
Esas No: 2013/6068
Karar No: 2013/6068
Karar Tarihi: 18/11/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ERSİN EKMEKÇİ VE SİNAN EKMEKÇİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/6068) |
|
Karar Tarihi: 18/11/2015 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör |
: |
Akif YILDIRIM |
Başvurucular |
: |
1. Ersin EKMEKÇİ |
|
|
2. Sinan EKMEKÇİ |
Vekili |
: |
Av. Nezahat
PAŞA BAYRAKTAR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru, haksız olarak tutuklama kararı verilmesi, kanuni gözaltı süresinin
aşılması, gözaltına alınırken yasal hakların hatırlatılmaması nedenleriyle
özgürlük ve güvenlik hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması,
yargılamanın sonucunun adil olmaması, dosyaya erişim kısıtlandığından savunma
hakkının kullanılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; protesto
eyleminden ötürü terör örgütü üyeliğinden mahkûm olunması ve örgüt propagandası
yapma suçundan açılan davada ise kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedenleriyle ifade özgürlüğünün; etnik kökenden dolayı
ayrımcılığa maruz kalınması nedeniyle de kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 2/8/2013 tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama
imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuşlardır.
Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4.
Başvuru formu ve ekleri, Adalet Bakanlığının (Bakanlık) görüş yazısı ile Ulusal
Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
ilgili olaylar özetle şöyledir:
5.
Diyarbakır ilinde görülen ve kamuoyunda KCK davaları olarak bilinen
yargılamalarda ana dilde savunma yapma imkânı verilmemesini protesto etmek
amacıyla bir grup şahıs 2/11/2010 tarihinde İzmir ili Menemen ilçesinde saat
19.00 sıralarında bir eylem gerçekleştirmişlerdir. Anılan olayla ilgili olarak
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.
6.
Meydana gelen bu olaya ilişkin olarak saat 22.00 sıralarında sekiz polis
memurunun imzasını taşıyan 2/11/2010 tarihli olay tutanağı düzenlenmiş; anılan
olay tutanağında, eyleme katılan şahısların tespit edilemediği, gecenin
karanlığından faydalanarak güvenlik görevlilerinden kaçmayı başardıkları
belirtilmiştir.
7.
Anılan olaya ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 23.45’te tespit tutanağı
düzenlenmiştir. Tespit tutanağında eyleme katılan şahısların 25-30 kişi olduğu
ve başvurucuların da bu şahıslar arasında bulunduğu belirtilmiştir. Bu
tutanakta olay esnasında PKK terör örgütü lehine yapılan propaganda ve atılan
sloganlardan bahsedilmiştir.
8.
Aynı olayla ilgili olarak saat 01.10’da düzenlenen başka bir tespit tutanağında
ise molotof kokteylli ve havai fişekli saldırıda
bulunan grup içerisinde Menemen ilçesi Asarlık bölgesinde ikamet eden ve bu
bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve protesto gösterisi eylemlerine
katıldıklarından dolayı polis tarafından bizzat tanınan şüpheliler Y.C., A.A.,
Sinan Ekmekçi, Y.Y. ve Ersin Ekmekçi isimli şahısların görüldüğü ifade
edilmiştir.
9.
Bu arada İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/11/2010 tarihli ve 2010/642
Değişik İş sayılı kararı ile başvurucuların ikamet adreslerinde arama
yapılmasına ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10.
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine istinaden soruşturma dosyasına
erişimin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz
reddedilmiştir.
10.
İddialarına göre başvurucular, 24/11/2010 tarihinde gözaltına alınırken
kendilerine hakları hatırlatılmamış ve yöneltilen suçlamalar bildirilmeden
Emniyet Müdürlüğüne götürülmüşlerdir.
11.
25/11/2010 tarihinde Emniyet Müdürlüğünde ve 26/11/2010 tarihinde İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığında müdafileri huzurunda savunmaları alınan başvurucular
tutuklama istemiyle 26/11/2010 tarihinde Mahkemeye sevk edilmişlerdir.
12.
İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi aynı tarihte 2010/37 Sorgu sayılı kararıyla PKK
terör örgütüne üye olma suçundan başvurucuların tutuklanmalarına karar
vermiştir.
13.
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 24/2/2011 tarihli ve E.2011/72 sayılı
iddianamesiyle “tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma, genel güvenliği
tehlikeye sokacak şekilde patlayıcı madde kullanma, silahlı terör örgütüne üye
olma ve memura etkin direnme” suçlarından başvurucular hakkında aynı yer 8.
Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Anılan iddianame Mahkemece
28/2/2011 tarihinde kabul edilmiş ve tensiple birlikte başvurucuların
tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.
14.
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 14/11/2011 tarihli ve E.2011/337 sayılı
iddianamesi ile “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan başvurucu Sinan Ekmekçi hakkında açılan kamu
davası da bu dava ile birleştirilmiştir.
15.
2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara
İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir.
Anılan Kanun ile kamuoyunda “özel yetkili” olarak adlandırılan mahkemeler
kapatılmıştır. Aynı Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında bu
mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar
aynı mahkemelerce bakılmaya devam olunacağı, bu davalarda yetkisizlik veya
görevsizlik kararı verilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
16.
İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli ve E.2011/61, K.2012/256
sayılı kararı ile başvuruculardan Ersin Ekmekçi hakkındaki “terör örgütünün
propagandasını yapma” suçundan açılan davanın kovuşturmasının ertelenmesine
karar verilmiştir. Başvurucular isnat edilen “kasten genel güvenliği tehlikeye
sokma” suçu “etkin direnme” suçu
kapsamında görülerek bu suçtan ayrıca ceza verilmemiş, diğer suçlardan ise
başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verilmiştir. Ersin Ekmekçi hakkında
verilen kovuşturmanın ertelenmesi kararına itiraz edilmemiştir.
