
Esas No: 2013/2950
Karar No: 2013/2950
Karar Tarihi: 14/10/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ADEM GEDİK
BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/2950) |
|
Karar Tarihi: 14/10/2015 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan
ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Rıdvan
GÜLEÇ |
Raportör |
: |
Aydın
ŞİMŞEK |
Başvurucu |
: |
Adem GEDİK |
Vekili |
: |
Av.
Şahin EVİN |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olgular bulunmadan konumu itibariyle işlemesi mümkün olmayan bir suçtan dolayı müdafiinin hazır olmadığı celsede tutuklanmasına karar
verilmesi ve tutukluluğa itirazlarının gerekçesiz olarak matbu ifadelerle
reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/5/2013 tarihinde
İstanbul Anadolu 9. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 23/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm tarafından
18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 14/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunduğu görüş yazısı 21/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle Bakanlık görüş yazısı ile UYAP aracılığıyla erişilen
bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2004-2008 yılları
arasında Malatya İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü emrinde
jandarma uzman çavuş olarak görev
yapmıştır.
9. Başvurucu, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının -4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı mülga Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 250. maddesi ile görevli- 2010/857 Soruşturma sayılı dosyası ile
yürütülen ve kamuoyunda Ergenekon soruşturması olarak bilinen soruşturma
kapsamında, 17/3/2011 tarihinde Siirt’te gözaltına alınmış, 20/3/2011 tarihinde
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadesi alındıktan sonra serbest
bırakılmıştır.
10. Başvurucu ile birlikte diğer
23 şüpheli hakkındaki soruşturmaya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından 2/7/2011 tarihinde, bu soruşturma ile Malatya 3. Ağır
Ceza Mahkemesinde -5271 sayılı mülga Kanun’un 250. maddesi ile görevli-
yargılaması devam eden ve kamuoyunda “Zirve Yayınevi cinayeti” olarak bilinen olay arasında irtibat
bulunduğundan bahisle yetkisizlik kararı verilerek soruşturma evrakı Malatya Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
11. Malatya Cumhuriyet
Başsavcılığının 8/6/2012 tarihli ve E.2012/114 sayılı iddianamesi ile başvurucu
hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış, iddianame ile
başvurucunun tutuklanması talep edilmiştir.
12. Malatya 3. Ağır Ceza
Mahkemesi, tensip incelemesi sonucunda verdiği 6/7/2012 tarihli ve E.2012/157,
K.2012/146 sayılı kararı ile dosyanın aynı Mahkemenin E.2007/125 sayılı dosyası
ile birleştirilmesine, başvurucunun tutuklanması talebinin savunması alındıktan sonra
değerlendirilmek üzere bu aşamada reddine karar vermiştir.
13. Mahkemenin E.2007/125 sayılı
dosyası üzerinden devam eden yargılamada, başvurucunun kimlik tespiti 3/9/2012
tarihli ve 40 numaralı celsede yapılmış, sorgu ve savunması ise 7/9/2012
tarihli ve 44 numaralı celsede alınmıştır.
14. Başvurucu müdafiinin mazeretli olarak katılmadığı 18/1/2013 tarihli
ve 56 numaralı celsede Cumhuriyet Savcısı başvurucu hakkında tutuklama kararı
verilmesini talep etmiş, Mahkemece tutuklama talebi hususunda beyanı
alınmaksızın başvurucunun isnat edilen silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan
tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Sanıklar L.E.G. ve Adem Gedik"in [başvurucu] 5237 sayılı TCK"nun 314/2 maddesi gereğince üzerlerine atılı suçların
vasıf ve mahiyeti, sanıkların aşama beyanları, tanık A."nın
beyanları, sanık İ.Ç."nin (tanık D.U."nun) beyanları ve aşama savunması, mahkememizce daha önce
dinlenen tanıkların beyanları, fotoğraflar, video görüntüleri, ses kayıtları,
bilirkişi raporu, not kağıtları, ihbar mektupları ile eklerindeki CD ve dokümanlar;
aramalarda ele geçirilen bilgi, belge ve dijital veriler, Ergenekon Terör
Örgütü soruşturmaları kapsamında ele geçirilen bilgi, belge, doküman ve dijital
veriler, İl Emniyet Komisyonu Toplantı tutanakları, inceleme, değerlendirme ve
tespit rapor ve tutanakları, mağdur ve diğer tanık ifade tutanakları, HTS
telefon irtibat tutanakları, iletişim tespit tutanakları, Malatya Jandarma
İstihbarat Şubesi tarafından alınan dinleme kararları, ekspertiz ve bilirkişi
raporları, emanet makbuzları, mevcut delil durumuna göre kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve sanıkların kaçma
şüphesinin bulunması, dinlenecek tanıkların bulunması, henüz huzurda
dinlenmemiş olmaları ve delilleri değiştirme ihtimal ve kuşkusu ile tanıklar
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma kuşkusu, Malatya C.Başsavcılığı"nın (TMK 10. madde ile görevli birim)
2012/378 sor ve 2012/428 sor sayılı dosyalar kapsamında elde edildiği
belirtilen ve mahkememize 17.01.2013 tarihli delil klasörleri, tutuklamadan
beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile karşılanamayacak olması ve tüm
dosya kapsamı nazara alınarak ... ”
15. Yargılamanın devamında
Mahkeme, 8/3/2013 tarihli ve 61 numaralı celsede başvurucunun -ve diğer 16
sanığın- tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili
bölümü şöyledir:
“... üzerlerine atılı suçların vasıf ve
mahiyeti, sanıkların aşama beyanları, tanık A."nın
aşama beyanları, sanık ve aynı zamanda gizli tanık İ.Ç."nin
(D.U."nun) aşama beyanları ve aşama savunmaları,
mahkememizce daha önce dinlenen tanıkların beyanları (G.T., Ö.T., V.Ş., E.Ö.,
O.D.Ç., E.M., M.D., R.P., A.M.K., M.U., Y.Ö., E.Ö., O.D., M.G., Z.D., H.Ö.,
