
Esas No: 2013/3017
Karar No: 2013/3017
Karar Tarihi: 16/12/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
SÜLEYMAN DEVECİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/3017) |
|
Karar Tarihi: 16/12/2015 |
R.G. Tarih ve Sayı: 5/2/2016-29615 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Raportör Yrd. |
: |
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR |
Başvurucu |
: |
Süleyman DEVECİ |
Vekili |
: |
Av. Suat ÇETİNKAYA |
I.
BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; Şanlıurfa Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunda görevli infaz koruma memurları tarafından darbedilme, sakalın zorla kesilmesi, şikâyette
bulunulmaması için tehdit edilme, sorumluların cezasız kalması nedenleriyle
Anayasa"nın 17., 19., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiği iddiaları
hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 2/5/2013
tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından
25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 24/6/2015
tarihli görüş yazısı 6/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu,
Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
III. OLAY
VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri
ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, resmî evrakta
sahtecilik ve kamu kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından
mahkûmiyetinin infazı için 26/6/2006 tarihinde Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumuna
sevk edilmiştir.
8. İnfaz koruma memurları
tarafından 28/6/2006 tarihinde sakalını kesmesi söylenmiş, başvurucunun buna
ilişkin bir kural olup olmadığını sorması ve sakalını kesmek istemediğini
belirtmesi üzerine görevliler ile aralarında tartışma yaşanmış, kurallara
uymadığı gerekçesiyle başvurucunun müşahede odasına alınması yönünde işlem
yapıldıktan sonra sakalı kesilmiştir.
9. Başvurucu, sakalının zor
kullanılarak kesildiğini ve darbedildiğini ileri
sürmektedir. İnfaz koruma memurları ise başvurucunun müşahede odasında kalmamak
için sakalını kesmeyi kabul ettiğini darp ya da zor kullanmanın söz konusu
olmadığını ileri sürmüşlerdir.
10. İnfaz koruma memurları
tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 28/6/2006 tarihli tutanakta
başvurucunun temizliğine riayet etmediği için defalarca uyarıldığı, kendilerine
yönelik olarak “Ben bir siyasi parti
başkanıyım sizinle dışarıda hesaplaşırım.” dediği ve kendilerini
tayinle tehdit ettiği “Hepinizi
süründürürüm, benim kişisel temizliğim bana aittir, kimse bana yaptıramaz,
cezaevi kurallarına uymuyorum, sizler bir hiçsiniz.” dediği, diğer
hükümlü ve tutuklara kötü örnek olduğundan Kurum Müdürü’nün emri dâhilinde
müşahedeye alındığı belirtilmektedir. Anılan tutanak, infaz koruma memurları
Ş.K., H.Ö., A.N., M.D., M.R.B., A.O.Y., R.B., R.Y., H.A. tarafından imzalanmış
ve 29/6/2006 tarihinde Ceza İnfaz Koruma Müdürlüğüne sunulmuştur.
11. Ceza İnfaz Koruma
Müdürlüğüne ayrıca başvurucu tarafından imzalanmış olan “Ben cezaevine henüz yeni geldim. Kuralları
bilmediğimden dolayı olası hatalarım nedeniyle idareden özür dilerim.”
ve “C… B… bey ve A… Ç… beyden yaptığım
hatalardan dolayı özür dilerim.” şeklinde iki dilekçe sunulduğu
anlaşılmaktadır.
12. Başvurucunun kulağından
kan geldiğini ve doktora gitmek istediğini belirtmesi üzerine 29/6/2006
tarihinde başvurucu, Şanlıurfa Devlet Hastanesine götürülmüş; burada düzenlenen
adli raporda darp ve cebir öyküsü bulunduğu, yüzünde sağ zygoma
kemiği üzerinde 3x2 cm’lik, sol zygoma
üzerinde 2x2 cm’lik, burun üstünde 1x1 cm’lik ekimozlar; göğüs ön sol
tarafta 12. kot çevresinde hassasiyet, sağ skapula
üstünde 1x2 cm’lik ekimoz
tespit edilmiş; başvurucu göğüs ve batın patolojisi için Harran Üniversitesi
Tıp Fakültesine sevk edilmiştir.
13. Harran Üniversitesi Tıp
Fakültesinde 29/6/2006 tarihinde düzenlenen müşahede evrakında tüm batın USG
normal olduğu, acil müdahale düşünülmediği, yumuşak doku travması olduğu
belirtilmiştir.
14. Başvurucu, hastanede
doktorlara darbedildiğini anlattığını ancak muayene
için kendisiyle birlikte gelen Ceza İnfaz Kurumu memurlarının gerekli
işlemlerin yapılmasına engel olduklarını beyan etmektedir. Başvurucu, ayrıca
hastaneden sonra Cezaevi müdürünün odasına götürüldüğünü burada tehdit edilerek
kendisine sağlık sorunlarının Cezaevine girmeden önce var olduğunu beyan ettiği
bir dilekçe yazdırıldığını, başka bir kuruma sevk edilmesi koşuluyla dilekçeyi
vermeyi kabul ettiğini beyan etmektedir.
15. Başvurucu tarafından
imzalanarak Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne sunulan dilekçenin içeriği şöyledir:
“29/6/2006 tarihinde gitmiş olduğum Şanlıurfa Devlet Hastanesinden
hakkımda tanzim edilen raporlarda belirtilen rahatsızlıklar ben cezaevine
girmeden önce mevcut idi. Benim rahatsızlıklarımdan cezaevinden kimse sorumlu
değildir.”
16. Başvurucu, yaklaşık iki
buçuk ay sonra Halfeti Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiş; 7/9/2006 tarihinde
verdiği dilekçe ile Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda kötü muamele gördüğünü,
kendisini darbeden, suçu bildirmeyen ve bildirilmesine engel olan kamu
görevlileri hakkında şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.
17. Başvurucu; Ceza İnfaz
Kurumunda hükümlü olarak bulunan M.Ö. ve Ö.D. tarafından yazılıp imzalanmış,
başvurucunun dövüldüğüne şahit olduklarına dair Savcılığa birer dilekçe
sunmuştur.
18. Halfeti Cumhuriyet
Savcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucuya infaz koruma
memurları arasından teşhis yaptırılmış, şüpheli ve tanık ifadeleri ile
başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır.
19. Başvurucu, Şanlıurfa
Kapalı Cezaevinde görev yapan infaz koruma memurları arasından 1/2/2007
tarihinde yaptığı teşhiste Ş.K.nin kendisini ayakta
tokatladığını ve kafasına bastığını, A.Ö.nün
kendisini yerde tekmelediğini, H.Ö.nün olay yerinde
bulunduğunu ancak şiddet uygulamadığını, A.Ç.nin
kendisinin yere yatırılmasını istediğini ve yerde tekmelediğini, H.A’nın yerde tekmelediğini, M.Y.nin
kendisini yere yatırarak tekmelediğini, M.R.B ve H.P.nin
kendisini ayakta iken dövdüğünü ve yerde iken tekmelediğini, M.D.nin kendisini arkasından sarıp tuttuğunu, yere
yatırıldığında ise göğsüne diziyle bastırdığını ve her iki yanağına tokat
attığını, işitme kaybına sebebiyet veren yaralanmanın M.D.nin
eylemi sırasında gerçekleşmiş olabileceğini, sol elmacık kemiği üzerindeki
yaralanmanın tekme atılırken olduğunu ancak kimin yaptığını bilmediğini, burun
ve sağ elmacık kemiği üzerindeki yaranın Ş.K.nin ayak
tabanıyla yüzüne bastığı sırada olduğunu belirtmiştir.
