
Esas No: 2013/1439
Karar No: 2013/1439
Karar Tarihi: 14/10/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
METİN DİLMAÇ VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/1439) |
|
Karar Tarihi: 14/10/2015 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör |
: |
Cüneyt DURMAZ |
Başvurucular |
: |
1. Metin DİLMAÇ |
|
|
2. Cemile DİLMAÇ |
|
|
3. Emre DİLMAÇ |
|
|
4. Eylem NİZAM DİLMAÇ |
|
|
5. Cemil DİLMAÇ |
|
|
6. Gökan DİLMAÇ |
Vekili |
: |
Av. Recep SELÇUK |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; askerlik görevini ifa
sırasında bunalıma girdiğine ve intihar edebileceğine dair emareler bulunmasına
rağmen görevli komutanların müdahale etmemesi ve gerekli önlemleri almamaları
nedeniyle meydana gelen ölüm dolayısıyla yaşam hakkının; gerekçe
gösterilmeksizin müterafik kusur uygulanarak
bilirkişi raporuyla belirlenen zararın çok cüzi bir kısmına denk gelebilecek
oranda tazminat takdir edilmesi, bundan daha fazla miktarda idare lehine
vekâlet ücretine hükmedilmesi, bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkemede
yargılama yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 14/2/2013 tarihinde
Edirne İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2014
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 12/12/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve başvuru belgelerininbir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık tarafından 13/2/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 20/2/2015 tarihinde
bildirilmiş; başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 26/2/2015
tarihinde sunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri, ilgili soruşturma ve yargılama
dosyası içerikleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucuların Yakının Askerlik
Süreci
7. Askerlik hizmetini Edirne Süloğlu 54. Mknz.
P. Tug. K.Yrd. 1. Tnk. Tb.
1. Tnk. Bl. Komutanlığında yerine getiren
başvurucuların yakını Tnk. Er Erdem Dilmaç, yapılan
katılış muayenesinde sağlam raporu almış; psikiyatrik yönden muayene ve tedavi
görmemiştir.
8. Erdem Dilmaç’ın psikolojik ve ekonomik sıkıntılarına
ilişkin rehberlik danışma merkezine ya da amirlerine herhangi bir müracaatı
olmamıştır. Kendisi hakkında düzenlenen danışmanlık kartında da başarılı ve
azimli bir asker olduğu, herhangi bir problemini beyan etmediği kaydedilmiştir.
9. Erdem Dilmaç, askerliği sırasında mekanik nişancılık ve
atış eğitimi almıştır.
10. Başvurucuların yakını 22/8/2010
tarihinde, silahlı ve mermili olarak ifa edilen yol devriye nöbetinin bitimine
az bir zaman kala nöbet mahallinde göğüs bölgesinden vurulmuş olarak bulunmuş
ve şahsın vefat ettiği anlaşılmıştır.
2. Ceza Soruşturması Süreci
11. Olayın bildirilmesi üzerine 54. Mekanize Piyade Tugay
Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından resen soruşturma
başlatılmıştır.
12. Soruşturma kapsamında Askerî Savcı eşliğinde adli tıp
uzmanları tarafından gerçekleştirilen otopsi neticesinde Erdem Dilmaç’ın
(müteveffa) bitişik atış neticesinde ateşli silah yaralanması sonucu gelişen
akciğer ve kalp hasarına bağlı yoğun kan kaybı sebebiyle vefat ettiği tespit
edilmiştir.
13. Edirne İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi
tarafından olay yerinde ve müteveffanın cesedi üzerinde inceleme yapılarak olay
yeri inceleme raporu hazırlanmıştır.
14. Olay yerinde bulunan silah, boş kovan ve müteveffanın
kıyafetleri üzerinde kriminal inceleme gerçekleştirilmiştir.
İnceleme neticesinde düzenlenen uzmanlık raporları uyarınca müteveffanın ölümü
sonucunu doğuran ateşli silah yaralanmasının müteveffaya teslim edilen piyade
tüfeğiyle vücuduna bitişik şekilde yapılan atıştan kaynaklandığı, başka bir
kişinin atışa fiilen dâhil olduğuna dair hiçbir delil ve emare bulunmadığı
belirlenmiştir.
