
Esas No: 2013/7349
Karar No: 2013/7349
Karar Tarihi: 1/12/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ABDULVAHAP AYDEMİR VE YUSUF CANDEMİR BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/7349) |
|
Karar Tarihi: 1/12/2015 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Alparslan ALTAN |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Akif YILDIRIM |
Başvurucular |
: |
1. Abdulvahap
AYDEMİR |
|
|
2. Yusuf CANDEMİR |
Vekili |
: |
Av. Gurbet UÇAR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutuklama ve
tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer verilmesi,
kanuni gözaltı süresinin aşılması, gözaltına alınırken yasal haklarının
hatırlatılmaması nedenleriyle özgürlük ve güvenlik hakkının; yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılmaması, yargılamanın sonucunun adil olmaması, dosyaya
erişim kısıtlandığından savunma hakkının kullanılamaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının; protesto eyleminden ötürü terör örgütü üyeliğinden mahkûm
olunması ve örgüt propagandası yapma suçundan açılan
davada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedenleriyle ifade
özgürlüğünün; etnik kökenden dolayı ayrımcılığa maruz kalınması nedeniyle kanun
önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/8/2013 tarihinde
İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvurucular, bireysel
başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli
yardım isteminde bulunmuşlardır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 30/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu, ekleri,
Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüş yazısı ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP)
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle
şöyledir:
5. Diyarbakır ilinde görülen ve
kamuoyunda “KCK davaları” olarak bilinen yargılamalarda ana dilde savunma yapma
imkânı verilmemesini protesto etmek amacıyla bir grup şahıs 2/11/2010 tarihinde
İzmir ili Menemen ilçesinde akşam saat 19.00 sıralarında bir eylem
gerçekleştirmişlerdir. Anılan olayla ilgili olarak İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.
6. Meydana gelen bu olaya
ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 22.00 sıralarında sekiz polis memurunun
imzasını taşıyan olay tutanağı düzenlenmiş; anılan olay tutanağında eyleme
katılan şahısların tespit edilemediği, gecenin karanlığından faydalanarak
güvenlik görevlilerinden kaçmayı başardıkları belirtilmiştir.
7. Anılan olaya ilişkin olarak
2/11/2010 tarihinde saat 23.45’te tespit tutanağı düzenlenmiştir. Tespit
tutanağında, eyleme katılan şahısların 25-30 kişi olduğu ve başvurucuların da
bu şahıslar arasında bulunduğu belirtilmiş; olay esnasında PKK terör örgütü
lehine yapılan propaganda ve atılan sloganlardan bahsedilmiştir.
8. Aynı olayla ilgili olarak
saat 01.10’da düzenlenen başka bir tespit tutanağında ise molotof
kokteylli ve havai fişekli saldırıda bulunan grup içinde Menemen ilçesi Asarlık
bölgesinde ikamet eden ve bu bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve
protesto gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı polis tarafından bizzat
tanınan şüpheliler Yusuf Candemir, Abdulvahap
Aydemir, S.E., Y.Y. ve E.E. isimli şahısların görüldüğü ifade edilmiştir.
9. Bu arada İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 23/11/2010 tarihli ve 2010/642 Değişik İş sayılı kararı ile
başvurucuların ikamet adreslerinde arama yapılmasına ve 12/4/1991 tarihli ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin birinci fıkrasının (d)
bendine istinaden soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar
verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz reddedilmiştir.
10. 24/11/2010 tarihinde
yakalanan başvuruculara, avukatla görüşme hakları olduğu hatırlatılmış,
başvuruculardan Abdulvahap Aydemir aynı gün avukatla
görüştürülmüştür. Diğer başvurucu ise ismini verdiği üç avukattan biriyle
görüşmeyi kabul edeceğini bildirmiştir. Bildirilen avukatlardan birine
ulaşılamaması, diğerlerinin de müsait olmaması nedenleriyle başvurucunun
avukatıyla görüşmesi ancak ertesi gün sağlanabilmiştir.
11. 25/11/2010 tarihinde Emniyet
Müdürlüğünde ve 26/11/2010 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında
müdafileri huzurunda savunmaları alınan başvurucular tutuklama istemiyle
26/11/2010 tarihinde Mahkemeye sevk edilmişlerdir. Kollukta ifadeleri alınırken
başvuruculara atılı suçlamaların kapsamıyla ilgili ayrıntılı sorular
sorulmuştur.
12. İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesi, aynı tarihte 2010/37 Sorgu sayılı kararıyla “PKK terör örgütüne üye
olma” suçundan başvurucuların tutuklanmalarına karar vermiştir.
13. İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığının 24/2/2011 tarihli ve E.2011/34 sayılı ve 14/11/2011 tarihli ve
E.2011/228 sayılı iddianameleriyle “silahlı terör örgütüne üye olma, patlayıcı
madde bulundurma, görevi yaptırmamak için direnme, kasten genel güvenliği
tehlikeye sokma” suçlarından başvurucular hakkında aynı yer 8. Ağır Ceza
Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucu Abdulvahap
Aydemir hakkında ayrıca “örgüt propagandası yapma” suçundan da kamu davası
açılmıştır. Anılan iddianameler Mahkemece kabul edilmiş ve tensiple birlikte
başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.
14. 2/7/2012 tarihli ve 6352
sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve
Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun ile
kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen mahkemeler kapatılmıştır. Aynı
Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, bu mahkemelerde açılmış
olan davaların kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar aynı mahkemelerce
bakılmaya devam olunacağı, bu davalarda yetkisizlik veya görevsizlik kararı
verilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
15. Yargılamada başvuruculardan
Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanması
gerektiği, anılan başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 250. maddesi ile kurulmuş mahkemede yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu Yusuf Aydemir’in nüfus kaydındaki
doğum tarihi, davanın açıldığı tarihte 5/5/1991 iken İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2010/58 sayılı dosyasında verilen kararla 5/5/1992 olarak
düzeltilmiştir. Mahkeme, anılan başvurucunun suçun işlendiği 2/11/2010
tarihinde on sekiz yaşını doldurduğunu belirterek görevsizlik kararı verilmesi
talebini reddetmiştir.