20. Başvurucu, Savcılık
tarafından alınan ifadesinde özetle 26/6/2006 tarihinde Cezaevine alındığını,
28/6/2006 tarihinde ismini bilmediği bir gardiyanın kendisine sakalını
kesmesini söylediğini, sakalını kesmesiyle ilgili yönetmelikte bir hüküm olup
olmadığını sorması üzerine memurun “yönetmelikte
yoksa ne olacak” şeklinde cevap verdiğini, kendisinin buna hitaben “o zaman keyfi uygulama yapmış olursunuz”
dediğini bunun üzerine gardiyanın gidip kısa bir süre sonra geri geldiğini ve
kendisini koğuştan çıkararak koridorun girişine götürdüğünü, burada sekiz
gardiyanın beklemekte olduğunu, gardiyanlardan birisinin kendisine hitaben “sakalını kesmeyecekmişsin” dediğini, böyle
bir şey söylemediğini yalnızca böyle bir usulün olup olmadığını sorduğunu
belirttiğini, bunun üzerine Arap M. lakaplı M.D.nin “burada kanun benim, sen kendini ne sanıyorsun”
dediğini, bunun üzerine baş gardiyanla görüşmek istediğini söylediğini, aynı
kişinin “baş gardiyan da benim”
dediğini, bunun üzerine A.Ç.nin “götürün kesin” dediğini, bunun üzerine
sekiz gardiyanla birlikte berberhaneye doğru
gittikleri sırada altı gardiyanın daha geldiğini, bu kişileri görse
tanıyabileceğini, Ş.K.nin berbere “kes” dediğini, H. hariç diğer on üç
gardiyanın A.Ç.nin verdiği “yatırın” komutuyla kendisine
saldırdıklarını, önce Ş.K.nın kendisine tokat
attığını, M.D.nin kollarını arkadan kavradığını,
H.P., R., A.N. ve ismini bilmediği bir gardiyanın kendisini dövmeye devam ettiğini,
kendisini yere düşürdüklerini, yerde iken on üç gardiyan tarafından
tekmelendiğini, yerde iken sakalını kesmeye çalıştıklarını, kendisinin engel
olmaya çalışması üzerine M.D.nin boğazını tutarak
birkaç kez tokat attığını, “imdat” diye
bağırınca Ş.K.nin ayakkabısı ile yüzüne bastırdığını,
daha sonra ayağını sol gözüne koyduğunu ve küfür ettiğini, berbere “kes” dediğini, yerde iken tıraş
edildiğini, nefesinin daraldığını ve kalp krizi geçiyorum diye bağırdığını,
berberin de tıraşı bitirmesi üzerine kendisini bıraktıklarını ve müşahede
odasına götürdüklerini, burada kimsenin bulunmadığını, kendisini güvende
hissetmediği için şikâyetçi olmayacağını belirterek koğuşuna götürmelerini
istediğini, bunun üzerine kendisine bir özür dilekçesi imzalattıklarını ve
kendisini başka bir koğuşa götürdüklerini, kulağından kan gelmeye başladığını,
ertesi gün de kan durmayınca doktora gitmek istediğini, revire götürüldüğünü,
buradaki sağlık memuruna darbedildiğini anlattığını,
düştüğünü söylemesi koşuluyla kendisini doktora götürebileceklerini
söylediklerini, çaresiz olduğu için kabul ettiğini, saat 16:30’da kendisini
Cezaevi doktoruna götürdüklerini, doktora düştüğünü söylediğini, muayeneden
sonra doktorun kendisini hastaneye sevk ettiğini, hastanede doktorun yanında yalnız
olmadığını, buna rağmen darbedildiğini belirttiğini
ve rapor tutulmasını istediğini, burada kendisine tetanos aşısı yapıldığını,
muayene ve tahliller yapıldıktan sonra başka bir hastaneye gittiklerini, burada
doktor kendisini muayene etmek isterken kendisini hastaneye getiren Cezaevi
memurlarının doktoru dışarı çağırdıklarını, bir süre sonra bayan bir doktorun
geldiğini, bu doktordan yardım istediğini, Cezaevine döndüklerinde müdürün
odasına götürüldüğünü, burada kendisini tehdit ettiklerini, bir kâğıda
“Yaralanmalarım cezaevine girmeden önce olmuştur.” şeklinde dilekçe
yazdırdıklarını, başka bir cezaevine nakil olmak koşuluyla kabul ettiğini,
korktuğu için bu Cezaevinde kalmaktayken herhangi bir şikâyette bulunamadığını,
başka cezaevine geçer geçmez Savcılığa dilekçe verdiğini; kendisini darbeden
gardiyanlardan, Cezaevi sağlık memurundan, görevini yapmayan hastane polisinden
ve kendisini en son muayene eden bayan doktor hariç hastane doktorlarından ve
diğer sorumlulardan şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir.
21. İnfaz Koruma Başmemuru Ş.K. Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan
ifadesinde özetle Süleyman Deveci’nin (başvurucu)
Cezaevine geldiğinde çene kısmında uzun sakalı bulunduğunu, İş Kontrolörü A.Ç.nin başvurucuya sakalını kesmesini söylediğini, bunun
üzerine başvurucunun “ben sakalımı
kesmiyorum siz keyfi uygulama yapıyorsunuz, ben siyasi parti il başkanıyım,
sizinle hesaplaşırım” şeklinde tehditler savurduğunu ve bağırdığını
o sırada sekiz on gardiyanın olay yerinde olduğunu, başvurucuyla konuşarak onu
sakinleştirdiğini, bunun üzerine sakalını kesmeye ikna olduğunu, berberhaneye giderek tıraş olduğunu, olaya ilişkin tutanak
tuttuklarını, şahsın yanaklarındaki yaralanmanın bağırdığı sırada ağzını
kapatmaya çalıştıkları sırada olmuş olabileceğini, zaten cildinin hassas
olduğunu, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.
22. İş Kontrolörü A.Ç.,
Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle başgardiyanların
da amiri olduğunu, olay günü başvurucu sakalını kesmek istemeyince tutanak
tuttuğunu ve kendisine bir şey yapmaması için başvurucuyu müşahede kısmına
almalarını söylediğini, başvurucunun “hepinizi
sürdüreceğim” diye bağırmaya başladığını, gardiyanların şahsın
ağzını kapattıklarını, bunun üzerine özür dileyerek sakalını keseceğini
söylediğini, dilekçe yazdıklarını, bunun üzerine kendisini koğuşa
götürdüklerini, olaydan birkaç gün sonra kendisini gördüğünde yanaklarında
hafif kızarıklık olduğunu, gardiyanların bağırmasın diye ağzını kapattıkları
sırada olmuş olduğunu tahmin ettiğini, suçlamaları kabul etmediğini beyan
etmiştir.
23. İnfaz koruma
memurlarından M.R.B., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde
özetle A.Ç.nin talimatı üzerine başvurucuya gidip
sakalını kesmesini söylediğini, başvrucunun sakalını
kesmek istemediğini gidip A.Ç.ye söylediğini, “buraya
getir” deyince başvurucuyu alıp koridora çıkardığını, başvurucunun “benim sakalımı kesemezsiniz” demesi
üzerine A.Ç.nin “kurallara
uymadığı için bu müşahadeye gidiyor”
dediğini, sonra başvurucunun bağırmaya başladığını, M.D.nin
koğuşlar galeyana gelmesin diye ağzını kapattığını, müşahadeye
giderken özür dileyip sakalını kestirmiş olduğunu bildiğini, suçlamaları kabul
etmediğini belirtmiştir.