17.
Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
02. 11.2010 günü
saat: 18.00 ile 19.00 sularında Menemen ilçesi Asarlık beldesi Gölcük Mahallesi
406 Sokak yan kısmında bulunan ve belediye tarafından yeni açılmış olan park
içerisinde, çoğunluğu çocuk ve gençlerin oluşturduğu yaklaşık 30 kişilik gurup
toplanmıştır. Bölücü terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı övücü tarzda “biji serok Apo,
selam selam İmralı’ya bin selam, PKK halktır halk
burada, v.b” şekilde slogan atmışlardır. Bu gurup,
daha önceden hazırladıkları molotof kokteyli ve havai
fişekler ellerinde bulunduğu halde Vali Kutlu Aktaş caddesine çıkarak bu
caddeyi takiben Menemen belediyesi Asarlık Şube Müdürlüğü binasına gelmek üzere
hareket edip, bu caddede beklemekte olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait
(TOMA) toplumsal olayları müdahale etme aracına havai fişek ve molotof kokteyllerini ateşlemek suretiyle saldırmışlardır.
Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurlarının müdahalesi üzerine
gurup tarafından çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurulduktan
sonra barikatın arkasında (TOMA) aracına ve görevli polis memurlarına Molotoflu, taşlı saldırılara devam etmişlerdir. Çevik
Kuvvet personelinin devam eden müdahalesi sonucu saldırganlar ara sokaklara
dağılarak izlerini kaybettirmişlerdir. Olay yerinde siyah bir poşet içerisinde
yoğun şekilde yapıştırıcı ve benzin kokusu olan silindir teneke bidon ele
geçirilmiştir. (KL:1 Dz.67’ deki olay tutanağı)
Yukarıdaki anlatılan
olayı gerçekleştikten sonra saat 23:45’ de …30 ve …..11 sicil nolu polis memurları tarafından olay özetlendikten sonra,
PKK terör örgütü güdümünde Menemen ilçesinde gerçekleştirilen basın
açıklamaları ve protesto gösterilerinden dolayı daha önceden tanıdıkları B. D.,
O. Y., A. K., Y. C., Ersin Ekmekçi, Sinan Ekmekçi, Ü. A., V. K., A. A. ve Y.
Y.’nin görevli polis memurlarına ve (TOMA) aracına molotoflu ve havai fişekli saldırıyı gerçekleştiren gurup
içerisinde yer aldıkları yönünde tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür.
(KL:1 Dz:69’ da tespit tutanağı)
Aynı gün saat:
01:10’da yine yukarıda anlatılan olay sonrası …40 ve …18 sicil nolu polis memurları tarafından olay özetlendikten sonra
(TOMA) aracı içerisinde görebildikleri kadarıyla molotof
kokteyli ve havai fişekli saldırıda bulunan gurup içerisinde Asarlık bölgesinde
ikamet eden ve bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve proteste gösterisi
eylemlerine katıldıklarından dolayı bizzat tanıdıkları Y. C., A. A., Sinan
Ekmekçi, Y. Y. ve Ersin Ekmekçi isimli şahısların görüldüğü yönünde ikinci
tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür. (KL:1 Dz.78)
Her iki tutanakta da
sanıklar Sinan Ekmekçi, Ersin Ekmekçi, A. A., Y. C. ve Y. Y.’nin isimlerinin yer aldığı görülmektedir.
01. 11.2011 günkü
sanıklar Sinan Ekmekçi, Ersin Ekmekçi, A. A. ve Y. C.’nin
hazır bulundukları oturum sırasında tanık sıfatıyla dinlenilen, …40 sicil nolu polis memuru, olaya ilişkin tuttukları tutanak
içeriğinin doğru olduğunu, eylemlerin huzurdaki sanıklar tarafından
gerçekleştirildiğini, sanık Sinan Ekmekçi’nin elinde havai fişek, diğerlerinin
elinde ise molotof kokteyli olduğunu, …18 sicil nolu polis memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu,
huzurdaki sanıklardan bir kısmını tanıdığını, bu sanıkların öncesinde de benzer
olaylara katılmaları ve olay sırasında ışıklandırmanın yeterli olması sebebiyle
teşhis edebildiğini, …30 sicil nolu polis memuru,
tutanak içeriğinin doğru olduğunu, sanıkların ellerinde molotof
kokteyli ve havai fişekler bulunduğun, olaydan uzun zaman geçtiği için
huzurdaki sanıkların ne yaptıklarını tam olarak hatırlamadığını ifade
etmişlerdir.
…
Sanıklar
Sinan Ekmekçi, Ersin Ekmekçi, Y. Y. ve Y. C.’nin
02.11.2010 günü İzmir ili Menemen ilçesi Asarlık beldesinde terör örgütünün
propagandasına dönüşen yaklaşık 25-30 kişilik gurup tarafından gerçekleştirilen
eyleme katıldıkları, buradan ellerinde molotof
kokteyli ve havai fişek olduğu halde Vali Kutlu Aktaş Caddesinde Menemen
Belediyesi Asarlı Beldesi Asarlık Şube Müdürlüğü yönüne doğru hareket
ettikleri, orada bulunmakta olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait (TOMA) araca
saldırdıkları, çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurdukları ve
buradan olaya müdahale etmek isteyen polis memurlarına, molotof
kokteyli ve taşlarla saldırmak suretiyle engel oldukları, sanıkların bu şekilde
üzerlerine atılı görevli memura etkin direnme ve patlayıcı madde bulundurma ya
da nakletme eylemini gerçekleştirdikleri,
Patlayıcı madde
bulundurma ya da nakletme eyleminin TCK’nun 174 ve
3713 S.Y. nın 5/2 maddesine temas ettiği,
Sanıkların, polis
memurlarının görev yapmasına engel olmak amacıyla taş, Molotof kokteyli, havai
fişek attıkları (cebir kullanarak), sübut bulan bu eylemin TCK’nun
265/1,3,4 ve 3713 S.Y. nın 5/1. maddesine temas
ettiği,
Anlaşılmakla bu
maddeler göre ceza tayini gerektiği sonucuna varılmıştır.
