
Esas No: 2013/5376
Karar No: 2013/5376
Karar Tarihi: 14/10/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
KENAN SAYIN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/5376) |
|
Karar Tarihi: 14/10/2015 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh
KALELİ |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi
DURSUN |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör Yrd. |
: |
Halil İbrahim DURSUN |
Başvurucu |
: |
Kenan SAYIN |
Vekili |
: |
Av. Mevlüt Burak KAPTAN |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun altı
aylık oğlunun Aydın Devlet Hastanesinde vefat etmesi üzerine ilgili doktorlar
hakkında Aydın Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmanın etkili bir
şekilde yürütülmediği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 14/6/2013 tarihinde
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 18/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
6/5/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığa başvuru konusu
olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için
gönderilmiştir. Bakanlığın 13/7/2015 tarihli görüş yazısı başvurucu vekiline
24/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu vekili 10/8/2015 havale tarihli
beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucunun
Oğlu Zeki Sayın’ın Ölümü
7. Başvurucunun 22/6/2011
doğumlu oğlu Zeki Sayın, 9/12/2011 tarihinde saat 09.15’te ateş, öksürük ve
nefes almada zorluk şikâyetleri ile Aydın Devlet Hastanesine (Hastane)
götürülmüştür. Çocuk Hastalıkları Polikliniğinde Dr. S.O. tarafından muayene
edilen Zeki Sayın, akut bronşiolit ön tanısıyla çocuk
kliniğine yatırılmıştır.
8. 9/12/2011 tarihinde
Hastaneye yatırılan Zeki Sayın, 13/12/2011 tarihinde Dr. S.O. tarafından
taburcu edilmiştir. Hastanenin 9/12/2011 giriş ve 13/12/2011 çıkış tarihli
epikrizinde özetle 9/12/2011 tarihinde ateş, öksürük ve nefes almada zorluk
şikâyetleri ile Hastaneye getirilen Zeki Sayın’ın ileri tetkik ve tedavi için
çocuk servisine yatırıldığı, hastada gribal enfeksiyon sonrası bronşiolit bulunduğunun düşünüldüğü, üçüncü günde hastanın
şikâyetlerinde azalma olduğu, ishal şikâyeti olmasına rağmen kusması düzelen ve
solunum sıkıntısı olmayan hastanın ishal tedavisinin düzenlenerek taburcu
edildiği belirtilmektedir.
9. İshal şikâyetinin
düzelmemesi üzerine aynı gün saat 20.50’de Hastaneye götürülen hasta, çocuk
acil servisi doktorlarından F.K. tarafından muayene edilmiştir. 13/12/2011
tarihli ve 211 sıra No.lu hasta triyaj kartına özetle
aynı gün içinde ve dört beş saat kadar önce hastaneden taburcu olduğu, dört gün
hastanede yattığı, tedavileri verilerek taburcu edildiği, şikâyetlerin
geçmemesi durumunda kontrole gelmesinin önerildiği, hastanın ateşinin 37 derece
olduğu, ishalinde kan olmadığı, genel durumunun iyi olduğu, kusmasının
bulunmadığı; batın muayenesinin, ense sertliğinin, boğaz bakısının ve akciğer
seslerinin normal olduğu kaydedilmiştir. Gaita tahlilinde parazit kist ve trofozoit yumurtasının görülmediği, 15-20 lökosit görüldüğü
tespit edilmiş; hasta, taburcu olduğu sırada verilen ilaçlara devam edilmesi
önerisiyle eve gönderilmiştir.
10. Geceleyin aniden fenalaşan
hasta, 14/12/2011 tarihinde saat 05.31’de Hastanenin çocuk acil servisine
götürülmüştür. Şok tablosunda Hastaneye getirilen Zeki Sayın, olay günü çocuk
acil servisinde nöbetçi olan Dr. F.K. ile olayın ciddiyeti üzerine müdahale
için çağrılan Dr. S.O., Dr. F.Ç.K. ile Dr. G.M.nin
çabalarına rağmen vefat etmiştir. Hasta triyaj
kartına özetle hastanın kusmasının olmadığı, ishalinin bulunduğu, ateşinin 39
derece olduğu, Dr. S.A.ya
haber verildiği ve hastaya müdahalede bulunulduğu belirtilmektedir. Hastanenin
14/12/2011 tarihli ve 26586 sayılı genel adli muayene raporunda “…Hasta şok tablosunda, acil ishal dışında şikayet
bildirmediği, geldiğinde agonize, solunumu yüzeyel, gasping şeklinde, Nb.40/dk, filiform alınıyor, pupiller myotik, geldiğinde
dolaşım kollabsı düşünüldüğü, intrakranial
hemoraji?, metabolik
hastalık ?, sepsis?, GD:kötü,
bilinç.kapalı, TA.alınamadığı,
Nb.40/dk, pupiller myotik, hiçbir tetkik alınamadığı, CRP, TIT, kan KAB
istenildiği, tabloda ani gelişen hızlı bozulma nedeni ile adli rapor
düzenlenecek, gelişinde damar yolu dahi açılamadığı, CPR uygulandığı, tüm
müdahalelere rağmen ex kabul edildiği...”
