
Esas No: 2013/6379
Karar No: 2013/6379
Karar Tarihi: 14/10/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
OKTAY CAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/6379) |
|
Karar Tarihi: 14/10/2015 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh
KALELİ |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi
DURSUN |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör |
: |
Nahit GEZGİN |
Başvurucu |
: |
Oktay CAN |
Vekili |
: |
Av. Ferit AKINCI |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, olay tarihinde askerde bulunan başvurucunun
oğlunun intiharında kusuru bulunduğu ileri sürülen idare aleyhine açılan
tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkının,
aynı davada aleyhine yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 11/10/2013 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve
olgular 10/11/2014 tarihinde bildirilmiş; Bakanlık, görüşünü 9/12/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
başvurucuya bildirilmiş olup başvurucu bu görüşe karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi, başvuruya konu dava ve soruşturma
dosyaları ile Millî Savunma Bakanlığının 27/7/2015 tarihli cevap yazısının
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun oğlu olan 18/10/1989 doğumlu M.O.C., Tunceli
Hozat 51’inci Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı emrinde piyade er rütbesiyle
askerlik görevini yerine getirmekte iken 5/9/2009 tarihinde Tunceli ili Merkez
Sarıtaş Jandarma Karakol Komutanlığı emrine geçici olarak görevlendirilmiştir.
9. M.O.C., bu görevlendirmeden önce 10/8/2009 tarihinde yedi
gün süreyle dağıtım iznine gönderilmiş, 18/8/2009 tarihinde izinden döndüğünde
önce Elazığ’da bulunan toplama merkezine, 20/8/2009 tarihinde ise Hozat’taki
birliğine katılmıştır.
10. M.O.C., 4/10/2009 tarihinde akşam saatlerinde karakolda
uzman çavuş olarak görev yapan U.R.Ç.nin yanına
giderek kız arkadaşının trafik kazası geçirmesini sebep göstererek memleketine
gitmek istediğini söylemiş ve kendisinden izin istemiştir.
11. U.R.Ç., kaza olayının gerçek olduğuna kanaat getirdiği
takdirde kendisini izne gönderebileceğini söylemiş ve M.O.C. ile kız
arkadaşının ikamet ettikleri Antalya’daki hastane ve polis birimleri ile M.O.C.nin aynı ilde ikamet eden arkadaşlarını telefonla
arayarak bu hususta araştırma yapmıştır.
12. Akabinde kazanın meydana gelip gelmediğini kesin olarak
öğrenememesi üzerine moralinin iyi olmadığını gördüğü M.O.C.yi o akşamki silahlı nöbetine göndermemiştir.
13. Ceza soruşturması aşamasında dinlenen tanıkların
ifadelerine göre M.O.C., ertesi gün saat 15.30’da yeniden U.R.Ç. ile görüşmüş
ve babasıyla telefonda konuştuğunu, kız arkadaşının sağlığında önemli bir
problem olmadığını öğrendiğini, moralinin de iyi olması nedeniyle izne
gitmekten vazgeçtiğini söylemiştir.
14. M.O.C., bu görüşmenin ardından diğer askerlerle birlikte
rutin faaliyetlerine devam etmiş, aynı gün saat 18.00’de ise havan mevzisindeki nöbetine piyade tüfeğini alarak gitmiştir.
15. Yine ceza soruşturması aşamasında dinlenen tanık
ifadelerine göre M.O.C.nin nöbet yerine gitmesinin
ardından moralinin hâlâ iyi olmadığını gören er arkadaşlarının bir kısmı,
kendisini teskin etmek için yanına gitmiş ve ona moral verdirmeye çalıştıktan
sonra oradan ayrılmışlardır. M.O.C.nin nöbetinin
başlamasından yaklaşık 40-45 dakika sonra nöbet tuttuğu mevziden bir el silah sesi
duyulmuş; karakoldakiler önce dışarıdan taciz ateşi açıldığını düşünmüşler,
sonrasında olay yerinde yaptıkları kontrollerde M.O.C.yi iki kaşının ortasından silahla vurulmuş şekilde
ölü olarak bulmuşlardır.
1. Ceza Soruşturması Süreci
16. 8’inci Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından
(Askerî Savcılık) olayın hemen sonrasında ve resen başlatılan soruşturma
kapsamında ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmış, olay yerinde bulunan
deliller derhâl muhafaza altına alınmıştır.
