8. Hukuk Dairesi 2013/21011 E. , 2014/13156 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26/03/2013
NUMARASI : 2009/455-2013/189
S.. A.. ile K.., N.., S.., N.. ve kayyım İstanbul Defterdarlığı aralarındaki muhdesatın aidiyetinin tespiti davasının kabulüne dair İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesi"nden verilen 26.03.2013 gün ve 455/189 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi kayyım vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Kasımpaşa, Küçükpiyale Mah., Makaracı Çıkmazı Sok. No: adresinde vaki ve tapunun 192 pafta, 1169 ada, parselde kayıtlı 80 m2 alanlı taşınmazın 48/72 hissesinin sahibi olduğunu, 6/72 pay M.. oğlu K.., 7/72 pay E.. oğlu S.., 4/72 pay R.. kızı N.. ve 7/72 pay İ.. kızı N.. adlarına kayıtlı olup davalıların soyadları ve adreslerinin tüm araştırmalara rağmen tespit edilemediğini, müvekkilinin 1960 senesinde Beyoğlu Belediye Şube Müdürlüğüne müracaatla temel tezkeresi aldığını, arsa üzerine 4 katlı kargir binayı inşa ederek ikamet ettiğini, davalıların bu inşaata hiçbir katkılarının olmadığını belirterek dava konusu arsa üzerindeki binanın davacı tarafından yapıldığının tespitini istemiştir.
Tapu malikleri M.. oğlu K.., E.. oğlu S.., R.. kızı N.. ve İ.. kızı N.."in hüviyet ve adresleri tespit edilemediğinden, davacı vekiline kayyım tayin edilmesi için yetki ve mehil verilmesi üzerine adı geçen davalılara Defterdar kayyım tayin edilmiştir.
Davalı kayyım vekili, davacının dava konusu taşınmazdaki binayı kendisinin yaptığını iddia ettiğini, binanın davacı tarafından yapıldığına ilişkin tapu kaydında bir şerh olmadığını, davalı binanın davacı tarafından yapıldığını kabul etmediklerinden davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bilirkişi raporuna itibar edilerek davanın kabulü ile Beyoğlu, Küçükpiyale Mah, 1169 ada parsel üzerine yapılan ve 23.07.2012 tarihli bilirkişi krokisinde belirtilen zemin + 3 normal kattan meydana gelen binanın, davacı tarafından yaptırıldığının tespitine karar verilmiş, hüküm davalı kayyım vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Bilindiği üzere TMK’nun 684/1. maddesi uyarınca kural olarak, bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur. 22.12.1995 tarih ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı üzere; Eşya Hukukunda, muhdesatdan, bir arazi üzerinde arz malikinden başkasına veya bir paydaşa ait yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, sahibine arazi mülkiyetinden ayrı, bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak sağlamaz. Muhdesat sahibinin hakkı, sadece şahsi bir haktır (TMK 722, 724, 729). Ne var ki; TMK’nun 1012 maddesi hükmüne göre; malikin rızasıyla, kamu hukukundan kaynaklanan kısıtlamalar, Tapu Sicil Tüzüğü’nün belirlediği ayrık durumlar ve özel kanun hükümlerinde saklı hallerde tapu kütüğünün beyanlar hanesine muhtesatle ilgili şerh verilebilir. Başka bir anlatımla, tapu kütüğünün beyanlar hanesine “beyanda” bulunulabilmesi için Medeni Kanun veya ilgili özel yasalarda bir düzenlemenin bulunması gerekir.
Muhdesatın aidiyetinin tespiti davasının hukuki yarar bulunması koşuluyla açılabileceği doktrinde ve Yargıtay uygulamasında kabul edilmektedir. Taraflar arasında görülmekte olan bir ortaklığın giderilmesi davasının varlığı yada taşınmazın veya üzerinde bulunan muhdesatın kamulaştırma işlemine tabi tutulması halinde taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatlar hakkında aidiyetin tespiti davası açılmasında hukuki yarar bulunduğu benimsenmektedir. Hukuki yarar dava koşulu olup hukuki yarar bulunmaması halinde, davanın dava şartı yokluğundan reddi gerektiği kuşkusuzdur.
