
Esas No: 2013/8058
Karar No: 2013/8058
Karar Tarihi: 22/6/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ORHAN ERSOY BAŞVURUSU (10) |
(Başvuru Numarası: 2013/8058) |
|
Karar Tarihi: 22/6/2015 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Hicabi
DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
Raportör Yrd. |
: |
Gökçe GÜLTEKİN |
Başvurucu |
: |
Orhan ERSOY |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hisse senedi
satın almak maksadıyla Kübra Holding A.Ş. yetkililerine ödediği parayı geri
alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye
Piyasası Kuruluna yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004
tarihinde Ankara 11. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka
aykırı olarak reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını
belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, yeniden yargılama yapılması ve adli yardım talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 21/10/2013
tarihinde Hannover Başkonsolosluğu vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 17/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Başvurucu, bireysel başvuru
harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım
isteminde bulunmuş, Bölüm tarafından 10/7/2014 tarihinde, adli yardım talebinin
kabulüne karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından
11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 7/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türkiye’de
faaliyet gösteren sekiz ayrı anonim şirket yetkililerine 1997-2001 yılları
arasında hisse senedi satın almak maksadıyla yaptığı ödemeleri ve şirket
tarafından vaat edilen kar paylarını geri alamaması üzerine zararının
giderilmesi amacıyla 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kuruluna
başvurmuştur.
9. Anılan başvuruya İdarece
cevap verilmemesi üzerine başvurucu, yasal yükümlülüklerini yerine
getirmediğinden bahisle sorumlu olduğunu ileri sürdüğü Sermaye Piyasası Kurulu
aleyhine 250.000,00 TL zararının ödenmesi istemiyle 18/5/2004 tarihinde Ankara
11. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
10. Mahkemenin, 22/6/2005
tarihli ve E.2004/1538, K.2005/1004 sayılı kararıyla, davalı İdarenin yasal
olarak belirlenen görev, sorumluluk ile yetkileri çerçevesinde inceleme ve
denetim görevini yaptığı, yükümlülüklerini yerine getirdiği, başvurucunun zararının
oluşumundan sorumlu tutulabileceği eylem ve eylemsizliğinin bulunmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
11. Temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 17/3/2006 tarihli ve E.2005/10052,
K.2006/1423 sayılı ilâmıyla, birbirinden ayrı şirketlerin faaliyetleri
nedeniyle denetim görevini yerine getirmeme şeklindeki dava konusu istemlerin
aralarında maddi bağlılık bulunmadığı, istemler arasında Kanun hükmünün
öngördüğü anlamda sebep-sonuç ilişkisinden de söz edilemeyeceği belirtilerek
anılan işlemlere karşı tek dilekçe ile dava açılmasına olanak bulunmadığı
gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
12. Ankara 11. İdare Mahkemesi,
27/9/2007 tarihli ve E.2007/724, K.2007/1394 sayılı kararıyla bozma kararına
uyarak, her bir şirket açısından ayrı dilekçelerle dava açılması gerektiği
belirtilerek, usulüne uygun olarak yeniden dava açılmak üzere dilekçenin
reddine karar vermiştir.
