
Esas No: 2013/7011
Karar No: 2013/7011
Karar Tarihi: 5/11/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
TAHİR LAÇİN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/7011) |
|
Karar Tarihi: 5/112015 |
R.G. Tarih ve Sayı: 15/1/2016-29594 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Alparslan ALTAN |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
Raportör |
: |
Akif YILDIRIM |
Başvurucu |
: |
Tahir LAÇİN |
Vekilleri |
: |
Av. Faruk Nafiz ERTEKİN |
|
|
Av. Keleş ÖZTÜRK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; başka bir davada yargılanan kişilerin kolluk
beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması, son savunmada müdafi
yardımından yararlanılmasına imkân verilmemesi, zorunlu müdafi bulunmaksızın
duruşma yapılması, yargılamanın sonucunun adil olmaması, derece
mahkemesi kararlarının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede
bitirilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/9/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/4/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın yazılı görüşü 21/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunulmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 11/9/2015 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 15/9/2015 tarihinde
beyanlarını sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1/10/2004 tarihinde terör örgütüne üye olma
suçlamasıyla gözaltına alınmış ve 5/10/2005 tarihinde Cumhuriyet savcısı
tarafından ifadesi alındıktan sonra yasa dışı
Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP)
adlı örgütün üyesi olma suçundan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
tutuklanmıştır.
9. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2005 tarihli ve
E.2005/5190-62 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “silahlı terör örgütü
kurma veya yönetme, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma, silahlı terör
örgütüne üye olma” suçlarından kamu davası açılmıştır.
10. Başvurucu hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2005/91 sayılı dosyası kapsamında verilen karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
6/5/2009 tarihli ve E.2008/17004, K.2009/5508 sayılı ilamı ile bozulmuştur.
11. Bozma sonrasında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/8/2012
tarihli ve E.2009/275, K.2012/159 sayılı kararı ile başvurucunun “Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya
teşebbüs etmek” suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
12. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Sanık Tahir LAÇİN’in [Başvurucu] yasadışı silahlı
MLKP (Marksist Leninist Komünist Partisi) terör örgütünün askeri yapılanması
olan FESK (Fakirlerin. Ezilenlerin Silahlı Kuvvetleri) içerisinde üst düzey
konumda yönetici olduğu, Lübnan Ülkesinde bulunan Beka Vadisinde askeri eğitim
gördüğü, örgüt içerisinde Erzincan-Tunceli kırsalı ile İstanbul İlinde şehir
yapılanmasında silahlı faaliyet yürüttüğü, örgüte eleman kazandırdığı, örgüt
içerisinde gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını engellemek ve gizliliğini temin
etmek maksadıyla Müslüm kod adını kullandığı, öncesinde yasadışı terör örgütü
üyesi olmak suçundan dolayı İstanbul DGM’de yargılanarak eylemine uyan 765
sayılı TCK’nın 168/2. maddesi gereğince neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verildiği, iş bu dava nedeniyle 1996 yılı ile 2000
yılları arasında tutuklu kalıp 2000 yılında tahliye olduğu, sanığın yakalandığı
tarihe kadar eylem ve faaliyetlerine devam ettiği, sanığın diğer örgütün üst
düzey yönetici konumunda bulunan sanıklar N. Ş. ve M. Ç. ile birlikte hareket
ederek örgüt evinde kullanılmak üzere diğer iki sanıkla birlikte kullanılmış ev
eşyası satan tanıklar H. G. ve S. G.’den ikinci el ev
eşyası aldığı, yine diğer iki sanıkla birlikte Eskişehir-Ankara karayolunun 30.
kilometresinde giderken araç içerisinde yakalandıkları, sanık Tahir’in üzerinde
hakkındaki adli ve cezai kovuşturmadan kurtulmak maksadıyla kendi resminin
basılı olduğu E. A. sahte kimliğiyle yakalandığı hususu sübuta ermiştir.
Sanığın örgüte katılımından yakalandığı güne kadar iştirak
etmiş olduğu ve gerçekleştirmiş olduğu sübuta eren eylemlerini, yasadışı
silahlı MLKP terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştirmiş olup
vahamet arzedici nitelikte olduğu, bu itibarla sanık
Tahir LAÇİN’in üyesi bulunduğu yasadışı silahlı MLKP
terör örgütünün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda, cebir ve şiddet kullanmak
suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya,
bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını
önlemeye teşebbüs amacına yönelik olarak vahamet arz eden olayları
gerçekleştirdiği, sanığın sübûtu kabul olunan
eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ile ülke
genelindeki organik bütünlüğe göre, amacı gerçekleştirme tehlikesi
yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenerek sanığın eylemine uyan ve lehine
olan 765 Sayılı TCK’nın 125. maddesine göre; "Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya teşebbüs
etmek" suçundan mahkûmiyeti cihetine gidilmiştir.
