Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacı (Birleşen Dosya Davalısı), kadastro çalışmaları sırasında taşlık olması nedeniyle tespit harici bırakılan çekişmeli taşınmazın dava dışı İ.Ö.tarafından 2001 yılında taşlarının temizlenerek tarım arazisi haline getirildiği ve o tarihten itibaren işgal edildiğini, anılan kişi yönünden Türk Medeni Yasasının 713. maddesi gereğince kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığını ve 3402 Sayılı Yasanın 17.maddesinde düzenlenen imar ihya şartlarının oluşmadığını ileri sürüp, Kadastro Yasasının 18. maddesi uyarınca Hazine adına tescil isteğinde bulunmuş, birleşen davanın reddini savunmuştur.
Birleşen dosya davacısı; taşlık olması nedeniyle kadastro harici bırakılan yaklaşık 100 dönümlük taşınmazı, kadastro çalışmalarının bitim tarihinden itibaren taşlarını temizlemek suretiyle ihya edip, tarım arazisi haline getirdiğini ve 30 yıldır ekip biçerek kullanma şeklinde zilyet olduğunu, Türk Medeni Yasasının 713.maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiğini ileri sürerek, adına tescilini istemiştir.
Davalı, köy tüzel kişiliği bir savunma getirmemiştir.
Mahkemece, Hazine tarafından açılan davanın kanıtlanamadığından bahisle reddine, birleşen davanın ise kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacı birleşen dosya davalısı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Asıl dava, 3402 Sayılı Yasadan kaynaklanan tescil, birleşen dava ise kazındırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mahkemece yapılan 15.5.2006 tarihli keşifte dinlenen yerel bilirkişinin “çekişme konusu taşınmazın kadastro çalışmalarının bitiminden itibaren 20 yılı aşkın süredir dava dışı İ.Ö.’in kullanımında olduğunu” ifade ettiği ve fen bilirkişilerin buna bağlı olarak aynı yönde rapor sundukları, davacı A.Ö.’in açmış olduğu zilyetliğe dayalı tescil davasının birleştirilmesinden sonra 10.12.2006 tarihinde yapılan uygulama sırasında dinlenen yerel bilirkişi N. E. ile tanık M.E.İ.’ın ise; “dava konusu taşınmaza 1980 yılından itibaren davacı A.’un malik sıfatıyla nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğunu” beyan ettikleri ve hükme esas alınan 26.2.2007 tarihli teknik bilirkişilerce düzenlenen raporda “asıl ve birleşen davaların aynı yere tekabül ettikleri ve davacı A.’un kullanımında olduğunun” bildirildiği görülmektedir.
Ne varki; mahkemece yapılan uygulamalar sırasındaki beyanlar ve buna bağlı olarak düzenlenen raporlar arasındaki çelişkiler giderilmeksizin neticeye gidildiği anlaşılmaktadır.
Öyleyse, çekişmeli taşınmaza kimin zilyet olduğunun ve lehine Türk Medeni Yasasının 713. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde saptanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yukarıda değinilen çelişkiler giderilmeden ve noksan araştırma, soruşturma ve incelemeyle yetinilerek hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacı Hazine’nin, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 16.4.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.