Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar,miras bırakanın ehliyetsiz olduğu dönemde 258 ada 3 parsel sayılı taşınmazı oğlu davalı O.’a, onunda diğer davalıya satış yoluyla temlik ettiğini,temlik tarihinde murisin yaşı itibariyle kandırılmaya müsait olduğunu ileri sürüp ehliyetsizlik ve muvazaa nedeniyle tapu kaydının miras payları oranında iptali ile adlarına tesciline karar verilmesini istemişler,yargılama sırasında HUMK.nun madde 186 gereğince seçimlik haklarını 66.000.YTL tazminatın davalılardan tahsili yönünde kullanmışlardır.
Davalılar, iddiaların doğru olmadığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar,dairece; “çekişme konusu taşınmazın kayden M.N.’ye devredildiği görülmektedir. Öyle ise,HUMK.nun 186.maddesi çerçevesinde usuli işlemlerin tamamlanması,ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir” gerekçesiyle bozulması üzerine bozmaya uyularak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar,davalı O.tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla,tetkik hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava,ehliyetsizlik ve muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece,bozma ilamına uyularak HUMK.nun 186.maddesi gereğince tazminata dönüştürülen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden,toplanan delillerden;özellikle,dava dilekçesinin içeriğinden,miras bırakan Ş. T.un davalı O.T.a yaptığı temlikin hukuki ehliyetsizlik nedeniyle, onun da diğer davalı S.’e yapmış olduğu temlikin danışıklı olması nedeniyle geçerli bulunmadığının iddia edildiği anlaşılmaktadır.
Çekişme konusu taşınmazın yargılama sırasında el değiştirmesi nedeniyle davacılar HUMK.nun 186.maddesine göre istemlerini davalı O.T.yönünden tazminata dönüştürmüşlerdir. Miras bırakanın davalı O.’a temlik yaptığı sırada sadece ehliyetsiz bulunduğu ileri sürüldüğüne ve önceki bozma ilamında davanın hukuki ehliyetsizliğe dayalı dava olduğu saptandığına göre O.hakkındaki davada ehliyetsizlik hukuki sebebinin incelenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
Ancak,ehliyetsizlik yönünden mahkemece yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davalı O."ın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,18.9.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.