Sanık Tahir LAÇİN soruşturma ve kovuşturma aşamasında
mahkememizde alınan savunmasında atılı suçlamayı inkâr etmişse de sanık
hakkında beyanda bulunan örgüt mensuplarının beyanlarında (A. A., Ş. G., A. H.
B., O. N. O. ve C. K.) sanığın İstanbul ili ile Erzincan-Tunceli kırsalında
faaliyet gösterdiğini ifade ettikleri, yine sanığın örgüte eleman kazandırdığı,
yakalandığı tarihte örgütün üst düzey yöneticileri konumunda olan diğer
sanıklar N. Ş. ve M. Ç. ile birlikte, E. A. adına düzenlenmiş sahte kimlikle
yakalandığı hususu hep birlikte değerlendirildiğinde, sanığın atılı suçu
işlediği kanaatine varılarak sanığın kendisini suçtan ve cezadan kurtarmaya
yönelik savunmasına itibar edilmemiştir.
Yasadışı silahlı MLKP terör örgütü üyesi ve yöneticisi
konumunda olan sanık Tahir LAÇİN’in örgütte bulunduğu
süre içerisinde katılmış olduğu ve gerçekleştirmiş olduğu eylemlerin
Mahkememizce değerlendirilmesinde;
- 18. 12.2002 tarihinde İstanbul İli Kadıköy İlçesi Söğütlüçeşme tren istasyonu üzerinde bulunan yaya üst
geçidine, 19 ARALIK’IN HESABINI SORACAĞIZ – MLKP ibaresi yazılı üzerinde
şüpheli paket bulunan pankart asma eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte
iştirak ederek bombayı Müslüm kod adlı sanık Tahir LAÇİN’in
hazırlayıp olay yerine getirdiği,
- 24. 01.2003 tarihinde İstanbul İli Eyüp İlçesi Rami Kuru
Gıda Toptancılar sitesinde bulunan …bank Topçular Şubesinin silahla soyulması
ve güvenlik görevlisinin silahının gasbedilmesi
eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte maskeli ve silahlı olarak iştirak
ettiği,
- 17. 03.2003 tarihinde İstanbul İli Maltepe İlçesi Cevizli
Mahallesi Atilla Sok. No.9 sayılı yerdeki döviz bürosu sahiplerinden mağdurlar
H. K., A. K. ve F. K.’ye ait para ve 3 adet
tabancanın gasp edilmesi eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte iştirak
ettiği hususu sübuta ermiştir.
Sanık Tahir LAÇİN her ne kadar bu eylemlere katılmadığını
inkâr etmişse de iş bu ortak eylemlerden dolayı yargılanan A. A.’nın aşama beyanları ve yine A. A.’nın
yargılandığı İstanbul (CMK.nun 250. maddesiyle
yetkili) 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 04.05.2011 tarih ve 2003/213 Esas, 20184
Karar sayılı dava dosyasında da iş bu eylemlere ilişkin eylem evrakları ve
dosyamızdaki evrakların birbirleriyle uyumluluk arzettiği,
iş bu eylemlerin İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince dosyanın sanığı sanık A.
A.’nın yönünden sübut kabul edilmiş olup ayrıca
17.03.2003 tarihinde Maltepe İlçesi … semtindeki mağdurlar K. kardeşlerden gasbedilen üç silahtan mağdur A. K.’den
gasbedilen seri numaraları silinmeye çalışılmış 9 mm
çaplı Belçika yapısı ruhsatlı tabancanın örgüte ait evde yapılan aramada ele
geçirilmiş olması kül halinde değerlendirildiğinde, sanığın kendisini suçtan ve
cezadan kurtarmak maksadıyla inkâra yönelik savunmasına itibar edilmemiştir.
…”
13. Temyiz üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/8/2012
tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ve E.2013/4821,
K.2013/10539 sayılı ilamı ile onanmıştır.
14. Başvurucu, onama kararını 3/9/2013 tarihinde öğrendiğini beyan
etmiştir.
15. Bireysel başvuru 16/9/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
16. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu"nun
146. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını
veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş
olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini
yapmaktan men"e cebren teşebbüs edenler,
Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.”
17. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
“Müdafi görevini yerine getirmediğinde
yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” kenar başlıklı
151. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) 150 nci madde hükmüne göre
görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak
duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya
mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu
durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar
verebilir.
(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli
zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.
…”
18. 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın
savunma delillerinin toplanması istemi” kenar başlıklı 177. maddesi
şöyledir:
“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma
delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları
göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün
önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.