24. İnfaz koruma memurlarından
M.D., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle berberhanenin bulunduğu yerden bağırma sesleri gelmesi
üzerine oraya gittiğini, koridorda top sakallı birinin “sakalımı kesemezsiniz” diye bağırmakta
olduğunu gördüğünü, bu kişiyi hücreye koyduklarını, beş on dakika sonra kapıyı
tıklayarak kendisini çağırdığını, sakalını keseceğini söylediğini, bunun
üzerine kendisini çıkararak berberhaneye
götürdüklerini, kendisine vurmadıklarını ifade etmiştir.
25. İnfaz koruma
memurlarından A.N., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde A.Ç.nin R.B.yi başvurucunun
koğuşuna göndererek sakalını kesmesini söylettiğini, kendisi olay yerine
gittiğinde başvurucunun koridorda olduğunu gördüğünü, A.Ç.nin
başvurucuya sakalını kesmesini söylediğini, başvurucunun ise “benim sakalımı kestiremezsiniz ben sakalımı kesmem
parti yöneticisiyim” dediğini, o sırada H.Ö. ile birlikte başka bir
kısma geçtiklerini, gerisini bilmediğini, başvurucuya vurmadığını ve ona karşı
zor kullanmadığını belirtmiştir.
26. Ceza İnfaz Kurumu Müdür
Yardımcısı E.Ü., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle
olay günü vekil müdür olduğunu, A.Ç.nin kendisine
sakalını kesmek istemeyen bir kişi olduğu ve müşahedeye alma konusunda bilgi
verdiğini, daha sonra gelip bu kişinin özür dilediğini ve tıraş olduğunu
bildirdiklerini, bu kişi ile yüz yüze hiç görüşmediğini, anlatılan konuşmanın
kendisi ile aralarında geçmediğini, belki diğer müdür yardımcısı arkadaşlarıyla
geçmiş olabileceğini, bu kişilerin ise tayin olup gittiklerini, isimlerinin
M.S. ve H.K. olduğunu beyan etmiştir.
27. Ceza İnfaz Kurumunda
hükümlü olarak bulunan berber M.Ö., Savcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan
beyanında özetle olay günü Başgardiyan Ş.K.nin
başvurucuyu berbere getirdiğini, başvurucunun tıraş olmak istememesi üzerine
kendisine “dışarı çık”
dediklerini, yarım saat sonra çağırdıklarında şahsın berber koltuğunda oturuyor
olduğunu ve kendisini tıraş ettiğini, dövülmüş gibi bir görüntüsü olmadığını,
yara bere izi görmediğini, el yazısıyla kendi ismiyle yazılmış olan ve
Savcılığa sunulan, başvurucunun dövüldüğüne ilişkin yazıyı kendisinin
yazmadığını belirtmiştir.
28. Ceza İnfaz Kurumunda
hükümlü olarak bulunan Ö.D., Savcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan
beyanında öncelikle 4/10/2006 tarihinde tahliye olacağını (ifadenin alındığı
günden on beş gün sonra) belirtmiş, daha sonra özetle 28/8/2006 günü öğleden
sonra başvurucuyu başgardiyanla birlikte yedi sekiz gardiyanın getirip koğuşa
bıraktığını; başvurucunun yüzü, gözü, kolları, bacaklarının perişan hâlde
olduğunu, gözüne kan oturduğunu, başvurucunun dayak yediğini anladığını, sakal
ve bıyığının düzgün olmayan bir şekilde tıraş edilmiş olduğunu, başvuruya ne
olduğunu sorduğunda anlatmadığını ancak Cezaevinde dayak olayının duyulduğunu,
kendisinin daha sonra başvurucuya gidip olayı sorduğunu, yine anlatmadığını
ancak bir ay kadar sonra anlattığını, sakal bırakmanın yasak olmadığını,
Süleyman Deveci koğuştan ayrıldıktan sonra gardiyanların gelip “Süleyman bizi şikayet etmiş, ifade vermeyin zararlı
siz çıkarsınız.” diye tehdit ettiklerini, rutin aramanın dışında
kendi koğuşlarında arama yaptıklarını, bu ifadesinden sonra baskı göreceğini
beyan etmiştir.
29. Halfeti Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından 12/9/2006 tarihinde başvurucu hakkında adli rapor
düzenlenmesi istemiyle Halfeti Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığına, Şanlıurfa
Devlet Hastanesi Baştabipliğine yazı yazılmıştır.
30. Halfeti Kaymakamlığı
Sağlık Grup Başkanlığının düzenlendiği tek hekim geçici raporunda (tarih
bulunmamaktadır) başvurucunun her iki göz çevresinde eski yara izi mevcut
olduğu, şahsın bir üst sağlık kurumuna sevkinin uygun olduğu görüşü
sunulmuştur.
31. Şanlıurfa Devlet
Hastanesince yapılan plastik cerrahi muayenesinde başvurucunun, sağda daha
belirgin olan bileteral, her iki eklemde ağız
açıklığı sırasında kondil eminens
üzerine çıktığı, sağ göz inferolateralinde 15x15 mm’lik skar dokusu mevcut olduğu,
scarın sabit iz niteliği taşıyıp taşımadığının olay
tarihinden altı ay sonra yapılacak muayyene ile tespit edilmesinin uygun
olacağı, çene eklemlerindeki patolojinin duyu veya organlardan birinin sürekli
zayıflığına yol açabileceği, plastik cerrahi tarafından bir ay sonra tekrar
değerlendirilmesinin uygun olacağı hususlarını belirten 13/9/2006 tarihli uzman
hekim geçici raporu düzenlenmiştir.
32. Aynı Kurum tarafından
yapılan KBB muayenesinde başvurucunun sol timpanik membran üzerinde kalker plak ve sol kulakta tiz
frekanslarında hafif derecede sensionöral işitme
kaybı tespit edilmiş, tıbben bu sonuçlara bakılarak kişinin darba uğradığı
yorumu yapılamayacağı şeklinde kesin rapor düzenlenmiştir.
33. Başvurucunun Şanlıurfa
Devlet Hastanesince 8/11/2006 tarihinde yapılan plastik cerrahi muayenesinde
mevcut skarların sabit iz niteliği taşıyıp taşımadığı
açısından kırk beş gün sonra değerlendirilmesi, bileteral
TME patolojisi için Gaziantep Devlet Hastanesi Plastik Cerrahi servisine
sevkinin uygun olacağı şeklinde rapor düzenlenmiştir.
34. Gaziantep Devlet
Hastanesi tarafından düzenlenen 17/11/2006 tarihli raporda, maksimum ağız
açıklığını 4 cm olduğu, sağ temporomandibular eklemde
klik olduğu belirtilmiştir.
35. Şanlıurfa Devlet
Hastanesi tarafından 21/12/2006 tarihli kesin raporda sağ malar
bölgede yer alan 15 mm’lik skar
dokusu, sol inferoorbital bölgedeki 15 mm’lik skar dokusunun sabit eser
taşıdığı, burun dorsumundaki skar
sabit eser niteliğinde olduğu, bileteral TME disfonksiyonu kalıcı vasıfta olduğu bildirilmiştir.