Sanıklar Ersin
Ekmekçi, Sinan Ekmekçi, A. A. ve Y. C.’nin suç
tarihinden önce başkaca katıldıkları eylemlere ilişkin haklarında düzenlenen
iddianamelerden anlaşılacağı üzere bu tür eylemlere katılımları yönünde
gösterdikleri devamlılık, gerçekleştirilen eylemlerin örgütsel-ideolojik eğitim
ve motivasyon (dezenformasyon) olmaksızın işlenme ihtimalinin zayıf olması ve
2007 yılından itibaren terör örgütü PKK’nın KCK/TM olarak strateji değiştirip,
terör örgütü üyesi olmanın sadece yurt dışı kamplarına katılıp burada ideolojik
ve silah eğitimi almak, sonrasında kod adı alıp özgeçmiş vermekle değil, şehir,
mahalle, üniversite gibi legal alanlarda örgütlenip, özellikle gençleri örgüte
kazandırıp şiddete dayalı sokak eylemlerinde kullanarak toplumu terörize edip ülkeyi iç savaş ortamına sürükleyerek
devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmanın hedeflendiği nazara alındığında
sanıkların gerçekleştirdikleri eylemin terör örgütünün bu stratejik amacı ve
çerçevesinde olduğu sonucuna varıldığından sanıkların terör örgütü KCK/TM nin gençlik yapılanması içerisinde (DYG-M) faaliyet
yürüttükleri ve bu terör örgütüne üye oldukları sonucuna varılmış olup,
eylemlerine temas eden TCK nun 314/2 ve 3713 S.Y. nın 5. maddesi uyarınca ayrıca cezalandırılmaları yoluna
gidilmiştir…”
18.
Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 16/5/2013 tarihli ve
E.2013/3517, K.2013/7760 sayılı ilamı ile Derece Mahkemesinin “patlayıcı madde
bulundurma” ve “görevi yaptırmamak için direnme” suçlarıyla ilgili kararının
onanmasına, “örgüt üyesi olma” suçundan verilen cezanın bozulmasına karar
verilmiştir.
19.
Başvurucular 29/7/2013 tarihinde nihai karardan haberdar olmuştur.
20.
Bireysel başvuru 2/8/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
21.
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 170. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından
tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek
tarzda;
…
c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan, Kişi,
altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır…”
22.
5237 sayılı Kanun’un 174. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı,
yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol
açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç
eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan,
satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin
imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı
ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.
(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün
faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında
artırılır.”
23.
5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan
suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan
on yıla kadar hapis cezası verilir.”
24.
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama
nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı
verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile
ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki
hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa.
b) Şüpheli veya
sanığın davranışları;
1. Delilleri yok
etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli
şüphe oluşturuyorsa.
...”
25.
5271 sayılı Kanun’un 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re"sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik fıkra:
02/07/2012-6352 S.K./97.md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu
husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç
şüphesini,
b) Tutuklama
nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren
deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği
şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak
suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
26.
5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen,
b) Kanunî gözaltı
süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
27.
5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28.
Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların
2/8/2013 tarihli ve 2013/6068 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
29.
Başvurucular;
i. Haklarındaki
davanın kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen Ağır Ceza Mahkemelerinde
görüldüğünü, özel yetkili mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde
(Sözleşme) tanınan birçok hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen
veya örgütlü suçlar için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve bu
mahkemede yargılanmış olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne
aykırı olduğunu,
ii. Soruşturma
dosyasına erişim kısıtlandığı için yakalama nedenlerinin ve yöneltilen
suçlamaların kendilerine bildirilmediğini, haklarının hatırlatılmadığını,
kanuni süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna çıkarıldıklarını,
iii.
Gözaltı sırasında psikolojik muayenelerinin yapılmadığını, gözaltında iken
istekleri doğrultusunda hekime götürülmediklerini, emniyet görevlilerinin
psikolojik baskısına maruz kaldıklarını,
iv.
Tutuklama nedeni bulunmadığını, tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen
kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına
yönelik kararların duruşmasız olarak verildiğini, bu kararların verilmesi
sırasında savcı görüşlerinin tebliğ edilmediğini,
v.
Bilimsel deliller yerine tespit tutanakları gerekçe gösterilerek mahkûmiyet
hükmü kurulduğunu, mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak belli hakların belli süre
kullanılmasının yasaklandığını, bu hakların kullanılamamasının özel hayata
müdahale olduğunu, Mahkeme kararında hangi delillerin neden reddedildiğinin belirtilmediğini,
savunmaya neden itibar edilmediğinin açıklanmadığını ve kararın gerekçeli
olmadığını,
vi.
Temyiz incelemesi sırasında duruşma yapılmaması nedeniyle etkin inceleme
yapılmadığını,
vii.
Yargılamanın dört yıl gibi makul olmayan bir süre devam ettiğini,
viii.
Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto etmeleri nedeniyle
haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş olmasının ifade özgürlüğü ve barışçıl
gösteri yapma haklarına bir müdahale olduğunu,
ix. Kürt
kökenli olmaları dolayısıyla ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirterek
Sözleşme’nin 3., 5., 6., 8., 10., 11. ve 13. maddeleriyle Sözleşme’ye
ek 7. No.lu protokolün (2) numaralı maddesinin ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
B. Değerlendirme
30.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül,
B. No: 2012/682, 2/10/2013, § 18).
31.
