
Esas No: 2015/4662
Karar No: 2015/4662
Karar Tarihi: 10/10/2018
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
LEYLA DOĞAN VE SALİH DOĞAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/4662) |
|
Karar Tarihi: 10/10/2018 |
R.G. Tarih ve Sayı: 4/12/2018-30615 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör Yrd. |
: |
Halil
İbrahim DURSUN |
Başvurucu |
: |
1. Leyla
DOĞAN |
|
|
2. Salih
DOĞAN |
Vekili |
: |
Av. Evin
BARTAN TURHAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına
bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana
gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının
yaklaşık sekiz yıl sonra kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucuların beyanına göre 1/2/1997 tarihinde dünyaya gelen
müşterek çocukları O.D. kızamık aşısı olmasına rağmen 2005 yılında subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığına yakalanmış ve
2006 yılının Haziran ayında hayatını kaybetmiştir
(Başvuru formunda O.D.nin SSPE hastalığına
yakalandığı yıl 2005 olarak belirtilmiş ise de başvuruya konu dava dosyasında
bulunan Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi raporuna göre O.D.ye 4/10/2004
tarihinde SSPE tanısı konulmuştur. Keza başvuru formunda O.D.nin
2006 yılının Haziran ayında yaşamını yitirdiği ifade
edilmiş ise de başvurucuların nüfus kayıt örneğine göre O.D. 14 Haziran 2005
tarihinde yaşamını yitirmiştir.).
10. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında
ve bu nedenle hayatını kaybetmesinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek
22/12/2006 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle
ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
11. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır.
12. Bu inceleme kapsamında Diyarbakır Çınar Merkez Sağlık Ocağı
ekipleri tarafından başvurucu Salih Doğan ile bir görüşme gerçekleştirilmiştir.
Bu görüşmede Salih Doğan, oğlu O.D.ye rutin aşılarının Çınar Sağlık Ocağı
ekiplerince yapıldığını, oğlunun üç yaşında iken kızamık hastalığı geçirdiğini
ve bir iki hafta içinde iyileştiğini, 2005 yılında rahatsızlanan oğluna SSPE
tanısı konulduğunu ifade etmiştir. Bu inceleme kapsamında, aşı kaydı ile ilgili
olarak da çeşitli araştırmalar yapıldığı ve bu kayda ilişkin Sağlık Bakanlığına
üç sayfalık bir bildirimde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Yapılan araştırmalarda
ayrıca 9/12/2003 tarihinde -O.D. ilköğretim birinci
sınıfta iken- O.D.ye kızamık aşısı yapıldığı tespit edilmiştir.
13. Sağlık Bakanlığı yukarıdaki araştırmaları yaptıktan sonra
SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı hâlde
yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık hastalığı
geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut olayda yanlış ve eksik aşı sistemi olmasının söz konusu olmadığını,
SSPE hastalığının ortaya çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek
5/2/2007 tarihinde başvurucuların isteminin reddine karar vermiştir.
14. Başvurucular bunun üzerine 19/4/2007 tarihinde Diyarbakır 2.
İdare Mahkemesinde dava açmış ve 50.000 TL maddi, 30.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular ayrıca 5.000 TL tutarındaki tedavi ve
cenaze masraflarının taraflarına ödenmesi isteminde bulunmuşlardır.Başvurucular
dava dilekçesinde özetle Çınar Merkez Sağlık Ocağı ekiplerince oğulları O.D.ye
dokuz aylıkken kızamık aşısı yapıldığını ancak oğullarının üç yaşında iken
kızamık hastalığına yakalandığını, kızamık hastalığını kısa sürede atlatan
oğullarının sağlıklı bir çocuk olarak hayatını sürdürdüğü sırada 2005 yılında
rahatsızlandığını ve Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesinde yapılan
tetkikler neticesinde oğullarına SSPE tanısı konulduğunu, oğullarının yaklaşık
bir yıl yatağa bağımlı olarak yaşadığını, akabinde ise hayatını kaybettiğini
belirtmişlerdir. Başvurucular, oğullarının aşılarını zamanında ve düzenli
olarak yaptırdıkları hâlde idarenin yanlış ve eksik aşı uygulaması nedeniyle
ölüm olayının meydana geldiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, kızamık
aşısının yaygın ve uygun koşullarda yapılmasıyla SSPE hastalığına yakalanma
riskinin büyük ölçüde azalacağını ifade etmişlerdir. Başvurucular, oğullarına
kızamık aşısı yapılmış olmasına rağmen bu aşının yeterli dozda ve uygun
koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etkisinin olmadığını ve oğullarının
SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirdiğini iddia etmişlerdir.
15. Sağlık Bakanlığı, dava tarihinden önce Sağlık Bakanlığı
onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli araştırmalar yapmış
olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon) hazırlanan rapordaki
verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur.
16. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970
yılından itibaren Türkiye"de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı
arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı"nın 1/7/2005 tarihli ve 6888
sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli
Prof. Dr. S.T. ile Doç. Dr. L.A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim
Dalında görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin
Çocuk Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. M.C., ayrıca Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında
görevli Prof. Dr. U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk
Sağlığı Enstitüsünde görevli Prof. Dr. G.G.den
oluşmaktadır. Komisyon rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı
sıra Dünya Sağlık Örgütü tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini
ve uygulamalarını incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan
ülkelerdeki SSPE görülme sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye"deki üniversite
ve eğitim hastanelerinde takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit
etmeye çalışmıştır.
17. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir
rapor hazırlamıştır. Raporda;
i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı
hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30"unda
bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan birinin
de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.
ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE
olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını
açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma
Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE"nin
azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık
aşısının neden olmadığını açıklamıştır.
iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan
incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının
saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.
iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
v. Türkiye"de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından
önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices)
kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test
edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma
sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun
olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar
üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık
kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve
sistem sürekli olarak izlenmektedir.
vi. Türkiye"deki aşı uygulamalarının hastalıkların görülme
sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama
Danışma Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere
göre kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklik
çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine rapordaki bilgilere
göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında
dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda
yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da dokuzuncu ayda
tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık Örgütü 2000
yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci
doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar
etmiştir.
vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı
tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye"deki rutin kızamık
aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri
doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade
edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği,
bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7,
1995-1998 yıllarında ise %76"ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları
arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye
indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı,
2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık
aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95
oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşı oranlarının ise
sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiği ifade edilmiştir.
viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine
yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık
aşısının ikinci dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade
edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on
ikinci ayda uygulanmış, ilkokul birinci sınıfta yapılan kızamık aşısına da
devam edilmiştir.
ix. Türkiye"deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak
yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile
üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından
bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının
1.131 olduğu belirtilmiştir. Raporda; bu olguların %56"sının kızamık hastalığı
geçirdiğinin, %11"inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin %33"ü ile ilgili
bilgiye ulaşılamadığının, yalnızca %29"unda kızamık aşısı yapıldığının
bildirildiği ifade edilmiştir.
x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85
olduğu, Türkiye"deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu
dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma
oranının %95"lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma
oranının tek dozla bile %100"e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık
olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma
oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus
bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı
SSPE olgularının Çin"de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.
xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık
hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği
belirtilmiştir.
18. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak
aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
"Sonuç olarak;
1. Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP
kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden
kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır.
2. Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık
aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz
uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem
olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla
ilköğretim 1. sınıfta 2. doz uygulaması başlatılmıştır.
3. Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen
uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası
uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur.
4. SSPE hastalığı kızamık aşısının değil
kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı
virüsü sorumludur.
5. Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne
alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok
farklı olmadığı görülmektedir.
6. Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının
ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.
Öneriler;
1. Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke
genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdürülmelidir.
2. Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye
yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum
katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda
bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir.
3. Kızamık ve SSPE sürveyans
ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir.
4. İlgili dallardan uzmanların katılımıyla,
SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon
oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence
kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir.
5. Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu
konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle
seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması
önerilir.
(...)"
19. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 28/5/2008 tarihli kararla
davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
Davada herşeyden
önce davacıların çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılanıp aşılanmadığı
ya da aşılama yapıldı ise söz konusu aşılar içerisinde kızamık aşısının bulunup
bulunmadığı, başka bir deyişle ortada idarenin bir filinin bulunup bulunmadığı
belirlenmelidir.
Bakılan davada, davacıların 1998 doğumlu
çocukları [O.D.ye]
9 aylıkken Çınar Merkez Sağlık Ocağı ekiplerince kızamık aşısı yapıldığı,
çocuğun 3 yaşında iken kızamık hastalığına yakalandığı ve kısa bir süre sonra
iyileştiği, çocuğa ilköğretim 1. sınıfında 09.12.2003 tarihinde Höyükdibi Sağlık Ocağı ekiplerince 2. doz kızamık aşısının
yapıldığı, çocuğun 2005 yılı Haziran ayı"nda
rahatsızlanması üzerine kendisine Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi"nce
SSPE tanısı konduğu ve çocuğun yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 2006 yılı
Haziran Ayı"nda hayatını kaybettiği anlaşılmaktadır.
Sağlık hizmetleri bünyesinde risk taşıyan
hizmetlerden olup, idarenin ancak ağır hizmet kusurunun bulunduğu durumlarda
tazminle yükümlü tutulması gerekmektedir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü ortada
idarenin bir filinin bulunup bulunmadığı, eğer bir fiil var ise bu fiiliniddia edilen zarara sebep olup olamayacağı hususunun
belirlenmesine bağlıdır.
Söz konusu aşının yapıldığı durumlarda bile
aşının bahsi geçen hastalığa sebep olup olmayacağını, başka bir deyişle
idarenin fiilinin kusurlu olup olmadığını ortaya koymak gerekmektedir.
Davacılar tarafından hastalığın yanlış ve eksik doz kızamık aşısından
kaynaklandığı iddia edilmektedir. SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra
ortaya çıkan bir hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli
üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce hazırlanan 05.04.2006 tarihli
rapora göre SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir
komplikasyonudur. Bu açıdan hastalığın yapıldığı iddia edilen aşıdan
kaynaklandığı hususu bilimsel olarak kabul edilemiyecek
niteliktedir. Yine söz konusu rapora göre Genişletilmiş Bağışıklama Programı
kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden
kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi içerisinde güvenle ulaştırılmaktadır. Bu açıdan
aşının kendisinde bir bozukluk olması hususu da kabul edilemeyecek bir
durumdur. Aşının iki doz yerine tek doz yapılması hususuna gelince,
hem raporun hem de savunma dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998
yılına kadar tek doz bu yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir.
Bunların dışında, idarece sunulan aşı
uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl
olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması
gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ki olayımızda 2 doz da
yapılmış ancak bu aşının bozuk olması durumunda idarenin kusurlu olduğunun,
bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama açısından ise asıl sorumluluğun
ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava konusu olayda ise aşının bozuk
olma ihtimalinin bulunmadığı yukarıda bahsedilen rapor kapsamında
akademisyenlerce ortaya konulmuştur. Ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa
bile kişilerin kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu hususun kişinin
yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklandığının kabulü
gerekeceğinden, bu konuda da idareye atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.
Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarına
davalı idareye bağlı ekiplerce 9 aylıkken 1. doz, ilköğretim 1. sınıfında iken
de 2. doz kızamık aşısının yapılmış olması ayrıcaaşı
yapılmış olsa bile SSPE hastalığına yakalanılmasında kızamık aşısının sebep
olamayacağı, hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği,
aşının bozuk olma ihtimalinin ise bulunmadığı anlaşıldığından, davacıların
çocuğu [O.D.nin] bahsi geçen hastalığa yakalanması karşısında ortada
idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığından davacılarıntazminat
taleplerinin kabulüne olanak bulunmamaktadır."