17. Yapılan otopsi sonucunda cesedin iki kaş orta kısmında
7x6,5 cm. ebadında ateşli silah mermi giriş deliği, saçlı deri sınırından 4 cm.
yukarıdan başlayan sol ense bölgesinde 13x6 cm. ebadında ateşli silah mermi
çıkış deliği olduğu, atışın bitişik atış mesafesinden yapıldığı, ölümün; ateşli
silah yaralanmasına bağlı kafa kemiklerinde kırık, beyin zarları arasında
kanama, beyin kontüzyonu ve beyin kaybı sonucu
gerçekleştiği belirlenmiştir.
18. Olay yerinin incelenmesinde ise piyade tüfeğinin dipçik
kısmı cesedin bacaklarının arasında zemine dayalı, şarjörü ve tetik tertibatı
sol dizi tarafında, emniyet mandalının tek atış konumunda ve cesedin sol elinin
tüfeğin el kundağı üzerinde olduğu, bu tüfeğe takılı şarjörde 18 dolu fişek ve
atım yatağında da 1 dolu fişeğin bulunduğu, ceset üzerindeki elbiselerde
herhangi bir kavga, boğuşma ve benzeri mücadele emaresinin bulunmadığı, cesedin
üzerindeki pantolonun sol üst cebinde mavi renkli tükenmez kalem ile “Seni Seviyorum S…, dayanamıyorum artık bu hasrete,
M…, hakkınızı helal edin.” ibarelerinin yazılı olduğu bir not kâğıdı
ile pantolonun sağ üst cebinde bir adet mavi renkli tükenmez kalem bulunduğu
belirlenmiştir.
19. Karakola ait telefon kayıtlarının incelenmesinden ölenin,
4/10/2009 tarihinde saat 19.15’te kız arkadaşı S.K. ile görüştüğü ve bu
görüşmenin S.K. tarafından da sonradan doğrulandığı anlaşılmıştır.
20. Ölene zimmetli olan ve olay yerinde bulunan piyade
tüfeğinde, atışa mâni herhangi bir mekanik arızanın bulunmadığı tespit
edilmiştir.
21. Ölenin el ve yüz svapları ile
eğitim pantolonunda atış artıklarına rastlanmıştır.
22. Askerî Savcılık, yürüttüğü soruşturma sonucunda 16/4/2010
tarihli ve K.2010/29 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar
vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
“ … M.O.C.’nın kız arkadaşını ve ailesini özlediği için dağıtım
izninden dönmesinden 47 gün sonra, 4/10/2009 tarihinde izne gitmek istediği, bu
maksatla gerçeğe aykırı olacak şekilde kız arkadaşının trafik kazası geçirerek
yaralandığını, kız arkadaşına ulaşamadığını, bu sebeple moralinin bozuk
olduğunu, karakolda görev yapan havan bölgesinin sorumlusu Uzm. Çvş. U.R.Ç.’ye söylediği, adı geçenin gerek M.O.C.’nın kız arkadaşının sağlık durumunu öğrenmek gerekse bu
beyanın doğruluğunu tespit etmek amacıyla yaptığı araştırma neticesinde kazanın
gerçekleştiğine dair bir bilgiye ulaşamadığı, ertesi gün saat 15.30 sıralarında
M.O.C’nın babası ile görüştüğünü, kız arkadaşının
sağlık durumunun iyi olduğunu öğrendiğini ve izne gitmek istemediğini beyan ettiği,
bilahare diğer arkadaşları ile birlikte normal faaliyetlerine devam ettiği, bu
kapsamda spora çıktığı, aynı gün saat 18.00-19.00 arasında havan mevzisinde nöbeti olduğu için üzerine zimmetli herhangi bir
arızası bulunmayan G3 piyade tüfeği ile nöbete çıktığı, arkadaşlarının ve Uzm.
Çvş. U.R.Ç’nin kız arkadaşının kaza geçirdiğini
düşünmeleri nedeniyle M.O.C.’ye moral vermeye ve
yalnız bırakmamaya çalıştıkları, bu maksatla bazı arkadaşlarının hizmet
binasının yanındaki nöbet yerine birkaç kez gidip kendisi ile görüştükleri,
saat 18.40 sıralarında ise nöbet yerinden bir el silah sesi duyulduğu, önce
taciz ateşinin açıldığının düşünüldüğü, sonrasında yapılan kontrollerde ise
M.O.C.’nın nöbet yerinde alnından yaralanarak
öldüğünün anlaşıldığı, ölenin, tek başına silahla nöbet tuttuğu sırada,
silahını tam doldurup atıma hazır hale getirerek intihar etmek maksadıyla
silahın dipçiğini bacaklarının arasına alıp, namlusunu iki kaşının arasına
dayayarak tetiğe bastığı ve aldığı yara sonucu öldüğü, bu şekilde hareket
etmesi için kendisini teşvik eden ya da yardım eden kimsenin olmadığı, ceza
kanunlarında intihar etmenin ya da intihara teşebbüs etmenin suç olarak
düzenlenmediği (anlaşılmıştır).”