Başvurucuların;
i. Gözaltına alındıklarında yasal haklarının, yakalama
nedenlerinin ve haklarındaki suçlamaların kendilerine bildirilmemesi, tutuklama
nedeni bulunmaması, tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen kararların
gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, tutukluluğun devamına yönelik
kararların duruşmasız olarak verilmesi, tutukluluğun devamı kararları
verilirken savcı görüşlerinin tebliğ edilmemesi yönündeki şikâyetlerinin
Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı,
ii. Kanuni hâkim güvencesine aykırı olarak mahkûm edilmeleri,
dosyaya erişimin kısıtlanması nedeniyle savunma yapılamaması, Derece Mahkemesi
kararının gerekçesiz olması, temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması,
yargılamanın uzun sürmesi yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkı,
iii. Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerinde sanıklara ana
dilde savunma hakkının verilmemesini protesto etmeleri nedeniyle haklarında
mahkûmiyet ve kovuşturmanın ertelenmesi kararları verilmiş olması yönündeki
şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü,
iv. Politik kararlar veren Mahkeme kararıyla Kürt kökenli
olmaları dolayısıyla ayrımcılığa maruz kalınması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın
10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
32.
Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay
(B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen adli yardım talebinin
değerlendirilmesine ilişkin ilkeler temelinde somut olayda, hükümlü olarak ceza
infaz kurumunda bulunan başvurucuların sosyal güvenlik kapsamında bir geliri,
adına kayıtlı taşıtı veya taşınmaz malı olmadığı; geçimini önemli ölçüde zor
duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun oldukları
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan
adli yardım talebinin kabulü gerekir.
2. Kişi Hürriyeti
ve Güvenliği Hakkı Yönünden
a. Yakalama
Sebeplerinin ve Suçlamaların Bildirilmediği, Yasal Hakların Hatırlatılmadığı ve
Süresi İçinde Hâkim Önüne Çıkarılmadığı İddiaları
33.
Başvurucular, soruşturma dosyasına erişimleri kısıtlandığı için yakalama
nedenlerinin ve yöneltilen suçlamaların kendilerine bildirilmediğini,
haklarının hatırlatılmadığını ve süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna
çıkarıldıklarını iddia etmiştir.
34.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
35.
Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen
nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.
Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla
sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce
kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının
genişletilmesi mümkün değildir (G.S.,
B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
36.
Somut olayda başvurucular, 24/11/2010 tarihinde yakalanmış ve 26/11/2010
tarihinde tutuklanmıştır. Dosyaya erişimin kısıtlanmasına yönelik karara
yapılan itiraz ise 30/11/2010 tarihinde reddedilmiştir. Bu belirlemelere göre
başvurucuların anılan şikâyetleri 24/11/2010 ve 30/11/2010 tarihleri arasında
gerçekleştirilen işlemlere ilişkin olup bu tarihlerin, Anayasa Mahkemesinin
zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önceye ait olması nedeniyle
başvurunun bu kısmı hakkında zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi
gerekir.
b. Kuvvetli
Suç Şüphesi ve Tutuklama Nedeni Bulunmadığı Hâlde Tutuklama Kararı Verildiği,
İtirazların Gerekçesiz ve Duruşmasız Olarak Reddedildiği İddiaları
37.
Başvurucular; tutuklama nedeni bulunmadığını, tutuklama ve tutuklamaya itiraz
sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını,
tutukluluğun devamına yönelik kararların duruşmasız olarak verildiğini ve savcı
görüşlerinin kendilerine tebliğ edilmediğini iddia etmiştir.
38. Somut
olayda başvurucular, isnat edilen suç nedeniyle 26/11/2010 tarihinde
tutuklanmıştır. İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli kararı ile
başvurucuların hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve tutukluluk hâllerinin
devamına karar verilmiştir.
39. Başvurucuların,
isnat edilen suçlarla ilgili yargılama kapsamında İlk Derece Mahkemesince
mahkûmiyet kararının verildiği tarihe kadar geçen sürede "bir suç isnadına
bağlı olarak" özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından
sonra geçen sürenin "mahkûmiyet sonrası tutma" kapsamında olduğu
anlaşılmaktadır.
40. "Bir suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukta geçen sürenin
başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu
tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu
ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince
hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman,
B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
41. "Bir
suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren
başvuruda, hükümle birlikte tutukluluğun devamına ilişkin verilen karara karşı
itiraz yoluna gidilip gidilmediğine dair başvuru formunda bir bilgi
sunulmadığından başvurucuların, hükümle birlikte tutukluluğun devamına ilişkin
kararı öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda
bulunmaları gerekmektedir. İlk Derece Mahkemesinin nihai kararını verdiği
5/10/2012 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 2/8/2013
tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı
olduğu sonucuna varılmıştır (Güven Kapağan, B. No: 2014/14580, 30/12/2014; Osman Kılıç, B. No: 2014/12837,
26/2/2015).
42.
Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
a. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiği İddiası
43.
Başvurucular kararın, kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen ağır ceza
mahkemesince verildiğini, özel yetkili mahkemelerin Sözleşme’de
tanınan birçok hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü
suçlar için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve bu mahkemede
yargılanmış olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne
aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
44.
Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak yasa ile
kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın görülmesini isteme hakkından açıkça söz
edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (Tahir
Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, §
77; AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, 5/5/2004) yargılamayı yapan mahkemenin
yasayla kurulmasının gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir
hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği
mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin
kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim
güvencesinin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
45.
Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi”
kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci
önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci
önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler
kurulamaz.”
46.
Anayasa’nın “Mahkemelerin kuruluşu”
kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
47. Kanuni
hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama
usulünün yasayla düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce
belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin
hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren
doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (Tahir Gökatalay,
§ 79; AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, 5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166,
20/11/2008).