kayıt edilmiştir.
2. Aydın
Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Yürütülen Soruşturma
11. Başvurucunun oğlu Zeki
Sayın’ın ölümü üzerine Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/16261 Soruşturma
sayılı dosyası ile resen soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu da oğlunun vefat
etmesinde ihmalleri olduğundan bahisle Dr. F.K. ve Dr. S.O. ile denetim
görevini yerine getirmediğini iddia ettiği başhekim hakkında şikâyetçi olmuştur.
12. Başvurucu, 20/1/2012
tarihinde Aydın Cumhuriyet Başsavcılığına müşteki sıfatıyla verdiği ifadesinde
oğlunun 9/12/2011 ile 13/12/2011 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi
gördüğünü, 13/12/2011 günü saat 09.00 sularında ilaç yazılarak taburcu
edildiğini, ishal şikâyeti ile aynı gün Hastaneye götürdüğü bebeği akşam 19.00
civarında eve getirdiğini, evde geçen süre içinde bebeğin ishalinde bir düzelme
olmadığını, su kaybetmesi nedeniyle bebeğe mama yapıp yedirmeye çalıştıklarını,
ayrıca 02.00 ile 03.00 saatleri arasında gazozun gazını aldıktan sonra içine
bir bebek aspirini koyarak biberonla çocuğa verdiklerini, bebeğin genel
durumunda hiçbir düzelme olmaması üzerine 04.00 sularında bebeği tekrar Hastane
Acil Servisine götürdüklerini, akşam acil servise geldiklerinde daha öncesinde
de olduğu gibi Dr. F.K.nin müdahale ettiğini, Dr.
F.K.’nin Dr. S.O.yu arayıp acil servise çağırdığını,
doktorlara maddi durumunun iyi olduğunu, dışarıdan doktor getirilmesi
gerekiyorsa veya bebeğin ambulansla sevki gerekiyorsa karşılayabileceğini
söylemesi üzerine kendisinin odadan çıkarıldığını ve dışarıda beklerken bebeğin
acil servisin hemen karşısında bulunan bir odaya götürüldüğünü, orada damar
yolunun bulunmaya çalışıldığını ve bir iki saat sonra vefat ettiğinin
söylendiğini belirtmiştir.
13. Aydın Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 27/1/2012 tarihli yazısı üzerine Aydın Adli Tıp Şube
Müdürlüğünce hazırlanan 27/1/2012 tarihli raporun sonuç kısmında, Zeki Sayın"ın
yapılan ölü muayenesi, klasik otopsi ve incelenen tıbbi kayıtlarından kesin
ölüm sebebi tespit edilememekle birlikte muhtemel ölüm sebebinin solunum yolu
enfeksiyonu, dehidratasyon veya reye sendromu
olabileceği, dosyanın İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Birinci İhtisas
Dairesine gönderilerek konu ile ilgili olarak buradan görüş sorulmasının
gerekeceği yönünde görüş bildirilmiştir.
14. Anılan rapor sonrasında
Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Zeki Sayın’ın kesin ölüm sebebi Adli
Tıp Kurumundan sorulmuş, bunun üzerine Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu 5/9/2012
tarihli rapor ile başvurucunun ifadesini, hastanın durumuna ilişkin tıbbi
belgeleri ve olay hakkında düzenlenen tutanakları dikkate alarak bebeğin travmatik tesirle, veya zehirlenerek öldüğüne ilişkin tıbbi
delillerin bulunmadığı, bebeğin ölümünün gastroenterite
bağlı sıvı elektrolite kaybı ile akciğer enfeksiyonu sonucu meydana gelmiş
olduğu mütalaasında bulunmuştur.