23. Başvurucunun olayın intihar olmadığı gerekçesiyle yaptığı
itiraz, Malatya 2’nci Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi tarafından oybirliğiyle
ve kesin olarak reddedilmiştir.
24. Bu karardan sonra ve başvurucunun talepleri doğrultusunda
Askerî Mahkemece, soruşturmada beyanı alınan tanık M.E.nin
başvurucuya olayın intihar olmadığını söyleyip söylemediğinin araştırılması
yönünde yeniden ifadesinin alınması için 14/6/2011 tarihinde soruşturmanın
genişletilmesine karar verilmiştir. Tanığın Askerî Savcılık tarafından
28/6/2011 tarihinde alınan ifadesinde özetle “Başvurucu
ve ölenin diğer yakınlarının, İzmir ilinde bulunan ikametlerine geldiklerini,
ziyaretleri süresince devamlı surette olayı hatırlatarak olayı anlattırma
çabasına girdiklerini, tüm amaçlarının olayın intihar olmadığını söyletmek
olduğunu, evden ayrılıp gitmek istediğini ancak misafirlerine ayıp olacağı
düşüncesiyle yapamadığını, sonrasında özellikle başvurucunun ısrarlı ve
bunaltıcı hareketleri üzerine ve kızgınlıkla başvurucuya ‘Tamam dediğiniz gibi
olsun, oğlunuzu bir komutan vurdu’ dediğini, herhangi bir komutanın ismini ise
vermediğini, başvurucuya bu şekilde söylemesinin nedeninin tamamen bunalmış
olması ve başvurucuyu rahatlatıp susturmak isteği olduğunu, gerçekte öleni bir
komutanın vurması gibi bir durumun olmadığını, olayın intihar olduğunu düşündüren
hiçbir şeye rastlamadığını” beyan ettiği görülmüştür.
25. Akabinde başvurucu, ölenin yüzünde iki adet mermi giriş
deliği bulunduğunu iddia etmiş ve olaydan sonra kendi cep telefonu aracılığıyla
elde ettiği iki görüntüyü dosyaya ibraz ederek soruşturmanın bu yönde
genişletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
26. Bu yöndeki talebi de Askerî Mahkemece 4/8/2011 tarihinde
kabul edilmiş, Askerî Savcılık tarafından soruşturma dosyasının tevdi edildiği
bilirkişi heyeti raporunda özetle “Ölenin
harici muayenesinde tespit edilen bulguların iki ayrı ateşli silah mermi giriş
deliğine yönelik olmadığı, ölene bir adet ateşli silah mermisinin isabet
ettiği, mevcut bulguların tek atış ile uyumlu olduğu, cep telefonu ile çekilmiş
fotoğraflarda görülen iki kaş arasındaki mermi giriş deliğinin altında görülen,
ölenin burun kısmıyla, sol gözü arasında bulunan, siyah delik şeklindeki kısmın
farklı bir mermi giriş deliği olmasının tıbbi delillerinin bulunmadığı, kinetik
enerjisi yüksek olan harp silahları ile oluşan yaraların giriş deliklerinin
büyük ve parçalı olduğunun tıbben bilindiğinden, sorulan söz konusu yaranın
giriş deliğinin uzantısı olduğu” belirtilmiştir.
27. Askerî Savcılık, soruşturmanın genişletilmesi kararı
çerçevesinde yaptığı işlemler sonucunda dosyayı karar verilmek üzere Askerî
Mahkemeye göndermiş; Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesine karar verdiği
inceleme neticesinde ve 12/10/2011 tarihinde, yukarıda yer verilen tanık
anlatımı, bilirkişi heyeti raporu ile tüm soruşturma dosyası içeriğini gerekçe
göstererek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı başvurucu tarafından
yapılan itirazı yeniden oybirliğiyle ve kesin olarak reddetmiştir.
2. İdari
Yargı Süreci
28. Başvurucu, ayrıca 24/9/2010 tarihli dilekçeyle uğradığı
maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla Millî Savunma Bakanlığına
başvurmuştur. Millî Savunma Bakanlığı dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek
başvuruyu zımnen reddetmiştir.