16. İzmir 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli ve E.2011/61, K.2012/256 sayılı kararı ile başvuruculardan
Abdulvahap Aydemir hakkındaki “terör örgütünün
propagandasını yapma” suçundan açılan davayla ilgili hüküm kurulmamış;
başvurucular hakkındaki “kasten genel güvenliği tehlikeye sokma” suçu “etkin
direnme” suçu kapsamında görülerek bu suçtan ayrıca ceza verilmemiş, diğer
suçlardan ise başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verilmiştir.
17. Gerekçeli kararın ilgili
kısmı şöyledir:
“…
02. 11.2010 günü
saat: 18.00 ile 19.00 sularında Menemen ilçesi Asarlık beldesi Gölcük Mahallesi
406 Sokak yan kısmında bulunan ve belediye tarafından yeni açılmış olan park
içerisinde, çoğunluğu çocuk ve gençlerin oluşturduğu yaklaşık 30 kişilik gurup
toplanmıştır. Bölücü terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı övücü tarzda “biji serok Apo,
selam selam İmralı’ya bin selam, PKK halktır halk
burada, v.b” şekilde slogan atmışlardır. Bu gurup,
daha önceden hazırladıkları molotof kokteyli ve havai
fişekler ellerinde bulunduğu halde Vali Kutlu Aktaş caddesine çıkarak bu
caddeyi takiben Menemen belediyesi Asarlık Şube Müdürlüğü binasına gelmek üzere
hareket edip, bu caddede beklemekte olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait
(TOMA) toplumsal olaylara müdahale etme aracına havai fişek ve molotof kokteyllerini ateşlemek suretiyle saldırmışlardır.
Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurlarının müdahalesi üzerine
gurup tarafından çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurulduktan
sonra barikatın arkasında (TOMA) aracına ve görevli polis memurlarına molotoflu, taşlı saldırılara devam etmişlerdir. Çevik
Kuvvet personelinin devam eden müdahalesi sonucu saldırganlar ara sokaklara
dağılarak izlerini kaybettirmişlerdir. Olay yerinde siyah bir poşet içerisinde
yoğun şekilde yapıştırıcı ve benzin kokusu olan silindir teneke bidon ele
geçirilmiştir. (KL:1 Dz.67’ deki olay tutanağı)
Yukarıdaki anlatılan
olay gerçekleştikten sonra saat 23:45’ de …30 ve …..11 sicil nolu polis memurları tarafından olay özetlendikten sonra,
PKK terör örgütü güdümünde Menemen ilçesinde gerçekleştirilen basın
açıklamaları ve protesto gösterilerinden dolayı daha önceden tanıdıkları B. D.,
O. Y., A. K., Yusuf Candemir, E. E., S. E., Ü. A., V. K., Abdulvahap
Aydemir ve Y. Y.’nin görevli polis memurlarına ve
(TOMA) aracına molotoflu ve havai fişekli saldırıyı
gerçekleştiren gurup içerisinde yer aldıkları yönünde tespit tutanağı tanzim
edildiği görülmüştür. (KL:1 Dz:69’ da tespit tutanağı)
Aynı gün saat:
01:10’da yine yukarıda anlatılan olay sonrası …40 ve …18 sicil nolu polis memurları tarafından olay özetlendikten sonra
(TOMA) aracı içerisinde görebildikleri kadarıyla molotof
kokteyli ve havai fişekli saldırıda bulunan gurup içerisinde Asarlık bölgesinde
ikamet eden ve bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve proteste gösterisi
eylemlerine katıldıklarından dolayı bizzat tanıdıkları Yusuf Candemir, Abdulvahap Aydemir, S.E., Y. Y. ve E. E.’nin isimli şahısların görüldüğü yönünde ikinci tespit
tutanağı tanzim edildiği görülmüştür. (KL:1 Dz.78)
Her iki tutanakta da
sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir, Yusuf
Candemir ve Y. Y.’nin isimlerinin yer aldığı
görülmektedir.
01. 11.2011 günkü
sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir, Yusuf
Candemir’in hazır bulundukları oturum sırasında tanık sıfatıyla dinlenilen, …40
sicil nolu polis memuru, olaya ilişkin tuttukları
tutanak içeriğinin doğru olduğunu, eylemlerin huzurdaki sanıklar tarafından
gerçekleştirildiğini, sanık S. E.’nin elinde havai
fişek, diğerlerinin elinde ise molotof kokteyli
olduğunu, …18 sicil nolu polis memuru, tutanak
içeriğinin doğru olduğunu, huzurdaki sanıklardan bir kısmını tanıdığını, bu
sanıkların öncesinde de benzer olaylara katılmaları ve olay sırasında
ışıklandırmanın yeterli olması sebebiyle teşhis edebildiğini, …30 sicil nolu polis memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu,
sanıkların ellerinde molotof kokteyli ve havai
fişekler bulunduğun, olaydan uzun zaman geçtiği için huzurdaki sanıkların ne
yaptıklarını tam olarak hatırlamadığını ifade etmişlerdir.
…
Sanıklar E.
E., S. E., Y. Y. ve Yusuf Candemir’in 02.11.2010 günü İzmir ili Menemen ilçesi
Asarlık beldesinde terör örgütünün propagandasına dönüşen yaklaşık 25-30
kişilik gurup tarafından gerçekleştirilen eyleme katıldıkları, buradan
ellerinde molotof kokteyli ve havai fişek olduğu
halde Vali Kutlu Aktaş Caddesinde Menemen Belediyesi Asarlı Beldesi Asarlık
Şube Müdürlüğü yönüne doğru hareket ettikleri, orada bulunmakta olan Çevik
Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait (TOMA) araca saldırdıkları, çöp konteynırlarını yol
üzerine yıkarak barikat kurdukları ve buradan olaya müdahale etmek isteyen
polis memurlarına, molotof kokteyli ve taşlarla
saldırmak suretiyle engel oldukları, sanıkların bu şekilde üzerlerine atılı
görevli memura etkin direnme ve patlayıcı madde bulundurma ya da nakletme
eylemini gerçekleştirdikleri,
Patlayıcı madde
bulundurma ya da nakletme eyleminin TCK’nun 174 ve
3713 S.Y. nın 5/2 maddesine temas ettiği,
Sanıkların, polis
memurlarının görev yapmasına engel olmak amacıyla taş, molotof
kokteyli, havai fişek attıkları (cebir kullanarak), sübut bulan bu eylemin TCK’nun 265/1,3,4 ve 3713 S.Y. nın
5/1. maddesine temas ettiği,
Anlaşılmakla bu
maddelere göre ceza tayini gerektiği sonucuna varılmıştır.