(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl
bildirilir.
(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da
bildirilir.”
19. 5271 sayılı Kanun’un “Çağrılması
reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi”
kenar başlıklı 178. maddesi şöyledir:
“(1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın
gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi
reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler
duruşmada dinlenir.”
20. 5271 sayılı Kanun’un “Tanık
ve bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenmeleri” kenar
başlıklı 180. maddesi şöyledir:
“(1) Hastalık veya malûllük veya
giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle bir tanık veya bilirkişinin
uzun ve önceden bilinmeyen bir zaman için duruşmada hazır bulunmasının olanaklı
bulunmayacağı anlaşılırsa, mahkeme onun bir naiple veya istinabe yoluyla
dinlenmesine karar verebilir.
(2) Bu hüküm, konutlarının yetkili mahkemenin yargı çevresi
dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanık ve bilirkişinin
dinlenmesinde de uygulanır.
(3) Davayı görmekte olan mahkeme, zorunluluk olmadıkça,
büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunan şikâyetçi, katılan, sanık,
müdafi veya vekil, tanık ve bilirkişilerin istinabe yoluyla dinlenmesine karar
veremez.
(4) İstinabe olunan mahkeme, büyükşehir belediye sınırları
içerisinde ise, ilgililer kendi yargı çevresinde bulunmasa da büyükşehir
belediye sınırları içerisinde yerine getirilmesi gereken istinabe evrakını geri
çevirmeksizin gereğini yapar.
(5) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya
bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması
suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak
ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve
kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir.”
21. 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan
soru yöneltme ”
kenar başlıklı 201. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Cumhuriyet
savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa,
katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere,
duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve
katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen
soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine,
mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.”
22. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin
ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı 206. maddesinin (3) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii
birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir
delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.”
23. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada
okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı 209. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu
tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile
muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer
yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin
bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.”
24. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada
okunmayacak belgeler” kenar başlıklı 210. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu
tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında
düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine
geçemez.”
25. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada
okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı 211. maddesi
şöyledir:
“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl
hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,
b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır
bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi
olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı
değilse,
c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada
hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,
Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme
sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler
okunabilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan
tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.”
26. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri
takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda
tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle
serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her
türlü delille ispat edilebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 5/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucunun 18/9/2013 tarihli ve 2013/7011 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu; son savunmasında avukat yardımından
yararlanmasına imkân verilmediğini, duruşmanın zorunlu müdafi bulunmaksızın
yapıldığını, temyiz incelemesinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini, başka
suçlardan başka dosyalarda yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanarak
mahkûm edildiğini, bu tanıkları sorgulama imkânı bulamadığını, bozma ilamında belirtilen
hususların bozma sonrasındaki yargılama aşamasında dikkate alınmadığını, atılı
suçu nasıl işlediğine dair somut delil ortaya konulamamasına rağmen mahkûm
edildiğini, yargılanması sırasında çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerine uyulmadığını, yargılamasının uzun sürdüğünü, mahkeme kararlarının
gerekçelerinin yeterli olmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ve tazminat taleplerinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Başvurucunun, Son Savunmasında Avukat Yardımından
Yararlanmasına İmkan Verilmediği, Zorunlu Müdafi
Bulunmaksızın Duruşma Yapıldığı İddiaları
29. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir (Adnan Oktar,
B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).
30. Sözleşme’nin 6. maddesinin
üçüncü fıkrasının (c) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî
olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde,
resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”
31. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki
düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç
ayrı hakka sahiptir. Bu haklar; kendisini bizzat savunma, kendisinin seçtiği
bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali
olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen
atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı
altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep
edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983).
32. Müdafi, 5271 sayılı Kanun’un 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde, şüpheli veya sanığın ceza
yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya
sanığın, müdafii aracılığıyla savunulması hususunda
tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi, ihtiyari
müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem
taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir (Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).
33. Müdafi yardımından yararlanma
hakkının adil yargılanma hakkı temelinde önemi, suç isnadı altında olan kişinin
bu haktan yararlandırılması yönünde devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun
kabul edilmesidir. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi; Sözleşme’ye taraf devletleri, suç isnadı altındaki kişi müdafiye
sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi
için gerekli görülürse suç isnadı altındaki kişiyi resen atanacak bir müdafi
yardımından yararlandırma yükümlülüğü altına sokmuştur (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014,
§ 31).
34. Bu bağlamda müdafii
bulunmayan şüpheli veya sanığın; çocuk, kendini savunamayacak derecede malul
veya sağır ve dilsiz olması, soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının
alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi, resmî bir kurumda
kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek
olması, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi, davranışları nedeniyle
hazır bulunması hâlinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan
sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması
hâllerinde şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi
istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır
(Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).
