hükümleri tatbik
olunmadan normal şartlarla yapı izni verilmeyen veya 13 üncü maddede belirtilen
hizmetlere ayrılmış olan ve haklarında bu madde hükmünün tatbiki istenen
parsellerde üzerinde yönetmelik esaslarına uygun yapı yapılması mümkün
olanlarında sahiplerinin istekleri üzerine belediye encümeni veya il idare
kurulu kararıyla imar planı tatbikatına kadar muvakkat inşaat veya tesisata
müsaade edilir ve buna dayanılarak usulüne göre yapı izni verilir.
Bu gibi hallerde verilecek müddetin on yıl olması, yapı izni
verilmezden önce belediye encümeni veya il idare kurulu kararının gün ve
sayısının on yıllık müddet için muvakkat inşaat veya tesisat olduğunun, lüzumlu
ölçü ve şartlarla birlikte tapu kaydına şerh edilmesi gereklidir. Muvakkatlık müddeti tapu kaydına şerh verildiği günden
başlar.
Birinci
fıkrada sözü geçen bir parselde, esasen kullanılabilen bir bina varsa bu
parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği gibi, birden
fazla muvakkat yapıya izin verilen yerlerde dahi bu yapıların ölçüleri toplamı
yönetmelikte gösterilen miktarları geçemez. Bu maddenin tatbikinde kadastral parsel de bir imar parseli gibi kabul olunur.
Plan
tatbik olunurken, muvakkat inşaat veya tesisler yıktırılırlar. On yıllık muvakkatlık müddeti dolduktan sonra veya on yıl dolmadan
yıktırılması veya kamulaştırılması halinde muvakkat bina ve tesislerin 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre takdir olunacak bedeli sahibine
ödenir.”
18. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu"nun geçici 6. maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:
"Vuku bulduğu tarih
itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu
maddenin yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu
madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu
maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye
verecekleri dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma
görüşmelerinin neticesine kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması hâlinde,
uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir.
Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak
suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar
hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar
Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari
yargıda dava açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı
kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu
maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır."
19. 2/11/1985 tarihli ve 18916 mükerrer sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan Planlı Alanlar Tip İmar
Yönetmeliği"nin 8/9/2013 tarihli ve 28759 sayılı Resmî Gazete"de
yayımlanan değişiklikten önceki hâliyle 21. maddesi şöyledir
:
“İmar planlarında, iskan hudutları içinde
bulunup da, umumi hizmetlere ayrılan yerlere rastlayan arsaların, bu hizmetler
için gereken kısmı ayrıldıktan sonra geriye kalan parçaları imar planı ve bu
Yönetmelik esaslarına göre müsait ise parsellere ayrılabilir. Keza, imar planı
ve yönetmelik esaslarına göre müsait olduğu takdirde, bunlar üzerinde yapı izni
verilebilir. Tamamı umumi hizmetlere ayrılan yerlere rastlayan veya kalan
parçası plan ve yönetmelik hükümlerine göre yapı yapılması müsait olmayan
arsalar, kamulaştırılıncaya kadar sahipleri tarafından olduğu gibi kullanılmaya
devam olunur.
Bu gibi yerlerden 5 yıllık programa dahil bulunmayanlarında; yükseklikleri tabii zeminden (6.50)
m. yi, brüt inşaat alanı (250) m2. yi geçmemek, mümkün mertebe sökülerek başka bir yere nakli
kabil malzemeden ve buna müsait bir sistemde inşa edilmek şartı ile ve yine
imkân nisbetinde mevcut ve müstakbel yol
güzergâhlarına tesadüf ettirilmemek suretiyle imar planı tatbikatına kadar,
sahiplerinin isteği üzerine Belediye Encümenince muvakkat yapı yapılmasına izin
verilir. Bu yapının, imar planına göre bulunduğu bölgenin özellikleri ve
Belediye Başkanlığının teklifi de göz önüne alınarak hangi maksat için yapılıp
kullanılabileceği Belediye Encümenince tayin ve tesbit
olunur. Mülk sahibi bu maksadın dışına çıkarmaz."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 4/2/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. i. Başvurucu;
maliki olduğu İzmir ili Balçova ilçesinde yer alan ve üzerinde 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış 81 m²
yüz ölçümlü iki katlı yapı bulunan taşınmaz üzerine ayrıca günübirlik tesis
olarak kafe ve restoran yapmak için geçici inşaat ruhsatı verilmesi istemiyle
Balçova Belediyesine başvurduğunu, yaptığı başvurunun cevap verilmeyerek zımnen
reddedildiğini, bunun üzerine zımnen ret işleminin iptali talebiyle İzmir 1.