15. Aydın Cumhuriyet
Başsavcılığı, 5/11/2012 tarihli yazı ile hastalığın tanısında gecikme olup
olmadığı, ölüm olayının tıbbi uygulama hatasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı,
hastalığın takibi ile karar ve uygulama aşamalarında herhangi bir hata, ihmal
veya meslek ve sanatta acemiliğin bulunup bulunmadığı, bu yönde bir hata
bulunması hâlinde hatanın hangi hekimden veya kimlerden kaynaklandığı, ölümün
meydana gelmesinde kimlerin kusurlu olduğu konularında rapor hazırlanmasını
Adli Tıp Kurumu Başkanlığından istemiştir. Anılan talep üzerine Adli Tıp Kurumu
Birinci İhtisas Kurulu, 21/11/2012 tarihli yazıyla Aydın Cumhuriyet
Başsavcılığından çocuğun 9/12/2011 tarihinden 13/12/2011 tarihine kadar
tedavisini yapan hekimler ile 13/12/2011 tarihinde taburcu edildikten dört beş
saat sonra tedavisini yapan hekimlerin ifadelerinin ve çocuğun 13/12/2011
tarihinde taburcu edildikten dört beş saat sonra yeniden Hastaneye başvurusu
sırasında çocuğun fiziki muayene bulgularını ve taburculuk sırasında reçete
edilen ilaçları içerir acil poliklinik notunun gönderilmesini talep etmiştir.
16. Aydın Cumhuriyet
Başsavcılığı, 3/1/2013 tarihli yazı ile Aydın Valiliğinden bebeğin tedavisini
yapan hekimler hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca ön inceleme yapılması ve
neticesinde verilecek kararın tarafına gönderilmesi talebinde bulunmuştur.
17. Aydın Valiliği İl İdare
Kurulu Müdürlüğü, 15/1/2013 tarihli ve 398 sayılı yazı ile Uzm. Dr. Ö.C.yi ön inceleme raporunu
hazırlamak üzere görevlendirmiştir. Uzm. Dr. Ö.C., vefat eden bebek ile
9/12/2011-14/12/2011 tarihleri arasında ilgilen doktorları ve bazı hemşireleri
dinlemiş, vefat eden bebekle ilgili Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinden
bilirkişi görüşü almış ve elde ettiği veriler doğrultusunda şüpheliler hakkında
soruşturma izni verilmemesi yönünde görüş bildirmiştir.
18. Aydın Valiliği, 26/2/2013
tarihli ve 24 No.lu kararında “… İzmir Dokuz
Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Tıbbi Farmakoloji Uzmanları
Bilirkişi raporunda; bu şekilde hızlı metabolik
dengenin bozulup, karaciğer fonksiyon testlerinin aşırı yükselmesine, anemi,
hafif trombositopeni gibi hematolojik tablonun
bozulmasına, böbrek fonksiyonlarının yükselmesine ve şok tablosu ile multi organ yetmezliği kliniğine, hastaya verilen aspirin
alımına bağlı reye veya reye-like sendromuna (akut ansefalopati, karaciğer yetmezliği) bağlı olabileceğinin
belirtildiği; adı geçen hastanın vefat ettiği güne kadar yapılan tüm fiziki
muayene ve tetkik sonuçlarında herhangi bir bilimsel yanlışlık, kusur veya
ihmallerinin olmadığı, görevi ihmal ettikleri iddiasını doğrulayıcı somut bir
bilgi ve belgeye de ulaşılamadığı …” gerekçeleriyle ilgili doktorlar
hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.
19. Başvurucu, 14/3/2013 tarihli
dilekçe ile reye sendromunun gerçekleşebilmesi için içinde salisilat bulunan
maddenin aşırı miktarda alınması gerektiğini ancak vefat eden oğlunun kanında
bulunan salisilat miktarının normal değer aralığında olduğunu, bu yüzden ölüm
sebebinin reye sendromu olmadığını, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun
5/9/2012 tarihli raporunda ölüm sebebinin gastroenterite
bağlı sıvı elektrolite kaybı ile akciğer enfeksiyonu olarak gösterildiğini,
Aydın Valiliğinin kararında bu rapordan hiç bahsedilmeyerek çelişkili bir
durumun ortaya çıktığını belirtmiş; Aydın Valiliğinin kararının kaldırılması
talebinde bulunmuştur.