20. Başvurucular ilk derece mahkemesi kararının hukuka aykırı
olduğunu, SSPE hastalığına yakalanma nedeninin aşının uygun koşullarda, yeterli
dozda ve ülke genelinde yaygın olarak yapılmaması olduğunu, davalı idare
tarafından hazırlatılan raporun hükme esas alınmasının hukuka aykırı olduğunu,
raporda aşı kalite kontrollerinin tam olduğundan bahsedilmiş ise de bu hususun
ne kadar doğru olduğunun açık olmadığını belirterek kararı temyiz etmişlerdir.
Başvurucular temyiz dilekçesinde ayrıca mahkeme kararında aşı yaptırıp
yaptırmama hususunda asıl sorumluluğun aileler üzerinde olduğu belirtilmiş ise
de sağlık hizmetinin vatandaş için bir hak, hizmeti veren devlet açısından bir
görev olduğunu, bu nedenle asıl sorumluluğun devlet üzerinde olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular son olarak aşı uygulamasının yetersiz olduğuna
ilişkin uzman doktorlar tarafından yapılan araştırma verilerinin dava dosyasına
eklenmesini talep etmelerine rağmen yerel mahkemece bu hususun göz ardı
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
21. Danıştay Onbeşinci Dairesi
25/4/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar
vermiştir.
22. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin
11/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
23. Bu karar 27/2/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir.
24. Başvurucular 12/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
25. 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu’nun 1. maddesi şöyledir:
"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve
milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle
mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı
tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir."
26. 1593 sayılı Kanun"un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti
bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan
doğruya ifa eder:
(...)
3 -Memlekete sari ve
salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.
4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok
miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır
amillerle mücadele.
(...)
6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve
uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç
olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe."
27. 1593 sayılı Kanun’un 57. maddesi şöyledir:
"Kolera, veba (Bübon
veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi
tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit
humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı,
çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari
beyin humması (İltihabı sahayai dimağii
şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa
humması (Hummai nifası)
ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai
racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur
eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku
bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe
olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak"ayı
haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından
ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da
mecburidir."
28. 1593 sayılı Kanun’un 72. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"57 nci
maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği
takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
(...)
2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
(...)"
29. 1593 sayılı Kanun’un 87. maddesi şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen
hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı
haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi
binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne
suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur."
30. 1593 sayılı Kanun’un 88. maddesi şöyledir:
"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı
ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının,
icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede
zikredilir."
31. 1593 sayılı Kanun’un 95. maddesi şöyledir:
"Sari
hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar
edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin
olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri
serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve
murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin olunur."
32. 1593 sayılı Kanun’un 280. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve
sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için
kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı
yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri
gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları
haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil
olunur."
33. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar
başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının k bendinin ilgili kısmı şöyledir:
“Sağlık
hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:
(...)
k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve
benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas
olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakope
mamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde kullanılan
ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve tüketiminin, amaç
dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan veya yapma ihtimali
bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddeler ile diğer
terkiplerin kontroluna, murakabesine ve bunların yurt
içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite kontrollerini yaptırmaya, özel
mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat verme işlerini yürütmeye Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir.
(...)”
34. 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun"un 1. maddesi şöyledir:
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun
bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve
tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program
dahilinde sosyalleştirilecektir."
35. 224 sayılı Kanun"un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile
amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine
yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.
Sağlık ocağı: Takriben 5000
- 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük
kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il
içinde idari taksimata uyması icabetmez."
36. 224 sayılı Kanun"un 9. maddesi şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti
teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri,
çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık
müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli
yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez
teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile
işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder."
37. 224 sayılı Kanun"un 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir
hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip
tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık
evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.
Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu
hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı
şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi
ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler."
38. 224 sayılı Kanun"un 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği
yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.
Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli,
ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği
hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine
verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı
sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler."
39. 224 sayılı Kanun"un 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden
faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela
sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı
hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları
sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar,
Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları
-kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir."
40. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:
a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal
bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum
sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak,
uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve
kurdurmak,
b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla
savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini
yapmak,
c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile
planlaması hizmetlerini yapmak,
d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop
maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin,
dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,
e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve
ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak,
(...)"
41. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname"nin 8. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:
a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü,
(...)
c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,
(...)
e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel
Müdürlüğü,
(...)"
42. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname"nin 9. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"Temel Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) (Değişik bent: 08/06/1984
- KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını
ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu
hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,
b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve
bağışıklık hizmetlerini yürütmek,
(...)
f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve
hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları,
bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek,
(...)"
43. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname"nin 11. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün
görevleri şunlardır :
a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların
imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli
olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu
amaçla gerekli kontrolleri yapmak,
(...)"
44. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname"nin 13. maddesi
şöyledir:
"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması
hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma
plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,
b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının
korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,
c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri
yapmak."
45. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname"nin 39. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları
şunlardır:
(...)
c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi
Başkanlığı."
46. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Refik
Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun"un 1. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine
bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere
teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi)
bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir."
47. 3959 sayılı mülga Kanun"un 2. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.
Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum
üzerine:
A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak
sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,
B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve
aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,
C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut
yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi
maddelerin kontrollerini yapmak,
(...)
E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair
sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla
mükelleftir."
48. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi"nin 262. maddesi şöyledir:
"Çocuk, küçük iken ana ve babasının
velayeti altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim, vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen
çocukları dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler."
49. 743 sayılı mülga Kanun"un 264. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuk, ana ve babasına riayete
mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil
veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler."
50. 743 sayılı mülga Kanun"un 268. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz
oldukları nisbette çocuklarının kanuni
mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin
reyine ihtiyaçları yoktur."
51. 743 sayılı mülga Kanun"un 272. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, vazifelerini ifa
etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir."
52. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun
335. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının
velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan
alınamaz."