S.D., E.Y., B.P., B.D., O.K., E.G., Y.A...), olay fotoğrafları, dosyadaki
mevcut diğer fotoğraflar, video görüntüleri, bir kısım sanıkların kendileri
tarafından oluşturulan ses kayıtları, bilirkişi raporu, not kağıtları, ihbar
mektupları ile eklerindeki CD ve dokümanlar, aramalarda ele geçirilen bilgi,
belge ve dijital veriler, Ergenekon Terör Örgütü soruşturmaları kapsamında ele
geçirilen bilgi, belge, doküman ve dijital veriler, İl Emniyet Komisyonu
Toplantı tutanakları, inceleme, değerlendirme ve tespit rapor ve tutanakları,
mağdur ve diğer tanık ifade tutanakları, HTS kayıtları, telefon irtibat tutanakları,
HTS kayıtları üzerinde yapılan çalışma, iletişim tespit tutanakları, Malatya
Jandarma Komutanlığı ve İstihbarat Şubesi tarafından yapılan talep yazıları ile
bu taleplere istinaden alınan dinleme kararları, ekspertiz ve bilirkişi
raporları, emanet makbuzları, otopsi tutanakları, dosya kapsamına celp edilen
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas sayılı dosyasındaki
iddianameler, mevcut delil durumuna göre sanıklar hakkında isnat edilen suçlar
bakımından kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve
sanıkların üzerine atılı suçların yasadaki cezalarının alt ve üst sınırları,
sanıkların üzerine atılı suçların CMK.100.maddesinde sayılan katalog suçlardan
olması, henüz dinlenmeyen müşteki veya tanıkların bulunması, buna göre delilleri
değiştirme ihtimal ve kuşkusu, mağdur ve tanıklar üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunulmasının kuvvetle muhtemel olması, sanıkların kaçma
şüphesinin bulunması, 15/05/2012 tarihinde Kırşehir Emniyet Müdürlüğü"ne H.K.
isimli şahıs tarafından teslim edilen Toshiba marka
500 GB lık harddisk, sanık
H.Y."nin kayınbiraderi H.K. tarafından teslim edilen
söz konusu harddiskin içerisindeki görüntülü, sesli
ve yazılı belgelerin ve bilgilerin dökümü, bunlar üzerinde yapılan teknik
çalışmalar, buna ilişkin delil dosya ve klasörleri, Malatya C.Başsavcılığı
(TMK.10.Madde İle Görevli Birim) 2012/378 sor ve 2012/428 sor sayılı dosyalar
kapsamında elde edildiği belirtilen ve bu kapsamda en son celsede gönderilen
delil klasörleri, yine Malatya C.Başsavcılığı"nın
(TMK.10.Madde İle Görevli Birim) 04/03/2013 havale tarihi ile mahkememiz
dosyasına gönderilen ek 2 klasör delil, rapor ve içerikleri, MİT Müsteşarlığı
tarafından TBMM"ye gönderilen ve TBMM Genel Sekreterliği tarafından mahkememize
gönderilen kayıt ve belgeler, dosyadaki mevcut deliller bakımından sanıkların
yargılandığı suçların nitelikleri göz önüne alındığında bir sanık bakımından
var olan delilin diğer sanıkları da etkileme durumu, sanıkların henüz
toplanmamış deliller bakımından ve dinlenecek müşteki ve tanıklar bakımından
delillere etki etme ve tanık ve müştekileri yönlendirme kuşkusu, buna göre ve
ayrıca üzerlerine atılı suçlar bakımından yasadaki cezalarının alt ve üst
sınırları nazara alınarak tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri
ile karşılanamayacak olması ve tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında ... ”
16. Başvurucu, 11/3/2013
tarihinde tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiş ancak itirazı Diyarbakır 7.
Ağır Ceza Mahkemesinin 29/3/2013 tarihli ve 2013/79 Değişik İş sayılı kararı
ile kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, kararın usul ve yasaya uygun
olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir.
17. Başvurucu ret kararını
2/4/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.
18. Başvurucu 2/5/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
19. Malatya 3. Ağır Ceza
Mahkemesi 24/2/2014 tarihli ve 92 numaralı celsede “üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu,
tutuklulukta geçirdi(ği) süre(yi)
nazara alarak” başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
20. 21/2/2014 tarihli ve 6526
sayılı Kanun"un 1. maddesi ile 5271 sayılı mülga Kanun’un 250. maddesi ile
görevli olan ağır ceza mahkemeleri kaldırıldığından, Malatya 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin 18/3/2014 tarihli ve E.2007/125, K.2014/107 sayılı kararı ile
başvurucunun yargılanmakta olduğu dava, Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesine
E.2014/173 sayılı dosya numarası ile devredilmiş olup dava inceleme tarihi
itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
21. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun “Silahlı örgüt”
kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan
suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
22. 12/4/1991 tarihli ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Cezaların
artırılması” kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı
suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları
veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin
olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan
cezanın yukarı sınırı aşılabilir... ”
23. 5271 sayılı Kanun"un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı 100.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki
hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa.
b) Şüpheli veya
sanığın davranışları;
1. Delilleri yok
etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli
şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki
suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde,
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
... ”
24. 5271 sayılı Kanun"un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı 101.
maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin
seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin
yardımından yararlanır.”