15. Müteveffanın üzerinden çıkan iki farklı mürekkepli
kalemle yazılan notlar üzerinde kriminal inceleme
yapılarak bu notların müteveffa tarafından kaleme alındığı tespit edilmiştir.
16. Müteveffanın cebinde çıkan ilk notta “Ben hırsız değilim.”, “Beni bunalıma siz soktunuz.”, “Y. uzman ve E. Astsubay bana dün hırsız gibi
baktınız, asıl hırsız size benim hakkımda bilgi verendir.” “Sorumlu sizsiniz.”
şeklinde, ikinci notta ise “A. bana başka
çare bırakmadınız namusum üzerine yemin ederim ki bölükte olan hısızlıklardan hiçbir bilgim yok ve senin telefonunu ben
almadım.”, “A ve N’(y)e hakkımı
helal etmiyorum.” ve “Bölükte
herkes benim hakkımda ne düşünüyorsa yanlış düşündü.” şeklinde
ifadeler yer aldığı tespit edilmiştir.
17. Soruşturma kapsamında müteveffanın arkadaşlarının ve
komutanlarının tanık olarak ifadeleri alınmıştır. Tanık ifadelerinde
müteveffanın içine kapanık, askerlikle uyumlu, herhangi bir disiplin ve uyum sorunu
olmayan ancak ekonomik sıkıntıları olan bir personel olduğu, bu nedenle
arkadaşlarına borçları olduğu, arkadaşlarının kendisine küçük ve basit
yardımlarda bulunduğu beyan edilmiştir.
18. Bölük içinde cep telefonu çalınması olayında adının
geçtiği anlaşılmıştır. Ancak üzerinde bulunan notlarda da bahsettiği bu olayla
ilgili olarak kendisine resmî bir suçlama yöneltilmediği tespit edilmiştir.
19. Bu kapsamda Askerî Savcılığın 11/10/2010
tarihli ve E.2010/639, K.2010/48 sayılı kararıyla “soruşturma neticesinde toplanan bilgi ve delillerin tahlili
neticesinde, müteveffanın kendisini ruhsal bunalıma sürükleyen ekonomik ve
maddi sorunların olumsuz tesiri altında, olay günü nöbet sebebiyle hamili
olduğu silah ve mermileri kullanıp göğüs bölgesine bir el ateş etmek suretiyle
kendi hayatına son verdiği anlaşılmış; müteveffanın eylemi öncesinde kendisini
intihara sevk etmekte veya eylemi sonrasında müteveffanın durumunu tespit,
teşhis ve müdahale görevinin yapılmamasında kastı, kusuru ya da ihmali bulunan
herhangi bir kişiye veya herhangi bir suç unsuruna rastlanılmamıştır.”
gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
20. Anılan karara karşı başvurucuların vekilinin yaptığı
itiraz, Çorlu 5. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 8/12/2010
tarihli ve 2010/A-12 Evrak ve 2010/1357 Müteferrik sayılı kararıyla
reddedilmiştir.
3. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan
Tazminat Davası Süreci
21. Başvurucuların maddi ve manevi zararlarının tazmini
istemiyle yaptıkları idari müracaatın zımnen reddedilmesi üzerine açılan tam
yargı davasında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinin 15/2/2012 tarihli ve E.2011/1193, K.2012/170 sayılı
kararıyla davanın reddine karar verilmiştir.
22. Başvurucuların karar düzeltme talebinde bulunması üzerine
aynı Dairenin 5/12/2012 tarihli ve E.2012/527,
K.2012/1146 sayılı kararıyla davacılar yakınının intihar olayından sonra
üzerinde çıkan notlar ve tanık ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde
müteveffanın görev yaptığı birlikte bir askerin cep telefonunun kaybolduğu,
arkadaşlarının müteveffadan şüphelenerek onu sorguladıkları, onun da bundan
etkilenip emre aykırı olarak silah şarjörünü tam doldurarak nöbete gittiği, bu
durumun tanık er A. G. tarafından bilinmesine rağmen birlik komutanına bilgi
verilmediği hatta tanık er E. K.nın beyanına göre A.