53. 4721 sayılı Kanun"un 339. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi
konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve
uygularlar."
54. 4721 sayılı Kanun"un 346. maddesi şöyledir:
"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye
düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse
hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır."
55. 4721 sayılı Kanun"un 347. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi
tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana
ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir."
56. Sağlık Bakanlığının 13/8/1993 tarihli ve 09762 sayılı
Genelgesi"nin aşılama hizmetlerinin uygulanması sırasında dikkat edilmesi
gereken hususları düzenleyen ve tüm valiliklere gönderilen ekinin "Aşı Takvimi" başlıklı kısmı
şöyledir:
"AŞI TAKVİMİ:
1) BİR YAŞ ALTI (0-11 ay) BEBEKLERE
• 2. Ayın bitiminde ( 8
haftalık ) : BCG
DBT
POLİO
• 3. Ayın bitiminde ( 12
haftalık ) : DBT
POLİO
• 4. Ayın bitiminde ( 16
haftalık ) : DBT
POLİO
• 9. Ayın bitiminde ( 36
haftalık ) : KIZAMIK
2) RAPEL DOZ
• 1,5 yaşında ( 16-24
aylık ) : DBT
POLİO
3) OKUL AŞILAMALARl
• İlköğretim 1. sınıfta :
DT
POLİO
BCG (Bir skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)
•İlköğretim 5. sınıfta :
TT
BCG (İki skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)
• Lise l. sınıfta :
TT
• Lise 3. sınıfta : BCG (Üç skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır.)"
57. Anılan Genelge"nin "Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:
"[Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler:]
* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle
başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılanma durumunu kontrol ediniz, aşı
takvimine göre aşılanması gerekenleri ve eksik aşı1ıları tespit edip, aşılamak
için her fırsatı değerlendiriniz.
* Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk
ya da gebe için bir ampul/flakon açınız.
* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki
etiketi ve son kullanma tarihini kontrol ediniz, etiketi olmayan ya da son
kullanma tarihi geçmiş aşıları kullanmayınız. İlk olarak miadı önce dolacak
aşıyı kullanınız.
* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör
kullanınız.
* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri
gereken zaman ve uygulanan aşının yan etkileri hakkında bilgi veriniz ve
anladığından emin olunuz.
(...)
- Aşı uygulamalarını, ilgili tüm formlara
zamanında, tam ve doğru olarak kaydediniz."
58. Anılan Genelge"nin "Kızamık
Kontrolü" başlıklı kısmı şöyledir:
"Kızamık aşı ile korunulabilir
hastalıklar içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir.
Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek olan bir
hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası, yeterince bağışık olmayan bir
toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.
Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin
Temel Stratejiler:
1. Her il ve sağlık ocağı seviyesinde kızamık
aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamının sağlanması.
Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu,
uygun yaşta aşılama ile yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır. Ülkemizde olduğu
gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak aşılanması hedeflenen grup
1 yaş altı bebeklerdir. 1 yaş altı bebekleri yüksek oranda aşılama ile;
hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek ve ayrıca
hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu kızamığa
karşı korunmuş olacaktır.
Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık
yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri,
nüfusun yoğun oldugu bölgeler vb.) öncelik
verilmelidir.
Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik
çalışmalar GBP"nin bir parçası olarak ele
alınmalıdır.
2. Hastalık sürveyansının
güçlendirilmesi
Standart Vaka Tanımı:
- 3 gün veya daha uzun süren jeneralize makülopajüler döküntü
ve
- 38 derece veya daha yüksek ateş hikayesi
ve
- Öksürük, nezle ve konjunktivit
bulgularından en az birinin varlığı
Yukarıdaki tanıma uyan bir vakanın tespit
edilmesi halinde;
- Başkavakalar araştırılmalıdır.Bunun için aktif
vaka araştırması; bölgede ev ev araştırma, vakaların ve yakınlarının
araştırılması, tüm sağlık birimlerinin (resmi ve özel) hastalık ihbarı
konusunda uyarılmaları ve hastane kayıtlarının incelenmesi ile yapılabilir.
- Vakaların; adı, soyadı, cinsiyeti, yaşı,
hastalığın başlangıç tarihi, aşılanma durumu, aşılanma yaşı ve adresleri tespit
edilerek “Bildirimi Zorunlu Hastalıklar Tespit Fişi” (form 016) ne
kaydedilmelidir.
- Tespit edilen vaka sayısı önceki yılların ( son 5 yıl)vaka sayıları ile karşılaştırılarak, bir salgın
olup olmadığı belirlenmelidir.Mevcut vaka sayısının
daha önceki epidemi olmayan yılların aynı dönem vaka sayılarından ya da vaka
sayısı ortalamasından fazla olması halinde olay bir epidemi olarak kabul
edilmelidir.
- Vakalar hastalığın başlangıcı, buna imkan yoksa tespit tarihleri esas alınarak zaman grafiğine
işlenmeli, haftalık ve aylık grafikler ile olay takip edilerek, alınan
önlemlerin yeterli olup olmadığı izlenmelidir.
- Tespit edilen vakaların kişi ve yeri
özelliklerine göre (harita üzerinde işaretleme ile belirlenir) riskli bölge ve
nüfuslar tespit edilmelidir.
- Bölgenin aşılama durumu tespit edilerek,
riskli bölge ve gruplardan başlamak üzere aşısız ve hastalığı geçirmemiş hassas
nüfusun aşılanmasına başlanmalıdır.
-Tüm vakalar yakından izlenmeli ve
komplikasyonların erken teşhis ve tedavisi için gereken önlemler alınmalıdır.
Sürveyansın güçlendirilmesinde en önemli
konulardan biri; tüm sağlık kurumlarının düzenli, tam ve zamanında bildirim
yapmalarıdır. Bildirim yapılması kadar, sağlık kurumlarına düzenli geri
bildirim yapılması da çok önemlidir. Ayrıca, sağlık kurumları yanı sıra,
eczaneler, okullar, kreşler, aileler vb. toplumsal kurumlara bilgi verilerek,
şüpheli gördükleri vakaları en kısa sürede bir sağlık kurumuna göndermeleri
teşvik edilmelidir.