25. 5271 sayılı Kanun"un “Tazminat istemi” kenar başlıklı 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
...
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından
yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Mahkemenin 14/10/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/5/2013 tarihli ve 2013/2950 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucu, tutuklandığı celsede
müdafiinin hazır olmadığını, 5271 sayılı Kanun’un
100. maddesi uyarınca tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve ayrıca işin öneminin,
verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olması gerektiğini,
kendisinin uzman jandarma çavuş rütbesinde bir kişi olarak anayasal düzeni
değiştirmeye teşebbüs etmesinin düşünülemeyeceğini, böyle bir suçu işlemesinin
mümkün olmadığını, isnat edilen suça göre tutuklamanın ölçüsüz olduğunu, gözaltına
alındıktan sonra serbest bırakıldığı yaklaşık iki yıl boyunca kaçma ve
delilleri etkileme yönünde bir davranışının bulunmadığını, tutukluluğun devamı
kararına yönelik itirazlarının gerekçesiz bir şekilde formül ifadelerle
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36., 37., 38., 39., 125., 138., 139.,
141., 142. ve 148. maddeleri kapsamında adil yargılanma hakkı ile 40., 74. ve
148. maddeleri kapsamında etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, hak ihlalinin tespiti ve birlikte tutukluğun tedbiren
durdurulması ile tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun
şikâyetlerinin özü, tutuklandığı celsede müdafiinin
hazır olmadığına, kuvvetli suç şüphesi ile bir tutuklama nedeni bulunmadan
tutuklandığına ve tutukluğun devamı kararına yönelik itirazının gerekçesiz bir
şekilde reddedildiğine yöneliktir. Bu nedenle başvurunun Anayasa’nın 19.
maddesi ile koruma altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Müdafii Yardımından
Yararlandırılmadan Tutuklandığı İddiası
29. Başvurucu, tutuklandığı
celsede müdafiinin hazır olmadığını ileri sürmüştür.
30. Bakanlık görüşünde,
başvurucunun tutuklanmasına karar verilen celsede avukat yardımından
yararlandırılması gerekmesine rağmen müdafiin mazeret
bildirip duruşmaya katılmaması ve başka bir müdafiin
de görevlendirilmemesi nedeniyle başvurucunun bu yardımdan yararlanamadığı
belirtilmiştir.
31. Anayasa"nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
32. 30/11/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
33. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için
olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi
nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve yargısal
makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar
tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
34. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne
getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere
usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını
zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu
takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, § 17).
35. Ancak tüketilmesi gereken
başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında telafi kabiliyetini haiz ve
tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı
tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29).
36. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
“...
5271 sayılı CMK’nın; “Tazminat
istemi” başlıklı 141. maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri
konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi
zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın
sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır.
Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup,
yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp,
çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı
gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında
karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları
hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine
getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve
haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı
bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları
yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde
gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm
verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır.
Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna
bağlı talepler değildir.
Ancak asıl davanın sonucuna bağlı veya asıl davada verilecek
kararları etkileyici talepler yönünden mutlaka davanın esasıyla ilgili verilen
karar veya hükmün kesinleşmesi zorunludur. Örneğin, kanuna uygun olarak
yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına
veya beraatlerine karar verilen, yine mahkûm olup da
gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan
veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması
nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın
esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu
bulunmaktadır. Belirtilen bu halde Davacının tazminat isteme hakkı verilen
karar veya hükmün kesinleşmesiyle doğacaktır.
...”
37. Buna göre kanuni hakları
hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlanma isteği yerine
getirilmeden tutuklanan kişilerin tazminat istemleri konusunda karar vermek
için asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye
gerek yoktur. Dolayısıyla bir kişinin hakkında tutuklama kararı verilirken
yasal haklarından yararlandırılmaması hâlinde asıl davanın sonuçlanması
beklenmeden 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi hükümlerine göre tazminat talep
edilmesi mümkündür.
38. Somut olayda başvurucu,
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/125 sayılı dosyası ile devam etmekte
olan yargılama sırasında 18/1/2013 tarihli ve 56 numaralı celsede
tutuklanmıştır. Başvurucu müdafiinin mesleki bir
nedenle mazeretli olarak katılmadığı bu celsede Cumhuriyet Savcısı tarafından
başvurucunun tutuklanmasına karar verilmesinin talep edildiği, Mahkemece
başvurucunun yararlanması için Baro tarafından müdafii
görevlendirilmesi yoluna da gidilmediği, ayrıca tutuklama talebine karşı
başvurucunun beyanının da alınmadığı görülmektedir.