29. Başvurucu, zımni ret üzerine 12/1/2011 tarihinde Askerî
Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine toplam
100.000 TL talepli tazminat davası açmıştır.
30. AYİM İkinci Dairesi 16/1/2013 tarihli ve E.2011/783,
K.2013/46 sayılı kararıyla başvurucu lehine 5.000 TL maddi ve 1.500 TL manevi
olmak üzere toplam 6.500 TL tazminata, olay tarihinden itibaren işleyecek yasal
faizi ile birlikte hükmetmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun talep ettiği
miktar üzerinden reddedilen kısım için davalı idare lehine 5.640 TL vekâlet ücretine
hükmolunmuş olup kararın ilgili bölümleri şöyledir:
“…Askerî Savcılığın yapmış olduğu soruşturmada elde edilen delillere
göre eylemin bir intihar vakası olduğu anlaşılmaktadır. Normal koşullarda
mahkememizin yerleşmiş uygulamalarına göre intihar eylemi sonucunda meydana
gelen ölüm olaylarında idarenin sorumluluğu, dolayısıyla da tazmin yükümlülüğü
söz konusu olmamaktadır. İntihar eyleminin gerçekleşmesine bazı durumlarda
idarenin ajanlarının kusurlu davranışları ile katkıda bulundukları, intihar
kararının verilmesinde etkili oldukları (dayak, kötü muamele vs.) hallerde
idarenin ölüm olayından sorumlu tutulduğu, hizmet kusurunun varlığı sebebiyle
idare aleyhine tazminata hükmedilmesinin gerekliği de izahtan varestedir.
…olayda
idarenin ajanlarının, müteveffanın kız arkadaşı veya ailevi nedenlerden
kaynaklanan psikolojisinin bozuk olduğunu bildikleri, hatta tedbiren
bir gün süre ile yakın takipte de tutup, kendisine görev vermedikleri, bu
nedenle müteveffayı öncelikle hastaneye sevk ederek psikiyatrik muayeneden
geçirmeleri ve söz konusu muayeneye kadar silahtan uzak tutmaları gerekirken,
ertesi gün iyi olduğunu beyan etmesi üzerine silahlı olarak nöbet hizmetine
göndermeleri ve devamında gerçekleşen ölüm olayında idarenin tamamen kusursuz
olduğunun söylenemeyeceği değerlendirilmiştir. Zira müteveffanın söz konusu
nöbet sırasında arkadaşına beyanlarından, endişe ve kaygılarının olay esnasında
da fil hal devam ettiği ve psikolojisinin iyi durumda olmadığının anlaşıldığı,
bu haliyle müteveffanın ölümü ile sonuçlanan olayda kısmen de olsa idarenin
hizmet kusuru bulunduğu anlaşılmış ve bu suretle davacının zararının davalı
idarece karşılanması gerektiği, ancak ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi
sonucu gerçekleşmesi nedeniyle müteveffanın da müterafik
kusurunun bulunduğundan, zarar miktarından Türk Borçlar Kanunu’nun 52’nci
maddesi uyarınca uygun miktarda tenkis uygulanması sonuç ve kanaatine
ulaşılmıştır.
Müteveffanın
intiharından dolayı babaya yarar kabul edilebilecek herhangi bir yasal ödeme
yapılamayacağından, Mahkememizce bu hususun araştırılması cihetine
gidilmemiştir.
Maddi
tazminat isteminde bulunan davacı baba ve annenin maddi zararlarının tespiti
amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, resen seçilen
bilirkişi tarafından düzenlenerek Mahkememize ibraz edilen 20.12.2012 tarihli
bilirkişi raporunda; davacı baba Oktay Can’ın 45.591,00 TL maddi tazminat hak
edişinin mevcut olduğu bildirilmiştir.
Taraflara
tebliğ edilen ve itiraz edilmeyen bilirkişi raporu, Mahkememizce kabul edilen
kıstaslara, ilmi verilere ve yerleşmiş içtihatlara uygun bulunduğundan,
bilirkişi raporu doğrultusunda uygulama yapılmıştır.
Davacı
babaya, oğlunu kaybetmesi nedeniyle duyduğu ve ömür boyu duyacağı acı ve
ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli,
tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın
alım gücü ve işletilecek yasal faizi ve müteveffanın müterafik
kusuru dikkate alınarak, olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle
birlikte uygun miktarda manevi tazminat verilmesi (kabul edilmiştir).”
31. Başvurucunun 22/3/2013 tarihli dilekçe ile karar düzeltme
talebi, aynı Dairenin 3/7/2013 tarihli ve K.2013/804 sayılı kararıyla
reddedilmiştir. Gerekçede 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun 66. maddesindeki karar düzeltme sebepleri sayıldıktan
sonra dilekçede ileri sürülen sebeplerin yerinde görülmediği ve düzeltilmesi
istenen kararın kanuna ve usule uygun olduğu belirtilmiştir.