48. Kanuni
hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların
belirlenmesini değil; her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı
yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına
ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki
alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya
koymaktadır (Tahir Gökatalay,
§ 80).
49. Bu
güvence, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek
yargı yerini yasanın belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Kanuni hâkim
güvencesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana
gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir ifadeyle
sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM,
E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
50. Başvurucuların
kovuşturması, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza
mahkemelerince yapılmıştır. Yargılama sürerken 6352 sayılı Kanun yürürlüğe
girmiş ve bu Kanun’un 105. maddesinin (6) numaralı fıkrası ile 5271 sayılı
Kanun’un 250. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer bir ifadeyle 5271
sayılı Kanun"un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemeleri kapatılmış,
3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri
kurulmuştur. Ancak kapatılan mahkemelerde görülen davalara kesin hükümle
sonuçlanıncaya kadar bu (kapatılan) mahkemelerce bakılacağı 6352 sayılı
Kanun’un geçici 2. maddesiyle hüküm altına alınmıştır.
51. 6352
sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında Kanun"un yürürlüğe
girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların, 5271 sayılı Kanun"un
250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu
mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik
kararı veremeyecekleri belirtilerek uzun süredir devam eden davalarda başa
dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne
geçilmiştir. Dolayısıyla bu kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri
belirlenmemiş aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların
görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek suçun işlenmesinden önce
kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmıştır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi, 6352 sayılı Kanun"un başvuruya konu sulh ceza hâkimliklerinin
kurulmasına ilişkin hükümlerini doğal hâkim ilkesine aykırı bulmamış ve iptal
istemini reddetmiştir (AYM, E.2012/100, K. 2013/84, 4/7/2013).
52. Somut
olayda 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinin
genel bir kanuni düzenlemeye dayanarak görev yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu
nedenle gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan ve
yorumlardan hareketle başvuruculara yönelik ön yargılı bir işlem ve tutum somut
olarak gösterilmeksizin ilgili mahkemelerin kanuni hâkim güvencesine aykırı
olduklarını kabul etmek mümkün değildir. Sonuç olarak başvurucuların
yargılamasına, atılı suçların işlenmesinden önce 5271 sayılı Kanun’un 250.
maddesi ile kurulmuş, görev ve yetki alanları açık ve anlaşılır biçimde tespit
edilmiş ağır ceza mahkemelerince devam edilmesinin kanuni hâkim güvencesine
aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
53. Açıklanan
nedenlerle başvurucunun “kanuni hâkim güvencesinin” ihlal edilmediği açık
olduğundan diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Dosyaya Erişiminin Engellenmesi Nedeniyle Savunma Hakkının
Kısıtlandığı İddiası
54.
Başvurucular, soruşturma evresinde dosyaya erişimlerinin engellenmesi nedeniyle
savunma haklarının kısıtlandığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
55. Dosyaya
erişim ağırlıklı olarak soruşturma evresine ilişkin bir mesele olup özellikle şüpheli
ve/veya şüpheli müdafiinin dosyanın içeriğini
incelemesi ve belgelerden örnek alması hakkının hâkim kararıyla
sınırlandırıldığı durumlarda önem kazanmaktadır.
56.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
57.
Sözleşme’nin "Adil yargılanma
hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes … ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda … hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir."
58.
AİHM, "hakkaniyete uygun yargılama" kavramından hareket ederek adil
yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa"nın
36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan "savunma
hakkı"dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik
toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre
hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilebilmesi için yargılamanın
yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma
hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, §§ 49, 50) ve bu hakların teorik ve soyut değil,
etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980, § 33).
59. Sözleşme’nin
"Adil yargılanma hakkı"
kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari
haklara sahiptir:
…
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara
sahip olmak;
..."
60. Savunmanın
hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa"nın 36. maddesinde
belirtilen "meşru vasıta ve yollardan yararlanmak" kavramının
kapsamındadır (AYM, E.1992/8, K.1992/39, 16/6/1992). Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (b) bendinde göre sanık; savunmasını uygun bir şekilde
düzenleyebilmeli, yargılamayı yürüten mahkeme önünde ilgili tüm savunma
beyanlarını dile getirebilmeli ve böylece yargılamaların sonucunu etkileyebilme
imkânına sahip olmalıdır (Gregacevic/Hırvatistan, B. No: 58331/09, 10/7/2012, § 51).
61. Sanığın
kendisini aklayabilmesine veya cezasının düşürülmesine yardımcı olabilecek
unsurları içeren delil niteliğindeki belgelere erişimine izin verilmemesi,
sanığın savunmasını hazırlarken yararlanması gereken kolaylıkların göz ardı
edilmesini ve dolayısıyla da Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
(b) bendinde güvence altına alınan hakkın ihlalini doğurur (Natunen/Finlandiya, B. No: 21022/04,
31/3/2009, § 43; C.G.P./Hollanda (k.k.), B. No: 29835/96, 15/1/1997). Bu kapsamda sanığın
savunmasını yürütmesine kolaylık sağlamak açısından, bu kişinin dava
dosyasındaki ilgili belgelerin suretlerini almasına ve aldığı notları derleyip
kullanmasına izin verilmelidir (Rasmussen/Polonya,
B. No: 38886/05, 28/4/2009, §§
48, 49).
62.
Ancak dosyaya erişim hakkı mutlak değildir. Bazı davalarda, üçüncü şahısların
temel haklarını korumak veya ulusal güvenlik gibi önemli bir kamu menfaatini
gözetmek, tanıkları korumak veya adli makamların suçu incelerken başvurdukları
yöntemleri güvence altına almak ve benzeri amaçlarla bazı delillerin sanıktan
saklanması gerekli görülebilir (Natunen/Finlandiya,
§§ 40, 41).