İdare Mahkemesinde açtığı davanın 3194 sayılı Kanun’un 33. maddesinin üçüncü
fıkrası gerekçe gösterilerek reddedildiğini, davanın reddi nedeniyle taşınmazı
üzerinde geçici bina yapmasının mümkün olmadığını, bu durumun idarelerin imar
planı yapmakta gecikmesinden kaynaklanan, taşınmaz maliklerinin taşınmazları
üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması yönündeki mağduriyetlerinin
giderilmesine engel olduğunu, söz konusu kısıtlamanın taşınmazının serbestçe
kullanımı üzerinde belirsizlik oluşturduğunu belirterek mülkiyet hakkının ve
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; 3194 sayılı Kanun"un 33.
maddesinin üçüncü fıkrasının iptal edilmesini talep etmiştir.
ii. Başvurucu ayrıca İzmir 1. İdare
Mahkemesinde açtığı davanın 3194 sayılı Kanun’un 33. maddesinin üçüncü bendi
gerekçe gösterilerek reddedilmesinden dolayı Planlı Alanlar Tip İmar
Yönetmeliği"nin 21. maddesi hükmü dikkate alındığında ancak mevcut 81 m² yüz
ölçümlü kullanılan binanın yıkılması hâlinde yeni baştan toplam 250 m² yüz
ölçümüne kadar muvakkat yapı inşa edebileceği sonucunun ortaya çıktığını, oysa
mevcut kullanılan binanın yıkılmasında hiçbir kamu yararı bulunmadığını
belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 3194 sayılı
Kanun"un 33. maddesinin üçüncü fıkrasının iptal edilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun,
taşınmazı üzerindeki serbestçe kullanım yetkisinin kısıtlanarak mülkiyet
hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin, söz konusu
taşınmazın 30/10/1986 tarihli İzmir Büyükşehir
Belediyesi Belediye Meclisi kararı ile onanan 1/5.000 ölçekli nazım imar planı
revizyonu ile "mesire alanı" olarak
belirlenerek (bkz. § 11), 3194 sayılı Kanun"un 33. maddesi kapsamında "umumi hizmete ayrılan yer" olarak değerlendirilmesinden kaynaklandığı
anlaşıldığından imar planının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali
iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
23. Bununla birlikte başvurucunun, İzmir
1. İdare Mahkemesinin davanın reddi yönündeki kararından dolayı Planlı Alanlar
Tip İmar Yönetmeliği"nin 21. maddesi hükmü dikkate alındığında taşınmazı
üzerine yeni veya ek bir muvakkat yapı inşa edebilmesinin ancak mevcut yapının
yıkılması sureti ile mümkün olabileceği, oysa mevcut binanın yıkılmasında kamu
yararının bulunmadığı yönündeki şikâyetinin, imar izni verilmemesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
a. İmar Planının
Uygulanmaması Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlaline İlişkin İddia
24. Başvurucu, taşınmazı üzerine muvakkat yapı inşa etmek için
yaptığı talebin reddi üzerine, ret yönündeki idare işleminin iptal edilmesi
amacıyla açtığı davanın da 3194 sayılı Kanun"un 33. maddesinin üçüncü fıkrası
gerekçe gösterilerek reddedildiğini dolayısıyla taşınmazı üzerindeki serbestçe
kullanım hakkının belirsiz olarak kısıtlandığını belirterek mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Anayasa"nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
" Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır."
26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
27. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya
çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine
başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması
esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan
denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17, 18).
28. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını
tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala
riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması
esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının
varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun
kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu
nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında
beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri
dikkate alınarak incelenmesi gerekir (Işıl Yaykır, B. No. 2013/2284, 15/4/2014,
§ 42).