39. Bir suç isnadıyla 18/1/2013
tarihinde tutuklanan başvurucu, 24/2/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
Dolayısıyla başvurucunun, tutuklama kararı verilirken yasal haklarından
yararlandırılmadığı iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruda ihlal sonucuna
varılmasının başvurucunun kişisel durumuna bir etkisinin olması mümkün
görülmemektedir. Zira tutuklama kararı verilirken başvurucu yasal haklarından
yararlandırılmamış da olsa Anayasa Mahkemesince bireysel başvurunun incelendiği
tarihte, başvurucu İlk Derece Mahkemesince tahliye edilmiş olduğundan tutuklama
kararı verilirken hukuka aykırılı olarak başvurucunun yasal haklarından
yararlandırılmadığı yönünde yapılacak bir tespit ve ihlal kararının tazminat
dışında bir sonucu olmayacaktır. Dolayısıyla bireysel başvuru kapsamında
verilecek muhtemel bir ihlal kararı, ancak başvurucu lehine tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir.
40. Başvurucu hakkında verilen
tutuklama kararı sırasında başvurucunun müdafii
yardımından yararlandırılmaması nedeniyle yasal haklarını kullanamadığı
iddiası, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi kapsamında açılacak davada da
incelenebilir. Nitekim Yargıtay içtihadı bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak
davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündedir. Bu madde kapsamında
açılacak dava yoluyla başvurucu hakkında tutuklama kararı verilirken
başvurucunun yasal haklarından yararlandırılmadığının tespiti hâlinde görevli
mahkemece tazminata da hükmedilebilecektir.
41. Somut olayda, 5271 sayılı
Kanun’un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun
telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu
tüketilmeden yapılan bireysel başvuruların incelenmesinin, bireysel başvurunun
“ikincil niteliği” ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun tutuklandığı celsede müdafiinin hazır
olmadığı iddiası ile ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serruh KALELİ ve Rıdvan GÜLEÇ bu
görüşe katılmamışlardır.
2. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığı İddiası
43. Başvurucu, konumu itibariyle
işlemesi mümkün olmayan bir suçtan, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olgular bulunmadan ve verilmesi beklenen cezaya göre ölçüsüz bir şekilde
tutuklandığını, kaçma ve delilleri karartma davranışının bulunmadığını ileri
sürmüştür.
44. Bakanlık görüşünde, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararları hatırlatılmış ve bir kişinin
suçla itham edilmesi için yakalandığı anda delillerin yeterli düzeyde toplanmış
olmasının mutlaka gerekli olmadığı, tutuklamaya dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak veya suç isnadına temel teşkil edecek olan olguların aynı
düzeyde değerlendirilmemesi gerektiği belirtilmiştir.
45. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda
gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 42).
46. Anayasa"da yer alan
kurallara benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) 5.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip
olduğu, anılan fıkranın (a) ve (f) bentlerinde belirtilen hâller dışında ve
yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun
bırakılamayacağı belirtilmiştir (Mehmet
İlker Başbuğ, B. No: 2014/912, 6/3/2014, § 42).
47. Anayasa"nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 72).
48. Ancak bu nitelemeye bağlı
olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında
delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira
tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre
suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının
sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak
olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73).
49. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre a) şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa b) şüpheli veya sanığın davranışları 1) delilleri yok etme,
gizleme veya değiştirme 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa
tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli
şüphe bulunması durumunda tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir
liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras,
§ 46).
50. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfîlik hâlinde hak ve
özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi
gerekir (Abdullah Ünal, B. No:
2012/1094, 7/3/2014, § 39).
51. Diğer taraftan özgürlük
hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla
etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde
yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme"nin 5. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye taraf
devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere
suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep
olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09,
9/7/2013, § 46).
52. Somut olayda başvurucunun
yargılandığı davada, Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 8/6/2012
tarihli iddianame ile başvurucunun Malatya İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat
Şube Müdürlüğünde uzman jandarma çavuş olarak görev yaptığı dönemde, kamuoyunda “Zirve Yayınevi cinayeti” olarak bilinen
olayın öncesinde ve sonrasındaki faaliyetleri ile -iddia edilen- Ergenekon terör örgütünün amaçlarına
bilerek ve isteyerek hizmet etmek suretiyle silahlı terör örgütünün üyesi
olduğu iddia edilmektedir. İddianameye göre başvurucu, örgüt yöneticilerinden
A.H.T. tarafından 1993 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri içinde, söz konusu
örgütçe gizli bir şekilde kurularak faaliyete geçirilen Türkiye Ulusal
Stratejiler ve Harekât Dairesi (TUSHAD) isimli yapılanmada 3. Bölge Malatya ili
yapılanması üyesi olup belirli yerlerde aralıklarla yapılan toplantılara
katılmış ve bu hücre yapılanması tarafından A.H.T.nin
talimatıyla 18/4/2007 tarihinde meydana gelen ve 3 kişinin ölmesi ile
sonuçlanan “Zirve Yayınevi
cinayeti” olayının planlanması ve
işlenmesinde aktif olarak görev almıştır. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde
başvurucunun yargılanmasına devam edilirken Cumhuriyet Savcısı tarafından
24/2/2014 tarihinde Mahkemeye bildirilen esas hakkındaki görüşte, başvurucunun
isnat edilen suçu işlediği düşüncesiyle 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrası
uyarınca cezalandırılması talep edilmiştir.