63. AİHM,
çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edildiğinden ve
sanığın menfaatlerinin korunması için yeterli güvencelerin kapsama dâhil
edildiğinden emin olmak için bu husustaki karar alma mekanizmasını dikkatli bir
şekilde incelemektedir. Diğer yandan bir sanığa verilen sürenin ve sağlanan
kolaylıkların yeterli olup olmadığını, her davanın kendine özgü koşullarında
değerlendirmektedir (Kornev ve Karpenko/Ukrayna, B.
No: 17444/04, 21/10/2010, § 67).
64.
Sanığa sağlanması gereken kolaylıklar, savunmasını hazırlaması esnasında
kendisine yardımcı olacak veya olma ihtimali bulunan türdekilerle sınırlıdır (Mayzit/Rusya, B. No: 63378/00, 20/1/2005, § 79). Sanığın dava
dosyasına doğrudan erişiminin sağlanması her koşulda gerekli olmayıp dava
dosyasındaki belgeler hakkında temsilcisi aracılığıyla bilgilendirilmesi
yeterlidir (Kremzow/Avusturya, B. No: 12350/86, 21/9/1993, § 52).
Ancak sanığın dava dosyasına erişimine getirilen kısıtlama, duruşma öncesi
delillerin sanığa ulaştırılmasını ve sözlü yargılama aşamasında sanığın, müdafii aracılığıyla deliller üzerine görüş sunmasını
engellememelidir (Öcalan/Türkiye
[BD], B. No: 46221/99,
12/5/2005, § 140).
65. Somut olayda İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2010 tarihli ve 2010/659 sayılı yazısı ile
aynı yer 10. Ağır Ceza Mahkemesinden, soruşturmanın amacının tehlikeye
düşebileceği gerekçesiyle 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin mülga (1)
numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca müdafiin
evrakları inceleme ve suret alma yetkisine ilişkin kısıtlama (gizlilik) kararı
verilmesi talep edilmiştir. Derece Mahkemesince talep yazısı doğrultusunda
itirazı kabil olmak üzere kısıtlama kararı verilmiştir.
66. Dosya kapsamından, gizlilik kararına
rağmen olay yerinin ve zamanının anlaşılabildiği, buna ilişkin savunma
yapıldığı, gizlilik kararının delil toplatılma işleminin talep edilmesine engel
olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki iddianamenin kabulü kararıyla
da kısıtlama kararı kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Başvuru dosyası
incelendiğinde başvurucu Ersin Ekmekçi’nin, olay anında evde olduğuna dair
tanık R.Y.nin dinlenmesini soruşturma evresinde talep
ettiği ve talebinin yerine getirildiği görülmektedir.
67.
Başvurucular, duruşma öncesinde delillerin bir kısmından haberdar olmuş, sözlü yargılama aşamasında
(duruşmada) müdafii aracılığıyla deliller üzerine
görüş bildirmiş ve itirazlarını sunmuşlardır. Dosyanın erişime açılmasından
sonra duruşmalarda delillere yönelik iddia ve itirazlarda bulunulmuş,
başvurucuların vekili 26/7/2012 tarihli duruşmada esas hakkında savunma yapmış,
Mahkemeden soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunmamıştır. Ayrıca başvuru
dosyası incelendiğinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama”
ilkelerine aykırı olarak başvuruculara delillerini sunma, inceletme ve itiraz
etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir delil de
bulunmamaktadır.
68.
Açıklanan nedenlerle savunma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Duruşmalı Yargılama Hakkının İhlal Edildiği İddiası
69.
Başvurucular, temyiz incelemesinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini, bu
sebeple etkili temyiz incelemesi yapılmadığını ileri sürmüştür.
70.
Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir
kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu
güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.”
71.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel
unsurlarından biri de Anayasa"nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık
ve duruşmalı yapılması ilkesidir (Nevruz
Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32). Buna göre duruşmaların
kamuya açık olarak yürütülmesine ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en
önemli güvencelerinden biri olup temel gayesi, kişileri; kamu denetiminden
uzak, kapalı kapılar ardında yürütülmekte olan gizli bir yargılama ve bunun
doğuracağı endişelerden korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın şeffaflığı,
mahkemeye duyulması gereken güvenin pekişmesini sağlamak ve davaların adil bir
şekilde görülmesini temin etmek bakımından önemlidir.
72.
Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın işleyişini kamu
denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve
yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk
devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birini oluşturur. Özellikle
ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması silahların eşitliği
ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (Nevruz Bozkurt, § 32).
73.
Ancak “duruşmalı yargılama hakkı” her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı
yapılması gerektiği anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla
usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların
duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması
anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde
duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin,
tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya
üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, § 32).
74.
Somut olayda UYAP üzerinden yapılan incelemede, dava dosyasının Derece
Mahkemesi önünde incelenmesi aşamasında duruşma yapıldığı böylece tarafların
iddia ve savunmalarını ortaya koyabildikleri görülmüştür.
75.
Açıklanan nedenlerle duruşmalı yargılama hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı
görüldüğünden başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği
İddiası
76. Başvurucular,
yasanın ve delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetlerine karar
verildiğini, bilimsel deliller yerine tespit tutanakları gerekçe gösterilerek
haklarında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, gözaltına alındıklarında derhâl müdafii atanmadığını, hangi delillerin neden
reddedildiğinin belirtilmediğini, savunmaya neden itibar edilmediğinin
açıklanmadığını ve kararın gerekçeli olmadığını belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
77.
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
78.
6216 sayılı Kanun"un “Bireysel başvuruların
kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
79.
6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
80. Anılan
kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür,
B. No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
81.
Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek
istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen
derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup
olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup
olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin
görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının
değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
82.