29. Başvuru konusu olayda başvurucunun maliki olduğu İzmir ili Balçova İlçesi 198 ada 21 parselde
kayıtlı taşınmazın, İzmir Büyükşehir Belediyesinin 30/10/1986
tarihli kararı ile onanan 1/5.000 ölçekli nazım imar planı revizyonu ile "mesire alanı" olarak
belirlendiği, söz konusu taşınmazın üzerinde 8/11/1995 tarihli geçici inşaat
ruhsatı ile yapılmış bulunan 81 m² yüz ölçümlü, 6,50 metre yüksekliğinde iki
katlı yapı bulunduğu ve bu hâliyle başvurucu tarafından 2001 yılında satın
alındığı, başvurucunun 29/5/2009 tarihinde 3194 sayılı Kanun"un 33. maddesi
hükmüne dayanarak anılan taşınmaz üzerinde muvakkat yapı yapabilmek amacıyla
idareden ruhsat talebinde bulunduğu, talebin cevap verilmemek sureti ile reddi
üzerine ret işleminin iptali için açılan davanın da İzmir 1. İdare Mahkemesinin
22/7/2010 tarihli kararı ile 3194 sayılı Kanun"un üçüncü fıkrası gerekçe
gösterilerek reddedildiği ve bu kararın temyiz ve karar düzeltme aşamalarından
geçerek 15/11/2012 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
30. Somut olayda İzmir 1. İdare
Mahkemesinde açılan iptal davasında başvurucunun, taşınmazının 3194 sayılı
Kanun"un 33. maddesi kapsamında muvakkat yapı ruhsatı için öngörülen şartları
taşıdığını ileri sürdüğü, İlk Derece Mahkemesinin de dava konusu taşınmazı
anılan maddenin birinci fıkrası kapsamında "umumi
hizmete ayrılan yer" kapsamında değerlendirdiği ancak aynı
maddenin üçüncü fıkrasında yer alan "Birinci
fıkrada sözü geçen bir parselde, esasen kullanılabilen bir bina varsa bu
parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği" hükmü
uyarınca davayı reddettiği ve bu kararın kesinleştiği anlaşılmıştır.
31. Bu bağlamda başvurucunun kesinleşen yargı süreci üzerine
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak taşınmazı üzerindeki kullanım
hakkının belirsiz süreyle kısıtlandığından şikâyet ettiği anlaşılmışsa da
başvurucunun idareye yönelik reddedilen talebinin ve ret işlemi üzerine
başlattığı yargılama sürecinin bir bütün olarak değerlendirilmesi sonucu söz
konusu şikâyetin esasen, taşınmazın 30/10/1986 tarihli
İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararı ile onanan 1/5.000 ölçekli nazım imar
planında "mesire alanı" olarak
belirlenmesinden ve bu belirleme üzerine taşınmazın 3194 sayılı Kanun uyarınca "umumi hizmete ayrılan yer" olarak
değerlendirilmesinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.
32. Bu durumda başvurucunun 3194 sayılı
Kanun"un 10. maddesinde yer verilen, belediyelerin; imar planlarının yürürlüğe
girdiği tarih itibarıyla en geç üç ay içinde bu planı uygulamak için beş yıllık
imar programlarını hazırlayacakları, bu programların belediye meclisinde kabul
edildikten sonra kesinleşeceği ve beş yıllık imar programları sınırları içinde
kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerin ilgili
kamu kuruluşlarınca bu program süresi içinde kamulaştıracakları (bkz. § 15)
yönündeki düzenlemeler uyarınca işlem tesis edilmesini talep etme imkânı
bulunmaktadır.
33. Başvuru konusu olaya benzer şekilde 3194 sayılı Kanun"un 10.
maddesinin uygulaması kapsamında ortaya çıkan uyuşmazlıkların hem adli yargı
mercileri hem de idare mahkemeleri önünde dava konusu edildiği, adli yargı
mercilerince uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata
geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma yoluna gitmeyen idarece pasif ve suskun
kalmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği
gerekçesiyle kamulaştırmasız el koyma kapsamında değerlendirme yapılarak
uyuşmazlıkların çözümü yoluna gidildiği, aynı konuda ilgililer tarafından idare
mahkemelerinde açılan davaların ise 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu"nun idari işlem ve eylemlerden doğan zararların
tazminini öngören 12. ve 13. maddeleri kapsamında çözümlendiği, adli yargıda
açılan davalarda görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı
çıkması sonucu Uyuşmazlık Mahkemesine yansıyan başvurular neticesinde
Mahkemece, somut başvuruya benzer şekilde imar planı ve buna dayalı imar
uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davaların
idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı merciince
çözümlenmesi gerektiğine karar verildiği anlaşılmaktadır (Yenibaşaran Uluslararası Nakliyat ve Ticaret A.Ş., B. No.