53. İlk tutuklamaya ilişkin
yargısal denetimde, kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı
nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda
hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun
işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından
yeterli olabilir (Hikmet Kopar ve diğerleri,
B. No: 2014/14061, 8/4/2015, § 84).
54. Başvurucunun iddianame ile
kendisine isnat edilen eylemleri işleyip işlemediği, isnat edilen eylemlerin
yüklenen silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu oluşturup oluşturmadığı devam
etmekte olan yargılamanın sonucunda ve bir bütünlük içerisinde görevli
Mahkemece belirlenecektir. Yine bu belirlemeye göre varılacak sonucun hukuka
uygun olup olmadığı kanun yolu incelemesi ile tespit edilebilir. Anayasa"ya
bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfîlik hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren
durumlar hariç olmak üzere isnat edilen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı,
tutuklamaya ilişkin olanlar da dâhil kanun hükümlerinin yorumu ve bunların
somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır.
55. Başvurucu, Malatya 3. Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından yargılamanın devamı sırasında 18/1/2013 tarihinde
yapılan 56 numaralı celsede verilen ara karar ile isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
tutuklanmıştır. Mahkemece başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken suçun
niteliği, aşamalarda alınan sanık beyanları, tanık beyanları, fotoğraflar,
video görüntüleri, ses kayıtları, bilirkişi raporları, bir kısım not kâğıtları
ve ihbar mektupları, aramalarda ele geçirilen dijital veriler, resmî kurumların
tutanak ve raporları, iletişimin tespiti tutanakları gibi delillere dayanarak
başvurucunun kuvvetli suç şüphesi atında olduğunu belirtilmiştir. Dava dosyası,
iddianame ile başvurucuya isnat edilen eylemler ve başvurucu hakkında verilen
tutuklama kararındaki gerekçeler birlikte değerlendirildiğinde, başvurucu
yönünden suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin
bulunduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucuya isnat edilen silahlı terör örgütü
üyesi olma suçu, 5271 sayılı Kanun"un 100. maddesinin üçüncü fıkrasında yer
alan ve Kanun gereği “tutuklama nedeni varsayılabilen” suçlar arasında
olduğundan olayda bir tutuklama nedeninin de bulunduğu görülmektedir. Öte
yandan başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında Mahkemece başvurucunun
kaçma şüphesinin bulunduğu, henüz dinlenmeyen tanıklar üzerinde baskı yaparak
delilleri değiştirme ihtimalinin olduğu belirtilerek tutuklama nedenleri
açıklanmıştır.
56. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun konumu itibarıyla atılı suçu işlemesinin mümkün olmadığı, kuvvetli
suç şüphesini gösteren somut olguların bulunmadığı, kaçma ve delilleri karartma
davranışının olmadığı iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
3. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı İddiası
57. Başvurucu, tutukluluğun
devamına ilişkin itiraz merciince verilen ret kararının gerekçesiz olduğunu
ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan şikâyetinin, tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı yönünden incelenmesi gerekmektedir.
58. Bakanlık görüşünde
başvurucunun bu iddiasına ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır.
59. Anayasa"nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
60. Anayasa"nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin,
yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında
serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır (Murat Narman, § 60).
61. Tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa"nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha
ağır basan somut bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, § 61).
62. Bir davada tutukluluğun
belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm
olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir
(Murat Narman, § 62).
63. Tutuklama tedbirine
kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu
kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir
süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre
geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam
ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili”
ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp
yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair
olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen
özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (Murat Narman, §
63).
64. Dolayısıyla Anayasa"nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince
gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye
kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, §§ 64, 65).
65. Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı
durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir.
Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece
mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat
Narman, § 66).
66. Bir kişinin gerekçeden tamamen
yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul
edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir
zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfî olduğunu söylemek mümkün değildir.
Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden
tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede
değerlendirilmemelidir (Hanefi Avcı,
B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 70).
67. İtiraz veya temyiz
merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu
karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda buna ilişkin kararını ayrıntılı
olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli karar hakkına aykırılık
teşkil etmez (Hanefi Avcı, § 71).