Temyize konu olan bu davada taraflar arasında ortaklığın giderilmesi davası bulunmadığı gibi taşınmaz ve muhtesatın kamulaştırmaya konu olduğuna dair herhangi bir iddia, savunma, bilgi ve belge de bulunmadığı dikkate alındığında, davacının muhdesatın aidiyetinin tespiti davası açmasında hukuki yararının bulunmadığı, bir başka deyişle dava şartının gerçekleşmediği dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerle anlaşılmıştır. Davacının 1169 ada parsel üzerindeki 4 katlı binanın aidiyetinin tespiti davası açmasında hukuki yararının bulunmadığı dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde işin esası incelenerek hüküm kurulması doğru olmadığından usul ve yasaya aykırı hükmün bozulması gerekmiştir.
Davalı kayyım vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK"nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK"nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK"nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 2.733,00 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden kayyım İstanbul Defterdarlığı"na iadesine, 23.06.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, taşınmaz üzerinde bulunan muhtesatın kimin tarafından yapıldığının tespiti isteğine ilişkindir.
Yerel mahkemece, “..taşınmaz üzerinde bulunan muhtesatın davacı tarafından yapıldığının tespitine karar verilmesi ve hükmün davalılara atanan kayyım vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yüksek Daire çoğunluğunca; davacının bu tür tespit için, taşınmazla ilgili olarak açılmış bir ortaklığın giderilmesi davası bulunmadığı gibi yapılmış bir kamulaştırma işleminin de olmadığı, bu nedenlerle davacının muhtesatın kendisi tarafından yapıldığının tespiti davasını açmakta hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerektiği..” yönünde bozma sevk edilmiştir.
Değerli çoğunluğun bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır.
HUMK’da yer almamakla birlikte Yargıtay uygulaması gereğince “hukuki yarar ilkesi” davanın açılması bakımından dava şartı olarak kabul edilmekte ve uygulanmakta idi. 6100 sayılı HMK’nu hazırlanınca, uygulamadan esinlenerek bu hukuki yarar ilkesi kanun hükmü haline getirildi. HMK’nun dava şartları başlığını taşıyan 114/1-h bendinde, “davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması", ilkesinin dava şartları arasında sayıldığı görülmektedir. Hukuki yarar ilkesinin bulunduğu durumlarda mutlaka önce bir mahakemede davanın açılması, ondan sonra bu mahakemeden muhdesata ilişkin veya herhangi bir işin yapılması bakımından yetki alınmasına gerek olmadığı gibi önce bir şeyin icra takibine konulması belirli aşamalardan sonra icra müdüründen yetki alınması suretiyle herhangi bir davanın açılmasına da gerek bulunmamaktadır. Aksi halde hak arama yollarının kapatılması ya da sınırlandırılması söz konusu olacaktır.
Nitekim Anayasa"nın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğunu vurgulamaktadır. Hak arama yollarının açık tutulması esas olup, bunun kısıtlanması ya da tamamen kapatılması kişilerin, kurum ve kuruluşların takdirine bırakılamaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de; hak arama hürriyetine ve adil yargılanma hakkına vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi"nin kararları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları da bu doğrultudadır.
Bu konuda Anayasa’nın 90. maddesinin de göz ardı edilmesi olanaksızdır.
Anayasa"nın 90/5. fıkrasına göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Görülüyor ki temel hak ve özgürlüklere ilişkin hususlar konusunda çıkabilecek farklı hükümler olduğunda Milletlerarası andlaşma hükümlerine üstünlük tanınmaktadır. Söz konusu bu hüküm ile de hak arama yollarının sınırlandırılması veya kapatılması anılan Anayasa"nın 90. maddesine aykırılık oluşturur.
Bundan ayrı hiç kimse; bir diğerini önce şu veya bu şekilde dava açmaya, takip yapmaya veya herhangi bir biçimde haraket etmeye ya da yol göstermeye zorlayamaz.