2013/3300, 18/9/2014, § 35).
34. Uyuşmazlık Mahkemesinin söz konusu kararının ardından 2942
sayılı Kanun"un geçici 6. maddesinde 24/5/2013 tarihli
ve 6487 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik kapsamında, anılan maddenin onuncu
fıkrasında uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara
ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan
taşınmazlar hakkında, 3194 sayılı Kanun’da öngörülen idari başvuru ve işlemler
tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabileceği düzenlemesine yer
verilmiştir. Belirtilen değişiklik sonrasında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca
(YHGK), imar kısıtlamalarından kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda
açılması gerektiğine hükmedildiği (YHGK, E.2013/5-603, K.2013/1503,
30/10/2013), Danıştay tarafından da söz konusu tasarruf kısıtlamalarının idari
işlem ve eylemlerden kaynaklanması ve 2942 sayılı Kanun"da yapılan değişiklik
nedeniyle imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen
kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görev ve çözümünde idari yargı
merciinin görevli olduğuna hükmedildiğianlaşılmaktadır
(Yenibaşaran Uluslararası Nakliyat ve Ticaret A.Ş., § 36).
35. Buna göre başvurucunun İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin 30/10/1986 tarihli kararı ile onanan nazım imar planı
revizyonu ile "mesire alanı" olarak
belirlenen ancak imar programına alınmayan ve kamulaştırması yapılmayan
taşınmazının mülkiyeti üzerinde oluşan kısıtlamalar nedeniyle oluşan
zararlarının tazminini sağlayabileceği etkili ve yeterli başvuru yolunun 2942
sayılı Kanun"un değişik geçici 6. maddesi uyarınca idare mahkemelerinde
açılacak tam yargı davası olduğu, bu yolun kullanılması suretiyle başvuru
yollarının tüketilmiş sayılacağı ancak başvurucu tarafından bu yönde tam yargı
davası açma yoluna gidilmediği anlaşılmaktadır.
36. Açıklanan nedenlerle başvurucu
tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olarak iptal
davası açma yoluna gidilmekle birlikte somut başvuru açısından daha etkili
giderim yolu olan tam yargı davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel
başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
37. Öte yandan başvurucunun taşınmazı üzerine yeni veya ek
inşaat yapamaması suretiyle gerçekleşen kısıtlama nedeniyle Anayasa’nın 10.
maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının,
anılan Anayasa maddesindeki ifadeler dikkate alındığında soyut olarak
değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer
alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049,16/4/2013,§
33). Bu çerçevede imar planının uygulanmaması nedeniyle başvurucunun mülkiyet
hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığı anlaşıldığından mülkiyet hakkının
ihlal edildiğine yönelik şikâyetinin incelemesinde ayrıca eşitlik ilkesi
yönünden değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
b. İmar
İzni Verilmemesi Nedeniyle Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucunun söz konusu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı anlaşıldığından ve şikâyetin kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek bir neden de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
38. Başvurucu, İzmir 1. İdare Mahkemesinin davanın reddi yönündeki
kararından dolayı Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği"nin 21. maddesi hükmü
dikkate alındığında taşınmazı üzerine yeni ve veya ek bir muvakkat yapı inşa
edebilmesinin ancak mevcut yapının yıkılması sureti ile mümkün olabileceğini,
oysa mevcut binanın yıkılmasında kamu yararı bulunmadığını belirterek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Bakanlık görüşünde, mülkiyetin kamu
yararına kullanımının kontrolüne dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
içtihatları hatırlatılmakla birlikte idarelerin imar planı gibi karmaşık ve
düzenleme yapılması gereken alanlarda belli bir takdir hakkına sahip oldukları,
ancak bu planlar yapılırken söz konusu takdir yetkisinin kamu yararı
doğrultusunda kullanılmasının gerektiği, bu bağlamda somut olayda ilgili
idareden görüş alınmasının faydalı olacağının düşünüldüğü belirtilmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında; açmış
olduğu davanın 3194 sayılı Kanun"un 33. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince
reddedildiğini, anılan düzenlemenin idarelere herhangi bir takdir yetkisi
tanımadığını, dolayısıyla takdir yetkisi kullanımının söz konusu olmadığını, bu
nedenle idareden görüş alınmasının gerekli olmadığını ifade etmiştir.