59. Anılan Genelge"nin "Soğuk
Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:
"Soğuk zincir, bir aşının potensini üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve
ihtiyacı olanlara yeterli miktarda ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden
oluşan sistemdir. Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı
uygulamaları aksayacak, kullanılan aşılar etkin değilse de,
%100 aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından
hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir Genişletilmiş Bağışıklama
Programının can alıcı komponentlerinden biri olarak
büyük önem taşımaktadır.
Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır,
aynca BCG ve Kızamık aşıları ultraviyole ışınına da
hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif etkisidir. Yani bir kerede çok
yüksek ısıya maruziyet kadar, bir
çok kereler daha az ısılara maruziyet de aşıyı
aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da azalırsa,
aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik gerektirir.
Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken, DBT, DT, Td
aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir.
İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları
aşağıdaki kurallara göre düzenlenir:
- Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk
zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak
merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere
dağıtımı ile sorumlu, bir soğuk zincir sorumlusu ve yardımcısı olmalıdır.
- Aşıların dağıtımında son kullanma tarihleri
mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce kullanımı
sağlanmalı ve miadı dolmuş olanlar vakit geçirilmeden imha edilmelidir.
- Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı
sevkiyatında kullanılan frigo-rifik kamyonların
soğutucu üniteleri ilde bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı,
bunun için de kamyonun park edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.
- Ankara merkez depodan kurye ile sevkiyat
yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı
kullanılmalıdır.
- İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak
yapılan aşı sevkiyatlarında 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil
kabı kullanılabilir.
- Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir
malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme
ihtiyacı belirlenmeli, onarımı/temini sağlanmalıdır.
- Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında
saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi
belirlenmelidir.
- Buzdolaplarında mutlaka bir termometre
bulundurulmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konmalı ve dolabın
ısısı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır.
- Buzdolabının kapısına bir ısı izlem
çizelgesi yapıştırılarak, dolabın ısısı sabah ve akşam bu çizelgeye
kaydedilmelidir.
- Buzdolabı gölge, ancak kışın ısıtılan
odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta düz bir zemine
yerleştirilmelidir.
- Buzdolabının yerleştirilmesinde şunlara
dikkat edilmelidir:
•Aşıları yalnızca buzdolabı raflarında
tutunuz.
•Aşı kutu/şişeleriarasında
yeterli bir hava dolaşımına izin verecek kadar mesafe bırakınız.
•Aşı yerleştirilmesinde miadı yakın bir süre
sonra dolacak olan aşıların en kolay alınabilecek sol ön kısımda bulunmasına
çok dikkat ediniz.
•Dolap kapağına hiçbir şey koymayınız.
•Buzdolabına asla aşı dışında yiyecek
maddeleri vs.koymayınız.
•Buzlukta aralıklı olarak dizilmiş buz aküleri
bulundurunuz.
•Buzluğun 0.5 cm’den fazla buzlanmamasına
dikkat ediniz.
•En alt kısıma
(sebzelik) dolap ısısının sabit tutulmasına yardımcı olmak üzere su şişeleri
yerleştiriniz.
•Buzdolabının sık sık açılmasını engellemek
için kapağını kilitli tutunuz.
- Olabilecek elektrik kesintilerinde
buzluktaki buz aküleri buzdolabı kapağına yerleştirilmeli ve kapak
açılmamalıdır. Bu yolla aşılar 48 saat süreyle bozulmazlar.
- Buzdolabı temizliği yapılırken ve saha
uygulamalarında aşılar aşı nakil kabı ile nakledilmeli ve korunmalıdır.
- Donduğundan şüphelenilen DBT, DT ve TTaşıları donma-çalkalama testi ile değerlendirilmeden
kullanılmamalıdır.
- Aşı uygulamaları esnasında; kızamık aşısı
sulandırıldıktan 4 saat sonra, polio aşısı açıldıktan
8 saat sonra atılmalıdır."
60. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün
tüm valiliklere gönderdiği 10/2/1998 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:
"(...) 1998 yılından itibaren bütün
illerde ilkokul 1. sınıflarda 2. doz kızamık aşısı uygulamasına başlanacaktır."
B. Uluslararası Hukuk
61. Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve
27/1/1995 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak
yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme"nin 3. maddesi
şöyledir:
“(1) Kamusal
ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama
organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde,
çocuğun yararı temel düşüncedir.
(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının,
vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve
ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için
gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve
idari önlemleri alırlar.
(3)
Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların,
hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve
uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan
ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
62. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 24. maddesi şöyledir:
" 1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek
en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini
veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir
çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun
bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.
2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak
uygulanmasını takip ederler ve özellikle:
a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının
düşürülmesi;
b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve
tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek
sağlanması;
c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve
başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen
tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması
yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne
alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;
d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun
bakımın sağlanması:
e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle
ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile
beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda
temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;
f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya
rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi;
amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için
zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her
türlü önlemi alırlar.
4. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın
tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı
olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri
özellikle gözönünde tutulur."
63. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur
(...)"
64. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07,
27/1/2015, § 67).
65. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu
altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81).
66. AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi
gibi meselelerde, taraf devletlerin yetkili makamlarının AİHM"e
göre daha elverişli konumda olduğunu belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz
[BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
67. Mahkemenin 10/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
68. Başvurucular kızamık aşısının ülke genelinde yaygın, yeterli
ve uygun koşullarda yapılması hâlinde SSPE hastalığına yakalanma oranının
oldukça düşeceğini, kızamık aşısının ülkemizde 1987-1998 yılları arasında tek
doz olarak uygulandığını, tek doz kızamık aşısının ancak ülke genelinde yaygın
ve uygun koşullarda yapılması hâlinde koruyucu özellik göstereceğini, devletin
aşılamanın doğru ve uygun koşullarda yapılmasını sağlamakla yükümlü olduğunu
ifade etmişlerdir. Başvurucular müşterek çocukları O.D.nin
kızamık aşısını yaptırdıkları hâlde bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda
yapılmaması nedeniyle önleyici özellik göstermediğini, oğullarının bu sebeple
SSPE hastalığına yakalandığını ve yaşamını yitirdiğini ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular; oğullarının ölümü ile neticelenen olayda Sağlık Bakanlığının
kusurlu olduğu açık iken açtıkları davadan olumlu netice alamadıklarını,
davanın reddinin hukuka aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular bu
nedenlerle yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
69. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvurunun yaşam hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği belirtilmiş; akabinde ise
yaşam hakkına ilişkin Anayasa Mahkemesi içtihatlarına değinilmiştir. Bakanlık
görüşünde; Sağlık Bakanlığından elde edilen verilere atıf yapılarak ülkemizde
geçmişte uygulanmış ve uygulanmakta olan kızamık aşılama şemalarının başta
Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel
bulgularla uyumlu olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde
yine Sağlık Bakanlığı verilerine atıf yapılarak SSPE hastalığının kızamık
aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, ülkemizdeki tüm
aşıların kalite kontrollerinin yapıldığı belirtilmiştir.
70. Bakanlık görüşünde, SSPE hastalığı ile kızamık aşısı
uygulamaları konusunda üniversite öğretim üyelerinin katılımıyla 27/7/2016
tarihinde bir toplantı gerçekleştirildiği ve bu toplantı sonunda "Hiçbir aşının etkinliği %100 değildir. O
nedenle de aşılanan çocuklarda hastalık görülebilir. Kızamık aşısı, etkinliği
en yüksek aşı/ardan biridir. Bu nedenle uzun yıllar boyunca tek doz aşı
uygulanması önerilmiştir. Kizamık aşısının
uygulandığı aya bağlı olarak tek doz aşı uygulaması sonucunda koruyuculuğu
%90-98 arasında değişmektedir." şeklinde tespitlerin yapıldığı
ifade edilmiştir.
71. Bakanlık görüşünde; Diyarbakır İdare Mahkemesi O.D.ye
birincisi dokuz aylıkken, ikincisi ilkokul birinci sınıftayken iki defa aşı
yapıldığını kabul etmiş ise de yasal mevzuat da dikkate alınarak aşı takip
sorumluluğunun belirlenmesinin faydalı olacağı belirtilmiştir.
72. Bakanlık görüşünde; Sağlık Bakanlığından konuya ilişkin görüş
alındığı, Sağlık Bakanlığı tarafından kendilerine gönderilen görüş yazısında
4721 sayılı Kanun"un "Ana ve baba,
çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaarini
göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar."
şeklindeki 339. maddesinin birinci fıkrasına atıf yapılarak aşı konusunda asıl
olarak ebeveyne görev yüklenmiş olduğunun belirtildiği ifade edilmiştir.
Bakanlık görüşünde Diyarbakır İdare Mahkemesinin de aşı takibi konusunda asıl
sorumluluğun ailede olduğu yönünde değerlendirmeler yaptığı belirtilmiştir.
73. Bakanlık görüşünde ayrıca zorunlu aşı uygulamaları ile
alakalı olarak Anayasa Mahkemesinin Halime Sare Aysal
[G.K.] (B. No: 2013/1789, 11/11/2015) kararına değinilmiştir.
74. Bakanlık görüşünde, somut olayda yaşam hakkının maddi
boyutunun ihlal edilip edilmediğinin takdiren Sağlık
Bakanlığından temin edilebilecek evrakın da gözönünde
bulundurularak incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
75. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların bu başlık altında ileri
sürdüğü iddiaların temel olarak yaşam hakkı ile ilgili olduğu değerlendirilerek
incelemenin bu kapsamda yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
76. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
77. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
78. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
79. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
80. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini özel sağlık ve sosyal
kurumları ile kamu kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek yerine
getireceği kurala bağlanmıştır (İlker Başer
ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
81. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre
devletin öncelikle, yaşamı tehlikeye girebilecek kişileri korumak için yeterli
yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir.
82. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
83. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal
olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
84. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu
durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59;
Nail Artuç, § 37).
85. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri
tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların
uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini
önleyebilmesi, hak ihlali devam etmekte ise onu sonlandırabilmesi veya sona
ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim
sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
86. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri
sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile
ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti
altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin
Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
87. Somut olayda başvurucular, oğulları O.D.nin
SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirmesi üzerine idare aleyhine
açtıkları tam yargı davasının reddedilmesinden sonra yaşam hakkının ihlal
edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, SSPE
hastalığına kızamık aşısının neden olduğu yönünde bir iddia ileri
sürmemişlerdir. Başvurucular gerek derece mahkemelerine sundukları dilekçelerde
gerekse bireysel başvuru formunda oğullarına kızamık aşısı yaptırdıkları hâlde
bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etki
gösteremediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca kızamık aşısının ülke
genelinde yaygın olarak yapılmamış olmasından şikâyet etmişlerdir.
88. Başvurucuların oğulları O.D.nin
dokuz aylıkken birinci doz kızamık aşısını, ilkokul birinci sınıfta iken de
ikinci doz kızamık aşısını olduğu hususunda herhangi bir ihtilaf
bulunmamaktadır. Bu bağlamda başvurucular oğullarının aşılarını zamanında
yaptırdıklarını ifade etmişlerdir. Keza Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi, dava
dosyasındaki bilgi ve belgeleri dikkate alarak O.D.nin
hem dokuz aylıkken hem de ilkokul birinci sınıfta iken kızamık aşısı olduğunu
belirtmiştir.
89. Bu durumda öncelikle kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık
hastalığına yakalanılmasının mümkün olup olmadığının açıklığa kavuşturulması
gerekir.
90. Bu husus ile ilgili olarak derece mahkemelerince hükme esas
alınan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonu raporuna değinmek yerinde olacaktır.