Sanıklar E. E., S.
E., Abdulvahap Aydemir ve Yusuf Candemir’in suç
tarihinden önce başkaca katıldıkları eylemlere ilişkin haklarında düzenlenen
iddianamelerden anlaşılacağı üzere bu tür eylemlere katılımları yönünde
gösterdikleri devamlılık, gerçekleştirilen eylemlerin örgütsel-ideolojik eğitim
ve motivasyon (dezenformasyon) olmaksızın işlenme ihtimalinin zayıf olması ve
2007 yılından itibaren terör örgütü PKK’nın KCK/TM olarak strateji değiştirip,
terör örgütü üyesi olmanın sadece yurt dışı kamplarına katılıp burada ideolojik
ve silah eğitimi almak, sonrasında kod adı alıp özgeçmiş vermekle değil, şehir,
mahalle, üniversite gibi legal alanlarda örgütlenip, özellikle gençleri örgüte
kazandırıp şiddete dayalı sokak eylemlerinde kullanarak toplumu terörize edip ülkeyi iç savaş ortamına sürükleyerek
devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmanın hedeflendiği nazara alındığında
sanıkların gerçekleştirdikleri eylemin terör örgütünün bu stratejik amacı ve
çerçevesinde olduğu sonucuna varıldığından sanıkların terör örgütü KCK/TM nin gençlik yapılanması içerisinde (DYG-M) faaliyet
yürüttükleri ve bu terör örgütüne üye oldukları sonucuna varılmış olup,
eylemlerine temas eden TCK nun 314/2 ve 3713 S.Y. nın 5. maddesi uyarınca ayrıca cezalandırılmaları yoluna
gidilmiştir…”
18. Anılan kararın temyizi
üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 16/5/2013 tarihli ve E.2013/3517, K.2013/7760
sayılı ilamı ile Derece Mahkemesi kararının patlayıcı madde bulundurma ve
görevi yaptırmamak için direnme suçlarıyla ilgili kısmının onanmasına ve örgüt
üyesi olma suçundan verilen cezanın bozulmasına karar vermiştir. Diğer yandan
başvurucu Yusuf Candemir hakkında örgüt propagandası yapma suçundan açılan dava
hakkında Mahkemesince bir karar verilebileceği belirtilmiştir.
19. Başvurucular 29/7/2013
tarihinde anılan karardan haberdar olmuştur.
20. Bozma sonrasında yapılan
yargılamada, başvurucular örgüte üye olmamakla birlikte “örgüt adına suç
işleme” suçundan 11/12/2013 tarihli kararla cezalandırılmışlardır.
Başvuruculardan Abdulvahap Aydemir hakkında “terör
örgütünün propagandasını yapma” suçundan açılan davanın ise kovuşturmasının
ertelenmesine karar verilmiştir. Anılan kararlar başvurucular tarafından temyiz
edilmiştir.
21. Bireysel başvuru 23/8/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 170. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından
tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek
tarzda;
…
c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan, Kişi,
altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır…”
23. 5237 sayılı Kanun’un 174.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı,
yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol
açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç
eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan,
satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin
imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı
ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.
(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün
faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında
artırılır.”
24. 5237 sayılı Kanun’un 314.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan
suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
25. 5271 sayılı Kanun’un 100.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterensomut
delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki
hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
...”
26. 5271 sayılı Kanun’un 101.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re"sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik fıkra:
02/07/2012-6352 S.K./97.md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu
husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç
şüphesini,
b) Tutuklama
nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir,
ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda
belirtilir.”
27. 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen,
b) Kanunî gözaltı
süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
28. 5271 sayılı Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 1/12/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların 23/8/2013 tarihli ve
2013/7349 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
30. Başvurucular;
i. Haklarındaki davanın kamuoyunda “özel
yetkili” olarak bilinen Ağır Ceza Mahkemelerinde görüldüğünü, özel yetkili
mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (Sözleşme) tanınan birçok
hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü suçlar için ayrı
statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve başvurucuların bu mahkemede
yargılanmış olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne
aykırı olduğunu, başvuruculardan Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle
çocuk mahkemesinde yargılanması gerektiğini,
ii. Soruşturma
dosyasına erişim kısıtlandığı için yakalama nedenlerinin ve yöneltilen
suçlamaların kendilerine bildirilmediğini, haklarının hatırlatılmadığını,
kanuni süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna çıkarıldıklarını,
iii.
Gözaltı sırasında emniyet görevlilerinin psikolojik baskısına maruz
kaldıklarını, müdafileri ile görüştürülmediklerini, usulüne uygun muayene
edilmediklerini, emniyet görevlilerinin refakatinde muayene edildiklerini,
iv.
Tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili
ve yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına yönelik kararların duruşmasız
olarak verildiğini, bu kararların verilmesi sırasında etkisiz bir inceleme
yapıldığını,
v.
Hukuki dayanağı bulunmayan tespit tutanakları gerekçe gösterilerek mahkûmiyet
hükmü kurulduğunu, mahkumiyetin kanuni sonucu olarak belli hakların
kullanılmasının süreli olarak yasaklandığını, bu hakların kullanılamamasının
özel hayata müdahale olduğunu, Mahkeme kararında hangi delillerin neden
reddedildiğinin belirtilmediğini, savunmaya neden itibar edilmediğinin
açıklanmadığını ve kararın gerekçeli olmadığını,
vi.