41. Anayasa"nın
"Mülkiyet Hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
43. Anayasa"nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
44. Anayasa"nın "Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması" kenar başlıklı 56. maddesi
şöyledir:
"Herkes,
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
..."
45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu
Protokol"ün "Mülkiyetin korunması"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
46. Anayasa"nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Anayasa"ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla
sınırlama getirilebilir. Anayasa"nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak
bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir
(Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
47. Anayasa"nın 35. maddesi ve Sözleşme"ye
Ek (1) No.lu Protokol"ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir. Her iki hüküm de üç kural ihtiva etmektedir. Buna göre Sözleşme"nin
ilk cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha
geniş manada mülkiyet hakkını tanımakta, düzenlemelerin ikinci cümleleri de
kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere
ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına
almaktadır.
48. Her iki hükmün üçüncü cümleleri ise mülkiyetin kullanımının
kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Bu doğrultuda
Anayasa"nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum
yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir
ilkeye yer verirken Sözleşme"ye Ek (1) No.lu
Protokol"ün birinci maddesinin ikinci fıkrası devletlere mülkiyeti kamu
yararına düzenleme ile vergiler ve diğer katkılar ile cezaların tahsili
konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama konusundaki haklarını saklı
tutarak taraf devletlerin genel yarara uygun olarak "mülkiyetin kullanımını kontrol" yetkisine sahip
olduklarını kabul etmektedir. Bununla beraber Anayasa"nın birçok maddesi
ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti
düzenleme yetkisi vermektedir.
49. AİHM"e göre ikinci ve üçüncü
kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci
kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci kuralın
ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014,
§ 47).
50. Anayasa ve Sözleşme"de yer alan ve
yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Buna göre
mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla
kullanılmalıdır. Bunun yanında ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun
bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü, davanın koşullarına göre düzenleme
yetkisinin kullanıldığı her durumda gerekmeyebilmektedir(Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 48).
51. Devlet, düzenlemeyi bireylerin veya tüzel kişilerin olumlu
eylemlerde bulunmalarını zorunlu tutarak veya faaliyetlerine kısıtlamalar
getirerek gerçekleştirebilir. Bu tür düzenlemeler, mevzuatı kabul edilemez
duruma getirecek kadar alışılmışın dışında sonuçlar doğurmadığı sürece devletin
takdir yetkisi içinde kabul edilmektedir (Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, § 49).
52. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 18/5/1955
tarihli ve 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun"a 4531 sayılı
Kanun"la ilave edilen geçici 7. maddeyle kira artışlarını ilk yıl %25 takip
eden yıl %10"la sınırlayan hükmü, "Taşınmaz
mal darlığının, Devletçe önlem alınmaması durumunda kiraların normalin üstünde
artacağı açıktır. Kira olgusunun bu bakımdan toplumsal bir sorun olduğu kabul
edildiğinde Devletin kira konusunda kamu yararı amacıyla kimi hak ve
özgürlükleri sınırlandırmasında Anayasa"nın 2., 13.,
35. ve 48. maddelerine aykırılık yoktur." gerekçesiyle
Anayasa"nın diğer hükümleri yanında mülkiyet hakkına da aykırı bulmayarak iptal
istemini reddetmiştir (AYM, E.2000/26, K.2000/48, 16/11/2000).
53. Başvurucu, taşınmazı üzerine muvakkat yapı inşa edebilmenin ancakkullanmakta olduğu mevcut yapıyı yıkması hâlinde
mümkün olabileceğini ancak mevcut yapıyı yıkmasında kamu yararı olmadığını
belirtip taşınmazını dilediği gibi kullanmadığından yakınarak mülkiyet hakkının
ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir.
54. Bu durumda öncelikle başvurucunun bireysel başvuru konusu
yaptığı idarenin ret işlemine ve ret işleminin iptali için açılan davaya konu
olan "muvakkat yapı" kavramının
ortaya konulması gerekmektedir.