36. Harran Üniversitesi Tıp
Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca 1/2/2007 tarihinde başvurucu
hakkında düzenlenen adli raporda sağ zygoma altında
cilt seviyesinde hemen hemen cilt renginde 1x0,1 cm nedbe, burun sırtı sağda
cilt seviyesinde ciltten hafif koyu renkli 1,5x0,2 cm nedbe, sol zygomada cilt seviyesinde ciltten hafif koyu renkli 1,2x0,1
nedbe, çene sağda cilt seviseyinde ciltten hafif açık
renkli sakal azalmış 1x0,5 cm nedbe bulunduğu, normal ışık altında sözel
diyalog mesafesinden ilk bakışta fark edilmediği, sabit iz niteliğinde
bulunmadığı, temporamandibular eklem hareketleri tam,
açılmada klik sesi duyulduğu, sonuç olarak yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle
giderilebilir nitelikte kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı ve yüzde sabit iz
niteliği taşımadığı mütalaa edilmiştir.
37. Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından 12/2/2007 tarihinde iş kontrolörü A.Ç., İnfaz Koruma Başmemuru Ş.K. ve infaz koruma memurları A.N., M.D.,
M.R.B., A.Ö., H.P., A.O.Y., M.Y., H.A. hakkında kasten yaralama suçundan
yargılanmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir.
38. Şanlıurfa 2. Sulh Ceza
Mahkemesi 26/2/2007 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş, 10/4/2007
tarihinde davaya konu eylemin işkence suçunu oluşturduğu gerekçesiyle
görevsizlik kararı vererek dosyanın Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
39. Dava, Şanlıurfa 3. Ağır
Ceza Mahkemesinin E. 2007/212 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
40. A.Ç. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle kesinlikle şikâyetçiyi (başvurucu)
kastederek “yatırın bunu”
şeklinde talimat vermediğini, tehditte bulunmadığını ve vurmadığını,
başvurucuyu yaralamadığını, sakalını kesmesini söylemeleri üzerine başvurucunun
sinirlendiğini ve bağırmaya başladığını, bir gardiyanın gürültü olmaması için
bağırırken ağzını kapattığını, karşı geldiği için sakinleşmesi amacıyla müşahede
odasına götürmelerini söylediğini, götürülürken başvurucunun kendilerinden özür
dilediğini, sakalını keseceğini söylediğini bunun üzerine berbere götürmelerini
söylediğini, olayın bundan ibaret olduğunu ifade etmiştir.
41. Ş.K. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle başvurucunun sakalını kesmek istememesi
üzerine tartışma yaşanınca tutanak tuttuklarını, müşahedeye alınacağını
anladığından başvurucunun özür dilediğini ve bu hususta yazılı beyanda
bulunduğunu, bunun üzerine diğer gardiyanlar tarafından berbere götürüldüğünü,
vurmadığını, yaralamadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.
42. A.N. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle A.Ç.nin kendisine
başvurucuyu kastederek “sakalı kesilecek”
dediğini, başvurucuyu tek başına berbere götürürken başvurucunun yolda
bağırmaya başladığını, berbere götürüp bıraktığını burada beklemediğini,
vurmadığını, yaralamadığını beyan etmiştir.
43. M.D. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle başvurucuyu müşahede kısmında bir bölüme
aldıklarını, kendisiyle görüşmeye gittiğini ve sakalını kesmeyi kabul etmesi
üzerine berbere götürdüklerini tıraş olduğunu, herhangi bir itiş kakış
olmadığını, başvurucuya kötü davranmaları için bir sebep olmadığını beyan
etmiştir.
44. M.R.B. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle A.Ç.nin talimatı
üzerine başvurucuya gidip sakalını kesmesini söylediğini, sakalını kesmek
istemediğini gidip A.Ç ye söylediğini, “buraya
getir” deyince başvurucuyu alıp koridora çıkardığını, başvurucunun “benim sakalımı kesemezsiniz” demesi
üzerine A.Ç.nin “kurallara
uymadığı için bu müşahadeye gidiyor”
dediğini, başvurucunun bağırmaya başladığını, M.D.nin
koğuşlar galeyana gelmesin diye ağzını kapattığını, müşahedeye giderken özür
dileyip sakalını kestirmiş olduğunu bildiğini, kendisinin görmediğini, diğer
mahkûmların da olayı gördüğünü, başvurucuya vurmadığını, tehditte
bulunmadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.
45. A.Ö. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle olay tarihinde D Blok nöbetçisi olduğunu, olay
yerinde bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını beyan etmiştir.
46. H.P. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle olay tarihinde D Blok nöbetçisi olduğunu,
sakal kesilmesi tartışmasında da, berberhanede
de bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.
47. A.O.Y. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle; olay tarihinde C Blok nöbetçisi olduğunu,
tartışmada bulunmadığını, sadece başvurucu berberhaneye
götürülürken gördüğünü, beş kişinin berbere götürdüğünü, olaylarla ilgisi
olmadığını belirtmiştir.
48. M.Y. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle tartışmayı duyduğunu ama tartışmaya
katılmadığını belirtmiştir.
49. H.A. kovuşturma
aşamasında verdiği savunmada özetle sakal kesilmesi tartışmasında da, berberhanede de bulunmadığını,
olaylarla bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.
50. Başvurucu kovuşturma
aşamasında şikâyet dilekçesi ve Savcılık beyanlarını aynen tekrar ettiğini,
Cezaevi ikinci müdürünün olayı örtbas etmek için kendisini tehdit ettiğini,
onun hakkında da şikâyetçi olduğunu, gördüğü muamele nedeniyle kulağından on
beş gün boyunca kan aktığını, çenesinde çıkık oluştuğunu, yemek yerken hâlenzorlandığını, yüzünde yara izleri olduğunu, başka
cezaevine nakil edilmeden önce iki ay yaralarının iyileşmesi için kendisini
beklettiklerini ifade etmiştir.
51. Şanlıurfa 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin 19/2/2009 tarihli ve E.2007/212, K.2009/16 sayılı kararıyla
sanıklardan 5/12/2008 tarihinde vefat eden M.D. hakkında düşme, A.Ç., A.N.,
M.R.B., A.Ö., H.P., A.O.Y., M.Y., H.A. hakkında beraat kararı verilmiştir.