20. Aydın Bölge İdare Mahkemesi
4/4/2013 tarihli ve E.2013/62, K.2013/66 sayılı kararda “…Ön inceleme raporu ve eki belgelerin, isnat edilen
suçtan dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını
gerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığı…” gerekçesine yer
vererek itirazın reddine karar vermiştir.
21. Aydın Bölge İdare
Mahkemesinin söz konusu kararı üzerine Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı, 22/4/2013
tarihli ve Sor. No.2011/16261, K.2013/3398 sayılı kararıyla, şikâyet edilen
kişiler hakkında Aydın Valiliğince yapılan ön inceleme neticesinde soruşturma
izni verilmediğinin anlaşıldığı gerekçesi ile şüpheliler hakkında inceleme yapılmasına
yer olmadığına, kovuşturmaya yer olmadığı kararı niteliğinde olmayan bu karara
karşı başvurucunun itiraz hakkının bulunmadığına karar vermiştir.
22. Aydın Bölge İdare
Mahkemesinin kararından, Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının inceleme yapılmasına
yer olmadığına dair kararının 17/5/2013 tarihinde tarafına tebliğ edilmesiyle
haberdar olan başvurucu; 14/6/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
23. 4483 sayılı Kanun’un “İzin vermeye yetkili merciler” başlıklı
3. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi ile son fıkrası şöyledir:
“Soruşturma izni yetkisi
…
b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve
diğer kamu görevlileri hakkında vali,
… tarafından bizzat kullanılır.”
24. 4483 sayılı Kanun’un “Ön inceleme” başlıklı 5. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci
tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim
elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu
görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme
yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya
kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci,
anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla
yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi,
ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.”
25. 4483 sayılı Kanun’un “Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor”
başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya
kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün
yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer
kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan
gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek
durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi
tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı
belirtilir.
Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni
verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi
zorunludur.”
26. 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan
doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
27. Haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı
49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
28. 6098 sayılı Kanun’un haksız
fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74.
maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
29. Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı
şöyledir:
“…
Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen
bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını
ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik
sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (
BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun
elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği
çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından
doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin
sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak
zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (
BK.321/1.md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün
kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor,
hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın
durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun
gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine
gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt
doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak
araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür.
Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın
özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden,
tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek
hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun
394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise
doktor sorumlu tutulmamalıdır.
…”
30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
1/2/2012 tarihli ve E. 2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararı şöyledir:
“Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü
iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi
doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen
doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında
kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede
bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece,
dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu
iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmışlardır.
Davalının görevi dışında kalan kişisel
kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin
görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde
bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye
düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye
yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan
davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur.
…”
31. Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/19947, K.2012/3097, sayılı kararı
şöyledir:
“…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava
temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa
dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet
görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil
ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın
yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan
zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna
ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif
kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı
içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul
edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları
yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin
saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun
tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde
dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak
araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür.
Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve
hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta,
tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında
mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh
sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde
beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K."nun 394/1. maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa
etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte
sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır…”
32. Danıştay İdari Dava Daireler
Kurulunun 22/5/2003 tarihli ve E.2002/619, K.2003/350 sayılı kararı şöyledir:
“(…)
Ankara 6. İdare Mahkemesi bozma kararına
uymayarak 21.3.2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı kararıyla,
uyuşmazlığın davacının uğradığı ses kaybının hatalı operasyon sonucunda oluşup
oluşmadığının tespitine ilişkin olduğundan, Mahkemelerinin 17.3.1999 günlü ara
kararıyla, davacının geçirdiği operasyonlara ilişkin bilgi ve belgelerin
bulunduğu "Hasta Dosyaları" istenilmiş ise de; söz konusu dosyaların
Ankara Numune Hastanesi arşivinde bulunamadığının (kaybolduğunun) bildirilmesi
üzerine, Mahkemece davacı tarafından dosyaya sunulan belgeler ile davacının
muayenesi sonucunda elde edilecek bilgiler ışığında bilirkişi incelemesine
karar verildiği, bilirkişi tarafından hazırlanan 22.11.1999 ve 27.12.1999 günlü
raporlarda, hastada, 8.11.1991 tarihindeki ilk operasyonu sırasında Bilateral Kord Vokal felci geliştiği,
bu sebebin sinir kesisi veya basısına bağlı olarak
gelişebileceği, zaman içinde sinir fonksiyonlarının geri dönebileceği, ancak
hastada, erken dönemde solunum yetersizliği oluştuğu ve zaman içinde kalıcı
hale geldiği, bu tür rahatsızlıklarda, ilk amacın yeterli hava girişinin
sağlanması olduğu, ses kalitesi bozulması ihtimalinin göze alınabileceği, bu
amaçla yapılan 2. ve 3. operasyonlarda ses kalitesinin düzeltilmediği ve kalıcı
sekel niteliğinde uzuv kaybının oluştuğunun belirtildiği, 24.2.2000 günlü naip
tezkeresi ile A.Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı"na
gönderilen davacının yapılan muayenesi sonucunda düzenlenen raporda, davacının,
uzuv kaybının (çalışma gücü oranının) %63 olduğunun belirlendiği, bu oran göz
önüne alınarak 10.4.2000 günlü raporda, davacının fizik bütünlüğü, iktisadi
geleceği ve sosyal konumu göz önüne alınarak 12.857.657.785.lira maddi zararın
hesaplandığı, bu durumda davacının hatalı ameliyatlar sonucu uğradığı
zararların hizmet kusuruna dayalı olarak davalı idarece tazmini gerektiği,
davacının, istemde bulunduğu maddi tazminat miktarı göz önüne alınarak ve
istemle sınırlı olarak 1.000.000.000. lira maddi tazminatın davalı idarece
tazminine, maddi tazminata olay tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi
istenmekte ise de, idarenin gecikmesine karşılık ödenen yasal faizin, başvuru
tarihinden itibaren hesaplanacağı, önceki döneme ilişkin faiz isteminin de
reddi gerekeceğinin açık olduğu, manevi tazminat istemi yönünden ise, manevi
zararlar da, Anayasanın 125. maddesinde ifadesini bulan şekliyle, tazmin
edilmesi gereken zararlardan olup, hukuka aykırı eylem veya işlemlerden dolayı
ilgililerin duyduğu elem ve ızdırabı kısmen de olsa
hafifletmek amacını taşıdığı, buna göre, davacının %63 oranında kayba uğrayan
uzvunun sosyal yaşamdaki fonksiyonları, kayıp oranı ve hükmedilen maddi
tazminat tutarı göz önüne alınarak mahkemelerince takdiren
5.000.000.000.- lira manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine, öte yandan,
davacı vekilince verilen 1.5.2000 günlü dilekçe ile maddi tazminat miktarının
13.000.000.000.- liraya çıkarılması istenmiş ise de, davanın genişletilmesi
niteliğindeki istemin kabulünün mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen
kabulüne, 1.000.000.000.- lira maddi, 5.000.000.000.- lira manevi tazminat olmak
üzere 6.000.000.000.- lira tazminatın davacıya ödenmesine, maddi tazminat
tutarına, davalı idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
başvuru tarihinden önceki döneme ilişkin yasal faiz isteminin reddine ilişkin
bulunan ilk kararında ısrar etmiştir.
Davalı idare Ankara 6. İdare Mahkemesinin
21.3.2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı ısrar kararını temyiz etmek ve
bozulmasını istemektedir.
Temyiz
edilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve dilekçede ileri sürülen temyiz
sebeplerinin kararın kabule ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı anlaşıldığından davalı idarenin temyiz isteminin reddine…”
33. Danıştay 15. Dairesinin
9/4/2014 tarihli ve E.2013/5560, K.2014/2559 sayılı kararı şöyledir:
“…
Dava; davacı tarafından, 04/01/2008 tarihinde
Trabzon Numune ve Araştırma Hastanesi"nde gerçekleşen guatır
ameliyatı sonucu ses tellerinin kesilmesi ve felç olmasında idarenin hizmet
kusuru bulunduğundan bahisle 30.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi olmak
üzere toplam 70.000,00 TL tazminatın davalı idareden olay tarihinden itibaren
işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
Trabzon İdare Mahkemesi"nce; Adli Tıp 3.
İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 03/09/2010 gün ve 8034 sayılı bilirkişi
raporunda; “hasta hakkında, tiroid sintigrafisinde multinodüler olduğu USG hafif diffüz
sol lopta 15x10 mm.lik nodüllerin küçük olduğu, sağda
6,5 mm.lik kistik solid ufak nodül olması dikkate alındığında ameliyat endiksiyonunun uygun olmadığı, ameliyattan önce biyopsi
yapılmamasının eksiklik olduğu, hipoparatroidizim
tablosunun, calsiyum ve parat
hormon düzeylerinin eplasman tedavisini
gerektirmediği, geçici hipoparatirodi olduğu, bilaüteral total operasyonunun tıbbi uygulamalarının uygun
olduğu, bilatüreal kord
vokal paralizisinin komplikasyon olduğu, operasyon öncesi biyopsi yapılmaması
ve endiksiyonun ameliyat kararı alınmasında yeterli
olmadığı nedeniyle (doktor) A. B."nin uygulamasının
tıp kurallarına uygun olmadığı oybirliğiyle mütalaa olunur." görüşlerine
yer verildiği, hazırlanan rapor doğrultusunda, davacının fonksiyon kaybına
uğramasında idarenin yürütülen tedavide hizmet kusurunun bulunduğu, sonucuna
varılarak kusurlu eylemi ile davacının fonksiyon kaybına uğramasına neden olan
davalı idarenin, davacının bu nedenle uğradığı zarara karşılamakla yükümlü
olduğu, davacının uğradığı efor kaybının belirlenmesi amacıyla yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonucunda bilirkişi tarafından düzenlenen 23.11.2012 kayıt
tarihli raporundan, tüm vücut fonksiyon kaybı olan %40 oranına göre 109.898,00
TL olarak hesaplandığı bu durum karşısında, bilirkişi raporunda belirtilen efor
kaybı miktarının davacı tarafından talep olunan şekliyle 30.000,00 TL maddi ve
30.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte, davalı idarece ödenmesi
gerektiği sonucuna varılmıştır.
(…)
Trabzon İdare Mahkemesi"nin 28/12/2012 tarih
ve E:2009/595; K:2012/1509 sayılı kararının ONANMASINA…”
34. Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin 7/10/2008 tarihli ve E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı
şöyledir:
“…
Dava konusu olay nedeniyle davacıların
Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda
bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 53. maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı
değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile
bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava
açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir
karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
35. Mahkemenin 14/10/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 14/6/2013 tarihli ve 2013/5376
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
36. Başvurucu, altı aylık
oğlunun doktorların ihmali neticesinde vefat etmesi üzerine Aydın Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini,
oğlunun ölüm sebebinin Adli Tıp Kurumu raporunda gastroenterite
bağlı sıvı elektrolite kaybı ile akciğer enfeksiyonu olarak gösterilmesi
üzerine ölüm olayında doktorların ihmalinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp
Kurumundan rapor istendiğini, Adli Tıp Kurumu tarafından bebeğin tedavisinde
görev alan doktorların ifadeleri ile yazılan reçetelerin gönderilmesi hâlinde
rapor hazırlanabileceğinin belirttiğini ancak Aydın Valiliği tarafından
soruşturma izni verilmemesi ve anılan kararın kesinleşmesi üzerine soruşturma
dosyasının kapandığını, böylece bebeğinin ölümüne sebebiyet veren kişilerin
doktorlar olup olmadığının tespit edilemediğini, Aydın Valiliğinden soruşturma
izni istenmesinin gerekmediğini, kaldı ki Valilik soruşturma izni vermemiş olsa
bile doktorlara ait ifadelerin Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi gerektiğini,
bebeğin ölüm nedeninin Adli Tıp Kurumunca hazırlanan raporda gastroenterite bağlı sıvı elektrolite kaybı ile akciğer
enfeksiyonu olarak gösterilmesine rağmen Aydın Valiliği kararında reye veya
reye-like sendromu (akut ansefalopati,
karaciğer yetmezliği) olarak gösterildiğini, raporlar arasında çelişkiler
bulunduğundan Aydın Valiliğinin kararının hukuka uygun olmadığını belirterek
Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının kararının iptali ile olay hakkında tekrar
soruşturma başlatılması taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
37. Başvurucu, Anayasa’nın özel
bir hükmünün ihlal edildiğini ileri sürmeksizin kusurları ile oğlunun ölümüne
sebebiyet verdiğini iddia ettiği doktorlar hakkında Aydın Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından etkili bir soruşturma yürütülmemesinden şikâyet
etmektedir. Olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayan Anayasa Mahkemesi, başvurucunun iddialarını Anayasa’nın 17.
maddesi ile ilişkili görerek iddiaların tamamını yaşam hakkı kapsamında
incelemiştir.
38. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
39. Bakanlığın görüş yazısında,
kabul edilebilirlik incelemesi ile ilgili olarak yaşam hakkı kapsamında “etkili
bir yargısal sistem kurma” yönündeki
pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka cezai işlem başlatmayı gerektirmediği,
yaşam hakkına yönelik ihlal iddialarının kasıtlı bir eylem ile
gerçekleştirilmediği durumlarda mağdurlara
hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının
yeterli olabileceği, adli ya da idari yargıda tazminat davası açıldığına
ilişkin bir bilginin başvuru dosyasında bulunmadığı, bu durumda başvurucunun
hem ilgili doktorların ve idarenin sorumluluğunun ortaya konulmasına hem de
gerektiği takdirde tazminat ödenmesine imkân sağlayacak bir yoldan kendisini
mahrum bıraktığı, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatlarına
göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 2. ve 3. maddeleri
bağlamında negatif yükümlülük kapsamında ihlal oluşturan eylemler, Sözleşme’nin
onaylandığı ya da bireysel başvuru hakkının taraf devletçe tanındığı tarihten
önce meydana gelmiş ise bu kapsamda ileri sürülen şikâyetlerin “zaman
bakımından yetkisizlik” gerekçesiyle kabul edilemez bulunduğu ancak ileri
sürülen şikâyetlerin ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmadığı
iddiasına ilişkin olduğu durumlarda, ölüm olayı kritik tarihten önce meydana
gelmiş olsa bile kritik tarihten sonra kesinleşen karar yönünden etkili bir
soruşturma yürütülüp yürütülmediği iddiası bakımından bir incelemenin
yapılabileceği, somut olayda ölüm olayının 14 Aralık 2011 tarihinde
gerçekleştiği, diğer yandan Anayasa Mahkemesinin 2013/293, 2013/841 ve 2012/848
numaralı başvurulara ilişkin verdiği kararlarda 23 Eylül 2012 tarihinden önce
meydana gelmiş olaylara ilişkin esas incelemesi yapıldığı, anılan hususların
kabul edilebilirlik incelemesi bakımından göz önünde tutulması gerektiği
belirtilmiştir.
40. Başvurucu, 10/8/2015 tarihli
cevap dilekçesinde, Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği yönündeki
değerlendirmelerini kabul etmesinin mümkün olmadığını, Aydın Cumhuriyet
Başsavcılığı kararının açılabilecek bir tazminat davasında taleplerinin reddedilmesine
neden olacağını, kaldı ki buradaki amacın tazminat elde etmek değil, ihmali
olan kişilere ceza hukuku anlamında yargılama yolunun açılması olduğunu
bildirmiştir.
41. Anayasa Mahkemesi 23 Eylül
2012 tarihinden önce gerçekleşmiş ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin
başlatılan soruşturma veya kovuşturma 23 Eylül 2012 tarihinden sonra
kesinleşmişse ölüm/yaralama olayını ve bu olay hakkında yürütülen soruşturma ya
da kovuşturma sürecini zaman bakımından yetkisi kapsamında görmektedir.
Bakanlık görüşünde belirtilen kararlardan da anlaşılacağı üzere ölüm/yaralama
olayı 23 Eylül 2012 tarihinden önce meydana gelmiş olsa bile olaya ilişkin
soruşturma ya da kovuşturma kritik tarihten sonra kesinleşmiş ise Anayasa
Mahkemesince yaşam hakkı ve işkence yasağı bağlamında hem negatif hem de
pozitif yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediği yönünden bir inceleme
yapılmaktadır. Bu sebeple anılan olayın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisi kapsamında olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır.
42. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un
46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır.
Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu
hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin
mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda
müteveffa Zeki Sayın, başvurucu Kenan Sayın’ın oğludur. Bu nedenle başvuru
ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65).
43. Kişinin yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan
devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son
vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer
bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
44. Söz konusu pozitif
yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını(,) beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini
sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini”
düzenleyeceği ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek yerine getireceği kurala
bağlanmıştır.