Bu bakımdan muhdesatın aidiyetinin tespitine karar verilmesi için, çoğunluğun gerekçesinde açıkladığı gibi iki veya üç sebeple sınırlandırmak mümkün değildir. Kaldı ki bu sınırlandırmanın yasal dayanağı bulunmamaktadır. Önemli olan hak ve özgürlüklerin önünün açık tutulmasıdır. Bu açıkça kişi ya da kurum ve kuruluşların hak arama özgürlüğünü sınırlamak anlamına gelir. Bu nedenle bu görüşe katılmak mümkün değildir.
8. Hukuk Dairesi, 15.10.2007 tarih ve 2007/4224 E, 2007/5537 Karar sayılı kararı ile; “... davacının taşınmazda paydaş olmadığı, paydaşlardan birisinden HARİCEN ve Geçersiz ADİ SENETLE taşınmazın bir bölümünü satın alarak üzerine davaya konu muhtesat nitelikli binayı yaptığı, davacının üçüncü kişi konumunda bulunduğu, bu konuda uyuşmazlık bulunmadığı, kayıt malikleri (paydaşlar) arasında ortaklığın giderilmesi davasının açıldığı, ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verildiği takdirde parsel üzerinde bulunan muhtesatın taşınmazla (zeminle) birlikte satılacağı hususunda duraksama olmadığı, bu hale göre taşınmaz üzerinde bulunan evin değerinin ve kime ait olduğunun belirlenmesinde davacının (harici satış senedi sahibinin) hukuki yararı bulunduğu, bu bakımdan mahkemenin muhtesatın tespitine yönelik davacı talebinin reddine karar vermiş olmasında isabet görülmediği...” gerekçesiyle BOZMA sevk edilmiştir. Yerel Mahkeme"nin DİRENME kararı; daha geniş bir gerekçeyle HGK"nun 11.03.2009 tarih ve 2009/8-75 Esas, 2009/116 Karar sayılı kararı ile BOZULMUŞTUR.
Görüldüğü gibi, 8. Hukuk Dairesi geçersiz harici satış sözleşmesi ile TAPULU taşınmazı satın alan ve tapu kaydı ile bir ilgisi dahi bulunmayan davacıya dahi muhtesatın kendisi tarafından meydana getirildiğinin (yapıldığının) tespiti davasında, davacının HUKUKİ YARARININ olduğunu kabul etmekte, Yüksek HUKUK GENEL KURULU"nca da davacının hukuki yararının olduğuna vurgu yapılmakta ve direnme kararının bozulmasına karar verilmektedir.
Yine Yüksek 7. Hukuk Dairesi"nin “ ... taşınmazla ilgili ortaklığın giderilmesi davasının açılmadığı, herhangi bir kamulaştırma işlemininde olmadığı, bu bakımdan davacının muhtesatın aidiyetinin tespiti davasının açmakta hukuki yararının kabul edilemeyeceği ve davanın reddi gerektiği yönündeki bozma ilamları, HGK"nun 05.10.2012 tarih ve 2012/7-334 E, 2012/650; 28.03.2014 tarih ve 2013/7-670 E, 2014/423 (bu karara konu muhtesatla ilgili dava açıldıktan sonra paydaşlar arasında ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Halbuki hukuki yarar dava şartı olup davanın açıldığı tarihte aranır ve ilke bu olduğu halde, HGK böyle bir durumdaki davacının hukuki yararının olduğunu kabul etmiştir.) ve 31.07.2007 tarih ve 2007/7-830 E, 2007/801 (bu karara konu muhtesat aidiyetinin tespiti davasına ait yerel mahkeme kararının BOZULMASINDAN sonra paydaşlar arasında ortaklığın giderilmesi davası açılıştır. HGK"nun ikinci kararı ile parantez içerisinde gösterilen bilgi bu karar içinde geçerlidir.) Karar sayılı kararları ile davacının hukuki yararınının bulunduğu kabul edilmiş Özel Daire"nin bozma ilamındaki iki gerekçeyle sınırlı görüşünü benimsememiştir.
HMK"nun 106/2. bendi uyarınca davacının bu tür davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararının bulunmadığı da söylenemez.
Saptanan bu somut ve hukuki olgular karşısında davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle yerel mahkemenin kabule ilişkin hükmünün ONANMASINA karar verilmesi gerekirken BOZULMASI şeklinde gerçekleşen sayın çoğunluğun görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum. 23.06.2014