8. Hukuk Dairesi 2018/3917 E. , 2019/11152 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Ecrimisil
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
K A R A R
Davacı vekili, vekil edeni idarenin 2602 ada 8 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesinin maliki olduğunu, davalının hiçbir akdi ve kanuni sebebe dayanmaksızın dava konusu taşınmazın tamamını ikametgah olarak kullandığını, davalının taşınmazda fuzuli şagil olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 01.06.2006-31.10.2010 tarihleri arasındaki dönem için 13.520,00 TL işgal tazminatının işgalin başlangıcından itibaren kademeli yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı dava konusu taşınmazın kendilerine kayyım tarafından kiralanmış olduğunu, kira bedellerinin kiralayana ödendiğini, belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 12.315,97 TL ecrimisil alacağının işgalin başlangıcından itibaren işleyecek kademeli yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya dair istemin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava ecrimisil isteğine ilişkindir.
Tüm dosya içeriği ve toplanan delilerden, dava konusu 2602 ada 8 parsel sayılı taşınmazın 1/2 payının ... kızı ... adına kayıtlı olduğu ve bu hisseye ... Defterdarının kayyım olarak atandığı, diğer 1/2 payın ise ... Kapısında ... Kilisesi adına tapuda kayıtlı olduğu, taşınmazın beyanlar hanesinde ise Haznedar ... Ağa Vakfı adına şerh olduğu anlaşılmaktadır.
Somut olaya geçmeden önce “taraf sıfatı kavramı üzerinde durulmalıdır:
Sıfat, dava konusu subjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka ilişkindir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen (nitelendirilen) kişiler, şeklen (biçimsel açıdan) o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olma sıfatı yoksa dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Dava, sıfat yokluğundan reddedilir.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bir subjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kim olduğu (yani bir davada, davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu) tamamen maddî hukuka göre belirlenir. Bu nedenle, bir kişinin belli bir davada gerçekten davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (subjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Sıfatın usul hukuku bakımından önemi (usul hukukunu ilgilendiren yönü) şudur: Bir davanın tarafları (veya taraflardan biri) o davada gerçekten (davacı veya davalı olarak) taraf sıfatına sahip değilse mahkeme, dava konusu hakkın esası (mevcut olup olmadığı) hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davanın sıfat yokluğundan reddine karar verir. Bu karar, davanın dinlenemeyeceğine ilişkin bir karar olmayıp, davanın esasına ilişkin bir karardır (taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını tespit eden bir karardır).
Mahkemenin sıfat yokluğunu kendiliğinden (resen) gözetmesi gerekir. Çünkü sıfat yokluğu, bir defi değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itirazdır. Hakim, kendisine sunulan dava malzemesinden (davalı veya davacının bildirdikleri vakıalardan, yani dava dosyasından) bir itiraz sebebinin varlığını (sıfat yokluğunu) öğrenirse, bunu kendiliğinden gözetir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 234; Yılmaz, Ejder; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 530).
Somut olayda, Mahkemece, dava konusu taşınmazda davalının fuzuli şagil olduğu gerekçesi ile davacının taraf sıfatı üzerinde durulmadan davanın esası hakkında karar verilmiş ise de bu görüşe katılma olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki, dava konusu 2602 ada 8 parsel sayılı taşınmazın 1/2 payının malikinin ...Kapusunda ... Kilisesi olduğu, Mahkemece, davacı ... Bölge Müdürlüğü olmasına rağmen, bahsi geçen malikin vakıf olup olmadığı, vakıf ise mazbuteye alınıp-alınmadığı, ayrıca tapu kaydının şerhler kısmında adı geçen Haznedar ... Ağa Vakfının mazbutaya alınıp alınmadığı hususları araştırılmamıştır. Dairece yapılan geri çevirme sonrası dosya arasına alınan kayıtlardan da, malik olarak görünen ...Kapusunda ... Kilisesi"nin vakıf olup-olmadığı tam olarak açıklığa kavuşturulamamaktadır.
O halde, Mahkemece yapılması gereken iş, az yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, davacının, davada taraf sıfatını haiz olup-olmadığının her türlü tereddütten uzak bir şekilde belirlenmesi ve oluşacak sonuca göre bir karar vermesi olmalıdır. Tüm bu hususlar düşünülmeden, işin esası hakkında karar verilmesi yanlış olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Davalının temyiz itirazları yukarıda açıklanan nedenle yerinde olduğundan kabulüyle, usul ve yasaya uygun bulunmayan hükmün 6100 sayılı HMK"nin Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK"un 440/1 maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 10/12/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.