İddianamenin kabul aşamasında kendilerine tebliğ edilmediğini, bu sebeple
iddianameye ve iddianamenin kabulüne itiraz edemediklerini,
vii.
Yargılamanın dört yıl gibi makul olmayan bir süre devam ettiğini,
viii.
Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto etmeleri nedeniyle
haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş olmasının ifade özgürlüğü ve barışçıl
gösteri yapma haklarına bir müdahale olduğunu,
ix. Kürt
kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirterek
Sözleşme’nin 3., 5., 6., 8., 10., 11., 13., 14. ve 17. maddelerinin ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682,
2/10/2013, § 18).
32. Başvurucuların;
i. Gözaltına alındıklarında
yasal haklarının, yakalama nedenlerinin ve haklarındaki suçlamaların
kendilerine bildirilmemesi, tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen
kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, tutukluluğun devamına
yönelik kararların duruşmasız olarak verilmesi ve etkisiz bir inceleme
yapılması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı,
ii. Kanuni hâkim güvencesine
aykırı olarak mahkûm edilmeleri, dosyaya erişimin kısıtlanması nedeniyle
savunma yapılamaması, Derece Mahkemesi kararının gerekçesiz olması,
iddianamenin kabul aşamasında tebliğ edilememesi, yargılamanın uzun sürmesi
yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkı,
iii. Diyarbakır ilindeki
yargılama faaliyetlerinde sanıklara ana dilde savunma hakkının verilmemesini
protesto etmeleri nedeniyle haklarında mahkûmiyet ve kovuşturmanın ertelenmesi
kararları verilmiş olması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde
düzenlenen ifade özgürlüğü,
iv. Kürt kökenli olmalarından
dolayı ayrımcılığa maruz kalınması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 10.
maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
33. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181,
17/9/2013) kararında belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine
ilişkin ilkeler uyarınca somut olayda hükümlü olarak ceza infaz kurumunda
bulunan başvurucuların; sosyal güvenlik kapsamında bir geliri, adına kayıtlı
taşıtı veya taşınmaz malı olmadığı, geçimini önemli ölçüde zor duruma
düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun oldukları
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan
adli yardım taleplerinin kabulü gerekir.
2. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden
a. Yakalama
Sebeplerinin ve Suçlamaların Bildirilmediği, Yasal Hakların Hatırlatılmadığı ve
Süresi İçinde Hâkim Önüne Çıkarılmadığı İddiaları
34. Başvurucular; soruşturma
dosyasına erişimleri kısıtlandığı için yakalama nedenlerinin ve yöneltilen
suçlamaların kendilerine bildirilmediğini, haklarının hatırlatılmadığını ve
süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna çıkarıldıklarını iddia etmişlerdir.
35. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
36. Bu hüküm gereğince Anayasa
Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine
yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından
yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine
yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme
karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da
içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
37. Somut olayda başvurucular
24/11/2010 tarihinde yakalanmış ve 26/11/2010 tarihinde tutuklanmıştır. Dosyaya
erişimin kısıtlanmasına yönelik karara yapılan itiraz ise 30/11/2010 tarihinde
reddedilmiştir. Bu belirlemelere göre başvurucuların anılan şikâyetleri
24/11/2010 ve 30/11/2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen işlemlere ilişkin olup
bu tarihlerin, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı
tarihten önceye ait olması nedeniyle başvurunun bu kısmı hakkında zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemezlik kararı verilmesi gerekir.
b. Tutuklama
ve Tutukluluk Hâlinin Devamına İlişkin Kararlara İtirazların Gerekçesiz ve
Duruşmasız Olarak Reddedildiği İddiaları
38. Başvurucular;, tutuklama ve tutukluluk
hâlinin devamına itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve
yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına yönelik kararların duruşmasız olarak
verildiğini ve etkisiz bir inceleme yapıldığını iddia etmişlerdir.
39. Somut olayda başvurucular,
isnat edilen suç nedeniyle 26/11/2010 tarihinde tutuklanmıştır. İzmir 8. Ağır
Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli kararı ile başvurucuların hapis cezası ile
cezalandırılmalarına ve tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.
40. Başvurucuların, isnat edilen
suçlarla ilgili yargılama kapsamında İlk Derece Mahkemesince mahkûmiyet
kararının verildiği tarihe kadar geçen sürede "bir suç isnadına bağlı
olarak" özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından sonra
geçen sürenin "mahkûmiyet sonrası tutma" kapsamında olduğu
anlaşılmaktadır.
41. "Bir suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukta geçen sürenin
başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu
tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu
ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince
hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman,
B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
42. "Bir suç isnadına bağlı
olarak" tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren başvuruda, hükümle birlikte
tutukluluğun devamına ilişkin verilen karara karşı itiraz yoluna gidilip
gidilmediğine dair başvurucular tarafından başvuru formunda bir bilgi
sunulmadığından başvurucuların hükümle birlikte tutukluluğun devamına ilişkin
kararı öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda
bulunulması gerekmektedir. İlk Derece Mahkemesinin nihai kararını verdiği
5/10/2012 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 2/8/2013
tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı
olduğu sonucuna varılmıştır (Güven Kapağan, B. No: 2014/14580, 30/12/2014; Osman Kılıç, B. No: 2014/12837,
26/2/2015).
43. Açıklanan nedenlerle
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin süre aşımı
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
a. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiği İddiası
44. Başvurucular kararın, kamuoyunda
“özel yetkili” olarak bilinen ağır ceza mahkemesince verildiğini, özel yetkili
mahkemelerin Sözleşme’de tanınan birçok hakkı ortadan
kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü suçlar için ayrı statüye sahip
mahkemeler kurulmasının ve bu mahkemede yargılanmış olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
45. Sözleşme’nin 6. maddesinde
adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak yasa ile kurulmuş bir mahkeme
tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından açıkça söz edilmiştir. Bu
hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının
da zımni bir unsuru olmakla beraber (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 77;
AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004), yargılamayı yapan mahkemenin yasayla
kurulmasının gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle
düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği mahkemelerin
kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla
düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim
güvencesinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği açıktır.
46. Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37.
maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci
önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci
önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler
kurulamaz.”
47. Anayasa’nın “Mahkemelerin kuruluşu” kenar başlıklı 142.
maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
48. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin
kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün kanunla düzenlenmesini
ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu
düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi mahkemede
yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkim
ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (Tahir Gökatalay, § 79; AYM,
E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004; E.2005/8, K.2008/166, 20/11/2008).
49. Kanuni hâkim güvencesi,
sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini
değil; her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin
belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm
düzenlemeleri ifade etmekte; mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve
anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır (Tahir Gökatalay,
§ 80).
50. Bu güvence, suçun
işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini
kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Kanuni hâkim güvencesi yargılama
makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra
kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir ifadeyle sanığa veya davanın
taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM, E.2014/164, K.2015/12,
14/1/2015).
51. Başvurucuların kovuşturması,
5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerince
yapılmıştır. Yargılama sürerken 6352 sayılı Kanun yürürlüğe girmiş ve bu
Kanun’un 105. maddesinin (6) numaralı fıkrası ile 5271 sayılı Kanun’un 250.
maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer bir ifadeyle 5271 sayılı Kanun"un
250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemeleri kapatılmış, 3713 sayılı
Kanun’un 10. maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri
kurulmuştur. Ancak kapatılan mahkemelerde görülen davalara kesin hükümle
sonuçlanıncaya kadar bu (kapatılan) mahkemelerce bakılacağı 6352 sayılı
Kanun’un geçici 2. maddesiyle hüküm altına alınmıştır.
52. 6352 sayılı Kanun’un geçici
2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında Kanun"un yürürlüğe girdiği tarihte
açılmış ve devam etmekte olan davaların 5271 sayılı Kanun"un 250. maddesi ile
kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu mahkemelerin yeni kurulan
mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik kararı veremeyecekleri
belirtilerek uzun süredir devam eden davalarda başa dönülmesinin ve suçun
işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne geçilmiştir.
Dolayısıyla bu kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri belirlenmemiş,
aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların görevsizlik veya
yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek suçun işlenmesinden önce kurulan
mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmıştır.
53. Somut olayda, 5271 sayılı
Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinin genel bir kanuni
düzenlemeye dayanarak görev yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerçekliği
ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan ve yorumlardan hareketle
başvuruculara yönelik önyargılı bir işlem ve tutum somut olarak gösterilmeksizin
ilgili mahkemelerin kanuni hâkim güvencesine aykırı olduklarını kabul etmek
mümkün değildir. Sonuç olarak başvurucuların yargılamasına, atılı suçların
işlenmesinden önce 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş, görev ve
yetki alanları açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmiş ağır ceza
mahkemelerince devam edilmesinin kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
54. Diğer yandan başvuruculardan
Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanması
gerektiği, anılan başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş
mahkemede yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
55. Başvurucu Yusuf Aydemir’in
nüfus kaydındaki doğum tarihi, davanın açıldığı tarihte 5/5/1991 iken İzmir 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/58 sayılı dosyasında verilen kararla 5/5/1992
olarak düzeltilmiştir. Mahkeme, anılan başvurucunun suçun işlendiği 2/11/2010
tarihinde on sekiz yaşını doldurduğunu belirterek görevsizlik kararı verilmesi
talebini reddetmiştir. Bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
taşımayan bu kararın, kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu söylenemez.
56. Açıklanan nedenlerle
başvurucuların “kanuni hâkim güvencesinin” ihlal edilmediği açık olduğundan
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Dosyaya Erişimin Engellenmesi Nedeniyle Savunma Hakkının
Kısıtlandığı İddiası
57. Başvurucular, soruşturma
evresinde dosyaya erişimlerinin engellenmesi nedeniyle savunma haklarının
kısıtlandığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
58. Dosyaya erişim, ağırlıklı
olarak soruşturma evresine ilişkin bir mesele olup özellikle şüpheli ve/veya
şüpheli müdafiinin dosyanın içeriğini incelemesi ve
belgelerden örnek alması hakkının hâkim kararıyla sınırlandırıldığı durumlarda
önem kazanmaktadır.
59. Anayasa’nın36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin“Adil yargılanma hakkı”kenar
başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
60. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes … ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda … hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına
sahiptir.”
61. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) “hakkaniyete uygun
yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni
gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa"nın 36. maddesinde
de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma
haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu
sebeple AİHM’e göre hakkaniyete uygun bir
yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan
önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam
olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49, 50) ve bu
hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması
gerekmektedir (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980 § 33).
62. Sözleşme’nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı
6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari
haklara sahiptir:
…
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara
sahip olmak;
..."
63. Savunmanın hazırlanması için
gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa"nın 36. maddesinde belirtilen "meşru vasıta ve yollardan yararlanmak"
ifadesi kapsamında değerlendirilmelidir (AYM, E.1992/8, K.1992/39, 16/6/1992). Sözleşme’nin
6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendine göre sanık, savunmasını uygun
bir şekilde düzenleyebilmeli; yargılamayı yürüten mahkeme önünde ilgili tüm
savunma beyanlarını dile getirebilmeli ve böylece yargılamaların sonucunu
etkileyebilme imkânına sahip olmalıdır (Gregacevic/Hırvatistan, B. No: 58331/09, 10/7/2012, § 51).
64. Sanığın kendisini
aklayabilmesine veya cezasının düşürülmesine yardımcı olabilecek unsurları
içeren delil niteliğindeki belgelere erişimine izin verilmemesi, sanığın
savunmasını hazırlarken yararlanması gereken kolaylıkların göz ardı edilmesini
ve dolayısıyla da Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b)
bendinde güvence altına alınan hakkın ihlalini doğurur (Natunen/Finlandiya, B. No: 21022/04,
31/3/2009, § 43; C.G.P./Hollanda (k.k.), B. No: 29835/96, 15/1/1997). Bu kapsamda sanığın
savunmasını yürütmesine kolaylık sağlamak açısından, bu kişinin dava
dosyasındaki ilgili belgelerin suretlerini almasına ve aldığı notları derleyip
kullanmasına izin verilmelidir (Rasmussen/Polonya,
B. No: 38886/05, 28/4/2009, §§
48, 49).