32. Anılan nihai karar başvurucuya 22/7/2013 tarihinde tebliğ
edilmiş olup başvurucu 21/8/2013 tarihli dilekçe ile yasal süresi içinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
33. Başvurucu Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmadan önce 20/7/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına müracaat ederek
kesinleşen Mahkeme kararıyla aleyhine hükmedilen vekâlet ücretini
ödeyemeyeceğini bildirmiştir.
34. Başvurucunun bu talebi üzerine Millî Savunma Bakanlığı
tarafından “kamu vicdanını rahatsız edebileceği” gerekçesiyle söz konusu
vekâlet ücretinin başvurucudan talep edilmesinden Bakan onayı ile
vazgeçilmesine, 28/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmasından sonra
karar verilmiş olup anılan karar, başvurucuya da yazı ile bildirilmiştir.
B. İlgili Hukuk
35. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı
davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
36. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk”
başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı
gidermekle yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı
gidermekle yükümlüdür.”
37. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiilden doğan borç
ilişkilerinde tazminatın indirilmesini düzenleyen 52. maddesi şöyledir:
“Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş
veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat
yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya
tamamen kaldırabilir.
Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat
yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de
gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir.”
38. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin
kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar
verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi,
ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı
şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine
ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
39. 1602 sayılı Kanun’un “Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı 63.
maddesi şöyledir:
“Daireler ve Daireler
Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hâsıl eder.
Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış
gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.
Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve
işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açılabilir.
Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel
hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.”
40. 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki
Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine
İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) “Adli
uyuşmazlıkların sulh yoluyla halli, uzlaşma ve vazgeçme yetkileri”
kenar başlıklı 11. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(1) İdarelerin;
a) Kendi aralarında ortaya çıkan her türlü hukuki
uyuşmazlığın sulh yoluyla hallinde, dava açılmasında, bunlardan yargı veya icra
mercilerine intikal etmiş olanların takiplerinden veya davalarda verilen
kararlara karşı kanun yollarına gidilmesinden vazgeçilmesinde, sözleşmelerin
değiştirilmesinde veya sona erdirilmesinde,
b) Gerçek veya tüzel kişilerle aralarındaki sözleşmelerde
belirtilen sebeplerle yapılan her türlü sözleşme değişikliklerinin
yapılmasında, bu hususlarla ilgili olarak çıkabilecek uyuşmazlıkların sözleşme
hükümleri çerçevesinde sulh yoluyla hallinde, hukuk birimlerinin uyuşmazlığın
bu şekilde sonlandırılmasında maddi ve hukuki sebeplerle kamu menfaati
bulunduğu yönündeki görüşü üzerine, buna dair onay ve anlaşmaları imzalamaya
bakanlıklarda bakan, diğer idarelerde üst yönetici yetkilidir. Bakan ya da üst
yönetici bu yetkisini sınırlarını açıkça belirlemek suretiyle alt kademelere
devredebilir.
(2) Birinci fıkrada belirtilenler dışında, idarelerin,
herhangi bir sözleşmeye dayanıp dayanmadığına, yargıya intikal edip etmediğine
bakılmaksızın gerçek veya tüzel kişilerle aralarında çıkan her türlü hukuki
uyuşmazlığın sulh yoluyla halline, her türlü dava açılmasından veya icra
takibine başlanılmasından, bunlardan yargı veya icra mercilerine intikal etmiş
olanların takiplerinden veya verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna
gidilmesi dışındaki kanun yollarına gidilmesinden vazgeçmeye, davaları kabule,
ceza uyuşmazlıklarında şikâyetten vazgeçmeye veya uzlaşmaya, davadan feragat
etmeye, sözleşmede belirtilmeyen sebeplerle sözleşmelerin değiştirilmesinde
veya sona erdirilmesinde maddi ve hukuki sebeplerle kamu menfaati görülmesi
halinde, buna dair onay veya anlaşmaları imzalamaya, vazgeçilen veya tanınan ya
da terkin edilen hak ve menfaatin değeri dikkate alınmak suretiyle;
a) Tutara ilişkin olmayanlar ile 1.000.000 Türk Lirasına
kadar olanlarda (1.000.000 Türk Lirası dahil) hukuk biriminin görüşü alınarak,
ilgili harcama yetkilisinin teklifi üzerine üst yönetici,
b) 1. 000.000 Türk Lirasından fazla olanlardan 10.000.000
Türk Lirasına kadar olanlarda (10.000.000 Türk Lirası dahil), hukuki uyuşmazlık
değerlendirme komisyonunun görüşü alınarak, üst yöneticinin teklifi üzerine
ilgili bakan, Milli Savunma Bakanlığında Müsteşarın
teklifi üzerine Bakan,
…
yetkilidir.
