Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, maliki olduğu 1148 parsel sayılı taşınmazın sahte vekaletname kullanılmak suretiyle davalı E."a temlik edildiğini, daha sonra davalı A."ye, A." den de davalı A.e devredildiğini, davalılar arasında taşınmazın kısa aralıklarla el değiştirdiğini, davalıların iyiniyetli olmadığını, davalılar Hazine ve Noterin olayda kusursuz sorumluluklarının bulunduğunu ileri sürerek, tapu iptali, tescil, tazminat isteklerinde bulunmuştur.
Davalılar E.ve M., davaya yanıt vermemişler, diğer davalılar davanın reddini savunmuşlardır.
Davanın tapu iptali ve tescili isteği yönünden kabulüne, birleştirilen davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece; "... davalıların birbirleriyle el ve işbirliği içinde olup olmadıklarının, başka bir anlatımla iyiniyetli sayılıp sayılmayacaklarının araştırılması ... sonucuna göre karar verilmesi gerektiği..." gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozmaya uyulmuş olmakla yapılan yargılama sonunda, tazminat talebinin kabulü ile 5.000.-YTL tazminatın davalılar E. ve M..tan müştereken ve müteselsilen tahsil edilerek davacıya verilmesine diğer davacıya verilmesine diğer davalılar hakkındaki asıl davanın ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Mahkemece, hükmüne uyulan daire bozma kararında gösterildiği şekilde araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle vuzuha kavuşan durum gereğince son kayıt malikinin taşınmazı ediniminde iyiniyetli olduğu saptanarak Türk Medeni Kanununun 1023.maddesi hükmü uyarınca tapu iptali ve tescili konusundaki davanın reddi ile taşınmazın bedelinden kaynaklanan tazminat isteğinin kabul edilmiş olması kural olarak doğrudur. Davacının, öteki temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine,
Ancak, mahkemece taşınmazın elinden çıkması nedeniyle davacının mamelekinde meydana gelen azalmadan dolayı belirlenen tazminatın ara malik E.ile sahte vekaletnameyi temin ederek kullanan M. A..dan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiş, Hazine ve noter hakkındaki tazminat isteğinin ise reddine karar verilmiştir.
Oysa tazminat isteği bakımından diğer sorumlular yanında birleşen davanın davalıları Hazine ve Noter"in sorumluluktan ayrık tutulmasının yasal olduğu söylenemez.
Şöyle ki; somut olayda sahteliği sabit olan vekaletname ile davacıya ait taşınmazın sicil kaydı intikal ettirildikten sonra birkaç el değiştirdiği kayden sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki; davacının mamelekindeki eksilme gerçekleşmekle zarar doğmuş olur. Zarar görenler bunun tazminini değişik sebeplerle eylemi işleyenlerden ve Hazineden isteyebilirler. Ayrı ayrı bir alacaktan (aynı alacaktan) sorumlu olan kimseler arasında teselsül mevcut olup, davacı ödeme borcunu bu nitelikteki borçlulardan herhangi birine karşı yöneltebilir. Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinde bu yetki bakımından sıra veya öncelik gözetilmiş olmadığı gibi sorumluların hepsine karşı yöneltilmesine de mani bir hüküm yoktur. (B.K. 141, 142. md.)
Nitekim, haksız fiil halinde müteselsil mesuliyeti öngören Borçlar Kanununun 50. maddesi hükmünde aynen " Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer"an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar..." düzenlemesine yer vermiş, 51.maddesinde yapılan düzenleme ile de sorumlular arasındaki esas, derece ve rücu koşulları öngörülmüştür. ( 4.H.D.. 19.12.963 T. 2388 E. 10804 K.)