Başvurucular, bireysel başvuru formunda anılan rapora yönelik herhangi bir
iddia ve itiraz ileri sürmemişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde, çeşitli
üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce hazırlanan söz konusu raporun
objektifliğinin ve/veya yeterliğinin sorgulanmasına neden olabilecek herhangi
bir husus da tespit edilememiştir. Dolayısıyla kızamık aşısı olunmasına rağmen
kızamık hastalığına yakalanılmasının mümkün olup olmadığı hususu değerlendirilirken
bu rapordaki verilerden yararlanılmasında herhangi bir sakınca olmadığı
kanaatine varılmıştır.
91. Anılan raporda, dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının
etkinliğinin %80-85 olduğu ifade edilmiştir. Rapordaki bu açıklamadan aşılanan
çocuklarda da kızamık hastalığı görülmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Bu
durumda Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin kızamık aşısı olunmasına rağmen
kızamık hastalığına yakalanılmasının kişinin yeterli bağışıklık düzeyine
ulaşamamış olmasından kaynaklandığını kabul etmesinde herhangi bir sorun
bulunmamaktadır.
92. Kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına
yakalanılmasının mümkün olup olmadığı hususu ile ilgili olarak ayrıca kızamık
aşılarının uygun koşullarda yapılmadığı, bu sebeple aşıların koruyucu özellik
gösteremediği yönündeki iddiaların incelenmesi gerekir.
93. Başvurucuların oğulları O.D.nin
hayatta olduğu dönemde yürürlükte bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam
Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinin teşkilini düzenleyen 3959 sayılı mülga
Kanun"un 2. maddesinde, Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinin diğer
bazı görevlerin yanı sıra Sağlık Bakanlığınca nevileri tayin edilen serum ve
aşıları hazırlamakla ve kontrollerini yapmakla yükümlü olduğu belirtilmiştir
(bkz. § 47). Keza 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname"nin 9. maddesinde,
Sağlık Bakanlığının insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları
denetlemekle yükümlü olduğu ifade edilmiştir (bkz. § 42). Bunların yanı sıra
olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan Genişletilmiş Bağışıklama
Programı Genelgesi"nde soğuk zincir kuralı ile ilgili olarak ayrıntılı
düzenlemelere yer verilmiştir (bkz. § 59).
94. Başvurucular, aşıların uygun koşullarda yapılmadığı
iddiasını soyut bir şekilde ileri sürmüş olup soğuk zincir sistemindeki hangi
uygulamanın somut olayda yetersiz kaldığı yahut etkisiz bir şekilde işlediği
hususunda yeterli açıklamada bulunmamışlardır. Dolayısıyla Diyarbakır 2. İdare
Mahkemesinin Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların
kalite kontrollerinin yapıldığı ve soğuk zincir sistemi içinde güvenle
kullanıcıya ulaştırıldığı, bu nedenle aşının bozuk olduğu yönündeki iddianın
kabul edilemeyecek bir durum olduğu şeklindeki değerlendirmesinin somut olayın
koşulları bağlamında makul olmadığı söylenemeyecektir.
95. Kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına
yakalanılmasının mümkün olup olmadığı hususu ile ilgili olarak kızamık
aşılarının yeterli dozda yapılmadığı yönündeki iddianın da incelenmesi gerekir.
Başvurucular bu iddiayı, oğullarına yapılan kızamık aşılarının dozajının
yetersiz olduğu hususu ile bağlantılı olarak ileri sürmemişlerdir.
Başvurucular, kızamık aşısının yeterli dozda yapılmadığı yönündeki iddiayı
Türkiye"deki kızamık aşılarının belli bir dönem çift doz yerine tek doz olarak
yapılması hususu ile bağlantılı olarak ileri sürmüşlerdir. Bu husus ile ilgili
olarak başvurucuların oğulları O.D.nin hayatta olduğu
dönemde Türkiye"de çift doz uygulamasına geçildiğini ve O.D.ye hem dokuzuncu
ayda hem de ilkokul birinci sınıfta kızamık aşısı yapıldığını belirtmek
gerekir. Dolayısıyla bu aşamada söz konusu iddianın üzerinde daha fazla
durulmasının gerekli olmadığı değerlendirilmiştir. Bununla birlikte
Türkiye"deki kızamık aşılarının 1998 yılına kadar çift doz yerine tek doz
olarak yapılması hususuna, kızamık aşısının ülke genelinde yaygın olarak
yapılmadığı yönündeki iddia incelenirken yine değinilecektir.
96. Başvuru konusu olayda kızamık aşısının ülke genelinde yaygın
bir şekilde yapılmadığı yönündeki iddianın da incelenmesi gerekir. Başvurucular
kızamık aşısının ülke genelinde yaygın olarak yapılması hâlinde SSPE
hastalığına yakalanma oranının oldukça düşeceğini, başka bir deyişle kızamık
aşısının ülke genelinde yaygın şekilde yapılarak toplumun bağışıklığının yükseltilmesi
hâlinde oğulları O.D.nin kızamık hastalığına,
dolayısıyla SSPE hastalığına yakalanmayacağını ileri sürmüşlerdir.
97. Koruyucu sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde
organize edilmesi ve bireylere sunulması konusunda devletin belli ölçüde
pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır. Devletin öncelikle bulaşıcı bir
hastalığın görülmesi hâlinde bu durumu tespit etmeye elverişli bir sistem
kurması ve bu vakanın bir salgına dönüşmemesi için gerekli olan önlemleri
alması gerekir.
98. Hastalığın ihbarı ve bildirimi sisteminde gerek kamusal
makamların gerekse anne ve babanın oldukça hassas davranması gerekir. Anne ve
babaların bulaşıcı bir hastalığa yakalanan yahut yakalandığından
şüphelendikleri çocuklarını derhâl sağlık kuruluşlarına ulaştırması, sağlık
kuruluşlarındaki görevlilerin de söz konu vakayı değerlendirerek gerekli
önlemleri alması gerekir.