Bakan ya da üst yönetici bu yetkisini sınırlarını açıkça belirlemek suretiyle
alt kademelere, münhasıran taşra birimlerinin iş ve işlemleriyle ilgili olup
illerde valilik, ilçelerde kaymakamlık onayına bağlanan iş ve işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıklarda vali ve kaymakamlara devredebilir.
…”
41. 659 sayılı KHK’nın “Davalardaki
temsilin niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı”
kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve
idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi
amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve
avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler
lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve
işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler
lehine vekâlet ücreti takdir edilir.”
42. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
364. maddesi şöyledir:
“Herkes, yardım
etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine
nafaka vermekle yükümlüdür.
Kardeşlerin
nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.
Eş ile
ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
43. Mahkemenin 14/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 21/8/2013 tarihli ve 2013/6379 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu, oğlunun askerlik görevini yerine getirdiği
sırada intihar etmesi sonucunda yaşamını yitirmesi nedeniyle idare aleyhine
açtığı maddi ve manevi tazminat davasında hükmedilen meblağın yetersiz
olmasının, Mahkemece hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmayarak toplam 6.500
TL maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine karşılık davalı idare lehine 5.640
TL vekâlet ücretine hükmedilmesinin ve Mahkemenin kararında, tazminat
miktarının düşük tutulması gerekçesinin açık ve net olarak ortaya
konulmamasının Anayasa’nın 36. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan hak
arama hürriyeti ile gerekçeli karar hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş;
yeniden yargılama ile tazminat taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin özünü
teşkil eden oğlunun ölümü ile ilgili olarak idare aleyhine açtığı tazminat
davasında hükmolunan tazminat miktarının yetersizliğine ve Mahkemenin bu konuda
verdiği kararın gerekçeden yoksun olduğuna ilişkin iddiaları, Anayasa’nın 17.
maddesiyle; söz konusu davada hükmolunan tazminata kıyasen aleyhine olarak çok
yüksek miktarda vekâlet ücretine karar verildiği iddiası ise Anayasa’nın 36.
maddesi ile ilişkili görülmüş olup değerlendirme bu maddeler kapsamında ve ayrı
ayrı yapılmıştır.
1. Anayasa’nın 17.
Maddesinin İhlal Edildiği İddiaları Yönünden
46. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
47. Başvurucu, oğlunun intiharında kusurlu bulunan idare
aleyhine açtığı tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle
yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, tazminat davası sonucunda
idarenin hizmet kusurunun tespit edildiği, AYİM tarafından maddi ve manevi
tazminata hükmedildiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında
ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin
uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (AİHS) anlamında bundan böyle mağdur olduğunu ileri
süremeyeceğinin kabul edildiği, somut başvuruda başvurucunun lehine hükmolunan
tazminat miktarının kendisine ödenip ödenmediğine ilişkin herhangi bir bilgi ve
belgeyi sunmadığı, bu nedenle idarenin tazminat miktarını ilgiliye ödediğinin
kabul edilmesi gerektiği, bu itibarla yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin
şikâyetlerinin kabul edilebilirliği incelenirken başvurucunun mağdur sıfatının
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru, ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişinin babasıdır. Bu
nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41).
50. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi açısından, idari
makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da
kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu
ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık
mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki
koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil
niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek
kalmayacaktır. Bu kapsamda -Anayasa’nın
17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından- kapsamlı bir ceza soruşturmasını
müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava
yolu, etkili bir başvuru yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61-74;
Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83; benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Scordino/İtalya, B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 178 vd.; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982, §§
64-70; Fatma Yüksel/Türkiye, B.
No: 51902/08, 9/4/2013, §§ 45, 46).
51. AYİM somut başvurudaki olaya ilişkin değerlendirmesinde,
bir askerin intihar eylemini idarenin öngörmesi ve gerekli tedbirleri alması
gerektiği sonucuna mutlak surette ulaşılamayacak olduğunu belirtmekle birlikte
müteveffanın kız arkadaşına duyduğu özlem veya ailevi nedenlerden dolayı
psikolojisinin bozulduğu, olaydan bir gün önceki tavırlarıyla bu durumun
çevresindekiler tarafından fark edilmesi nedeniyle silahlı nöbet yerine
gönderilmediği, olay günü iyi durumda olduğunu bildirmesine rağmen diğer
askerler ve komutanı tarafından da açıkça öyle olmadığı görülüp asker
arkadaşlarınca nöbet yerine gidilerek teskin edilmeye çalışıldığı ve kısa bir
süre sonra da intihar ettiği ve öncesinde müteveffanın bu eyleme
girişilebileceği konusunda işaretlerin olması nedeniyle idareden bu konuda
önleyici tedbirler almasının beklenebileceği tespitlerinde bulunmuş, olayda bu
nedenle idarenin hizmet kusurunun kısmen de olsa bulunduğu sonucuna varmıştır
(bkz. § 30).