G. ve A. Ö. ile birlikte bulundukları bir ortamda ciddi söylenmiş söz olarak
algılanmasa dahi müteveffanın ""... Ben
kafama sıkacağım, bu işi kökten çözeceğim..."" şeklinde sözler sarf
ettiği, bu ve benzeri emarelere rağmen gerekli tedbirin alınmadığı, kendi
beyanına göre yapmadığı bir hırsızlık eyleminden dolayı suçlanmasını
hazmedemeyen müteveffanın intihar ettiği, intihar edeceğine ilişkin emareler
göstermesine ve bu durumun davacıyla aynı birlikte görevli başka personel
tarafından bilinmesine rağmen gerekli tedbirin alınmadığı, bu nedenle hizmetin
iyi ve sağlıklı şekilde işletilmemesinden kaynaklanan hizmet kusurunun
bulunduğu, bununla birlikte ölüm olayının davacılar yakınının kendi iradesiyle
vuku bulması sebebiyle dava konusu olayda müteveffanın da müterafik
kusurunun olduğunun anlaşıldığı, zararın tespiti amacıyla yapılan bilirkişi
incelemesi sonucu düzenlenen 12/11/2012 tarihli
raporda davacı anne Cemile Dilmaç"ın 25.874 TL, davacı baba Metin Dilmaç"ın ise
23.042 TL maddi tazminat hak edişinin mevcut olduğunun bildirildiği, bilirkişi
raporunun uygun bulunduğu belirtilip karar düzeltme isteminin kabulüne,
müteveffanın müterafik kusuru da dikkate alınarak
başvurucular için maddi ve manevi toplam 12.050 TL tazminata, 2/11/2011 tarihli
ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı
Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk
Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname"nin (KHK) 14.
maddesi uyarınca davalı idare lehine ise toplam 13.387 TL vekâlet ücretine
hükmedilmiştir.
23. Karar, başvuruculara 29/1/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, süresi içinde 14/2/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
24. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan
doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 43. maddesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin
yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir
yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin
kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve
altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten
itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare
Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı
aranmaz.”
25. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile
ilişkisini düzenleyen 74. maddesi şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.”
26. 1602 sayılı Kanun’un “Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı 63.
maddesi şöyledir:
“Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin
olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl
eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına
başvurulabilir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış
gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.
Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve
işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açılabilir.
Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel
hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.”
27. 659 sayılı KHK’nın “Davalardaki
temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve
dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil
adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk
birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk
müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu
davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve
takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar
üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 14/10/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvurucuların 14/2/2013 tarihli ve 2013/1439 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
29. Başvurucular; yakınları olan
müteveffanın haksız yere hırsızlık gibi yüz kızartıcı bir suçlamaya maruz
bırakılıp dışlandığını ve bu suretle bunalıma sokulduğunu, görevli komutanların
müdahale etmemeleri ve gerekli önlemleri almamaları nedeniyle idarenin kusur
sorumluluğunun var olduğunu, yine son bir haftadır müteveffanın şarjörü tam
doldurarak nöbet tutmasına rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığını belirterek
yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
30. Başvurucular ayrıca Mahkemece
gerekçe gösterilmeksizin müterafik kusur uygulanarak
bilirkişi raporuyla belirlenen zararın çok cüzi bir kısmına denk gelecek oranda
tazminat takdir edilirken bundan daha fazla miktarda idare lehine vekâlet
ücretine hükmedildiğini, AYİM"de görev yapan
-özellikle hâkim sınıfından olmayan- üyelerin tümüyle idareye bağlı olduğunu,
atamalarında ve seçimlerinde büyük ölçüde idarenin ve ordunun müdahalesinin
bulunduğunu, dolayısıyla yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
yapıldığından söz edilemeyeceğini belirterek adil yargılama hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Yaşam
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
31. Başvurucuların Anayasa’nın 17.
maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, şikâyetlerin
kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken başvurucuların mağdur
sıfatıyla AYİM’de açılan tam yargı davası sonucunda
idarenin hizmet kusurunun tespit edildiği, AYİM tarafından maddi ve manevi
tazminata hükmedildiği, Askerî Savcılık tarafından müteveffanın ölümüne ilişkin
adli soruşturma yapıldığı, soruşturmalar sonucunda kesin ölüm nedeni ve
müteveffanın ölümünü hazırlayan koşulların ortaya konulduğu, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında ulusal yetkililerce ihlalin tespit
edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi
hâlinde ilgili tarafın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) kapsamında
bundan böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğinin kabul edildiği, başvurunun
yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin kabul edilebilirliği
incelenirken mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi
gerektiği ifade edilmiştir.
32. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı mağdur sıfatının bulunmadığı iddiası ile ilgili olarak
yeni bir görüş ileri sürmemişlerdir.
33. Başvurucuların Anayasa’nın 17.
maddesine ilişkin şikâyetleri açısından Bakanlık görüşünde ileri sürülen mağdur
sıfatının bulunup bulunmadığı hususunda karar verebilmek için somut olayda,
devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip
olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının ve
başvuru konusu olayda eğer varsa bu yükümlülüğün ne ölçüde yerine
getirildiğinin tespiti gerekmektedir.
34. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
35. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§
50, 51).
36. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı
kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği
temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm
imkânları kullanarak bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı
tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka
yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve
yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya
olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
52).
37. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin, kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Zorunlu
askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için
askerî mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi
konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmelerinin
gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski
ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler
kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek
gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alınarak pozitif yükümlülük; yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa
Mahkemesince yapılacak incelemede basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını
aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya
konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve
diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, §
74).
38. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve
etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk
seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin
bulunması gerekmektedir. Devlet, askerlik görevini zorunlu kıldığı için
özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve
psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun
tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde
askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan
askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin
tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından
işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin
öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun
denetimlerden geçirilmesi, askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve
müdahalelerin yapılması büyük önem taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, §§ 75, 76).
39. Yaşam hakkının korunması, silah
altındaki bir askerin askerî makamların kontrolü altında iken “şüpheli”
bir biçimde ölmesi, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun resmî bir
soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda bahsi
geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması temin
edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın; öncelikle
olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise
sorumluların tespit edilmesini, gerek görüldüğünde cezalandırılmasını
sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön
soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17.
maddenin gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle derece mahkemeleri hiçbir
durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapıldığı
sabit görülen saldırıları cezasız bırakmamalıdır (Sadık Koçak ve diğerleri, § 77).
40. Anayasa Mahkemesi açısından
başvurucuların yakınlarının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve
bunun idari soruşturma ile tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve
yargısal makamların olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku
duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya
imkân verdiği kanısına varılan durumlarda -askerlerin ölümü konusunda yürütülen
soruşturmanın ve davaların derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek
nitelikte bir eksikliğin bulunmaması koşuluyla- yürütülen soruşturmaların ve
alınan kararların yetersiz veya çelişkili olduğu ileri sürülemez (Sadık Koçak ve diğerleri, § 95).
41. Bu kapsamda başvuru konusu olayda
yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemler incelendiğinde ölüm olayının
gerçekleştiği gün resen soruşturmanın başlatıldığı, ayrıntılı olay yeri
incelemesi yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işleminin uygulandığı;
ilgili askerlerin, müteveffanın samimi olduğu asker arkadaşlarının,
komutanlarının beyanlarının alındığı; silahın balistik incelemesinin yapıldığı,
müteveffanın üzerinden çıkan notların kriminal
incelemesinin yapıldığı, tüm bu hususlar değerlendirilerek Erdem Dilmaç’ın
ölümünün meydana gelmesinde herhangi bir şahsın suç teşkil edecek “kastı,
kusuru ya da ihmali” mevcut
olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara
karşı başvurucular tarafından Askerî Mahkemeye yapılan itirazın da reddedildiği
anlaşılmaktadır.