Sanık Ş.K. hakkında eylemin TCK’nın 256/1 maddesinin yollamasıyla kasten
yaralama suçunu oluşturduğu ve suçun haksız tahrik altında işlendiği
belirtilerek 2.240 TL adli para cezasına hükmedilmiş, sanığın daha önce kasıtlı
bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, sanığın kişilik özellikleri ile
duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç
işlemeyeceği hususunda kanaate varılması nedeniyle sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesi
şöyledir:
“müşteki anlatımlarının sanıklar M.D. ve Ş.K. yönünden doktor raporları
ile uyumlu olması, ...hayatın olağan akışına aykırı biçimde müştekinin … olası
hatalarından dolayı cezaevi idaresinden özür dilediğine dair dilekçe yazması ve
diğer delillerin değerlendirilmesi neticesinde; müştekinin… cezaevine girerken
top sakal diye tabir edilen sakalının bulunduğu, bu sakalı kesmesinin infaz
koruma memurlarınca istendiği, müştekinin sakalını kesmemek konusunda
direndiği, bu sebeple görevliler ile arasında tartışma yaşandığı, tartışma
sırasında cezaevi görevlilerinden M.D. Ş.K.’nın
orantılı güç kullanmayı aşar ve sahip bulundukları nüfuzu kötüye kullanır
biçimde müştekiye tokat attıkları, M.D’nin müştekiyi
arkadan kollarını kavrayarak etkisiz hale getirdiği, her iki sanığın müştekiyi
yere yatırdıkları, M.’nin dizi ile müştekinin göğsüne
bastığı, Ş.’nin ayağı ile müştekinin yüzüne bastığı
ve bu şekilde doktor raporlarında belirtilen biçimde müştekinin yaralanmasına
sebebiyet verdikleri, olay sonrası müştekinin şikayetçi olacağını bildirmesi
üzerine de dosya içinde… bulunan tutanağı düzenledikleri, müştekinin ısrarları
ve kulağından kan geldiğini bildirmesi üzerine kendisinin sağlık kuruluşuna
sevkinin yapıldığı, bilahare de müştekinin sanıklardan şikayetçi olduğu
şeklinde yargılama konusu olayın vuku bulduğuna dair mahkememizde kabul
oluşmuştur. Müştekinin infaz kurumuna alındıktan sonra kurallara riayet etmeyen
tavırlar takınıp disiplinsiz hareketlerde bulunduğu olayın gelişiminden ve
sanıkların dosyadaki bilgi ve belgelerle tutarlı beyanlarından anlaşıldığından
sanık lehine olmak üzere haksız tahrik hükümleri tatbik edilmiştir. Sanık
savunmaları ve müşteki ifadeleri ile doktor raporları dikkate alındığında yargılama
konusu eylemin anlık gelişen münferit bir davranış olduğu, müşteki aleyhine
zaman içerisinde devam eden ve sistemli olarak yapılan eziyet verici
hareketlerin bulunmadığı, dolayısıyla işkence suçunun unsurlarının bu olayda
bulunmadığı yönünde mahkememizde kanaat oluşmuştur. Sanık A.Ç’nin olayda azmettirici olduğu ifade edilmiş ise
de; somut olayda amir konumunda bulunan sanığın katılana karşı yaralamaya veya
kötü muamelede bulunulmasına ilişkin her türlü yorum ve varsayımdan uzak, kesin
bir yargı oluşturacak eylemine rastlanamadığından şüphe hali sanık lehine
yorumlanmıştır. Yine müşteki tüm sanıklar hakkında şikayetçi olmuş ise de;
sanıkların eyleminin müştekide meydana getirdiği netice, olayın meydana geldiği
belirtilen berberhanenin fiziki şartları dikkate
alındığında bu eylemin bu kadar çok sayıda kişi tarafından
gerçekleştirilmesinin fiziki olarak zor bulunması, müştekinin ifadeleri
arasında M. ve Ş. dışındaki sanıklar yönünden eylemin sertliği yönünden
çelişkiler bulunması karşısında özellikle Mahkememizin 25/09/2007 tarihli
oturumunda bu iki sanık dışındaki sanıklar yönünden beyanları, müşteki
anlatımları ile doktor raporları arasında sanıklar M. ve Ş. yönünden de irtibat
kurulması sebebiyle diğer sanıklar hakkında delil yetersizliğinden beraat hüküm
kurulmuş, eylemi gerçekleştirdikleri mahkememizce düşünülen sanıklar Ş.K. ve M.D’’den M’nin yargılama sırasında vefat ettiğinin
tespiti…”
52. Başvurucunun beraat
hükmü yönünden temyiz ettiği karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 7/2/2013
tarihli ve E.2012/37429, K.2013/4566 sayılı ilamıyla onanmıştır.
53. Başvurucunun hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itirazın Yargıtaya gönderildiği, Yargıtay tarafından 7/2/2013
tarihli onama kararında itirazın merciine gönderilmesi yönünde hüküm kurulduğu
ancak itirazın merciine gönderilmeyerek Yargıtay onama kararı çerçevesinde
kesinleştirme yapıldığı anlaşılmaktadır.
54. Temyiz isteminin reddine
ilişkin karar 11/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu
2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
55. Başvurucunun 19/11/2007
tarihinde verdiği dilekçede ayrıca Ceza İnfaz Kurumu sağlık memuru E.Ö., infaz
koruma memuru Ö.Ş., hastaneden döndüğünde kendisini tehdit ettiğini ileri
sürdüğü Cezaevi ikinci müdürü ve diğer personel hakkında suç delillerini yok
etme, işlenen suçu bildirmeme ve suçluyu kayırma nedenleriyle
cezalandırılmaları istemiyle, H.Ö.nün ise kendisine
yapılan muameleyi görmesine rağmen olayı gerekli mercilere bildirmeme ve
suçluyu kayırma nedenleriyle cezalandırılmasını istediği anlaşılmaktadır.
56. Kamu görevlisinin suçu
bildirmemesi, suç delillerini gizleme ve tehdit suçları isnadıyla başlatılan
soruşturma sonucunda Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2008 tarihli
kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Anılan kararın
gerekçesi şöyledir:
“Yapılan soruşturma sırasında şikayetçinin
29.06.2006 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayenesinin ardından
500 Yataklı Devlet Hastanesine sevkinin yapıldığı, ancak sevk evrakının adli
bir olay sevki gibi olmayıp hastalık neticesi sevk evrakı şeklinde olduğu,
hastanede poliklinik defter kaydına intikal şeklinin resmi evrak olarak girilip
adli olay girişi yapılmadığı, sevk evrakı üzerine hastanede grafilerinin
çekilip, tetkiklerinin yapıldığı, tanzim edilen 29.06.2006 tarih 5895 sayılı
raporda bir gün öncesine ait darp hikayesinin mevcut olduğunun yazıldığı,
raporun refakatte gelen görevlilere teslim edilmediği gibi, zimmet veya posta
yolu ile de Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne intikalinin sağlanmadığı, bu hususun
500 Yataklı Devlet Hastanesi Baştabipliğinin yazılarından anlaşılmasının yanı
sıra Asayiş Şube Müdürlüğü aracılığı ile yapılan araştırmada da belirlenmiş
olup, rapor aslının temini ile 3.Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/212 Esas sayılı
dosyasına intikalinin sağlandığı,
Şikayetçinin 3.Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/212
Esas sırasına kayıtlı dosyasındaki anlatımları ile soruşturma konusu dosyadaki
anlatımlarının incelenmesinde H. Ö’nün olayın oluş şekline ilişkin bir
bilgisinin bulunmadığının sabit olmasının yanı sıra, normal bir vaka olarak
intikal ettiği hastanede olayın adli nitelikte olduğunun farkına varılması
halinde durumun hastane görevlilerince Cumhuriyet Başsavcılığına intikal
ettirilmesi gerektiği, ancak hastane görevlilerince intikal ettirilmediğinin
şikayetçi beyanından da anlaşıldığı, yine kurum ikinci müdürünün şikayetçiyi
tehdit ettiği şeklindeki iddialarında sübut bulmadığı, meydana gelen sakal
kesme olayının taraflarından birisinin C.B. olmaması sebebi ile özür dileme olayının
tarafı alma ihtimalinin de bulunmadığı anlaşılmakla…”
57. Başvurucu, anılan
kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş; Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin
31/3/2008 tarihli ve 2008/240 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz
reddedilmiştir.