68. Somut olayda başvurucunun yargılandığı
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/125 sayılı dosyasında 3/4/2013 tarihli
ve 64 numaralı celsede “... üzerlerine atılı
suçların vasıf ve mahiyeti, sanıkların aşama beyanları, tanık A."nın aşama beyanları, sanık ve aynı zamanda gizli tanık
İ.Ç.’nin (D.U.) aşama beyanları ve aşama savunmaları,
mahkememizce daha önce dinlenen tanıkların beyanları (...), olay fotoğrafları,
dosyadaki mevcut diğer fotoğraflar, video görüntüleri, bir kısım sanıkların
kendileri tarafından oluşturulan ses kayıtları, bilirkişi raporu, not
kağıtları, ihbar mektupları ile eklerindeki CD ve dokümanlar, aramalarda ele
geçirilen bilgi, belge ve dijital veriler, Ergenekon Terör Örgütü
soruşturmaları kapsamında ele geçirilen bilgi, belge, doküman ve dijital
veriler, İl Emniyet Komisyonu Toplantı tutanakları, inceleme, değerlendirme ve
tespit rapor ve tutanakları, mağdur ve diğer tanık ifade tutanakları, HTS
kayıtları, telefon irtibat tutanakları, HTS kayıtları üzerinde yapılan çalışma,
iletişim tespit tutanakları, Malatya Jandarma Komutanlığı ve İstihbarat Şubesi
tarafından yapılan talep yazıları ile bu taleplere istinaden alınan dinleme
kararları, ekspertiz ve bilirkişi raporları, emanet makbuzları, otopsi
tutanakları, dosya kapsamına celp edilen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
2009/191 Esas sayılı dosyasındaki iddianameler, mevcut delil durumuna göre
sanıklar hakkında isnat edilen suçlar bakımından kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların bulunması ve sanıkların üzerine atılı suçların
yasadaki cezalarının alt ve üst sınırları, sanıkların üzerine atılı suçların
CMK.100.maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, henüz dinlenmeyen müşteki
veya tanıkların bulunması, buna göre delilleri değiştirme ihtimal ve kuşkusu,
mağdur ve tanıklar üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunulmasının kuvvetle
muhtemel olması, sanıkların kaçma şüphesinin bulunması,15/05/2012 tarihinde
Kırşehir Emniyet Müdürlüğü"ne H.K. isimli şahıs tarafından teslim edilen Toshiba marka 500 GB lık harddisk, sanık H.Y."nin
kayınbiraderi H.K. tarafından teslim edilen söz konusu harddiskin
içerisindeki görüntülü, sesli ve yazılı belgelerin ve bilgilerin dökümü, bunlar
üzerinde yapılan teknik çalışmalar, buna ilişkin delil dosya ve klasörleri,
Malatya C.Başsavcılığı (TMK.10.Madde İle Görevli
Birim) 2012/378 sor ve 2012/428 sor sayılı dosyalar kapsamında elde edildiği
belirtilen ve bu kapsamda dosyaya gönderilen delil klasörleri, yine Malatya C.Başsavcılığı"nın (TMK.10.Madde İle Görevli Birim)
04/03/2013 havale tarihi ile mahkememiz dosyasına gönderilen ek 2 klasör delil,
rapor ve içerikleri, MİT Müsteşarlığı tarafından TBMM"ye gönderilen ve TBMM
Genel Sekreterliği tarafından mahkememize gönderilen kayıt ve belgeler, Genel
Kurmay Başkanlığının Siyah, Beyaz ve Turuncu personele ilişkin göndermiş olduğu
cevabi yazı, dosyadaki mevcut deliller bakımından sanıkların yargılandığı
suçların nitelikleri gözönüne alındığında bir sanık
bakımından var olan delilin diğer sanıkları da etkileme durumu, sanıkların
henüz toplanmamış deliller bakımından ve dinlenecek müşteki ve tanıklar
bakımından delillere etki etme ve tanık ve müştekileri yönlendirme kuşkusu,
buna göre ve ayrıca üzerlerine atılı suçlar bakımından yasadaki cezalarının alt
ve üst sınırları nazara alınarak tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol
hükümleri ile karşılanamayacak olması” gerekçesiyle başvurucunun
tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Mahkeme yargılamanın devamında
4/6/2013 tarihli ve 79 numaralı, 13/9/2013 tarihli ve 84 numaralı, 6/11/2013
tarihli ve 90 numaralı celselerde benzer gerekçelerle tutukluluğu devam
ettirmiştir.
69. Mahkeme, 16/12/2013 tarihli
ve 91 numaralı celsede önceki celselerde açıkladığı gerekçelerin yanı sıra “...sanıklar V.B.A."nın
13/11/2013 tarihli Malatya C. Savcılığında verdiği ve duruşmada okunan ifadesi,
sanık H.Y."nin 05/10/2013 tarihli C. Savcılığında
verdiği ve Mahkeme huzurunda okunan ifadesi ile 04/11/2013 tarihli el yazısı
ile yazıp ibraz ettiği dilekçe (içeriklerini)” dikkate alarak
tutukluluğun devamına karar vermiştir.
70. Suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunan kişiler ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk
süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve
meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam
edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve yürütülen
işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir.
71. Somut olayda başvurucu,
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/125 sayılı dosyasında devam olunan
yargılama sırasında 18/1/2013 tarihli celsede tutuklanmış, 24/2/2014 tarihli
celsede tahliye edilmiştir. Buna göre başvurucunun özgürlüğünden yoksun kaldığı
süre, 1 yıl 1 ay 6 gündür.
72. Dava dosyasının
incelenmesinde derece mahkemelerince başvurucunun tutukluluğunun devamına
ilişkin kararların gerekçelerinde genel olarak isnat olunan suçların niteliğine
ve bu suçlar için öngörülen cezanın miktarına; aşamalarda alınan sanık, mağdur
ve tanık beyanları, bir kısım fotoğraf ve video görüntüleri, ses kayıtları, bir
kısım not kağıtları ve ihbar mektupları, aramalarda ele geçirilen bilgi, belge
ve dijital veriler, İl Emniyet Komisyonu toplantı tutanakları, inceleme,
değerlendirme ve tespit raporları, iletişin tespitine yönelik kayıt ve
tutanaklar, ekspertiz ve bilirkişi raporları, emanet makbuzları, otopsi
tutanakları gibi delillere istinaden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olguların bulunduğuna, suçların 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında sayılan katalog suçlardan olmasına, delillerin
değiştirilmesi ihtimaline, mağdur ve tanıklar üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunulmasının kuvvetle muhtemel olmasına, sanıkların kaçma
şüphesinin bulunmasına değinildiği görülmektedir. Mahkemece kuvvetli suç
şüphesi altında bulunan başvurucu hakkında verilen tutukluğun devamına ilişkin
kararların gerekçeleri, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutulmanın
meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içeriktedir. Öte yandan başvurucunun
yargılandığı dava, örgütlü işlendiği iddia edilen suçlara ilişkindir. Davada
yargılanan sanık sayısı yirmi bir olup iki müşteki ve on altı katılan bulunmaktadır.