42. Başvurucular ceza soruşturması sürecine ilişkin herhangi
bir eksiklik iddiası ileri sürmediği gibi yukarıda yer verilen değerlendirmeler
ışığında da başvuru konusu olayda bu konuda Anayasa Mahkemesince resen
gözetilecek bir yetersizlik veya çelişkinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
43. Mevcut başvuruda gerçekleşen ölüme ilişkin başvurucuların
ortaya koyduğu ve yürütülen ceza soruşturması kapsamında elde edilen bulgulardan,
müteveffanın ölümünün intihar sonucu gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunun
aksine bir durumdan “şüphelenilmesini” gerektiren bir olgu da bulunmamaktadır.
Bu durumda yukarıdaki paragrafta (bkz. § 39) yer verilen ilkeler karşısında
başvuru konusu olay kapsamında yaşam hakkı açısından ön soruşturmayı aşan ve
yargılamayı da içeren bir ceza soruşturması yürütülmesi zorunluluğu bulunduğu
sonucuna varılamaz. Bütün bu hususlar dikkate alındığında intihar sonrasında
yürütülen ceza soruşturmasında yukarıda yer verilen ilkeler yönünden bir
eksikliğin bulunduğu söylenemez.
44. Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede yaşamı
koruma yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediği konusunda bir sonuca varabilmek
için yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde (bkz. § 37) öncelikli olarak
askerî yetkililerin Erdem Dilmaç’ın intihar etme riskini bilip bilmediklerinin
veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya konulması gerekmektedir. Başvuru
konusu olayda askerlik öncesi yapılan sağlık kontrolünde Erdem Dilmaç’ın herhangi
bir psikolojik sorunu olduğuna dair bir tespit bulunmadığı, ilk katılış
işlemleri sırasında bazı bilgi formları doldurulduğu, Erdem Dilmaç’ın bu
formlarda herhangi bir probleminden bahsetmediği, düzenlenen danışmanlık
kartına da başarılı ve azimli bir asker olduğunun kaydedildiği görülmektedir.
45. Bir askerin sadece psikolojik sorunlarının bulunmasına
veya kendisine yüklenilen sorumlulukların ifası sırasında yaptığı hatalardan
dolayı askerliğinin uzaması, disiplin cezası alması gibi yaptırımlara maruz
kalacağı düşüncesiyle yoğun kaygılar yaşamasına bağlı olarak gerçekleşen
intihar eylemlerini idarenin öngörmesi ve gerekli tedbirleri alması gerektiği
sonucu çıkarılamayacak olmakla birlikte (Rıfat
Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015,
§ 93) başvuru konusu olaydaki gibi genel olarak bazı sorunları olduğu bilinen
ve bu şekilde bir eyleme girişebileceği hakkında şüphe bulunan askerlerin bazı
ihmallere bağlı olarak silah ve mühimmatı ele geçirmesi sonucunda gerçekleşen
intihar eylemlerinde idarenin bu konuda önleyici tedbirler alması
beklenebilecektir.
46. Nitekim AYİM, başvurucular
tarafından açılan tam yargı davası sonucunda verdiği kararda müteveffanın
üzerinden çıkan not ve tanık beyanlarına dayanarak “kendi beyanına göre yapmadığı bir hırsızlık eyleminden dolayı
suçlanmasını hazmedemeyen müteveffanın intihar ettiği, intihar edeceğine
ilişkin emareler göstermesine ve bu durumun davacıyla aynı birlikte görevli
başka personel tarafından bilinmesine rağmen gerekli tedbirin alınmadığı, bu
nedenle hizmetin iyi ve sağlıklı şekilde işletilmemesinden kaynaklanan hizmet
kusurunun bulunduğu,” gerekçesiyle davanın kabulüne ve başvuruculara
tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
47. Yukarıda yer verilen kararda da
açıkça tespiti yapıldığı üzere başvuru konusu olayın özel koşulları göz önünde
bulundurulduğunda müteveffanın intihar edebileceğine dair uyarıcı nitelikte
belirtiler ortaya çıkmasına rağmen müteveffanın bu yöndeki beyanlarının
komutanlarına bildirilmemesi ve son bir hafta içinde müteveffanın -talimatlara
aykırı olarak- dolu şarjörü bulunan silahla nöbete gittiğinin tespit
edilememesi, ölümün gerçekleşmesinde idarenin ihmale yönelik davranışlarının
olduğunu ortaya koymaktadır. AYİM’in bu tespiti ile yaşam hakkının
devlete yüklediği yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün idare tarafından yerine
getirilmediği açıktır.
48. Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece
mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması
suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve
yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri
sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru
mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme
yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul
bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru
yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74; Sadık Koçak ve diğerleri, § 83).
49. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal
edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi
ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların devam edip
etmediğine bağlıdır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli
olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği
göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi
sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede, bir başvurucunun mağdur sıfatı,
Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda, idari veya
yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı
olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,
§ 84).
50. Başvuru konusu olay açısından -öncelikli olarak- AYİM’in kararında açık bir şekilde ihlal tespitinin
yapıldığı ve buna dayalı olarak başvuruculara, uğradıkları maddi ve manevi
zararın karşılığı olarak -yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporundan da
yararlanılarak- toplam 12.050 TL maddi ve manevi tazminata hükmedildiği
görülmektedir. Anılan kararda bilirkişi tarafından verilen
raporun AYİM’in kıstaslarına, ilmî verilere ve
yerleşik içtihatlara uygun bulunduğu, bilirkişi raporu doğrultusunda işlem
yapıldığı ve müteveffanın müterafik kusurunun da
dikkate alındığı belirtilerek davacı anne, babaya bir miktar maddi tazminat
verilmesi; davacı anne, baba ve kardeşlere yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle
duydukları acı ve ızdırabı kısmen de olsa
karşılayabilmek amacıyla olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın
askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü ve
işletilecek yasal faiz ve müteveffanın müterafik
kusuru dikkate alınarak manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir. Bu
değerlendirmeler sonucunda AYİM, müteveffanın annesine 2.650 TL maddi ve 1.500
TL manevi, babasına 2.400 TL maddi ve 1.500 TL manevi, kardeşlerin her birine
1.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
51. Belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve
başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı
görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında bariz
bir takdir hatası veya açık keyfîlik tespit
edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi
konusunda AYİM’in takdir yetkisine müdahalesi söz
konusu olamaz (Sadık Koçak ve diğerleri,
§ 87; Özkan Şen, B. No: 2012/791,
7/11/2013, § 45).
52. Bu durumda Anayasa Mahkemesi açısından, somut olayda
etkili bir ceza soruşturmasını müteakip AYİM’in,
yaşanan intihar eyleminden idarenin sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi
takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesinin, başvurucuların yaşam
hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle başvurucuların yaşam hakkının ihlal
edildiği iddialarının, mağdur sıfatının bulunmamasına bağlı olarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiaları
1. Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını
kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara
ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin
meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden
ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
55. Başvurucular, AYİM"de görev
yapan -özellikle hâkim sınıfından olmayan- üyelerin tümüyle idareye bağlı
olduğu, atamalarının ve seçimlerinin büyük ölçüde idarenin ve ordunun
müdahalesini gerektirdiği, askerî hâkimlerin statülerindeki bazı özelliklerin
de sorunlu olduğu iddiasıyla bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
yargılanmadıklarını, dolayısıyla adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
56. AYİM"in oluşumu, statüsü ve görevleri
Anayasa ve ilgili Kanun"da hüküm altına alınmıştır. AYİM"e
atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile
garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden askerî hâkimlerin
bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı
idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM
Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29).
57. AYİM"e üye olarak atanan sınıf subayları
yönünden ise salt bunların Genelkurmay Başkanlığınca önerilen üç aday arasından
seçilmesi sebebiyle bu üyelerin bağımsızlığının zedelendiği söylenemez. Sınıf
subayı üyelerin nihai atama yetkisi cumhurbaşkanına aittir. Bunların
atanmasından sonra sınıf subayı üyeler -askerî hâkim üyeler gibi- görevlerini
yerine getirirken dış müdahaleye karşı anayasal güvence altındadırlar. Bu
üyeler, hâkimlik görevleri süresince askerî veya idari organlar tarafından
görevlerinden alınamazlar. Sınıf subayı üyelerinin en fazla dört yıllık süre
ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilen Disiplin Kuruluna
tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askerî yetkililerce
herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, idareye karşı
bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Yaşasın
Aslan, § 30; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Mustafa Yavuz ve diğerleri./Türkiye,
29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye,
23522/05, 20/4/2010).