55. Geçici yapı olarak da adlandırılabilen, esasen kısa süreli
kullanıma açılan ve değerlendirilen yapılar olarak tanımlanabilecek muvakkat
yapılara ilişkin düzenlemelere 3194 sayılı Kanun"un 33. maddesinde ve Planlı
Alanlar Tip İmar Yönetmeliği"nin 21. maddesinde yer verilmiştir. Anılan düzenlemelere göre üzerinde muvakkat yapı inşasına izin
verilebilmesi için ilgili taşınmaz; imar planı içerisinde bulunmak ve henüz beş
yıllık imar programına alınmamış olmak, imar planına göre kapanması gereken yol
ve çıkmaz sokak üzerinde bulunmak veya 3194 sayılı Kanun"un 18. maddesi
uygulanarak henüz üzerinde sürekli yapı yapılabilecek duruma getirilmemiş olmak
yahut 3194 sayılı Kanun"un 13. maddesi uyarınca kamu hizmetlerine ayrılan
yerlerde bulunmak, üzerinde İmar Yönetmeliği hükümlerine göre yapı yapılma
olanağı olmak ve malikinin bu yönde yazılı başvurusu bulunmak şartlarını
taşımalıdır (bkz. §§ 17, 19).
56. Yine ilgili hükümler ile muvakkat
yapının süresi on yıl ile sınırlandırılmakta, muvakkat yapı inşa edilecek
parselde esasen kullanılabilen bir bina varsa artık bu parselde muvakkat yapı
inşasına ve mevcut yapıya ilavelerde bulunulmasına izin verilememekte bununla
birlikte bazı yerlerde imar plan ve yönetmeliklerine göre birden çok muvakkat
yapıya izin verilebileceği kurala bağlanmakta fakat bu gibi yerlerde ise toplam
muvakkat yapı brüt inşaat alanının 250 m²yi geçemeyeceği düzenlenmektedir (bkz.
§§ 17, 19).
57. Başvurucunun maliki olduğu taşınmazı dilediği şekilde
kullanma hakkı Anayasa"nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına
dâhil olmakla beraber devletin bu kullanımı kontrol/düzenleme yetkisi
bulunmaktadır. Somut başvuru konusu olayda başvurucunun kendine ait taşınmazı
üzerine muvakkat yapı inşa edebilmesi talebi, idarenin talebini reddetmesi ve
başvurucunun idari işlemin iptali amacıyla açtığı davanın da Mahkemece
reddedilmesi nedeniyle mümkün olamamıştır. Bu durumda somut başvuruda
başvurucunun kendine ait taşınmazının kullanımını kontrol eden/düzenleyen
müdahalenin başvurucunun mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğinin tespit
edilmesi için müdahalede kanuniliğin, kamu yararının ve adil dengenin korunup
korunmadığının incelenmesi gerekmektedir.
58. Anayasa"nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme,
biçimini değiştirme, harcama ve tüketme hatta yok etme) olanağı veren bir
haktır (AYM, E.1988/34, K.1989/26, 21/6/1989; AYM,
E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
59. Anayasa"nın 35. ve 13. maddeleri mülkiyet hakkına
getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması
gerektiğini hüküm altına almaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir
diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı
kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik
şartını karşılayabildiğini kabul ederken Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak
manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme"den
daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, § 31).
60. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki
belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik
koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 56).
61. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni,
bireylerin -gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle- hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının
yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
62. "Belirlilik" ilkesi yalnızca yasal belirliliği
değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir,
bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması
koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile
de hukuki belirlilik sağlanabilir. Asıl olan muhtemel muhataplarının mevcut
şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini
mümkün kılacak bir normun varlığıdır (AYM, E.2009/9, K.2011/103, 16/6/2011).
63. Bu ilkeler ışığında somut olay
bakımından değerlendirme yapıldığında mülkiyetin kullanımını kontrol/düzenleme
şeklindeki müdahalenin 3194 sayılı Kanun"un 33. maddesinin üçüncü fıkrası
hükmüne dayanılarak gerçekleştirildiği ve bu doğrultuda ilgili düzenlemenin
umumi hizmetlere ayrılan yerlerde muvakkat yapı ve inşaata izin verilebileceği
ancak esasen böyle bir yerde kullanılabilen bir bina varsa bu yerde yeniden
inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği konusunda yeterli açıklıkta
hüküm bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda ise müdahalenin hukuki dayanağının yeterli
açıklıkta bulunduğu ortadadır. Ayrıca mevcut düzenlemeler başvurucunun mevcut
koşullarda makul kabul edilebilecek bir ölçüde davranışlarının sonuçlarını
önceden öngörmelerini sağlamaya yetecek hukuki belirlilik de taşımaktadır.
64. Bu durumda kanuni dayanağı bulunan müdahalenin kamu yararı
meşru amacının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.