Dolayısıyla dava, organize suçlara ilişkin olup karmaşık niteliktedir.
Başvurucunun tutuklu olduğu süreç içerisinde İlk Derece Mahkemesince otuz beş
celse yapılmış olup genel olarak davanın yürütülmesinde derece mahkemelerince
bir özensizlik gösterildiği tespit edilmemiştir. Somut olaydaki tutukluluk
hâlinin devamına ilişkin Derece Mahkemelerince açıklanan gerekçeler, davanın
karmaşık niteliği göz önüne alındığında 1 yıl 1 ayı aşan tutukluluk süresi
yönünden ilgili ve yeterlidir. İlgili ve yeterli gerekçelere dayanılarak
başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında tutukluluk
süresinin makul olduğu görülmektedir.
73. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Başvurucunun,
1.
Tutuklandığı celsede müdafiinin hazır olmadığı
iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serruh
KALELİ ve Rıdvan GÜLEÇ’in karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
2.
Tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiasının açıkça
dayanaktan yoksun olması,
3.
Tutukluluğunun makul süreyi aştığı iddiasının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
OYBİRLİĞİYLE,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına OYBİRLİĞİYLE
14/10/2015
tarihinde karar verilmiştir.
KARŞIOY
Başvurucu,
tutuklama kararının verildiği duruşmada müdafiisinin
olmadığını Avukat yardımından yararlandırılmadan yapılan tutuklamanın Anayasal
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi kapsamında adil yargılanma
hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
Bakanlık
başvuruya verdiği cevapta, müdafii yardımından yararlandırılması
gereken başvurucunun Avukatının mazeretli olup tutuklama duruşmasına
gelmemesine karşın başka bir müdafiininde
görevlendirilmemesi ile bu yardımdan faydalandırılmadığını söylemektedir.
Mahkememizce
anılan konuda yapılan değerlendirmede ise,
- 5271
sayılı Yasa’nın 141. maddesine göre, kanuni haklarından yararlandırılmayanların
bu konuda tazminat isteme hakları bulunduğunu,
-
Anılan iddianın sanığın tahliye edildiği düşünüldüğünde kişisel durumuna bir
etki yapmıyacağı bunun tazminat dışında bir sonucu
olmayacağı,
- Bu
konunun Yargıtay içtihadı gereği açılacak bir tazminat davasında görülmesi
gerektiği,
- Bu
nedenle başvurunun yargısal yollar tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilmezliğine
oy çokluğu ile karar vermiştir.
Ancak;
Müdafii yardımından yararlandırılmamak iddiasına
yönelik olarak,
Öncelikle
Mahkememizin, aynı bölümüne ve aynı üyelerden oluşan heyetin 2012/239 sayılı
Ramazan ARAS başvurusunda benzer konuda; Başvurunun kabul edilebilir olduğunun
kabulüne ilişkin verdiği kararı hatırlamak gerekir. Yine Mahkememizin İkinci Bölüm"üne ait 2012/338 sayılı Hamit KAYA başvurusunda da
benzer şekilde başvurucunun tazminat davası açmaması ve başvuru yollarının
tüketilmediği şeklindeki Adalet Bakanlığı ön itirazları reddedilmiştir.
Savunmaya itibar edilmemiştir ve 2013/1138 sayılı 1. Bölüme ait dosyada da
başvurucu Aligül ALKAYA" nın
müdafii yardımından yararlandırılmama şikayetinin
kabul edilemezliğine ilişkin bir neden olmadığından kabul edilebilir
bulunduğuna karar verildiğini de belirtmeliyiz.
Sanığın
müdafii yardımından yararlandırılmaması halinin,
iddia makamı ile sanık arasındaki silahların eşitliği, haksız uygulamaların ve
adli hataların önüne geçme, önleme yönündeki sözleşmenin 6. maddesinin
amaçlarının gerçekleşmesine yönelik iddialar kapsamında değerlendirildiği
unutulmamalıdır. Bu hak, zorunlu sebepler olmadıkça ve 5271 sayılı Yasa’nın
101. maddesinin 3. fıkrasında yer alan "Tutuklama istenildiğinde, şüpheli
veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır" hükmüde
mevzuatımızda olduğu sürece kısıtlanmamalıdır.
Bireysel
başvurunun ikincil nitelikli bir hak arama yolu olması kamu otoritelerinin hak
ve özgürlüklere saygı gösterilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmadığı gibi asıl
kılar. Karşılığında pozitif hukukda geliştirilecek
olan ise, kamu gücünün eylem ve işlemlerinin normatif düzene, hak ve adalete
uygunluğunu sağlamaktır.
Aksi,
hukuka aykırı bir işleme karşı öngörülecek bir tazminat yolunun varlığını
savunmak bu amaca hizmet etmeyecek ve düzenlemeye yapılacak atıfların hukuksuz
uygulamalara meşru taban oluşturacağı açıktır.
Doğaldır
ki kamu gücü yaptığı hatayı bireye yük getirmeden en kısa sürede telafi
etmelidir.
5271
sayılı Yasa’nın bu amaca hizmet için düzenlenmiş ilgili 141. maddesi, tazminat
istemini yasallaştırmış ise de 142. maddesi, tazminat istemini koşullara
bağlamakta, karar veya hükmün kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren 3
ay ve her halde kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabileceğini ifade etmektedir.