65. Ancak dosyaya erişim hakkı
mutlak değildir. Bazı davalarda üçüncü şahısların temel haklarını korumak veya
ulusal güvenlik gibi önemli bir kamu menfaatini gözetmek, tanıkları korumak
veya adli makamların suçu incelerken başvurdukları yöntemleri güvence altına
almak ve benzeri amaçlarla bazı delillerin sanıktan saklanması gerekli
görülebilir (Natunen/Finlandiya, §§ 40, 41).
66. AİHM, çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerine riayet edildiğinden ve sanığın menfaatlerinin
korunması için yeterli güvencelerin kapsama dâhil edildiğinden emin olmak için
bu husustaki karar alma mekanizmasını dikkatli bir şekilde incelemektedir.
Diğer yandan bir sanığa verilen sürenin ve sağlanan kolaylıkların yeterli olup
olmadığını, her davanın kendine özgü koşullarında değerlendirmektedir (Kornev ve Karpenko/Ukrayna, B.
No: 17444/04, 21/10/2010, § 67).
67. Sanığa sağlanması gereken
kolaylıklar, savunmasını hazırlaması esnasında kendisine yardımcı olacak veya
olma ihtimali bulunan türdekilerle sınırlıdır (Mayzit/Rusya, B. No: 63378/00, 20/1/2005, § 79). Sanığın dava
dosyasına doğrudan erişiminin sağlanması her koşulda gerekli olmayıp dava
dosyasındaki belgeler hakkında temsilcisi aracılığıyla bilgilendirilmesi
yeterlidir (Kremzow/Avusturya, B. No: 12350/86, 21/9/1993, § 52). Ancak
sanığın dava dosyasına erişimine getirilen kısıtlama, duruşma öncesi delillerin
sanığa ulaştırılmasını ve sözlü yargılama aşamasında sanığın, müdafii aracılığıyla deliller üzerine görüş sunmasını
engellememelidir (Öcalan/Türkiye
[BD], B. No: 46221/99,
12/5/2005, § 140).
68. Somut olayda İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2010 tarihli ve 2010/659 sayılı yazısı ile
aynı yer 10. Ağır Ceza Mahkemesinden, soruşturmanın amacının tehlikeye
düşebileceği gerekçesiyle 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin mülga (1)
numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca müdafiin
evrakları inceleme ve suret alma yetkisine ilişkin kısıtlama (gizlilik) kararı
verilmesi talep edilmiştir. Derece Mahkemesince talep yazısı doğrultusunda
itirazı kabil olmak üzere kısıtlama kararı verilmiştir.
69. Dosya kapsamından gizlilik kararına
rağmen olay yerinin ve zamanının anlaşılabildiği, buna ilişkin savunma
yapıldığı, gizlilik kararının delil toplatılma işleminin talep edilmesine engel
olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki iddianamenin kabulü kararıyla
da kısıtlama kararı kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Başvuru dosyası
incelendiğinde başvuruculara sorulan sorulardan suçlamanın ne olduğunun
açıklandığı, suçlamaya dayanak yapılan tutanaklardan (bkz. §§ 6-8) da
bahsedildiği görülmektedir.
70. Başvurucular, duruşma
öncesinde delillerin bir kısmından haberdar olmuş; sözlü yargılama aşamasında (duruşmada)
müdafileri aracılığıyla deliller üzerine görüş bildirmiş ve itirazlarını
sunmuşlardır. Dosyanın erişime açılmasından sonra duruşmalarda delillere
yönelik iddia ve itirazlarda bulunulmuş, başvurucuların vekili 5/10/2012
tarihli duruşmada esas hakkında savunma yapmıştır. Ayrıca başvuru dosyası
incelendiğinde “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvuruculara
delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların
sağlanmadığına ilişkin bir delil de bulunmamaktadır.
71. Açıklanan nedenlerle savunma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. İddianamenin Kabulüne İtiraz Edilemediği İddiası
72. Başvurucular; iddianamenin
kabul aşamasında kendilerine tebliğ edilmediğini, bu sebeple iddianameye ve
iddianamenin kabulüne itiraz edemediklerini, bu durumun adil yargılanma
hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
73. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
74. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
75. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının
kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Güher
Ergun ve diğerleri, § 38).
76. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını
düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması
gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı
dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 23).
77. 5271 sayılı Kanun"un “İddianamenin iadesi” kenar başlıklı 174.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında iddianamenin, iddianame ve soruşturma evrakının
Mahkemeye verildiği tarihten itibaren en geç on beş gün içinde eksik veya
hatalı noktalar belirtilmek suretiyle Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anılan maddenin (3) numaralı fıkrasına göre de
belirtilen süre sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır. Öte
yandan anılan Kanun’un 191. maddesinin (1) numaralı fıkrasında duruşmanın
başladığının, iddianamenin kabulü kararı okunarak açıklanacağı belirtilmiştir.
Bu itibarla 5271 sayılı Kanun"da kabulü aşamasında “iddianamenin” veya kabul
edildikten sonra “iddianamenin kabulü kararının” taraflara tebliği için bir
usul belirlenmemiştir. İddianamenin kabulüne de itiraz mümkün değildir.
78. Başvurucu tarafından
dayanılan hak, Anayasa ve Sözleşme ile buna ek Türkiye"nin taraf olduğu
protokollerin ortak koruma alanında olan bir hak tarafından korunuyor
olmalıdır. Ortak koruma alanında olan adil yargılanma hakkının kapsamında
kovuşturulmamayı isteme hakkı bulunmamaktadır.