35. 5271 sayılı Kanun’un 150.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince şüpheli veya sanık, müdafi
seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde bir müdafi
görevlendirilir. 5271 sayılı
Kanun’un 151. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre sanığa atanan müdafi,
duruşmaya gelmez veya duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten
kaçınırsa hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için
gerekli işlemi yapmak zorundadır.
36. Diğer yandan müdafi ile
temsil edilme hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak
bakıldığında başvurucunun müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış
olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İmbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §
41).
37. Somut olayda, yargılamanın 7/8/2012
tarihli 19. celsesinde başvurucunun tutuklu olarak duruşmada hazır bulunduğu
ancak daha önceki celselerde görev yürüttüğü anlaşılan başvurucu müdafii Av. Keleş Öztürk’ün duruşmaya katılamadığı için
mesleki mazeretinin kabulüne karar verildiği, başvurucunun da bir sonraki
celsede yazılı savunma vereceğini beyan ettiği, 14/8/2012 tarihli 20. celsede
başvurucunun duruşmada hazır edilememesi nedeniyle duruşmanın 28/8/2012
tarihine ertelendiği, 28/8/2012 tarihli 21. (hüküm) celsesinde ise başvurucunun
tutuklu olarak duruşmada hazır edildiği ve esas hakkındaki savunması
sorulduğunda avukatı olmadan savunma yapmak istemediğini ve son sözü sorulunca
da talebi olmadığını belirttiği ve bu duruşmada başvurucuya zorunlu müdafi
atanması için mahkemece herhangi bir işlem yapılmadan cezalandırıldığı
görülmektedir.
38. Gerekçeli kararda bu hususta
aşağıdaki ifadeler yer almıştır:
“Mahkememizce sanık müdafilerinin 02.11.2010 tarihinden
itibaren esas hakkındaki savunmalarını hazırlamak için süre talepleri
Mahkememizce her defasınca sanık lehine düşünülerek savunma hakkının
kısıtlanmaması amacıyla kabul edilmiştir. Sanık müdafiinin
oturumlara katılmayarak mazeret taleplerinin yargılamaya uzatmaya matuf olduğu,
dosyanın geçirmiş olduğu safahat nazara alınarak yerinde bulunmaya mazeretin
reddine karar verilmiştir.
Sanık Tahir LAÇİN müdafii de karar
oturumundan önceki oturumlarda müteaddit defa esas hakkındaki savunmalarını
yapmış, karar oturumunda da duruşmaya katılmamış, mazeret de bildirmemiştir.”
39. Başvuru
dosyasının incelenmesinden, başvurucu ve müdafiinin,
birçok celsede yazılı ve sözlü savunmada bulunduğu, bu hususun başvurucu
tarafından da kabul edildiği tespit edilmiştir. Diğer yandan başvurucu
müdafilerinin 2/11/2010 tarihinden itibaren esas hakkındaki savunmalarını
hazırlamak için süre talepleri, derece mahkemesince başvurucu lehine
düşünülerek savunma hakkının kısıtlanmaması amacıyla kabul edilmiştir. Sonuç
olarak yargılamaya bir bütün
olarak bakıldığında, başvurucunun müdafi yardımından etkili bir biçimde
yararlandığı anlaşılmıştır.
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemez
olduğuna karar verilebileceği belirtilmiştir.
41. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen, son
savunmasında avukat yardımından yararlanmasına imkân verilmediği, zorunlu
müdafi bulunmaksızın duruşma yapıldığı iddiaları yönünden bir ihlalin olmadığı
açık olduğundan, başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Duruşmalı Yargılama Hakkının İhlal Edildiği İddiası
42. Başvurucu, temyiz incelemesinin duruşmasız olarak
gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür.
43. Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir
kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu
güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.”
44. Anayasa"nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında ise mahkemelerde
duruşmaların herkese açık olduğu, duruşmaların bir kısmının veya tamamının
kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak
gerekli kıldığı hâllerde karar verilebileceği düzenlemelerine yer verilmiştir.
45. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ise herkesin davasının, kamuya açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahip olduğu, kararın aleni verileceği ancak demokratik bir toplum
içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları
veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde
veyahut aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve
mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonunun
tüm dava süresince veya kısmen, basına ve dinleyicilere kapatılabileceği hükme
bağlanmıştır.
46. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa"nın 141. maddesinde
düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664,
17/9/2013, § 32). Buna göre duruşmaların kamuya açık olarak yürütülmesine
ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en önemli güvencelerinden biri
olup temel gayesi; kişileri, kamu denetiminden uzak, kapalı kapılar ardında
yürütülmekte olan gizli bir yargılama ve bunun doğuracağı endişelerden
korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın şeffaflığı, mahkemeye duyulması gereken
güvenin pekişmesini sağlamak ve davaların adil bir şekilde görülmesini temin
etmek bakımından önemlidir.
47. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın
işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence
altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu
yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur.
Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması silahların
eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (Nevruz Bozkurt, § 32).
48. Diğer taraftan duruşmaların teorik olarak kamuya açık olması
yeterli olmayıp bunun uygulamaya yansıtılması da bu güvencenin sağlanması için
gereklidir. Bu bakımdan, davanın tarafları dışında, başta basın olmak üzere
duruşmayı izlemek isteyen kişilerin duruşmaya katılımlarının
kolaylaştırılmasına yönelik bir takım tedbirler
alınması devletin görevidir. Bu kapsamda kamunun, duruşmanın yeri ve tarihi ile
ilgili olarak bilgi sahibi olabilmesi, bu bilgilerin gizli tutulmaması ve
duruşmanın icra edileceği yerin fiilen erişime açık olması gereklidir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Riepan/Avusturya,
B. No. 35115/97, 14/11/2000, § 29).
49. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre duruşma
yapmamayı haklı gösteren istisnai durumlar olmadığı sürece ilk ve tek derece
mahkemesinin huzurundaki yargılamalarda, Sözleşme"nin 6/1. maddesi uyarınca "açık duruşma hakkı" beraberinde
"duruşma isteme hakkı"nı da getirir (Hakansson ve Sturesson/İsveç,
B. No: 11855/85, 21/2/1990, § 64).
50. Ancak “duruşmalı yargılama hakkı” her türlü yargılamanın
mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama
ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi
amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma
yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz.
Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar
verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları
yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil
yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz
Bozkurt, § 32).
51. UYAP üzerinden yapılan incelemede dava dosyasının Derece
Mahkemesinin önünde incelenmesi aşamasında duruşma yapıldığı, tarafların iddia
ve savunmalarını ortaya koyabildikleri görülmüştür. Duruşmalı inceleme
yapılması istemi, süresinden sonra yapıldığı için Yargıtay tarafından
reddedilmiştir.
52. Açıklanan nedenlerle duruşmalı yargılama hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Tanık Sorgulama ve Makul Sürede Yargılanma
Haklarının İhlal Edildiği İddiaları
53. Başvurucu; duruşmada dinlenmeyen tanık beyanlarına
dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması, hakkında yürütülen soruşturma ve
kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir
nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısımlarının kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Tanık Sorgulama Hakkı
54. Başvurucu; benzer suçlardan başka dosyalarda yargılanan
kişilerin kolluk beyanlarına dayanılarak hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu,
bu kişilerle yüzleştirilmediğini, bu kişilere soru soramadığını, bu kişilerin
beyanlarının yasak sorgu yöntemleriyle alınıp alınmadığının araştırılmadığını,
bu kişilerin Mahkemece beyanlarının yeniden alınmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
55. Bakanlık görüşünde, delillerin kabul edilmesi ve
tartışılmasına ilişkin takdirin derece mahkemelerine ait olduğu ve bu
mahkemelerce olguların ve hukukun değerlendirilmesinde yapılan yanlışlıkların
Anayasa’da güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği
müddetçe bireysel başvuruya konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bakanlık,
konuya ilişkin AİHM kararlarını hatırlatarak mahkeme önünde tanıklık yapmayan
kişilerin beyanları dosyaya girdiği takdirde bu kişilerin tanık olarak kabul
edileceklerini, başvurucunun bu tanıklara soru soramamasının silahların
eşitliği ilkesini ihlal edebileceğini belirtmiştir.
56. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa"da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme"nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
22).
57. Bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan tanıkları
sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan tanıkların da aleyhine olan
tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin
sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
(d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun, başka
davalarda yargılanan ve kendisinin aleyhine beyanda bulunan sanıkların hiçbirinin
İlk Derece Mahkemesi önünde dinlenmediği yönündeki iddiasının Anayasa’nın 36.
ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
58. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari
haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
59. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinde ilk olarak sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı
güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların
tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın
huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte
eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya
yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından
verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme"nin 6.
maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99,
20/3/2014, § 46).
60. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde
ikinci olarak sanığın, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı
koşullar altında” davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme
hakkı güvence altına alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği
ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup
olmadığının değerlendirmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi
dâhilindedir. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi,
sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez.
Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların
eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık dinletme
talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla bir sanığın bazı
tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu tanıkların
dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için
neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi
gerekmektedir (Atila Oğuz Boyalı,
§ 47).
61. AİHM’e göre ulusal hukuktaki
nitelemeye bakılmaksızın “tanık” kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir
anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/04/2012, §
45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37),
mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya,
B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda,
B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) da kapsayabilir. Bu bakımdan, duruşmada
ister okunsun ister okunmasın, ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme
tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85, 20/11/1989, §
40).
62. AİHM, yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin
6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinin sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin
alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı
tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No:
21363/93…, 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, §
49; Hümmer/Almanya,
B. No: 26171/07, 19/07/2012, § 38).
63. Somut başvuruda, başvurucu hakkında 12/4/2003 tarihli kolluk
ifadesinde başvurucunun örgüt yöneticisi olup İstanbul’daki yasa dışı silahlı
örgüt MLKP’ye ait üç hücreden ikincisinin komutanı
olduğu ve kuyumcuya yönelik silahlı gasp olayında da bizzat olay yerinde olduğu
yönünde ifade veren A.A. isimli tanığın, daha sonra sanık olarak yargılandığı
İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2003/213 sayılı dosyasının
duruşmasında, başvurucu aleyhine kollukta verdiği ifadesinin işkence altında
alındığını belirterek kolluk ifadesini reddettiği anlaşılmıştır.
64. İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2003/213
sayılı dosyasından tefrik edilerek yürütülen bir yargılamaya yönelik ihlal
iddiaları, daha önce başka bir başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesince
değerlendirilmiştir (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014). A.A.nın beyanları, o başvuruya
konu kararda da mahkûmiyete esas alınmıştır. Tanık A.A. beyanında, bir döviz
bürosu ile banka şubesinin yağmalanması olaylarıyla ilgili olarak her iki
başvurucunun da aleyhinde isnatlarda bulunmuştur.
65. Anayasa Mahkemesi, tanık A.A.nın beyanlarının anılan başvuruya (B. No: 2012/543)
konu kararda hükme esas alınmasına ilişkin olarak aşağıdaki değerlendirmelerde
bulunmuştur:
“66. Başvurucunun gerçekleştirdiği kabul edilen 4. Eylem
(2/7/2002 günü Beşiktaş İlçesi Kuruçeşme Cemil Topuzlu Parkına bomba
konulması), 5. Eylem (16/7/2002 günü Beyoğlu ilçesi Taksim Gezi Parkına bomba
konulması), 6. Eylem (2/9/2002 günü Beşiktaş ilçesi Çırağan Caddesi Ç. Taksi
durağı önündeki çöp bidonuna bomba konulması), 7. Eylem (6/9/2002 tarihinde
Şişli ilçesi, Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesindeki kıraathaneye bomba
konulması) ve 9. Eylem (17/3/2003 günü Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesinde Adem
Köse ve Hakkı Köse"ye ait silahların yağmalanması) ile ilgili olarak sanık A.
A."nın emniyet beyanı, kullandığı hücre evinde ele
geçirilen silahlar ve bu silahlara ait ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı
mahkumiyete esas alınmıştır.
67. Başvurucunun işlediği sabit görülen 8. Eylem (24/1/2003
günü Eyüp ilçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bulunan A. Topçular Şube
Müdürlüğünün silahla yağma edilmesi) ile ilgili olarak, sanık A. A."nın emniyet beyanı, banka çalışanları S. D. G., F. K. ve G.
E. ile bankada müşteri olarak bulunan N. Y."ın video
kamera görüntülerinde elinde uzun namlulu kaleşnikof
markalı silah bulunan şahsın sanık Sami Özbil
olduğuna ilişkin beyanı ile yine sanık Sami Özbil"in
bu beyanlarını doğrulayan babasının emniyetteki beyanı, sanık A. A."nın kullandığı hücre evinde ele geçirilen silahlar ve bu
silahlara ait ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı mahkumiyete esas
alınmıştır.
68. Başvurucunun işlediği kabul edilen 1., 2. ve 3.
eylemlerin sübutunun, başvurucunun daha sonra kabul etmediği kolluk beyanına ve
eylemlerle ilgisi belirtilmeksizin arama sonucunda ele geçirilen patlayıcı
maddelere ve diğer malzemelere dayandırıldığı, 4., 5., 6., 7. ve 9. Eylemlerin
ise diğer sanık A.A."nın daha sonra içeriğini kabul
etmediği, müdafi olmaksızın alınan gözaltı ifadelerine ve bu sanığın ikametinde
ele geçirilen malzemelere dayandırıldığı görülmektedir. Başvurucunun iştirak
ettiği kabul edilen 8. Eylem ile ilgili olarak yine diğer sanık A.A."nın daha sonra içeriğini kabul etmediği kolluk beyanı
yanında tanık ifadelerinin hükme esas alındığı görülmektedir.