13. Her bir şirket nedeniyle
oluştuğu iddia edilen zarar için ayrı dilekçelerle dava açan başvurucunun,
Kübra Holding A.Ş."ye ödediği parayı geri
alamadığından bahisle 53.839,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi zararının
ödenmesi istemiyle açtığı davada, Ankara 11. İdare Mahkemesinin, 26/12/2008
tarih ve E.2008/357, K.2008/2555 sayılı kararıyla “merkezi Konya ve Yozgat olan bazı şirketlerin Kurula kayıt
yükümlülüğünü yerine getirmeden sermaye artırımı yaparak veya paylarını,
çoğunluğu yurt dışında bulunan vatandaşlara hukuksal geçerliliği olmayan
belgeler karşılığında sattıklarının belirlendiği, davalı idarece bu konuda
yapılan araştırmalar sonucu tasarruf sahiplerinin şirket yöneticilerine güveni
ve vaat edilen yüksek kar payları nedeniyle bu yatırımları yaptıkları, ancak şirketlerin
verimsiz çalıştığı ve kar edemedikleri, dava konusu şirket hakkında Cumhuriyet
Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu, bunun yanında yurt dışında yaşayan
yatırımcıların bilgilendirilmesi amacıyla gazetelere ilanlar verilerek yurt
içinde ve yurt dışında toplantılar yapıldığı, Sermaye Piyasası Kanununda
kişisel mali yatırım zararlarının idarece ya da kamu kaynaklarından
karşılanmasını gerektiren bir hükme yer verilmediği, öte yandan davalı İdarece
olayın öğrenilmesinden sonra kamuoyu bilgilendirme toplantıları yapıldığı, dava
konusu şirket için de para cezaları uygulanarak suç duyurusunda bulunulduğu,
İdarenin koşullarının gerekleri ve olanaklarına göre Kanun"da verilen görevleri
yerine getirdiği, buna göre başvurucunun uğradığı zararla davalı İdarenin
herhangi bir eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı”
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
14. Temyiz üzerine karar,
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 18/5/2011 tarihli ve
E.2009/4121, K.2011/2327 sayılı ilâmıyla onanmıştır.
15. Başvurucunun karar düzeltme
istemi aynı Dairenin 13/6/2013 tarihli ve E.2011/4413, K.2013/1818 sayılı
ilâmıyla reddedilmiştir.
16. Karar, başvurucuya 4/10/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu, 21/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
18. 28/7/1981 tarihli ve 2499
sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun “Cezai
Sorumluluk” kenar başlıklı 47. maddesinin birinci fıkrasının (A)
bendi şöyledir:
“(Değişik:
23/1/2008-5728/372 md.) Diğer kanunlara göre daha ağır bir cezayı gerektiren bir suç
oluşturmadığı takdirde;
1. Sermaye piyasası
araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri
kendisine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye
piyasasında işlem yapanlar arasındaki fırsat eşitliğini bozacak şekilde
mameleki yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek, içerden öğrenenlerin
ticaretidir. Bu fiili işleyen 11 inci madde kapsamındaki ihraççılarla, sermaye
piyasası kurumlarının veya bunlara bağlı veya bunlara hâkim işletmelerin
yönetim kurulu başkan ve üyeleri, yöneticileri, denetçileri, diğer personeli ve
bunların dışında meslekleri veya görevlerini ifa etmeleri sırasında bilgi
sahibi olabilecek durumda olanlarla, bunlarla temasları nedeniyle doğrudan veya
dolaylı olarak bilgi sahibi olabilecek durumdaki kişiler,
2. Yapay olarak,
sermaye piyasası araçlarının, arz ve talebini etkilemek, aktif bir piyasanın
varlığı izlenimini uyandırmak, fiyatlarını aynı seviyede tutmak, arttırmak veya
azaltmak amacıyla alım ve satımını yapan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin
yetkilileri ve bunlarla birlikte hareket edenler,
3. Sermaye piyasası
araçlarının değerini etkileyebilecek, yalan, yanlış, yanıltıcı, mesnetsiz bilgi
veren, haber yayan, yorum yapan ya da açıklamakla yükümlü oldukları bilgileri
açıklamayan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri ve bunlarla birlikte
hareket edenler,
4. 4
üncü maddenin birinci ve üçüncü fıkralarına aykırı hareket edenlerle,
sermaye piyasasında izinsiz olarak faaliyette bulunan veya yetki belgeleri
iptal olunduğu veya faaliyetleri geçici olarak durdurulduğu halde ticaret
unvanlarında, ilan veya reklamlarında sermaye piyasasında faaliyette
bulundukları intibaını yaratacak kelime veya ibare kullanan veya faaliyetlerine
devam eden gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri,
5. Sermaye piyasası
kurumlarına, bu Kanunun 13/A ve 13/B maddeleri kapsamındaki teminat
sorumlularına ve 38/B ve 38/C maddeleri kapsamındaki fon kuruluna; sermaye
piyasası faaliyetleri sebebiyle veya emanetçi sıfatıyla veya idare etmek için
veya teminat olarak veyahut her ne nam altında olursa olsun, kayden veya fiziken tevdi veya
teslim edilen sermaye piyasası araçları, nakit ve diğer her türlü kıymeti
kendisinin veya başkasının menfaatine satan veya rehneden
veya her ne şekilde olursa olsun kullanan, gizleyen yahut inkâr eyleyen veyahut
bu amaca ulaşmak ya da bu fiillerini gizlemek için bilgisayar ortamında
tutulanlar dahil kayıtları tahvil ve tağyir eden ilgili gerçek kişilerle tüzel
kişilerin yetkilileri,
6. Bu Kanunun 15 inci
maddesinin son fıkrasında belirtilen işlemlerde bulunarak kârı veya mal varlığı
azaltılan tüzel kişilerin yetkilileri ve bunların fiillerine iştirak edenler,
7. Karşılıksız olarak
sermaye piyasası araçlarının geri alım taahhüdü ile satımını yapan ilgili
gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri,
her
bir alt bent kapsamına giren fiillerden dolayı iki yıldan beş yıla kadar hapis
ve beşbin günden onbin güne
kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.”
19. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu"nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14.
maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası,
49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi (bkz. B. No: 2013/8905,
8/9/2014, §§ 10-13).
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 22/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/10/2013 tarih ve 2013/8058
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, yurt dışında çok
zor şartlar altında çalışarak özveri ile biriktirdiği tasarruflarını Türkiye’de
faaliyet gösteren bir anonim şirketten hisse senedi satın almak suretiyle
değerlendirdiğini, ancak izinsiz halka arz faaliyetinde bulunduğunu tespit
ettiği bu şirketten daha sonra parasını geri alamadığını, anılan şirketin kayıt
dışı yaptığı işlerle ilgili zamanında gerekli önlem ve tedbirleri almamak ve
denetim görevini yerine getirmemek suretiyle sorumluluğu bulunduğundan bahisle
uğradığı zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası
Kuruluna yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004 tarihinde
Ankara 11. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak
reddedildiğini, yargılama aşamasında çeşitli usulsüzlüklerin ve keyfi
uygulamaların olduğunu, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek,
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve adli
yardım talep etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kurulu"na
yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004 tarihinde Ankara 11.
İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini,
yargılama aşamasında çeşitli usulsüzlüklerin ve keyfi uygulamaların olduğunu
belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına
ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi kendisi yapar. Anılan ihlal iddiaları, yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığı kapsamında incelenmiştir. Başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiası ise ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
23. Anayasa"nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
24. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
26. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21).
27. Başvurucu, yurt dışında çok
zor şartlar altında çalışarak özveri ile biriktirdiği tasarruflarını Türkiye’de
faaliyet gösteren bir anonim şirketten hisse senedi satın almak suretiyle
değerlendirdiğini, ancak izinsiz halka arz faaliyetinde bulunduğunu tespit
ettiği bu şirketten daha sonra parasını geri alamadığını, anılan şirketin kayıt
dışı yaptığı işlerle ilgili zamanında gerekli önlem ve tedbirleri almamak ve
denetim görevini yerine getirmemek suretiyle sorumluluğu bulunduğundan bahisle
uğradığı zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası
Kuruluna yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine Ankara 11. İdare
Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini,
yargılama aşamasında çeşitli usulsüzlüklerin ve keyfi uygulamaların olduğunu
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, Türkiye’de faaliyet gösteren sekiz ayrı anonim şirket yetkililerine
1997-2001 yılları arasında hisse senedi satın almak maksadıyla yaptığı
ödemeleri ve şirket tarafından vaat edilen kar paylarını geri alamaması
nedeniyle zararının giderilmesi talebiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası
Kuruluna yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine Ankara 11. İdare
Mahkemesinde tam yargı davası açmış, Mahkemece, davalı idare tarafından yapılan
araştırmalar sonucu dava konusu zarara neden olduğu iddia edilen şirket
hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu, bunun yanında yurt
dışında yaşayan yatırımcıların bilgilendirilmesi amacıyla gazetelere ilanlar
verilerek yurt içinde ve yurt dışında toplantılar yapıldığı, Sermaye Piyasası
Kanunu"nda kişisel mali yatırım zararlarının idarece ya da kamu kaynaklarından
karşılanmasını gerektiren bir hükme yer verilmediği, İdarenin koşulların
gerekleri ve olanaklarına göre Kanun"da verilen görevleri yerine getirdiği,
başvurucunun uğradığı zararla davalı idarenin herhangi bir eylem ve işlemi
arasında illiyet bağı saptanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 18/5/2011 tarihli ilâmıyla hüküm onanmış, karar düzeltme istemi aynı
Dairenin 13/6/2013 tarihli ilâmıyla reddedilmiştir.
29. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
30. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
31. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Süresinin Makul Olmadığı İddiası
32. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Başvurucu, hisse senedi
satın almak maksadıyla Kübra Holding A.Ş. yetkililerine ödediği parayı geri
alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye
Piyasası Kurulu"na yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004
tarihinde Ankara 11. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında yargılamanın
makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
34. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle,
Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
35. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
36. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın
iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın,
Kübra Holding A.Ş.’nin faaliyetleri sonucunda
uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye
Piyasası Kurulu"na yapılan başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004
tarihinde Ankara 11. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davası olduğu
görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
37. Medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı
kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Ancak idari
yargıda dava açılabilmesi için öncelikle idari makamlara başvurulmasının
zorunlu olduğu durumlar ile idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin
yapılmasını sağlamak amacıyla idari makamlara yapılan başvurular üzerine açılan
davalar bakımından sürenin başlangıcı idareye başvuru tarihi olup, somut
başvuru açısından bu tarih, 27/3/2003 tarihidir.
38. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut
başvuru açısından bu tarih, Danıştay Onüçüncü Dairesi
tarafından karar düzeltme isteminin reddedildiği 13/6/2013 tarihidir.
39. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, Türkiye’de faaliyet gösteren sekiz ayrı anonim
şirketin faaliyetleri sonucunda uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini
istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kurulu"na yapılan başvurunun
zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004 tarihinde Ankara 11. İdare Mahkemesinde
açılan tam yargı davasında; Mahkemece, 22/6/2005 tarihli kararla, davalı
idarenin başvurucunun zararının oluşumundan sorumlu tutulabileceği eylem ve
eylemsizliğinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği,
temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü Dairesinin
17/3/2006 tarihli ilâmıyla davanın her bir şirket için ayrı dilekçelerle
açılması gerektiği belirtilerek İlk Derece Mahkemesi kararının bozulduğu,
Mahkemece bozmaya uyularak verilen dilekçenin reddi kararı üzerine başvurucunun
süresi içerisinde dava dilekçesi sunduğu ve yargılamaya devam edildiği,
Mahkemenin, 26/12/2008 tarihli kararıyla, davalı
İdarenin koşulların gerekleri ve olanaklarına göre Kanun"da verilen görevleri
yerine getirdiği, başvurucunun uğradığı zararla davalı İdarenin herhangi bir
eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verildiği, temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 18/5/2011 tarihli ilâmıyla hükmün onandığı, karar düzeltme isteminin
aynı Dairenin 13/6/2013 tarihli ilâmıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.
40. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif
maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 19).
41. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup,
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından,
özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
42. Başvuruya konu davaya bir
bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi
bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, yargılamaya ilişkin beş yılı
aşkın bir sürenin temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçtiği ve söz
konusu on yıl iki aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
43. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
44. Başvurucu, başvuru konusu
yaptığı yargılamada hatalı hüküm kurulması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması
nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğinin tespit
edilmesini ve yeniden yargılama yapılmasını talep etmiştir.
45. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi
yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
46. 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği
belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
47. Başvuru konusu olayda, başvurucunun makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte,
başvuruya konu olan yargılama sürecinin kesinleşerek sona erdiği dikkate
alındığında, başvurucunun da tazminat talebi bulunmaması nedeniyle ihlalin
tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir
husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
48. Başvurucu tarafından
yargılama gideri yapılmadığı, başvurucunun adli yardım talebinin kabul edildiği ve
ihlal kararı verildiği için yargılama giderlerinin Maliye Hazinesi üzerinde
bırakılmasına karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın
sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun diğer taleplerinin reddine,
C. Yargılama giderlerinin Maliye Hazinesi üzerinde bırakılmasına,
22/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.