79. Açıklanan nedenlerle
başvurunun bu kısmının konu bakımından
yetkisizlik sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
d. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği
İddiası
80. Başvurucular; yasanın ve
delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûm edildiklerini, hukuksal
dayanağı olmayan tespit tutanakları gerekçe gösterilerek mahkûmiyet hükmü
kurulduğunu, gözaltına alınırken derhâl müdafi atanmadığını, hangi delillerin
neden reddedildiğinin belirtilmediğini, savunmaya neden itibar edilmediğinin
açıklanmadığını ve kararın gerekçeli olmadığını belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
81. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
82. 6216 Kanun"un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
83. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
84. Anılan kurallar uyarınca
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür, B. No:
2012/828, 21/11/2013, § 21).
85. Belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut
yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme
yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin
görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın
bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No:
2013/1213, 4/12/2013, § 27).
86. Başvurucular; delillerin
hatalı değerlendirildiğini, olay anında kimin molotof
attığının belli olmadığını, sadece tespit tutanaklarına dayanılarak haksız yere
mahkûm edildiklerini ileri sürmüştür. Dolayısıyla başvurucuların iddialarının
özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet
edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir. Bu sebeplerle
başvurucuların bu yöndeki iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu
görülmektedir.
87. Mahkemenin gerekçeli kararı
incelendiğinde söz konusu kararın; müşteki beyanlarına, tanık anlatımlarına,
olay yeri görgü ve tespit tutanağına ve fotoğraflara, sorgu tutanağına, sanık
savunmalarına, ekspertiz raporlarına, olay tutanağına ve inceleme raporlarına,
suç yeri araştırma ve inceleme raporuna, olay yeri krokilerine, tespit
tutanaklarına ve diğer delillere dayanılarak verildiği görülmektedir (bkz. §
17). Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları
deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları yorumlanmak suretiyle bir
sonuca ulaşılmıştır.
88. Diğer yandan başvurucular;
gözaltına alınırken kendilerine derhâl müdafi atanmadığını, müdafileri ile
görüşmelerinin sağlanmadığını, bu sebeple savunma haklarının kısıtlandığını
iddia etmişlerdir. Başvuru formu ve eklerinden anlaşıldığı üzere
başvurucuların, talep etmelerine rağmen müdafi verilmediğine veya
savunmalarının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan
verdiklerine dair herhangi bir iddiaları da bulunmamaktadır.
89. Müdafi yardımından
yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma
hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini
savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda
savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi
yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir
unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836,
17/9/2014, § 29).
90. Müdafi yardımından
yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için kural
olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata
erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 50-55).
91. Somut olayda başvurucular,
kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında müdafileri huzurunda ifade vermişlerdir.
Diğer bir ifadeyle şüphelilere (başvuruculara) kolluk tarafından ilk kez
sorgulanmalarından itibaren avukata erişim hakkı sağlanmış, sonraki savunmaları
da müdafi eşliğinde yapılmıştır. Diğer yandan 24/11/2010 tarihinde yakalanan
başvuruculara avukatla görüşme hakları hatırlatılmış, başvuruculardan Abdulvahap Aydemir aynı gün avukatla görüştürülmüştür.
Diğer başvurucu ise ismini verdiği üç avukattan biriyle görüşmeyi kabul
edeceğini bildirmiştir. Bildirilen avukatlardan birine ulaşılamaması,
diğerlerinin de müsait olmaması nedeniyle başvurucunun, avukatıyla görüşmesi
ertesi gün sağlanabilmiştir.
92. Bu sebeplerle başvurucuların
gözaltına alındıktan hemen sonra müdafi atanmaması yönündeki iddialarının
dayanaksız olduğu görülmektedir.
93. Başvurucular ayrıca Derece
Mahkemesinin kararının tatmin edici olmadığını, kararlarda hangi delile neden
itibar edildiğinin açıklanmadığını, taleplerinin gerekçesiz şekilde
reddedildiğini ve iddialarının karşılanmadığını ileri sürmüşlerdir.
94. Anayasa"nın 141. maddesinin
(3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır."
95. Anayasa Mahkemesi
kararlarında bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını
ifade eden Anayasa"nın 141. maddesinin, adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 49).
96. Anılan kural uyarınca ilke
olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir
gereğidir. Derece mahkemeleri; dava konusu maddi olay ve olguların
kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında
kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek
zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik
görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil
yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim
Ataş, B. No:2013/1235, 13/6/2013, § 23).
97. Makul gerekçe; davaya konu
olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi
nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve
olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira
tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız
görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde
oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren,
ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe
bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).
98. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu
hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Ancak başvurucunun
ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının
cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra
kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, bu
hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat
Ltd. Şti., § 26; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Van de Hurk/Hollanda,
B. No: 16034/90, 19/4/1994, §61).
99. Başvuruya konu yargılama
bakımından başvurucuların iddianamede belirtilen olaylara katılıp
katılmadıkları, olaylarda patlayıcı madde bulundurup bulundurmadıkları, görevli
memurlara etkin şekilde direnip direnmedikleri hususlarının uyuşmazlığın
esasını oluşturduğu ve Mahkeme kararında karşılanmaları gerektiği açıktır. Mahkeme
kararı incelendiğinde anılan hususların değerlendirildiği, sanıklar
(başvurucular) yönünden bireyselleştirildiği, dizi pusulasına bağlanmış dosya
sayfalarıyla bağlantı kurularak onlara göndermelerde bulunulduğu görülmektedir
(bkz. §17). Duruşmalarda yapılan talepler de gerekçeli şekilde reddedilmiştir.
Belirtilen hususlar dikkate alındığında Derece Mahkemesinin yeterli kabul
edilebilecek şekilde kararı gerekçelendirdiği anlaşılmaktadır.
100. Açıklanan nedenlerle
başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olması ve bir ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
101. Başvurucular, haklarında
yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması
nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
102. Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 38, 39).
103. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucuların davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
104. Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların
da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır.
İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama
aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik
incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer
(B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014,
§ 31). Başvuru konusu olayda, başvurucular hakkında “tehlikeli maddeleri
izinsiz olarak bulundurma, genel
güvenliği tehlikeye sokacak şekilde patlayıcı madde kullanma, silahlı terör
örgütüne üye olma ve memura etkin direnme” suçlarını işledikleri iddiasıyla
soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular hakkında isnat olunan suçlar 5237
sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde
tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın
Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku
bulunmamaktadır (B.E., § 32).
105. Ceza muhakemesinde yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye
suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan
ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması
anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucuların gözaltına alındığı
24/11/2010’dur. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının
nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin
Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut başvuru açısından bu
tarih, kararın onandığı 16/5/2013’tür.
106. 5271 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E.,
§§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
107. Başvuruya konu ceza davasında başvurucular haricinde
diğer sekiz sanığın daha bulunması, başvurucular ve diğer sanıklar hakkında
birçok suçlamanın ve birleşen davaların bulunması, yargılamaya konu
suçlamaların kapsamı, başka adli birimlerle yazışma yapılmasının gerekmesi, yargılamanın yürütülmesinde izlenen yöntem ve somut
davanın koşulları dikkate alındığında iki dereceli bir yargılama arasında geçen
yaklaşık 2 yıl 6 aylık süre, sadece olağan usul işlemlerinin yapılması için
gerekli olduğundan makul olarak değerlendirilmelidir.
108. Açıklanan nedenlerle makul
sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğundan
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Ayrımcılık
Yasağının İhlal Edildiği İddiaları
109. Başvurucular, Kürt kökenli
olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz bırakıldıklarını ileri sürmüşlerdir.
110. Anayasa"nın "Kanun önünde eşitlik" kenar
başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
111. Sözleşme"nin "Ayırımcılık yasağı" kenar
başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"Bu Sözleşme"de tanınan hak
ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer
kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet,
doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık
gözetilmeksizin sağlanmalıdır."
112. Başvurucuların Anayasa"nın
10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik
iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında soyut
olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında
yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir.
Dolayısıyla eşitlik ilkesi; bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp
bir hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan
tamamlayıcı nitelikte haklardandır. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip
edilmediğinin tartışılabilmesi için ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak
ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz
bırakıldığını göstermesi gerekir (Onurhan Solmaz,
§§ 33, 34).
113. Somut olayda başvurucular,
ayrımcılığa uğradıklarını dile getirmiş fakat hangi sanıklara göre kendilerine
farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin bir beyanda bulunmamışlardır. Ayrımcılık
iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucuların kendileriyle benzer
durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendilerine yapılan muamele
arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli
olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını
makul delillerle ortaya koymaları gerekir. Somut olayda başvurucular, kendi
durumlarıyla başka sanıkların durumlarının etnik kökenlerinden dolayı farklılık
taşıdığını ortaya koyamamışlardır. Ayrıca diğer sanıklara hangi yönde farklı
bir muamele yapıldığına ilişkin bir bilgi de sunulmamıştır.
114. Açıklanan nedenlerle
ayrımcılık yasağına yönelik bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
115. Başvurucular, Diyarbakır
ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto etmeleri nedeniyle haklarında terör
örgütü üyeliğinden mahkûmiyet kararı verilmesinin ve propaganda yapma suçundan
açılan dava hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin ifade
özgürlüklerine ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına bir müdahâle olduğunu belirterek Sözleşme’nin 10. ve 11.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
116. Her ne kadar başvurucular,
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğinden de
şikâyetçi olmuş ise de bu şikâyetlerinin içeriği dikkate alındığında mevcut
davanın koşullarında, başvurucuların bu başlık altındaki şikâyetlerinin ifade
özgürlüğü yönünden incelenmesi uygun bulunmuştur.
117. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca
başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
118. Başvurucuların, anılan
suçlara ilişkin yargılama sürecinin devam ettiği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
6. Diğer İhlal İddiaları
119. Diğer taraftan başvurucular,
emniyet görevlilerinin psikolojik baskısına maruz kaldıklarını, usulüne uygun
rapor tanzim edilmediğini, mahkûmiyetin kanuni sonuçları olarak belli haklardan
yoksun bırakıldıklarını, haklarında mükerrirlere özgü
infaz rejiminin uygulanacağını, bu sebeplerle Sözleşme’nin 3. ve 8.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
120. Başvurucuların; kamu gücünün
işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve
özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller
ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini
başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale
neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih
sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan
hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller
açıklanmalıdır (Veli
Özdemir, B. No:
2013/276, 9/1/2014, 20).
121. Başvuruya konu olan ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen
başvurucular tarafından soyut şekilde birtakım iddialar ileri sürülmüş, somut
olayda yaşandığı iddia edilen ihlallere ilişkin olarak yetkili makamlara
başvuru yaptıklarına dair Anayasa Mahkemesine bir bilgi ya da kanıt sunulmamıştır.
Ayrıca başvurucular tarafından mahkûmiyetin kanuni sonuçlarının hangi neden ve
gerekçelerle temel haklarını ihlal ettiği belirtilmemiş; bu hususlar soyut
olarak dile getirilmiştir.
122. Açıklanan nedenlerle
başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanıtlanamamış olması
ve ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Adli yardım taleplerinin KABULÜNE,
B. 1.Yakalama
sebeplerinin ve suçlamaların bildirilmemesine, yasal hakların hatırlatılmamasına
ve süresi içinde hâkim önüne çıkarılmamaya ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Tutuklama ve tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlara itirazların
gerekçesiz ve duruşmasız olarak reddedilmesine ilişkin iddiaların süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Kanuni
hâkim güvencesinin ihlaline ilişkin iddiaların
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Dosyaya
erişimin engellenmesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığına ilişkin
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. İddianamenin
kabulüne itiraz edilemediğine ilişkin iddianın konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6.
Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
9. İfade
özgürlüğüne ilişkin ihlal iddialarının başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
10. Diğer
ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin tahsilinin
başvurucuların mağduriyetine neden olacağı anlaşıldığından 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten tamamen MUAF TUTULMALARINA
1/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.