52. AYİM’in bu tespiti ile yaşam hakkının
devlete yüklediği yaşamı koruma yükümlülüğünün idari ve yasal mevzuat
çerçevesinde uygun tedbirleri alma boyutunun ihlal edildiği ortaya
konulmaktadır.
53. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal
edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi
ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam
ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.
Freimanis ve Lidums/Letonya,
B. No: 73443/01 ve 74860/01, 9/2/2006, § 68). Başvuruculara sunulan telafi
imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak
ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının
tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir
başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için
aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen
tazminata da bağlı olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Fatma Yüksel/Türkiye, §§ 48, 49).
54. Başvuru konusu olayda, AYİM’in
kararında açık bir şekilde, ihlal tespitinin yapılarak başvurucuya uğradığı
maddi ve manevi zararın karşılığı olarak yargılama kapsamında alınan bilirkişi
raporundan yararlanılması suretiyle toplam 6.500 TL maddi ve manevi tazminata
hükmedildiği görülmektedir.
55. AYİM tarafından olayın meydana geliş şekli, tarihi,
ölenin askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü,
işletilecek yasal faiz ve ölenin müterafik kusuru
dikkate alınarak maddi ve manevi tazminata karar verildiği anlaşılmaktadır
(bkz. § 30).
56. Davanın koşullarına göre, belirlenen tazminat miktarları
ile başvurucunun uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı
görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in özellikle olayın
meydana geliş şekli ve ölenin müterafik kusurunu
dikkate alarak belirlediği tazminat miktarlarında bir takdir hatası tespit
edilmemiştir.
57. Bu durumda Anayasa Mahkemesi açısından AYİM’in, idarenin yaşanan intihar eyleminden sorumlu
olduğunu tespit etmesi ve davanın koşulları çerçevesinde tazminata hükmetmesi
başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir. Ancak bu sonuca
ulaşabilmek için ölüm olayında etkili bir ceza soruşturması yürütülüp
yürütülmediğinin de belirlenmesi gerekmektedir (bkz. § 50). İdari dava yoluyla mağduriyetin giderilmesi, devletin ceza
soruşturmalarını etkili bir biçimde yapma yükümlülüğünü ortadan
kaldırmamaktadır. Zira meydana gelen ölümde üçüncü kişilerin cezai
sorumlulukları varsa devletin sözü edilen yükümlülüğünü yerine getirmesi;
bireylerin devlete, adalete ve yargıya olan güvenlerinin zedelenmemesi ve
hukukun üstünlüğüne uyumun sağlanması ile yasa dışı fiillere hoşgörü
gösterilmesinin ya da katılımın engellenmesi açısından elzem olmaktadır.
58. Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde, öncelikli olarak
AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza
soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi,
soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış
olabilecek kişilerden bağımsız olmaları, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının
korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olunması, soruşturmanın makul
bir hızlılık içinde yürütülmesi, varsa sorumluların belirlenmelerine ve
gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte soruşturma yapmaları
gerektiği ifade edilmiştir.
59. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak M.O.C.nin ölümü ile aynı anda soruşturmaya başlandığı ve
sonrasında açılan tazminat davasında idarenin hizmet kusuru sorumluluğunu
doğurabilecek hususların tespit edildiği ve bu nedenle de ölenin müterafik kusuru da dikkate alınarak idarenin sorumluluğuna
hükmedildiği ifade edilmiştir.
60. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul
boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve varsa
sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın da
yürütülmesini gerektirmektedir. Soruşturmanın
etkililik ve yeterliliğini temin adına, soruşturma makamlarının resen harekete
geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek
bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
61. Bu konuya ilişkin benzer davalarda AİHM, başvurucuların
yakınlarının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve bunun idari
soruşturma ile tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve yargısal
makamların olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı ve
yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği
kanısına vardığı durumlarda askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın
ve/veya davaların derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir
eksiklik bulunmadığına karar vermekte, bunların yetersiz veya çelişkili
olduklarının iddia edilemeyeceğini belirtmektedir (Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012 §
63; Kazım Dalar/Türkiye, B. No:
35957/05, 21/2/2012, § 50).