65. Anayasa"nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kamu yararı
amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabilmesi Anayasa"nın 2. maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti
ilkesiyle de yakından ilgili olup Anayasa Mahkemesi kararlarında da kamu yararı
kavramı, sosyal hukuk devletinin tanımlanmasında göz önünde bulundurulması
gereken unsurlardan biri olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda sosyal hukuk
devleti ilkesinin hayata geçirilebilmesi için zaman zaman farklı ekonomik ve
sosyal politikalar uygulanması gerekebilmekte, bu politikaların uygulanabilmesi
için de kamu yararı amacıyla mülkiyet hakkına sınırlamalar getirilmesi ihtiyacı
doğabilmektedir (AYM, E. 2000/77, K. 2000/49, 21/11/2000).
66. Toplum yararı, ortak çıkar, genel yarar gibi birbirinin
yerine kullanılan kavramlarla ifade edilen ve bireysel çıkardan farklı, onun
üstünde ortak bir yarar olan kamu yararı Anayasa"nın 35. maddesinin mülkiyet
hakkı açısından öngördüğü özel sınırlandırma sebebi olup genel yarar ve
toplumsal yarar gibi ifadeleri de kapsayacak şekilde geniş yorumlanmaktadır
(AYM, E. 1999/46, K. 2000/25, 20/09/2000). Kamu yararı
kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda
sınırlandırılmasına imkân vererek, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra
mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu
anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde
korumaktadır (Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, § 28).
67. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün
kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek
durumundadır. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme
organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu
belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Kamu yararı konusunda bir
uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması
yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları
açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde açıkça temelden
yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı
tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz (Mehmet Akdoğan, §§ 34, 35, 36).
68. Anayasa"nın 56. maddesi ile herkesin sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkı tanınmakla birlikte çevreyi geliştirme, çevre sağlığını
koruma ve çevre kirliliğini önlenmenin hem devletin hem de vatandaşların ödevi
olduğu düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre çevrenin geliştirilmesi, çevre
sağlığının korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik her türlü
tedbiri almak devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla devlet, çevrenin
korunmasını sağlamak için etkili bir maddi hukuk düzeni oluşturmak ve öngörülen
maddi hukuku uygulamak üzere gereken teşkilatı kurmakla yükümlüdür (AYM,
E.2011/106, K.2012/192, 29/11/2012). Bu bağlamda kanun
koyucunun, Anayasa"nın 56. maddesinde öngörülen görevlerini yerine
getirebilmesi bakımından sağlıklı ve dengeli bir çevrenin koşullarını yaratması
yönünde tedbirler alması da doğaldır (AYM, E.2011/110, K.2012/79, 24/5/2012). Nitekim 3194 sayılı Kanun"un 1. maddesi "Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki
yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü
sağlamak amacıyla düzenlenmiştir." hükmünü barındırmaktadır.
69. Somut olayda başvurucunun, taşınmazı üzerine yeni ve veya ek
bir muvakkat yapı inşa edebilmesinin ancak kullanılan mevcut yapının yıkılması
sureti ile mümkün olabileceğine, oysa mevcut binanın yıkılmasında kamu
yararının bulunmadığına yönelik şikâyetinin esasen taşınmazının, nazım imar
planı revizyonu ile "mesire alanı" olarak belirlenmesinden kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
70. İmar planları, planlanan yörenin
bugünkü durumunun, olanaklarının ve ilerideki gelişmesinin gerçeğe en yakın
şekilde saptanabilmesi için coğrafi veriler, beldenin donatımı ve mali, sosyal
kültürel ve ticari yönden kullanılışı gibi konularda yapılacak araştırma ve
incelemeler sonucu elde edilecek bilgilere göre çeşitli kentsel işlevler
arasında var olan veya edinilecek olanaklar ölçüsünde en iyi çözüm yollarına
ulaşmak, belde halkına iyi ve uygar bir yaşama düzeni ve koşulları sağlamak amacıyla
kentin kendine özgü yaşayış biçimi ve karakteri, nüfus, alan ve yapı
ilişkileri, yörenin gerek çevresiyle gerekse çeşitli alanlar arasındaki
bağlantıları, halkın sosyal ve kültürel gereksinimleri, güvenlik ve sağlığı ile
ilgili konular dikkate alınarak hazırlanır. Bu bakımdan insan, toplum, çevre
ilişkilerinde kişi ve aile mutluluğu ile toplum hayatını yakından etkileyen
fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini
ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın koruma, kullanma dengesini en
akılcı biçimde şehircilik ilkelerine uygun olarak belirlemek amacıyla
düzenlenen imar planlarının yapılmasında ve imar planında belirtilen biçimde
davranılmasında da kamu yararı olduğu açıktır (AYM, E.1988/34, 1989/26, 21/6/1989).