Diğer taraftan, somut olayda davalı M.ve E. T."in haksız fiil nedeniyle ( B.K. 41.md.), davalı Hazinenin sicillerinin tutulmasından kaynaklanan ve kusursuz sorumluluk hükümlerini saptayan Türk Medeni Kanununun 1007. maddesi, ayrıca kusurlu sorumluluk ilkesi gereğince de zararın tümü davalı noterce (veya memurlarınca) yapılan sahte vekaletnameden doğduğu için 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 162.maddesi hükmü uyarınca da Noterin sorumlu olacaklarında kuşku bulunmamaktadır.
Bozma kararından önce mahkemece taşınmazın tapusunun iptali ile davacı adına tesciline, tazminat isteğinin reddine karar verilmiştir. Gerçekten de, ayın yönünden kabul kararı verilmesinin tazminat isteğini, tazminat isteği yönünden kabul kararı verilmesinin de ayın isteği bakımından kurulacak kararı menfi yönden etkileyeceği açıktır. Bir başka ifadeyle, aynı müddeabih konusunda biri diğerine bağlı alternatif isteklerden sadece birine karar verilmesi gerekeceği tartışmasızdır.
Somut olayda, asıl istek tapunun iptali ile tescilidir. Mahkemece, tesis edilen ilk kararla da bu istek kabul edilmiş, asıl davanın davalıları ile birleşen davanın davalıları olan Hazine ve Noter hakkındaki tazminat isteği reddedilmiş olup, karar, ara maliklerden A.ve son kayıt maliki Albert"in temyizi üzerine Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinin öngördüğü araştırmanın eksikliği yönünden bozulmuş, mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra asıl davanın davalıları M. ve E.yönünden tazminata hükmedilmiştir.
Davadaki asıl istek olan tapu iptal ve tescilin bozmadan önceki kararla kabul edilmiş olması karşısında davacının bedel isteği bakımından davanın reddine dair mahkemenin ilk kararını gerekçeden temyiz etmemesi ve kararın sonradan bozulması üzerine, ilk kararın tazminatla ilgili kısmını gerekçeden temyiz etmeyen davacının aleyhine sonuç doğuracağını söylemek, başka bir söyleyişle tazminat isteğinin reddi yönündeki kararın kesinleştiğinden ve davacı aleyhinde hukuki sonuç doğuracağından bahsetmek olanaksızdır.O halde, yukarıda değinilen hukuksal düzenlemeler ve somut olgular gözetildiğinde, davalı M.ve E. yanında Hazine ile Noterinde tazminat yönünden sorumluluğuna karar verilmesi gerekirken, bunlar hakkındaki davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedene hasren HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.4.2008 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
-KARŞI OY YAZISI-
Davacı M..Aslan davalılar A.., M..,E.. A..aleyhine açmış olduğu tapu iptal ve tescil davasında 1148 parsel nolu taşınmaz kendi adına tapuda kayıtlı iken sahte vekaletname ile satılıp daha sonra el değiştirdiğini , son malikin davalı A.olduğunu belirterek yolsu nitelikte olan tapunun iptali ile adına tescilini, olmadığı taktirde beş milyar Y.T.L. bedelin davalılardan birlikte tahsili isteminde bulunmuştur.