58. Başvurucu hakkında
7/1/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararına esas şikâyeti nedeniyle
Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2008 tarihli iddianamesiyle iftira
suçundan yargılanması istemiyle dava açılmış, Şanlıurfa 4. Asliye Ceza
Mahkemesinin 14/4/2009 tarihli ve E.2008/35, K.2009/233 sayılı kararıyla
başvurucunun beraatına karar verilmiş, anılan karar temyiz edilmeyerek
kesinleşmiştir.
59. Başvurucu, ayrıca
Cezaevi personeli tarafından darbedilerek yaralanması
sonucu idarenin hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle maddi ve manevi
tazminat talebiyle 27/4/2007 tarihinde Bakanlığa başvurmuş, yaptığı başvurunun
Bakanlığın 26/6/2007 tarihli ve 55570 sayılı işlemi ile reddedilmesi
neticesinde 100.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesi talebiyle
tam yargı davası açmıştır.
60. Şanlıurfa İdare
Mahkemesi 31/8/2010 tarihli ve E.2009/1788, K.2010/1482 sayılı kararıyla
davanın kısmen kabulüne ve 2.000 TL tutarındaki manevi tazminatın davalı
idareden alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.
61. Başvurucunun ve
Bakanlığın temyiz istemi üzerine Danıştay 10. Dairesi E.2010/15015, K. 2015/230
sayılı ilamıyla takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan
manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmının bozulmasına hükmetmiştir.
62. Davalı idarenin karar
düzeltme istemi üzerine dosya yeniden Danıştaya
gönderilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
63. 26/9/2004 tarihli ve
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini
yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet
kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”
64. 5237 sayılı Kanun’un 86.
maddesi şöyledir:
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya
da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama
fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek
ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti
üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye
kullanılmak suretiyle,
…
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza
yarı oranında artırılır.”
65. 4/12/2004 tarihli ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı
fıkraları şöyledir:
“…
(5) Sanığa yüklenen
suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha
az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir
hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm
olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile
duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç
işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun
uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle
tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”
IV.
İNCELEME VE GEREKÇE
66. Mahkemenin 16/12/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 2/5/2013 tarihli ve 2013/3017
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A.
Başvurucunun İddiaları
67. Başvurucu, Şanlıurfa E
Tipi Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmesinin üçüncü günü olan 28/6/2006 tarihinde,
infaz koruma memurlarından birinin önce bir tutuklu aracılığıyla daha sonra
doğrudan kendisine sakalını kesmesini söylediğini, yönetmelikte böyle bir hüküm
bulunup bulunmadığını sorması üzerine “burada
kanun, kitap biziz” diyerek bir grup infaz koruma memuru tarafından
Cezaevi koridoru ve berberhanede darbedildiğini,
yerlerde sürüklendiğini, yüzüne ayakkabı ile basıldığını, tekmelendiğini, saçı
ve sakalının yolunduğunu, koğuşa geri dönmesine imkân tanınmayarak tek başına
boş bir odaya atıldığını, “olası
hatalarımdan dolayı özür dilerim” ifadesinin yer aldığı bir mektup
yazması ve imzalaması karşılığında koğuşa dönmesine izin verildiğini, ertesi
gün kulağından kan gelmesi üzerine önce Cezaevi revirine götürüldüğünü, burada
hekim bulunmadığı için hekim çağrıldığını, daha sonra hastaneye sevk
edildiğini, hastaneye gitmeden önce “düştüm”
demesi için baskı ve tehdit gördüğünü, acil serviste hastane polisinin önünde darbedildiğini, beyan etmesine karşın bir işlem
yapılmadığını, Cezaevine döndüklerinde Cezaevi müdürünün odasına götürüldüğünü,
burada tehdit edilerek kendisine “rahatsızlıklarım
Cezaevine girmeden önce vardı” şeklinde dilekçe yazdırdıklarını,
başka bir ceza infaz kurumuna nakil edildikten sonra yaptığı şikâyet sonucunda
kovuşturmaya yer olmadığı, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve beraat
kararları verildiğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağı, adil
yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakları ile sakalının zorla kesilmesi
nedeniyle özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B.
Değerlendirme
68. İşkence ve kötü muamele
yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında
yargılama süreci değerlendirileceğinden başvurucunun adil yargılanma ve etkili
bir hukuk yoluna başvurma haklarına ilişkin şikâyetleri yönünden ayrı değerlendirme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
69. Anılan yargılama
sürecinde kovuşturmaya yer olmadığı, beraat ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararlarıyla farklı zamanlarda neticelenmiş aşamalar bulunmakla
birlikte anılan aşamaların tek bir olay bazında farklı kişilerin
sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde soruşturma bir bütün olarak
değerlendirilmiş ve son kararın kesinleşme tarihi esas alınmıştır.
70. Ayrıca Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan işkence ve kötü muamele
yasağı kapsamında eylem bir bütün olarak değerlendirileceğinden başvurucunun
sakalının kesilmesi nedeniyle özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılmayacaktır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
71. Başvurunun incelenmesi
neticesinde, başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
72. Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
73. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya muamelelere tabi tutulamaz.”
74. Başvurucu, hükümlü
olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurları tarafından işkence
ve kötü muameleye maruz kaldığını, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik
soruşturma ve kovuşturmanın etkin yürütülmediğini ileri sürmektedir.
75. Bakanlık görüşünde başvurucunun şikâyeti üzerine infaz koruma
memurlarının teşhisinin yaptırıldığı, hastaneye sevk edilerek gerekli
muayenelerin yaptırıldığı, tanık ve şüphelilerin ifadeleri alınarak dava
açıldığı, işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edilip edilmediğine ilişkin
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.
76. Başvurucu, Bakanlık
görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde şikâyete konu eylemlerinin meydana
getirdiği yoğun acı ve ızdırap nedeniyle işkence olarak
adlandırılması gerektiğini vurgulamıştır.
77. İşkence yasağına ilişkin
şikâyetlerin incelenmesinin -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate
alınarak- maddi ve usule ilişkin boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması
gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık
dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğu içerirken
pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici
yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve
cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü
muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü
kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise
usul boyutunu oluşturmaktadır.
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği
İddiası
i. Genel İlkeler
78. Herkesin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması
amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence”
ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
79. Devletin, bireyin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü,
öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan
maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal
zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve
ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 81).
80. Anayasa’nın 17.
maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük
olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden,
tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
81. Anılan koruma yükümü
devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle
bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek
tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü
muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki
pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin
bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini
engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut
Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).
82. AİHM kararlarında da
ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm
alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte
mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal
bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına
uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki
kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan
kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı
olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir
orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel
ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki
pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir, § 77; Ali ve
Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99,
17/10/2006).
83. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının
kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması
gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp
aşılmadığı, somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu
kapsamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti,
yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara, muamelenin amacı ve kastı ile
ardındaki neden de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000,
§ 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004,
§ 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların
yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94,
28/7/1999, § 104) dikkate
alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi
Demir, § 83).
84. Anayasa ve Sözleşme
tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş
ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir.
Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini
belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle
bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak
gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane
acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek
ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237
sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret”
suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı
anlaşılmaktadır (Cezmi Demir, §
84).