58. AYİM"in bağımsız ve tarafsız mahkeme
olmadığına somut gerekçe olarak başvurucuların iddiasıyla benzer nitelikte olan
davaların genel idari yargıda kabul edilmesine rağmen AYİM"de
reddedilmesi gösterilmektedir. Başvurucuların bu iddiası içtihat farklılığına
ilişkin olup tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemeyeceği gibi AYİM"in bağımsız ve tarafsız
mahkeme olmadığını da göstermez.
59. Somut dava ile ilgili olarak subjektif
veya objektif esaslar doğrultusunda AYİM"in
tarafsızlığını kuşkulu hâle getirecek bir durum tespit edilmediği gibi
yargılamanın bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin bir husus da
saptanmamıştır. Dolayısıyla Derece Mahkemelerinin kararlarında açık bir ihlal
tespit edilmediğinden başvurucuların bu yöndeki iddiaları açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur.
b. Mahkemeye Erişim Hakkı
60. Başvurucular, hükmedilen tazminattan daha yüksek miktarda
avukatlık ücretine hükmedildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bakanlık görüşünde, bu konuda Kamil Koç başvurusu (B. No: 2012/660, 7/11/2013) kararında bu tür şikâyetlerin incelenmesinde göz
önüne alınacak kriterlerden ayrılarak farklı bir neticeye ulaşmayı gerektirecek
herhangi bir neden bulunmadığı ifade edilmiştir.
61. Başvurucular, 26/2/2015
tarihinde sundukları Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, Millî Savunma
Bakanlığının, 11/3/2013 tarihli, MAİY:45392-3a-217-2011/Huk. Müşv. ve Dav. D./B.B. sayılı “Vekalet Ücretinden Feragat” konulu yazıyla,
Bakanlık lehine hükmedilen 13.387 TL vekâlet ücretinden Bakan oluruyla feragat
edildiğinin kendilerine bildirildiğini, bu konuda bir ihtilafın kalmadığını
beyan etmişlerdir.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi ve şartları” kenar
başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“(5) Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile
ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir.”
63. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün
“Düşme kararı” başlıklı 80.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi şöyledir:
“(1) Bölümler ya da komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki
hallerde düşme kararı verilebilir:
…
ç)
Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun
incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.”
64. Başvuru konusu olayda, 659 sayılı
KHK’nın 14. maddesi uyarınca davalı idare lehine toplam 13.387 TL vekâlet
ücretine hükmedilmiş olmakla birlikte, vekâlet ücretinin tahsilinden feragat
edilmiş olması nedeniyle başvurucunun iddiasına konu ettiği vekâlet ücretini
idareye ödeme zorunluluğu ortadan kalkmış olup anılan vazgeçme işlemi ile
başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmamıştır.
65. Açıklanan nedenlerle başvurunun incelenmesinin
sürdürülmesini haklı kılan bir nedenin kalmadığı anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “düşmesine”
karar verilmesi gerekir.
i. Hükmedilen
Tazminata İlişkin İddialar
66. Yaşam hakkına bağlı olarak devletin sahip olduğu “etkili
bir yargısal sistem kurma” yönündeki usul yükümlülüğü çerçevesinde,
başvurucuların mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı hususunda inceleme
yapılırken başvurucuların bu bölümde hükmedilen tazminata ilişkin ileri sürdüğü
iddiaları da içine alacak şekilde değerlendirmeler yapılmış ve başvurucuların
mağdur sıfatının kalktığı sonucuna ulaşılmış olması nedeniyle başvurucuların "hak
arama hürriyeti" kapsamında değerlendirip ileri sürdüğü aynı doğrultudaki iddialarının Anayasa’nın 36.
maddesi bağlamında yeniden incelenmesine gerek görülmemiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yaşam hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2.
Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik
iddialarının açıkça dayanaktan yoksunluk
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden
kalmamış olması nedeniyle DÜŞMESİNE,
B.
Yargılama giderinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
14/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.