45. Devlet, sağlık hizmetlerini
-ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin-
hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail
Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
46. Devletin yaşam hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usule ilişkin yönü
bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 54). Bu usul yükümlülüğünün bir
olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam
hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir yargısal sistem
kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmez. Bu ilke, tıbbi
ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Bu
durumlarda, mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail
Artuç, § 37).
47. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm ve
yaralama olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda
muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası
sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen
yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri
bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, insanların yaşamını veya vücut bütünlüğünü tehlikeye atan kişiler
aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması,
Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60). Bu
yaklaşım, yetkili kişi ve kurumların kamu ya da özel sağlık kuruluşlarına
başvuran bir hastanın sağlık durumunun ciddiyetini bilmesine ya da bilmesinin gerekmesine
rağmen meydana gelebilecek riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli
önlemleri almayarak yahut hastanın tanı ve tedavisine ilişkin değerlendirme
hatasını aşacak şekilde mesleki ödevlerine aykırı davranarak bir kimsenin
hayatına veya vücut bütünlüğüne zarar vermesi hâlinde sağlık alanında yürütülen
faaliyetlerde de geçerlidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013; Asiye
Genç/Türkiye, B. No. 24109/07, 27/1/2015).
48. Somut olayda, Zeki Sayın’ın ölüm olayı ile
ilgili olarak başvurucunun kullanabileceği birden fazla hukuki yol
bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucu, yaşanan olay hakkında bir ceza
soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan personel hakkında kamu davası açılmasını,
yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından talep edebilir. İkinci bir yol olarak
başvurucu, Zeki Sayın’ın ölümünden sorumlu olduğunu düşündüğü kişiler aleyhine
haksız fiilden ya da vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluk kapsamında
yetkili asliye hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilir. Üçüncü bir yol
olarak ise başvurucu, yaşanan olayda hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle
ilgili kamu idaresi aleyhine idari yargıda tam yargı davası açabilir.
Başvurucu, olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü personel hakkında suç
duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuş olmakla
birlikte hastanenin veya ilgili personelin sorumluluklarına ilişkin herhangi
bir hukuki yola başvurmamıştır. Bu durumda sorulması gereken soru -somut olayın koşulları çerçevesinde-
yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu “etkili bir hukuk sistemi kurma”
yönündeki pozitif yükümlülüğün anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip
getirilmediğidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anna Todorova/Bulgaristan, B. No:
23302/03, 24/5/2011, § 74; Nurettin Demir ve
Çiçek Demir/Türkiye, B. No. 34885/06, 13/11/2012, § 71).
49. Bireysel
başvuru formu ve eklerinde sunulan bilgi ve belgeler ışığında başvurucunun yaşadığı üzüntü verici olayın tıbbi
değerlendirme hatasını aşan kasti bir tutumdan ya da ciddi bir ihmalden
kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu olmadığı ve olayın meydana geldiği
koşulların herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu da söz
konusu olayın görevli personel tarafından kasti şekilde gerçekleştirildiği
yönünde bir iddia ileri sürmemiştir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında
başvuru konusu olayın yukarıda belirtilen istisnalar (bkz. § 47) kapsamında bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu “etkili
bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdura adli
ya da idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tazminat ya da tam yargı
davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.
50. Başvurucu, Türk hukuk
sisteminde mevcut bir hukuk yolu olan ve hem ilgili personelin veya idarenin
mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini
sağlayabilecek olan hukuk mahkemelerinde tazminat davası ya da idari yargıda
tam yargı davası açma imkânını kullanmamıştır. Yargıtay ve Danıştayın
konu hakkındaki içtihatları (bkz. §§
29-34) dikkate alındığında ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve
ihmallere karşı da ilgili kişi veya kurumlar aleyhine adli ya da idari yargı
önünde açılacak davalar ile uğranılan zararların tazmininin mümkün olduğu
görülmektedir. Bu nedenle yapılan tıbbi müdahale açısından ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal
başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş
olduğundan söz edilemeyecektir.
51. Hukuka veya sözleşmeye
aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemektedir. Ayrıca ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun
istisnai nitelik taşımasına rağmen kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza
hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında
objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk
alanında aynı maddi olaylar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı
kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun
yanı sıra hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma
imkânı ortadan kaldırılırken hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün
asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında
-özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından-
hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek kullanılabilir ve
etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284,
15/4/2014, § 44).
52. Açıklanan nedenlerle yaşam
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A.
Başvurucunun, tıbbi hata nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
14/10/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.