Bu
düzenlemeye karşın, ilgili Yargıtay Ceza Dairesinin aksi bazı kararları mevzuat
ile çatışmakta ve karışık yorumlara sebep olmaktadır.
İlgili
daire verdiği birçok kararında, örneğin gözaltı süresinin aşılması, kanuni
hakların hatırlatılmaması, haklardan yararlandırılmadan tutuklama, makul sürede
yargı makamı önüne çıkarılmama, suçlamalardan yazılı ya da sözlü haberdar
edilmeme, yakalama ve tutuklanmanın yakınlarına bildirilmemesi ölçüsüz arama
eylemlerinde asıl davada hükmün kesinleşmesinin beklenilmesine gerek olmadığını
söylemiş, ancak bunu da soyut nitelikli asıl davanın sonucuna etkili olup
olmaması şartına bağlı kılmıştır.
Yani
işlem, asıl davaya etkili değil ise kesinleşmesi beklenmeden mağdur dava
açmalı, etkili ise kesinleştikten sonra dava açmalıdır. Bu hal ise, hukuka
aykırılığın davanın esasına etkisi yönündeki soyut değerlendirmenin yargı
süreci içinde mağdura ait olması onun tarafından nitelenmeyi gerektirdiği
sonucunu yaratmaktadır.
Böylece
haksız ve hukuksuz tutuklandığını düşünen bir mağdurdan beklenen bu konuda
hüküm kesinleşmeden tazminat yolunu kullanmasıdır. İddiası doğru çıkar ise
alacağı tazminatın hukuka aykırı tutuklanmaya uygun ve meşru taban oluşturması
ise kabul edilemez bir sonuçtur. İddia doğru bulunmadığından talep reddedilecek
ve bu aşamada da nasıl itiraz edebileceğine dair açık bir hukuki yolda mevcut
değildir.
Haksızlık
ve hukuksuzluğun, hukuka aykırı elde edilmiş deliller nedeniyle ortaya
çıktığının hüküm kesinleşmeden anlaşılması mümkün olmayacağı bir davada, bu
değerlendirmeyi mağdur sanığın hüküm kesinleşmeden yapmasının beklenilmesi
hukukun ve hayatın olağan akışına uygun olduğu düşünülemez. Ancak düşünüp iddia
bile etse zaten "senin talep konun davanın esasına ilişkin, hüküm
kesinleşmeden bu davayı açamazsın" denilerek davasının da reddedileceği
anlaşılmaktadır.
Yargılama
süreci içinde hukuka aykırı bir eylem ya da yararlandırılmamış bir koruma
tedbiri nedeniyle tazminat istemi red ile sonuçlanmış
ama dava sonunda haklı çıkmış bir mağdur sanık CMK 141. maddesindeki başvuru
yolunu tüketmiş sayılacak mıdır? Tazminat isteminin reddi kararı sanık yönünden
etkili denetim sağlamış sayılabilir mi? Bu halde, bireysel başvuruda bulunsa
Ceza Muhakemeleri Kanunu"nun 141. maddesindeki yolu tüketmiş veya esasda haklı çıktı tekrar dava açabilir mi denecektir.
Öngörülen
tazminat yolu kararlarının, tüm bu olumsuzlukları yaşatması muhtemeldir.
Nitekim
benzer konulara temyiz mercii olarak bakan Yargıtay 12. Ceza Dairesinin
uygulamalarında verilmiş tazminatlar bulunmakta ise de, bunların aykırılığın
denetiminde başvuru yolunun etkili olup olmadığı yönünde referans alınmış ve
Mahkememize yapılmış bir değerlendirme henüz bulunmamaktadır (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Murat ÖZDEMİR/TÜRKİYE,
B. No: 60225/11, 15/4/2015, § 27-34 ).
Anılan
Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için
öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması
nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi
ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla
giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen
olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda
gidilebilir (Hamit KAYA, B. No:
2012/338, 2/7/2013, § 28).
Ancak
tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi
kabiliyetine haiz olmaları ve tüketildiklerinde başvurucunun şikayetlerini
gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu
yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili
olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış
olması gerekir (Hamit KAYA, §
28).
5271
sayılı Yasa"nın 101. maddesi 3. fıkrasında aranan tutuklama istenildiğinde bir müdafii yardımından yararlandırılmak zorunluluğu karşısında
CMK 141. maddesinde yer alan haklarından yararlandırılmayan kişiler yönünden
mağduriyeti telafi edici nitelikli, şikayeti gidermede
makul başarı şansı tanımış, etkili olduğuna yönelik bir uygulama örneği
bulunmamaktadır. Bazı içtihadi kararlar ise davamız
konusuna emsal teşkil etmemektedir.
Tazminatın,
şikayeti telafi etmesi görece bir kavram olup
kendisine karşı hak ihlali yaratıldığını ve bu nedenle mağdur edildiğini bilmek
duygu ve tespitini ortadan kaldırması beklenemeyeceği gibi, norm düzeyinde yer
almayan ancak Yargıtay kararlarında hükmedilmiş bir öneri yolunun bireysel
başvuru şikayetlerinde hak ihlalinin tespitine yönelik denetim yolunu
gölgeleyecek şekilde öne alan düşünceye iştirak edilmemiş anılan nedenler ile
çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Üye Serruh KALELİ |
Üye Rıdvan
GÜLEÇ |