71. Bu bağlamda başvurucunun taşınmazına, taşınmazın bulunduğu
yörede imar planı yapılmış olması ve planda taşınmazın "mesire alanı" olarak tespiti
nedeniyle yeni/ek muvakkat yapı inşa etmesine izin verilmemesi şeklinde yapılan "mülkiyetin kontrolü" yönündeki
müdahalenin de kamu yararı kapsamında gerçekleştirildiği konusunda şüphe
yoktur.
72. Ancak mülkiyetin kullanımını düzenleyen kanun ve
uygulamaların, elde edilmek istenen kamu yararıyla bireysel menfaatler arsında
adil bir denge kurması yani ölçülü olması gerekir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 63).
73. Somut olayda başvurucu, üzerinde 8/11/1995
tarihli geçici inşaat ruhsatı ile yapılmış bir bina bulunan taşınmazına ilave
günübirlik tesis olarak kafe ve restoran yapabilmek için geçici inşaat ruhsatı
verilmesi istemiyle idareye yaptığı başvurunun zımnen reddinin ardından İzmir
1. İdare Mahkemesinde idarenin zımni ret işleminin iptali istemiyle iptal
davası açmıştır. Yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İdare Mahkemesi 22/7/2010 tarihli kararı ile söz konusu taşınmaz üzerinde
mevcut bulunan ve 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile inşa edilmiş
binanın esasen kullanılabilen bir bina olduğuna kanaat etmiş, 3194 sayılı
Kanun"un 33. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca davanın reddine hükmetmiş ve bu
karar temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir.
Dolayısıyla ilgili yargılama sürecinde ortaya çıkan sonuca göre başvurucunun
taşınmazı üzerinde yeni bir muvakkat yapı inşa edememesine sebep olan durum,
başvurucunun hâlihazırda kullanmakta olduğu ve taşınmazın satın alınması
sırasında varlığından haberdar olduğu mevcut muvakkat yapıdan
kaynaklanmaktadır. Söz konusu yapının da 3194 sayılı Kanun"un 33. maddesinin
üçüncü fıkrasında bahsedilen "esasen
kullanılabilen bir bina" olup olmadığı hususunda ise Derece
Mahkemelerinin takdir yetkisine sahip oldukları kuşkusuzdur.
74. Bu durumda 30/10/1986 tarihinde
onanan nazım imar planı revizyonu ile "mesire
alanı" olarak belirlenen bir taşınmaz üzerinde kanun koyucu
tarafından, geçici de olsa belli bir yüz ölçümüne kadar yapı inşa edilmesineimkân tanındığı ve başvurucunun söz konusu
taşınmazı, üzerinde 8/11/1995 tarihli geçici inşaat ruhsatı ile inşa edilmiş ve
iptal davası sürecinde hâlen kullanıldığı tespit edilen bir yapı bulunduğu
hâliyle 2001 yılında satın aldığı dolayısıyla satın alma tarihinde taşınmazın
imar planında "mesire alanı" olarak
tespit edildiğini ve taşınmaz üzerinde birtakım sınırlamalar olabileceğini
bilebilecek durumda olduğu somut olayın özelliklerinden anlaşılmaktadır. Söz
konusu hususlar dikkate alındığında ise başvurucunun mülkiyet hakkını
kullanmasına getirilen sınırlandırmanın,taşınmazın
kullanımını tamamen ortadan kaldırmadığı ve ulaşılmak istenen kamu yararı
dikkate alındığında başvurucu üzerine aşırı bir yük getirmediği dolayısıyla "adil dengeyi" bozmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
75. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvurucunun sahibi
olduğu taşınmaz üzerine yeni/ek muvakkat yapı inşa etme talebinin
reddedilmesinin hukuki dayanağı olduğu ve meşru bir kamu yararına dayandığı,
başvurucunun kişisel yararı ile toplumun genel yararı arasında başvurucu
aleyhine ölçüsüz ve ağır bir yüke sebep olan bir uygulamanın da olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
76. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa"nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İmar planının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlaline ilişkin iddianın "başvuru
yollarının tüketilmemesi" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İmar izni verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35.maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
4/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.