Başvurucular, delillerin hatalı değerlendirildiğini, olay anında kimin molotof attığının belli olmadığını, ele geçirilen benzin
bidonunun aleyhte delil olamayacağını, sadece tespit tutanaklarına dayanılarak
haksız yere mahkûm edildiklerini ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla başvurucuların
iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada
isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir. Bu
sebeplerle başvurucuların bu yöndeki iddialarının kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu görülmektedir.
83.
Mahkemenin gerekçeli kararı incelendiğinde söz konusu kararın; müşteki
beyanlarına, tanık anlatımlarına, olay yeri görgü ve tespit tutanağına ve
fotoğraflara, sorgu tutanağına, sanık savunmalarına, ekspertiz raporlarına,
olay tutanağına ve inceleme raporlarına, suç yeri araştırma ve inceleme
raporuna, olay yeri krokilerine, tespit tutanaklarına ve diğer delillere
dayanılarak verildiği görülmektedir (bkz. § 17). Anılan kararda tarafların
iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilip ilgili hukuk
kuralları yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır.
84.
Diğer yandan başvurucular, gözaltına alınırken kendilerine derhâl müdafii atanmadığını, bu sebeple savunma haklarının
kısıtlandığını iddia etmişlerdir. Başvuru formu ve eklerinden anlaşıldığı üzere
başvurucuların, müdafi talep etmelerine rağmen bu taleplerinin karşılanmadığına
veya savunmalarının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan
verdiklerine dair herhangi bir iddiaları da bulunmamaktadır.
85.
Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki
kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu
kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya
koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkını etkin bir şekilde kullanma imkânını
sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma
hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836,
17/9/2014, § 29).
86.
Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince
uygulanabilir ve etkili olabilmesi için kural olarak şüpheliye kolluk
tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması
gerektiği yönündedir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 50-55). Sözleşme’nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinin etkinliğinden söz edilebilmesi
için delillerin toplanması ile ilgili mevzuatın karmaşık olduğu bu evrede de
müdafi yardımından yararlanılmasının zorunluluğu ortaya çıkmaktadır (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §
33).
87.
Somut olayda başvurucular, kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında müdafileri
huzurunda ifade vermişlerdir. Diğer bir ifadeyle şüphelilere (başvuruculara)
kolluk tarafından ilk kez sorgulanmalarından itibaren avukata erişim hakkı
sağlanmış, sonraki savunmaları da müdafi eşliğinde yapılmıştır. Bu sebeplerle
başvurucuların gözaltına alındıktan hemen sonra müdafi atanmaması yönündeki
iddialarının dayanaksız olduğu görülmektedir.
88. Başvurucular
ayrıca Derece Mahkemesinin kararının tatmin edici olmadığını, kararlarda hangi
delile neden itibar edildiğinin açıklanmadığını, taleplerinin gerekçesiz
şekilde reddedildiğini ve iddialarının karşılanmadığını ileri sürmüşlerdir.
89. Anayasa"nın
141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır."
90.
Anayasa Mahkemesi kararlarında, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden Anayasa"nın 141. maddesinin, adil
yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini
belirtmiştir (Ahmet Sağlam, B.
No: 2013/3351, 18/9/2013, § 49).
91. Anılan
kural uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil
yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay
ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca
varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde
gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe
gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013,
§ 23).
92. Makul
gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini,
kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını
ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek
nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi
nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için
ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve
kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer
vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının
bulunması zorunludur (İbrahim Ataş,
§ 24).
93. Mahkeme
kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri
olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya
ayrıntılı yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe
gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Ancak
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun
yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı
olmaması, bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Ltd. Şti., § 26; benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Van de Hurk/Hollanda,
B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
94. Başvuruya
konu yargılama bakımından, başvurucuların iddianamede belirtilen olaylara
katılıp katılmadıkları, olaylarda patlayıcı madde bulundurup bulundurmadıkları,
görevli memurlara etkin şekilde direnip direnmedikleri hususlarının
uyuşmazlığın esasını oluşturduğu ve Mahkeme kararında karşılanmaları gerektiği
açıktır. Mahkeme kararı incelendiğinde anılan hususların değerlendirildiği, sanıklar
(başvurucular) yönünden bireyselleştirildiği, dizi pusulasına bağlanmış dosya
sayfalarıyla bağlantı kurularak onlara göndermelerde bulunulduğu görülmektedir
(bkz. § 17). Duruşmalarda yapılan talepler de gerekçeli şekilde reddedilmiştir.
Belirtilen hususlar dikkate alındığında Derece Mahkemesinin yeterli kabul
edilebilecek şekilde kararı gerekçelendirdiği anlaşılmaktadır.
95. Açıklanan
nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olması ve bir ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
96. Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma ve
kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
97. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında
yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 38, 39).
98. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucuların
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41-45).
99. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
Başvuru konusu olayda başvurucular hakkında “tehlikeli maddeleri izinsiz olarak
bulundurma, genel güvenliği tehlikeye sokacak şekilde patlayıcı madde kullanma,
silahlı terör örgütüne üye olma ve memura etkin direnme” suçlarını işledikleri iddiasıyla
soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular hakkında isnat olunan suçlar 5237
sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde
tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın, Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda
kuşku bulunmamaktadır (B.E., §
32).
100. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, başvurucuların gözaltına alındığı 24/11/2010’dur. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan,
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut başvuru açısından bu tarih, kararın
onandığı 16/5/2013’tür.
101. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
102. Başvuruya konu ceza
davasında başvurucular haricinde diğer sekiz sanığın daha bulunması,
başvurucular ve diğer sanıklar hakkında birçok suçlamanın ve birleşen davaların
bulunması, yargılamaya konu suçlamaların kapsamı, başka adli birimlerle yazışma
yapılmasının gerekmesi, yargılamanın
yürütülmesinde izlenen yöntem ve somut davanın koşulları dikkate alındığında
iki dereceli yargılama arasında geçen yaklaşık 2 yıl 6 aylık süre, sadece
olağan usul işlemlerinin yapılması için gerekli olduğundan makul olarak
değerlendirilmelidir.
103.
Açıklanan nedenlerle makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
4. Ayrımcılık
Yasağının İhlal Edildiği İddiaları
104.
Başvurucular, Kürt kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını
ileri sürmüşlerdir.
105.
Anayasa"nın "Kanun önünde eşitlik"
kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
106.
Sözleşme"nin "Ayırımcılık yasağı"
kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"Bu Sözleşme"de tanınan hak
ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer
kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet,
doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık
gözetilmeksizin sağlanmalıdır."
107.
Başvurucuların Anayasa"nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate
alındığında soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve
Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak
ele alınması gerekir. Dolayısıyla eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma
işlevine sahip olmayıp bu hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru
yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. Ayrımcılık
yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için başvurucunun, hangi
temel hak ve özgürlüğü konusunda ayrımcılığa maruz kaldığını göstermesi gerekir
(Onurhan Solmaz, §§ 33, 34).
108.
Somut olayda başvurucular, ayırımcılığa uğradıklarını dile getirmiş fakat hangi
sanıklara göre kendilerine farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin bir beyanda
bulunmamışlardır. Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için
başvurucuların kendileriyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile
kendilerine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu
farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb.
ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koymaları gerekir.
Somut olayda başvurucular kendi durumlarıyla başka sanıkların durumlarının
etnik kökenlerinden dolayı farklılık taşıdığını ortaya koyamamışlardır. Ayrıca
diğer sanıklara hangi yönde farklı bir muamele yapıldığına ilişkin bir bilgi de
sunulmamıştır.
109.
Açıklanan nedenlerle ayrımcılık yasağının ihlaline yönelik bir ihlalin olmadığı
açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
5. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
110.
Başvurucular, Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto etmeleri
nedeniyle haklarında terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyet kararı verilmesinin ve
propaganda yapma suçundan açılan dava hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı
verilmesinin ifade özgürlüklerine ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
haklarına bir müdahale olduğunu belirterek Sözleşme’nin 10. ve 11. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
111.
Her ne kadar başvurucular, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının
ihlal edildiğinden de şikâyetçi olmuşlarsa da bu şikâyetlerinin içeriği göz
önüne alındığında mevcut davanın koşullarında, başvurucuların bu başlık
altındaki şikâyetlerinin ifade özgürlüğü yönünden incelenmesi uygun
bulunmuştur.
112.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi
zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara
sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli
özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 17).
113.
Başvurucuların, “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan verilen
kovuşturmanın ertelenmesi kararına itiraz etmedikleri, kararın 27/11/2012
tarihinde itiraz edilmeden kesinleştiği, örgüt üyeliğine yönelik mahkûmiyetin
ise Yargıtay tarafından bozulduğu, dosyadan anlaşıldığı kadarıyla anılan suça
ilişkin yargılama sürecinin devam ettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
6. Diğer İhlal İddiaları
114.
Diğer taraftan başvurucular, psikolojik yönden de haklarında adli rapor
düzenlenmesi gerektiği hâlde böyle bir rapor düzenlenmediğini, Emniyet
görevlilerinin psikolojik baskısına maruz kaldıklarını, gözaltı sırasında mutat
kontroller dışında hekime erişim haklarının elinden alındığını, mahkûmiyetin
kanuni sonuçları olarak belli haklardan yoksun bırakıldıklarını, haklarında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanacağını, bu
sebeplerle Sözleşme’nin 3. ve 8. maddelerinde güvence altına alınan haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
115.
Başvurucuların, kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal
edildiğini ileri sürdükleri hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini,
ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen
işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır.
Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem
ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalıdır. Ayrıca
bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği
ve buna ilişkin gerekçeler ile deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, 20).
116.
Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin
iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda
bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait
olmasına rağmen başvurucular tarafından soyut şekilde birtakım iddialar ileri
sürülmüş, hangi tarihte hangi sebeplerle ve hangi hususlara ilişkin hekim
talebinde bulunulduğuna veya psikolojik sorunlar belirtilmesine karşın hangi
tarihli muayenelerde bu talebin hekimce yerine getirilmediğine dair Anayasa
Mahkemesine bir bilgi ya da kanıt sunulmamıştır. Ayrıca başvurucular
tarafından, mahkûmiyetin kanuni sonuçlarının hangi neden ve gerekçelerle temel
haklarını ihlal ettiği belirtilmemiş, bu hususlar soyut olarak dile
getirilmiştir.
117.
Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının
kanıtlanamamış olması ve ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Adli yardım taleplerinin
KABULÜNE,
B. 1. Yakalanma sebeplerinin ve
suçlamaların kendilerine bildirilmemesine, yasal hakların hatırlatılmamasına ve
süresi içinde hâkim önüne çıkarılmamaya ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik,
2. Kuvvetli suç şüphesi ve
tutuklama nedeni bulunmadığı hâlde tutuklama kararı verilmesine, itirazların gerekçesiz ve duruşmasız olarak reddedilmesine ilişkin
iddiaların süre aşımı,
3. Adil yargılanma hakkı
kapsamındaki güvencelerin ihlaline ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması,
4. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması,
5. İfade özgürlüğünün ihlal
edildiğine ilişkin iddiaların başvuru
yollarının tüketilmemiş olması,
6. Diğer ihlal iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin
tahsilinin, başvurucuların mağduriyetine neden olacağı anlaşıldığından
12/1/2012 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten
tamamen MUAF TUTULMASINA
18/11/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.