….
72. Başvurucuya isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere
ilişkin değerlendirmede kendisinin ve diğer sanıkların gözaltında müdafi
olmaksızın ve baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak
kabul edildiği görülmektedir.
73. Başvurucunun diğer deliller yanında müdafi olmaksızın
alınan ve daha sonra mahkemede doğrulanmayan ifadesi doğrultusunda anılan
eylemleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetine karar
verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici
biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı
ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucunun
savunma hakkına verilen zararı gideremediği görülmektedir.
74. Yargılama devam ettiği sırada yürürlüğe giren 5271
sayılı Kanun"un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi
yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında
savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de,
ilk derece yargılamasında bu husus tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu
eksiklik telafi edilememiştir.
75. Gözaltı aşamasında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve
bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması bir bütün
olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi sonucunu doğurmuştur.
76. Açıklanan
nedenlerle başvurucunun Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”
66. Başvurucu hakkındaki gerekçeli karar incelendiğinde adı
geçen tanığın (A.A.) beyanlarının dışında, mahkûmiyet hükmüne esas olarak başka
dosyalarda sanık konumunda bulunan şahısların başvurucu aleyhine verdiği
ifadelerin de delil olarak kabul edildiği görülmüştür. Ancak bu tutanak ve
belgelerden sanık (başvurucu) aleyhine sonuç çıkarma (atılı suçlar ile
başvurucu arasında bağ kurma) anılan sanık beyanlarıyla olmuştur. Söz konusu
beyanlar ise soruşturma aşamasında polis nezdinde şüpheli sıfatı ile verilen
beyanlardır. İlk Derece Mahkemesi, bu kişileri duruşmaya çağırarak dinlemek
yerine, ifadelerinin dosyaya konulmasıyla yetinmiştir. Söz konusu şahısların
birçoğu yargılandıkları mahkemelerde yaptıkları savunmalarda hazırlık
beyanlarının baskı ve zorlama altında alındığını ileri sürerek bu beyanlarını
kabul etmemişlerdir. Başvurucu aleyhinde beyanlarını sürdüren tanık A.H.B. ise
pişmanlık yasasından yararlanmış ve cezasından indirim yapılmıştır.
67. Başvurucu, duruşmalar safahatında (kovuşturma evresinde) ve
temyiz dilekçesinde, aleyhinde beyanda bulunan bu sanıkların duruşmada
dinlenilmesi yönünde talep ve itirazlarını dile getirmiştir. İlk Derece
Mahkemesi, bu talepleri gerekçesiz olarak reddetmiş; Yargıtay, başvurucunun
temyiz dilekçesinde bildirdiği bu taleplerle ilgili bir değerlendirme
yapmaksızın yerel mahkeme kararını onamış ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet
hükmü kesinleşmiştir.
68. 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre ancak tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş
olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse tanık veya sanığın suç ortağının
duruşmada hazır bulunması; hastalık, malullük veya giderilmesi olanağı
bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse ve
ifadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli
sayılmıyorsa bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme
sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler
okunabilir. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ise birinci fıkrada
belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunması ancak Cumhuriyet savcısı,
katılan veya vekili, sanık veya müdafiinin birlikte
rıza göstermesi ile mümkündür (Ali Rıza
Telek, B. No: 2013/2630, 30/12/2014, § 49).
69. Başka bir deyişle ancak Kanun’da açıkça sayılan istisnai
hâllerde, hükme esas alınacak olan tanıkların daha önceki beyanlarının
duruşmada okunması ile yetinilebilir. Kanun’da yazılı istisnai hâller dışında
tanıkların önceki beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilmesi ise ancak
sanığın açık muvafakati ile mümkündür (Ali
Rıza Telek, § 50).
70. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, hükme esas aldığı
beyanların sahipleri olan tanıkların duruşmada dinlenmesi için hiçbir girişimde
bulunmamıştır. Dolayısıyla bu tanıkların 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında sayılan ve duruşmada dinlenmesi yerine önceki
beyanlarının okunması ile yetinilebilecek tanıklar olup olmadığı
araştırılmamıştır. Bu beyanların önem dereceleri itibarıyla da duruşmada
okunmakla yetinilecek beyanlardan olduğu da kabul edilmiş değildir. Dahası
başvurucu veya müdafiince hükme esas alınan
tanıkların beyanlarının duruşmada okunulmakla yetinilmesine rıza gösterilmemiş,
bahsi geçen tanıkların duruşmada dinlenilmesi talep edilmiştir.