85. Buna göre anayasal
düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla
zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin
ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde
“işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak
amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi
kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir, § 85).
86. "İşkence" seviyesine
varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce
uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi ya da manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler "eziyet" olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana
gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan
acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak "eziyet"te,
ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda
yapılması aranmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71,
18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, §
78). AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda
tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme,
devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm
cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı,
çocuk istismarı gibi muameleleri "insanlık dışı muameleler" olarak
nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B.
No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§
41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu
nitelikteki muameleler Anayasa"nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında
"eziyet" olarak nitelendirilebilir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 88).
87. Mağdurları küçük
düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem
ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına
aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif
muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza
olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan,
§ 22). Burada "eziyet"ten
farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte
küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
88. Bir muamelenin bu
kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi
özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak
yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup
olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi
de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02,
29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile
yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü
muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B.
No: 24888/94, 16/12/1999,
§ 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (Benzer yöndeki AİHM
kararı için İrlanda/Birleşik Krallık).
Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele
oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık
dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan
uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen
hakaret içeren ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar,
kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme, içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan
haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri , § 90).
89. AİHM kararlarında bir
kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman
vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl
oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki
iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait
olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde
Sözleşme"nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade
edilmiştir (Selmouni/Fransa, § 104).
90. Aynı ilke, özgürlükten
yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne
tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve
hükümlüler için de geçerli olacaktır (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).
91. Özgürlüğü kısıtlanan bir
kişiye karşı -bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça- fiziksel güç
kullanılması kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal
etmektedir (Cezmi Demir, § 92,
102) .
i. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması
92. Başvuru konusu olay,
devletin kontrolü altında bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda başvurucunun maruz
kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği
iddiası ile ilgilidir.
93. Tamamıyla devletin hüküm
ve kontrolü altında bulunulan bir zaman diliminde maruz kalınan davranışlar
nedeniyle yapılan şikâyetlerin desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu
dikkate alınarak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki
verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabileceği açıktır (Deniz Yazıcı, B. No:2013/6359, 10/12/2014,
§ 79).
94. Somut olayda
başvurucunun sakalını kesmek istemediğini söylemesi üzerine infaz koruma
memurları ile aralarında tartışma yaşanmış, başvurucunun kurallara uymaması
nedeniyle müşahede odasına alındığı şeklinde tutanak düzenlenmiş, başvurucu berberhaneye götürülerek sakalı kesilmiştir. Soruşturma ve
kovuşturma aşamasında alınan ifadelerde başvurucunun müşahede odasına alınıp
alınmadığı, sakalını kesmeyi ne zaman ve ne şekilde kabul ettiği, berberhaneye götürülürken yanında kaç infaz koruma memuru
olduğu, berberhanede sakalının nasıl kesildiği
konusunda çelişkiler bulunmaktadır.
95. Başvurucunun
yaralanmaları sebebiyle olayın ertesi günü götürüldüğü hastanede düzenlenen
raporda yüzünde sağ zygoma kemiği üzerinde 3x2 cm’lik, sol zygoma üzerinde 2x2 cm’lik, burun üstünde 1x1 cm’lik ekimozlar bulunduğu, göğüs ön sol tarafta 12. kot
çevresinde hassasiyet, sağ skapula üstünde 1x2 cm’lik ekimoz tespit edilmiştir
(bkz. §12).
96. Başvurucunun anılan
yaralanmalarının gerçekleşme şekline ilişkin -sanıklar her ne kadar
başvurucunun bağırdığı sırada ağzının kapatılması nedeniyle olabileceğini ileri
sürmüşlerse de- tespit edilen yaralanmalarının niteliği dikkate alındığında
bunun mümkün görülmemesi nedeniyle makul bir açıklama getirilemediği
anlaşılmaktadır.
97. Yapılan yargılamada,
sağlık raporları ve sair deliller değerlendirilerek başvurucunun ileri sürdüğü
darp fiilinin, fiili kim ya da kimlerin gerçekleştirdiğinden bağımsız olarak
gerçekleştiği kabul edilmiştir. Başvurucunun soruşturma ve kovuşturma
aşamasındaki iddiaları, tanık anlatımları, sanıkların soruşturma ve kovuşturma
aşamasında verdikleri çelişkili ifadeler ve başvurucunun sağlık raporları
doğrultusunda Mahkemenin olayın gerçekleşmesine ilişkin yaptığı tespitten
ayrılmak için bir neden görülmemektedir.
98. Somut olayda insan onuru
ile bağdaşmayan, bedensel ve ruhsal yönden acı veren ve başvurucunun ciddi
şekilde yaralanmasına sebebiyet veren darp fiilinin -amacı, süresi, fiziksel ve
ruhsal etkisi de dikkate alındığında- eziyet olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş
ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı
davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
99. Başvuruya konu olayda,
devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylemler nedeniyle yürütülen yargılama
sonucunda bir sanık hakkında adli para cezası ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına hükmedilmiş; yargılanan diğer sanıklar hakkında beraat kararı
verilmiştir. Maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim
sağlanabilecek herhangi bir yaptırıma hükmedilmediği anlaşılmakta, herhangi bir
disiplin işleminin uygulandığına ilişkin bir veri de bulunmamaktadır. Bu
durumda başvurucu açısından mağdur sıfatının ortadan kalktığından
bahsedilemeyecektir.
100. Cezasızlık, işlenen bir
suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele
fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri
suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın
infazının sağlanmaması olarak ortaya çıkabilmektedir.
101. Cezasızlığın önlenmesi
durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan
yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması
mümkün olacaktır.
102. İşlenen suç ile verilen
cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda, bu
tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan
oldukça uzak kalınmakta; kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve
yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine
getirilememesi sonucu doğmaktadır.
103. Buna göre somut olayda,
başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda maruz kaldığı darp fiiline ilişkin yapılan
yargılamada Mahkemenin, bu tür eylemlerin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini
göstermekten ziyade fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir
şekilde adli para cezası öngördüğü ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verdiği anlaşılmaktadır.
104. Başvurucu; ayrıca
doktor muayenesinin infaz koruma memurları önünde yapıldığını, darp edildiğini
beyan etmesine karşın doktorların gerekli işlemleri yapmasının engellendiğini
ve şikâyetçi olmaması yönünde Ceza İnfaz Kurumu idaresinde tehdit edildiğini
ileri sürmektedir.
105. Devletin hüküm ve
kontrolü altında bulunduğu bir zaman diliminde kötü muameleye maruz kaldığı
iddiasında bulunan kişilerin güce başvurdukları iddiasında bulunanların
gözetiminde hastanelere sevk edilmeleri, şikâyetçi olmamaları yönünde baskı
gördükleri iddiasıyla birlikte değerlendirildiğinde kötü muamele tehdidinin
varlığı devam ettiğinden devletin koruma yükümüne aykırılık teşkil etmekte ve
insan onuruna müdahale oluşturmaktadır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 103).
106. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan
eziyet yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği
İddiası
i. Genel İlkeler
107. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usule ilişkin boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal
olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini
ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu
saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve
kamu görevlilerinin ya da kurumlarının, sorumluluğunda meydana gelen olaylar
için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi
Demir, § 110; benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan,
B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).