99. Gerekli önlemlerin alınması noktasında devletin yüksek aşılama
oranlarına ulaşarak toplumun bağışıklığını güçlendirmesi önemlidir. Devletin
normal dönemlerde yüksek aşılama oranlarına ulaşması ve toplumun bağışıklığını
güçlendirmesi yönünde pozitif yükümlülükleri bulunmakla birlikte bu pozitif
yükümlülüklerin kapsamının bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın görülmesi
ve/veya bu durumun bir salgına işaret etmesi hâlinde daha geniş olacağı da
muhakkaktır.
100. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele kapsamında önemli hükümler
içeren 1593 sayılı Kanun hâlen yürürlüktedir. Bu Kanun"un 88. maddesinde çiçek
aşısı mecburi bir aşı olarak öngörülmüştür. Bunun yanı sıra 1593 sayılı
Kanun’un 57. maddesinde kızamık hastalığı da dâhil olmak üzere belirli hastalık
türleri sayılmış, 72. maddesinde ise 57. maddede zikredilen hastalıklardan
birinin ortaya çıkması veya ortaya çıkmasından şüphe edilmesi durumunda bir
kısım tedbirlere başvurulacağı belirtilmiş ve söz konusu tedbirler arasında
hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı uygulanması
şeklindeki tedbire de yer verilmiştir (bkz. §§ 25-32). Başvuruya konu olayların
meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan Genelge"de
ise bebeklik dönemini de kapsayacak şekilde belirli yaş grupları için çeşitli
periyotlar dâhilinde bazı aşıların uygulanmasına ilişkin esas ve usuller
düzenlenmiştir (Halime Sare
Aysal §§ 71, 72).
101. Derece mahkemelerince hükme esas alınan bilirkişi
raporunda, kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlardan
korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin aşılanması ile toplumun
bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir. Raporda; Türkiye"de 1970
yılında başlatılan rutin kızamık aşısı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve
Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına
kadar tek doz olarak sürdürüldüğü, aşılanma oranının 1987 yılından bu yana
giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60.7"ye, 1991-1994 yılları arasında %73,7"ye ulaştığı
belirtilmiştir. Raporda, başvurucuların oğullarının dünyaya geldiği 1997 yılının
da aralarında bulunduğu 1995-1998 döneminde %76 aşılama oranına ulaşıldığı
ifade edilmiştir. Raporda ayrıca 2003-2005 yılları arasında gerçekleştirilen
kızamık aşısı günleri kapsamında 15 yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapıldığı
belirtilmiştir.
102. Söz konusu veriler dikkate alındığında başvurucuların
oğulları O.D.nin dünyaya geldiği dönemde kızamık
hastalığının eliminasyonu tam olarak gerçekleştirilememiş ise de kızamık
hastalığının eliminasyonu için sürekli olarak artan aşılama oranlarına ulaşıldığı
ve bu kapsamda rutin aşılamaların yanı sıra çeşitli aşı kampanyaları
yürütüldüğü görülmektedir. İhtiyaçların öncelik sıralamasının belirlenmesinde
ve kamusal kaynakların hangi sağlık hizmetine ne kadar tahsis edileceği
hususunda idari makamların daha elverişli konumda oldukları dikkate alındığında
somut olayda anılan dönemde kızamık hastalığının tamamen yok edilememiş
olmasında yetkili makamlara bir sorumluluk atfedilemeyeceği
değerlendirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, başvurucuların yaşadığı bölgede
başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde rutin aşılamaların yanı sıra ek
bazı önlemlerin alınmasını gerektirebilecek bir durumun olduğuna ve bu hususta
o dönemde yetkili olan kamu makamlarına bildirimde bulunulduğuna ilişkin bir
kayıt da mevcut değildir. Başvurucular da olayların meydana geldiği dönemde -O.D. henüz kızamık hastalığına yakalanmamış iken-
yakın çevrelerinde kızamık hastalığı görülmesi üzerine yetkili kamu makamlarına
durumu bildirdiklerini yahut kamu makamlarının durumu bildiğini ancak gerekli
tedbirleri almadıklarını ileri sürmemişlerdir. Esasında bulaşıcı hastalığa
ilişkin bir vakanın görülmediği ve/veya bir salgının ya da salgın tehlikesinin
olmadığı normal durumlarda derece mahkemelerinin kararlarında da belirtildiği
üzere aşı takip sorumluluğunun asıl olarak anne ve babalar üzerinde olduğu
kabul edilmelidir.
103. Başvuru konusu olayda son olarak Türkiye"deki kızamık
aşılarının 1998 yılına kadar çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna
değinmek gerekir. Derece mahkemelerince hükme esas alınan bilirkişi raporuna
göre, Dünya Sağlık Örgütü 1970 yılı sonlarında kızamık aşısını bebeklik çağında
yapılması gereken aşılar arasına almış, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları
arasında dokuzuncu ayda tek doz olarak önermiş, 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda
yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rapordaki
bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek doz
önerisini devam ettirmiş ancak 2000 yılında dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık
aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş ve 2003
yılında da bu önerisini tekrar etmiştir. Başvuru formu ve eklerindeki bu bilgi
ve belgeler dikkate alındığında Türkiye"de belli bir dönem tek doz olarak
uygulanan kızamık aşısının anılan dönemdeki uluslararası standartlarla uyumlu
olduğu, o dönemdeki uluslararası standartlara uygun olarak hareket eden kamu
makamlarının sonradan ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulamayacağı
değerlendirilmiştir.
104. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda
devletin koruyucu sağlık hizmetleri kapsamındaki yükümlülüklerini yerine
getiremediğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca dava reddedilmiş bile olsa
başvurucuların etkili bir yargısal korumadan yararlanamadığı da söylenemez.
105. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda yaşam hakkının
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
106. Başvurucular, oğullarının ölümü üzerine açtıkları tam yargı
davasının makul sürede tamamlanmadığını ileri sürmüşlerdir.
107. Bakanlık görüşünde; yargılamanın yedi yılı aşkın bir süre
devam ettiği, bu hususun yaşam hakkının usul boyutu açısından incelenebileceği
ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
108. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır.
109. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
110. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
111. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.