71. Öte yandan başvurucu ve müdafii,
hükme esas alınan ifade tutanaklarını görme ve bu ifadelerin kanıt olarak
kullanılmasına karşı çıkma imkânına sahip olmuş olsalar bile böyle bir imkân,
başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve sorgulatabileceği şekilde huzura
gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin yerini alamaz (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/9/2003, § 95). Çünkü yargılama öncesindeki
sorgulamalar öncelikli olarak iddia makamının savlarını desteklemek üzere
yapılan bir bilgi/delil toplama işlemidir. Somut olayda tanık sorgulama imkânı,
duruşmada dinlenmeyen ve yalnızca başka davaların soruşturma evrelerinde
verdikleri ifadelerle yetinilen tanıkların beyanlarının, olayın aydınlatılması
açısından ağırlıklarının çok ciddi (kilit mahiyetinde) olması nedeniyle hayati
önemdedir.
72. Başvurucunun mahkûmiyetinde belirleyici olan bu ifadeler bir
avukat huzurunda alınmamış; Mahkeme, itiraz konusu olan bu ifadelerin alınma
biçimini ve koşullarını tespit etmeye yönelik herhangi bir adım da atmamıştır.
Dolayısıyla tek delil olmamakla beraber başvurucunun aleyhine belirleyici delil
olan ve başvuranın mahkûm edilmesini mümkün kılan söz konusu tanık ifadelerinin
güvenilirliği ve doğruluğu hakkında ciddi kuşkular bulunduğuna dair başvurucu
iddialarının yersiz olduğu söylenemez.
73. İlk Derece Mahkemesi belirleyici ölçüde başka davaların
soruşturma evrelerinde dinlenen ve başvurucu ile yüzleşmesi olanağı olup
olmadığı araştırılmamış olan sanıkların beyanlarına dayanarak başvurucunun
cezalandırılmasına karar vermiştir (bkz. § 12). Mahkûmiyet büyük ölçüde
başvurucunun soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma
imkânı bulamadığı kimseler tarafından verilen ifadelere dayandırılmış
olduğundan ve savunma haklarının korunması için hiçbir tedbir alınmadığından
başvurucunun hakları Anayasa’nın 36. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak
ölçüde kısıtlanmıştır.
74. Bu sebeplerle başvurucunun, aleyhinde beyanda bulunan tanığı
sorguya çekme hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
75. Başvurucunun gerekçeli karar hakkı
ile ilgili iddialarının bir kısmı bu başlık altında değerlendirilerek ihlal
kararı verildiğinden bu iddia yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
76. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın
makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
77. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin
daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek
görülmediği bildirilmiştir.
78. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun
dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu
belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
79. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
80. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında "silahlı terör örgütüne üye
olma" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu
hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını
gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç
isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına
girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E.,
§ 32).
81. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına
alındığı 1/10/2004’tür. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç
isnadının nihai olarak karara bağlandığı; yargılaması devam eden davalar
yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını
verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan,
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
82. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 1/10/2004 tarihinde
başvurucunun gözaltına alınarak 5/10/2004 tarihinde sorgusunun yapılmasından
sonra tutuklandığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2005 tarihli
iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheli hakkında açılan kamu davası sonunda
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince 28/8/2012 tarihinde verilen mahkûmiyet
kararının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ilamıyla onandığı
anlaşılmıştır.
83. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
84. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken
usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya
koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık dokuz
yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
85. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
86. Başvurucu, yargılama makul sürede sonuçlandırılmadığı için
250.000 TL manevi, 10.278 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
87. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
88. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık
dokuz yıldır devam eden yargılama süresi dikkate alındığında yargılama
faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.650 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
89. Başvurucu, uğradığı maddi zararların tazmin edilmesi
talebinde de bulunmuştur. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile
ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa
Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia
ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir.
Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat
talebi reddedilmelidir.
90. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesine ilişkin esaslar
çerçevesinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden
yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
91. Tanık sorgulama hakkı yönünden tespit edilen ihlal bir
mahkeme kararından kaynaklanmakta olup ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan yeniden yargılama yapılmak
üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500
TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Son savunmasında avukat
yardımından yararlanmasına imkân verilmediği, zorunlu müdafi bulunmaksızın
duruşma yapıldığına ilişkin iddialarının
açıkça dayanaktan yoksun olması,
2.
Duruşmalı yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Tanık sorgulama ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin
iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan tanık sorgulama ve makul sürede yargılanma haklarının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Tanık sorgulama hakkı
kapsamında tespit edilen ihlal yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye
GÖNDERİLMESİNE,
D. Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucuya net 6.650 TL manevi TAZMİNAT
ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin
diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
5/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.