Davacı ayrıca aynı mahkemenin 1998/63 E. Sayılı dosyasında bu defa sahte vekaletnamenin düzenlenmesi ve kullanılmasında kusurlu bulunduğu iddiası ile tapuda yapılan işlemden dolayı Hazine, sahte vekaletnamenin düzenlenmesinden dolayı da noter Enser hakkında açtığı davada beş milyar Y.T.L. taşınmaz bedelinin davalılardan birlikte tahsilini talep etmiş ve her iki dava aralarındaki bağlantı nedeni ile birleştirilmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda 22.5.2001 gün ve 1197/103 E. 2001/ 166 K. Sayılı karar ile sahte vekaletle yapılan işlemler geçersiz sayılarak açılan tapu iptal ve tescil davasının kabulüne, bu nedenle birleşen alacakla ilgili davanın da reddine karar verilmiştir. Tapu iptal ve tescil davasının bir kısım davalıların temyizi üzerine Daire taşınmazın sahte vekaletle intikalinden sonra davalılara yeni devirler olduğunu ilk elden sonraki davalıların iyi niyetinin araştırılması gerektiğini belirterek davanın kabulüne dair yerel mahkeme kararını bozmuş mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda son iki elin iyiniyetli oldukları kabul edilerek tapu iptal ve tescil davası ret edilmiş, aynı davada bedel de istendiğinden kötü niyetli olan ve taşınmazı devretmiş bulunan davalılar M.ve E.dan beş milyon Y.T.L. nin tahsiline karar vermiştir. Birleşen davada ise bu defa ilk karardaki gerekçeden farklı olarak Hazine ve noterin yapılan işlemde belgelerin sahteliğini anlamalarının mümkün olmadığı gerekçesi ile yine davayı ret etmiş ve karar bu defa davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Son iki elin iyi niyetli olması nedeni ile mahkemece tapu iptal ve tescil davasının ret edilmesinde bir usulsüzlük bulunmadığından Daire çoğunluğunun bu yönde davacının ileri sürdüğü temyiz itirazlarının reddi görüşüne aynen katılıyorum.Ancak birleşen davada Hazine ve noterin sorumluluklarının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi yönündeki bozmaya aşağıda belirtilen nedenlerle katılamıyorum :
22.5.2001 tarihinde verilen ilk kararda birleşen dava tapu iptal ve tescil davasının kabul edilmiş olması nedeni ile ret ile sonuçlanmış ve bu ret kararı taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.Ret kararının gerekçesini oluşturan ve birleştirilmiş olan tapu iptal ve tescil davasının temyiz sonucu bozulmasının kararın kesinleşmesine hiçbir biçimde etkisi olamaz.Bilindiği gibi kararların gerekçeleri değil hüküm fıkraları bağlayıcıdır.Gerekçe ne olursa olsun veya olayımızda olduğu gibi kararın gerekçesini oluşturan diğer mahkeme kararı değişmiş bile olsa tarafların kararı temyiz etmemeleri ile kesin hükmün sonuçları doğmuştur.Gerekçeye konu olan olayın değişmesi kesin hükmü ortadan kaldıramaz.Davanın reddi halinde yapılacak iş davacının tapu iptal ve tescil davası her ne kadar kabul edilmiş ve mevcut duruma göre bu davanın reddi söz konusu ise de tapu iptal ve tescil davasının kabulü kararı kesinleşmeden ret kararı verilmesinin doğru olmadığı gerekçesi ile temyiz etmesidir. Böyle bir temyizin bulunması halinde tapu iptal ve tescil kararının bozulması ile birlikte birleşen davanın reddi hakkındaki karar da bozulacak ilk davanın kesinleşmesi beklenip ona göre birleşen davada karar verilecek, ve kesin hüküm niteliğini kazanmayacaktı.
Her nekadar, yerel mahkeme ilk kararın bozulmasından sonra verdiği ikinci kararda bu defa ilk gerekçeden farklı bir gerekçeye dayalı olarak yine bedel davasının reddine karar vermiş ise de taraflar yönünden kesinleşen bir karardan sonra yeniden hüküm kurulması sonuca etkili değildir ve ilk kararın kesinleşmesine etkisi yoktur.A.. bu iki davanın birleştirilmemesi ve ikinci açılan davanın ilk davanın sonucunu beklemesi gerekirken birleştirme sonucu bu yanlış değerlendirme ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak gerekçesi ne olursa olsun ve sonradan oluşan nedenlerle gerekçe ile hüküm fıkrası çelişkili dahi olsa kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmesi halinde artık davanın yeniden ele alınarak görülmesi mümkün olmadığından ve bu nedenlerle yerel mahkeme kararının onanması gerektiğinden Daire çoğunluk görüşüne katılamıyorum.