108. Buna göre bireyin, bir
devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini
ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir
iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların
belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı
olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve
bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak
kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün
olacaktır (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, §
68).
109. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da
saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi
gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai
soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar
sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını
ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
110. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına dair hesap vermelerini sağlamaktır.
Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
111. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü
muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir
şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, §
114; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.
Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94,
28/10/1998, § 103; Batı ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96-57834/00, 3/6/2004, § 136).
112. Şartlar ne olursa olsun
yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli; şikâyet
yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin
belirtiler olduğunda soruşturma açılmasını sağlamalıdır. Bu bağlamda
soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde kamu denetimine tabi olarak
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).
113. Devlet memurları
tarafından yapılan işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen
soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan
kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda
geçen Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999,
§§ 91, 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye,
B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye,
B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81, 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece
hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir
bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir,
§ 117; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998,
§§ 83-84).
114. Kötü muameleye ilişkin
şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı
davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın
ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul
edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine
bağlılığın sağlanması, hukuka
aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin
engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve
kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın
azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi
Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06,
15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95,
4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02,
9/6/2009, § 150).
115. AİHM, bir devlet
görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm
verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel affın veya affın mümkün
kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması
veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa
meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir, § 121; bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96,
2/11/2004, § 55).
116. Anayasa’nın 17.
maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da
yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve
sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç
yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu
kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza
kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak
tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur
açısından uygun giderim sağlanmalıdır.
ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması
117. Başvurucu; darbedildiğini hastanede dile getirmesi ve yaralanmalarının
tespit edilmesine karşın sorumlular hakkında herhangi bir işlem
başlatılmadığını, Cezaevi yönetiminin kendisini tehdit etmesi nedeniyle ancak
başka bir ceza infaz kurumuna naklinin gerçekleşmesinden sonra Savcılığa
şikâyette bulunabildiğini, yapılan yargılamada etkinliğin sağlanamadığını
belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü
muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
118. Bu kapsamda somut
olayda, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir
soruşturma yürütme zorunluluğuna uyup uymadıklarının tespiti gerekmektedir.
Etkili soruşturma kavramı, ceza muhakemesi hukuku kapsamındaki soruşturma
kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma izni verilmesine ilişkin ön inceleme,
soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.
119. Başvurucunun olayın
ertesi günü götürüldüğü Şanlıurfa Devlet Hastanesinde düzenlenen raporda,
başvurucunun darp ve cebir şikâyetinde bulunduğu belirtilmektedir. Başvurucu da
hastanedeki doktorlara darbedildiğini belirttiğini ve
bunu hastane polisinin de duyduğunu ifade etmektedir. Yapılan muayenesinde
tespit edilen yaralanmalar gözetildiğinde başvurucunun darp iddialarının adli
makamlara iletildiği ancak gerekli soruşturmanın başlatılması gerekirken
herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmaktadır.
120. Başvurucunun yaklaşık
iki buçuk ay sonra başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmesinin ardından
şikâyette bulunması üzerine Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
başvurucuya teşhis yaptırılmış; müşteki, şüpheli ve tanık ifadeleri alınmış,
adli rapor aldırılmış ve tespit edilen on infaz koruma memuru hakkında kasten
yaralama suçundan cezalandırılmaları istemiyle dava açılmıştır. İki yıl süren
yargılama sonucunda ise Ş.K. ve hüküm tarihinde vefat etmiş olan M.D.nin isnat edilen suçu işledikleri sonucuna varılmış,
M.D. hakkında düşme kararı verilmiş, Ş.K.nın
ise adli para cezasıyla cezalandırılması öngörülmüş ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına hükmedilmiştir.
121. Yine aynı kararda, amir
konumunda bulunan A.Ç.nin azmettirici konumunda
olduğuna ilişkin kesin bir yargı oluşturacak eylemine rastlanmadığı, diğer
sanıklar hakkında ise olayın meydana geldiği belirtilen berberhanenin
fiziki şartları dikkate alındığında bu eylemin bu kadar çok sayıda kişi
tarafından gerçekleştirilmesinin fiziki olarak zor olması ve müştekinin
ifadeleri arasında M.D. ve Ş.K. dışındaki sanıklar yönünden eylemin sertliği
yönünde çelişkiler bulunması gerekçeleriyle beraat hükmü kurulmuştur.
122. Yürütülen yargılama
sonucunda kötü muamele yasağının ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama
eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği ancak soruşturmanın etkililiğinin
ölçütlerinden biri olan sorumluların suç nedeniyle hesap vermelerinin
sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine
getirilmekten uzak olduğu anlaşılmaktadır. Anılan suç nedeniyle herhangi bir
disiplin işlemi yürütüldüğüne ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.
123. Başvurucunun darp
eylemi nedeniyle şikâyetçi olmaması ve düştüğünü söylemesi konusunda Cezaevi
yönetiminden baskı ve tehdit gördüğü iddiaları bulunmaktadır. Başvurucunun
anılan iddialarına ilişkin bir inceleme yapılmadığı anlaşılmaktadır.
124. Yukarıda bahsi geçen
dilekçelerin (bkz. §11,15) başvurucuya baskı ve tehdit yoluyla yazdırılıp
yazdırılmadığı ve bu dilekçelerin yazdırılmasının ayrı bir suç teşkil edip
etmeyeceği hususunda gerekli değerlendirmenin yapıldığına ilişkin bir veriye
ulaşılamamıştır.
125. Yargılama sırasında
tanık sıfatıyla dinlenilen mahkûmların, sanık sıfatıyla yargılanan infaz koruma
memurlarının görev yaptıkları Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaya devam ettiği, bir
tanığın ifade vermemeleri için tehdit edildikleri yönünde açık beyanda
bulunduğu anlaşılmaktadır. Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayın
tanıklarının infaz koruma memurları ile Ceza İnfaz Kurumunda bulunan hükümlü ve
tutuklardan ibaret olduğu değerlendirildiğinde hükümlü ve tutukların ifade
vermemeleri yönünde tehdit edildikleri iddiasının, yargılamanın etkililiğini
yakından etkileyeceği açık olduğundan anılan iddialara yönelik bir incelemenin
de yapılmadığı anlaşılmaktadır.
126. Başvurucunun, doktorlar
tarafından yalnız muayene edilmediği ve kendisini hastaneye götüren infaz
koruma memurlarının doktorları yönlendirme çabası içinde olduğu iddialarının da
herhangi bir incelemeye konu olmadığı anlaşılmaktadır.
127. Açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili
soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması
128. 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
129. Başvurucu; Anayasa’nın
17. maddesinin ihlali nedeniyle yargılamanın yenilenmesi, ayrıca Şanlıurfa 3.
Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada ödediği avukatlık ücretine karşılık
olarak 400 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
130. Başvuru konusu olayda
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal
edildiği sonucuna varılmış; ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yargılamanın yenilenmesine kararı verilmesi, başvurucuya ayrıca net 7.000 TL
manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Şanlıurfa 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin 19/2/2009 tarihli ve E.2007/212, K.2009/16 sayılı kararıyla
başvuruya 1.250 TL vekâlet ücreti ödenmesine hükmedilmesi nedeniyle
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddi gerekmektedir.
131. Dosyadaki belgelerden
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin ilgili Mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi yönden İHLAL
EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma
usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 7.000 TL
manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın
bir örneğinin
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/12/2015 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.