62. Bu çerçevede başvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki
işlemlere (bkz. §§ 16-27) bakıldığında olayın gerçekleşmesinin hemen ardından
soruşturmanın resen başlatıldığı, soruşturma kapsamında detaylı bir olay yeri
incelemesi yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işlemlerinin uygulandığı,
tanık ifadelerinin gecikmeden alındığı, silahın balistik incelemesinin
yapıldığı ve tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek M.O.C.nin
kendi sorunları nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda intihar ettiği
gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, bu karara karşı
başvurucu tarafından Askerî Mahkemeye yapılan itirazın ise reddedildiği,
akabinde başvurucunun talepleri kabul edilerek soruşturmanın genişletildiği
fakat sonucu değiştirecek bir bilgi veya bulguya ulaşılamadığı görülmektedir.
63. Bütün bu hususlar dikkate
alındığında olayın hemen sonrasında yürütülmeye başlanan ceza soruşturmasında,
derinliği ile ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin
bulunduğu söylenemeyecektir. Dolayısıyla yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının
usul boyutunun (soruşturmanın etkililiği) ihlaline neden olabilecek bir yön
bulunmamaktadır.
64. Bu durumda başvuru konusu olayda
-yaşam hakkına ilişkin şikâyetler
açısından-kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip ihlali tespit eden ve makul
bir tazminata hükmeden etkili bir idari dava yolu bulunmakta olup başvurucunun
mağdur sıfatı da ortadan kalkmış bulunmaktadır.
65. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkı
yönünden başvurucunun mağdur sıfatının kalktığı anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının kişi bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Anayasa’nın
36. Maddesinin İhlal Edildiği İddiaları Yönünden
66. Başvurucu, açtığı tazminat davasında lehine karar verilen
tazminata yakın miktarda vekâlet ücretine hükmedildiğini belirterek adil
yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
67. Bakanlık bu konudaki görüşünde, söz konusu şikâyete benzer
başvuruları Anayasa Mahkemesinin karara bağladığı, bu tür şikâyetlerin
incelenmesinde göz önüne alınacak ölçütleri belirlediğini, somut başvuru
açısından da bu ölçütlerden ayrılarak farklı bir neticeye ulaşmayı gerektirecek
herhangi bir nedenin bulunmadığı, Anayasa Mahkemesinin 23/1/2013 tarihli ve
2013/841 başvuru numaralı “Sadık Koçak ve
diğerleri” kararında, askerde intihar nedeniyle AYİM’de
açılan tazminat davasına ilişkin olarak başvurucunun dava açtığı sırada ıslah
imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek
tuttuğu, hak kazandığı tazminatın çok üzerinde bir tutarı vekâlet ücreti
altında idareye geri ödemek zorunda bırakıldığı ve açılan davanın bu şekilde
başvurucu açısından anlamsız hâle geldiği dikkate alınarak, yapılan müdahalenin
ölçülü olmadığı gerekçesiyle ihlal kararı verdiği, bu ihlal kararından sonra
30/4/2013 tarihinde yasal değişiklik yapılarak ıslah müessesinin düzenlenip
yapısal nitelikteki bu sorunun çözüldüğü, somut olayda da tazminat davasının
yasal değişiklikten önce açıldığı, bu nedenle başvurucunun tazminat talebini
yüksek tuttuğu, yasal imkânının bulunmaması nedeniyle de davada ıslah
yapamaması sonucu kabul ve ret oranına göre başvurucu aleyhine vekâlet ücretine
hükmolunduğu belirtilmiştir.
68. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi ve şartları” kenar
başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“(5) Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile
ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir.”
69. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün
“Düşme kararı” başlıklı 80.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi şöyledir:
“(1) Bölümler ya da komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki
hallerde düşme kararı verilebilir:
…
ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka
gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir
neden görülmemesi.”
70. Başvuru konusu olayda başvurucu, AYİM’e
açtığı davada uğradığı zararlar için 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi olmak
üzere toplam 100.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. AYİM tarafından
başvurucu lehine toplam 6.500 TL maddi ve manevi tazminata hükmedilirken
reddedilen tazminat miktarı esas alınarak aleyhine 5.640 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir.
71. Tazminat davasına konu kararın kesinleşmesini takiben ise
başvurucunun davalı idareye müracaatı üzerine idare tarafından anılan kararda
hükmolunan söz konusu vekâlet ücretinin tahsilinden vazgeçildiği ve bu
vazgeçmeye ilişkin kararın başvurucuya bildirildiği görülmektedir (bkz. § 34).
Böylece başvurucunun iddiasına konu ettiği vekâlet ücretini idareye ödeme
zorunluluğu ortadan kalkmış olup anılan vazgeçme işlemi ile başvurunun
incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmamıştır.
72. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin düşmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B.
Hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine
yönelik iddialarına ilişkin başvurusunun incelenmesinin
sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmamış olması nedeniyle
DÜŞMESİNE,
C. Yargılama
giderinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
14/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.