
Esas No: 2014/16835
Karar No: 2014/16835
Karar Tarihi: 18/7/2018
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HÜSEYİN KORKMAZ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/16835) |
|
Karar Tarihi: 18/7/2018 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör |
: |
Aydın ŞİMŞEK |
Başvurucu |
: |
Hüseyin
KORKMAZ |
Vekili |
: |
Av. Ertuğrul
Gazi ALPEREN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, tutuklamanın
hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğun makul süreyi
aşması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız
hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar
nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle masumiyet
karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/10/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
8. Yapılan incelemede 2015/7799 numaralı başvurunun aynı kişi
tarafından ve aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması nedeniyle
2014/16835 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya
üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Anılan başvurudaki iddialar bakımından
Bakanlık bildiriminin yapılmasına gerek görülmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Tutuklamaya İlişkin
Süreç
10. Başvurucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde komiser
yardımcısı olarak görev yapmakta iken kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki
(anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017,
§ 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca söz konusu
eylemler dolayısıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk
görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması
başlatılmıştır.
11. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/9/2014 tarihinde
gözaltına alınmıştır.
12. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 3/9/2014
tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğine
sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun görev aldığı soruşturma
sürecinde başkaca delil elde etme imkânının bulunup bulunmadığı araştırılmadan
soruşturma konusu olaylarla ilgisi bulunan ve/veya bulunmayan yüzlerce kişinin
telefonlarının dinlendiği, dinleme işlemlerinin usulsüz olarak icra edildiği,
çoğu kişinin neden soruşturmaya dâhil edildiğinin ve telefonlarının
dinlendiğinin anlaşılamadığı, sonrasında -henüz iletişimin tespiti kararlarının
geçerlilik süresi devam ederken- dinleme faaliyetlerinin sonlandırıldığı ve
operasyon aşamasının başlatıldığı ifade edilmiştir.
13. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve
belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin
amacının o tarihte görevde bulunan Hükûmeti cebir ve şiddet kullanarak görev
yapamaz hâle getirmek olduğunu ve bu faaliyetlerin Paralel Devlet Yapılanması
(PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda
özellikle usulsüz olarak yapılan dinlemelere dayanılarak hazırlanan fezlekede
bir bakanın suç örgütü lideri olarak gösterilmesine, bir kişi (medya patronu)
hakkında iletişimin tespiti tedbirine başvurulduğu hâlde fezlekede bu kişiyle
ilgili bir suç isnadında bulunulmamasına, fezlekenin hazırlandığı tarihte görev
başında olan Başbakanın fezlekede "dönemin
Başbakan"ı" şeklinde ifade edilmesine, iletişimin tespiti
tedbirlerinin icrasında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki
haberleşmelerinde "bütün kabineyi
toplamaktan" bahsetmelerine dikkat çekilmiştir. Başsavcılık
ayrıca Başbakan ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarının bir
görüşmesine ilişkin görüntülerin usulsüz bir şekilde temin edilerek basına
servis edilmesine, hakkında iletişimin tespiti kararı olmamasına rağmen
Başbakanın telefonlarının uzun bir süre dinlenilmesine ve basına
sızdırılmasına, Başbakanın evinde usulsüz olarak teknik takip yapılmasına da
temas etmiştir.
14. İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği 4/9/2014 tarihinde
başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir.
Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi
ve belgelere atıf yapmış; özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)
Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen bir rapora, Mali Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerinde yapılan
inceleme sonucunda düzenlenen rapora, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının
(TİB) tespitlerine, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı
müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğine ve bir
gizli tanığın beyanlarına atıf yapmıştır.
15. Kararda kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerledirmede ayrıca Mali Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğünde görev yaptıkları anlaşılan -başvurucunun da aralarında olduğu-
şüphelilerin emniyet teşkilatındaki hiyerarşi içinde değil yasal olmayan bir
oluşum çerçevesinde faaliyette bulundukları ve ayrı bir yapı oluşturdukları, bu
kapsamda Başbakan da dâhil olmak üzere üst düzey siyasilerin ve kamu görevlilerinin
telefonlarını uzun bir süre usulsüz bir şekilde dinledikleri yönündeki olgulara
ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir.
16. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "... yüklenen suçun yasada öngörülen ceza
miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemi ve ciddi sayılan katalog suçlardan
olması nedeniyle tutuklama nedeninin "Kanun gereğince" varsayıldığı, Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271
sayılı CMK"nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca
şüphelilerin tutuklanmasına engel hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama
engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne
alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması
nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde
baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 13.
maddesinde ifade olunan "ölçülülük" ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi
olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu
şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği ..."
değerlendirmesinde bulunmuştur.
17. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul
2. Sulh Ceza Hâkimliğince 16/9/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine
karar verilmiştir.
18. Başvurucu, anılan kararı 1/10/2014 tarihinde öğrenmiştir.
19. Başvurucu 24/10/2014 tarihinde (2014/16835 sayılı başvuru
yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Serbest Bırakılmamaya
İlişkin Süreç
20. Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri
tarafından İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi
olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7., 8., 9. ve 10.
(bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler
verilmiştir.
21. İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015
tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak
-dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak
görüş bildirmeleri istenmiştir.
22. İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul 29. Asliye Ceza
Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza
hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap
vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi
taleplerini inceleme ve karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza
hâkimliklerine ait olduğu, reddihâkim müessesesinin
kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, reddihâkim
sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe
yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin
mümkün olmadığı ifade edilmiştir.
23. Öte yandan İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından
21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak ilgili
soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte
gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye
talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek
görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir.
24. İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan
değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı,
şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden
olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda
görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri
konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği"
gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler
müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili
savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve
görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015
tarihinde İstanbul 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7., 8., 9. ve 10. (bütün) sulh ceza
hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri
konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan
İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi M.B.nin
görevlendirilmesine karar vermiştir.
25. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul
10. Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul 29. Asliye Ceza
Mahkemesinin, hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin
kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir.
26. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul 32.
Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve
yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin
gönderilmesini istemiştir.
27. İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma
dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi
üzerine "tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu"
değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir
sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu
bazı belge ve CD"ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde
başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir.
28. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması
üzerine İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul 32.
Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun
tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir.
Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm
Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine
ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince
değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi
veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken
yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken
geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer
bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu"
ifade edilmiştir.
29. İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde
tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
Başsavcılıkça, İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına
atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul
32. Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir.
30. İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde
şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş,
Başsavcılık bunları yeniden İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir.
31. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine
İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye
müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir.
32. Öte yandan İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015
tarihinde, İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının
yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir.
33. İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde;
önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek
soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne
karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul
ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar
verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar
vermiştir.
34. İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim
tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı
yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait
olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili
olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce
verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz
bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..."
gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar
verilmiştir.
35. Başvurucu 11/5/2015 tarihinde (2015/7799 sayılı başvuru
yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Sonraki Süreç
36. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da
aralarında olduğu şüphelilerin devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
ve silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerinden bahisle
cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
37. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/366 sayılı
dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 9/2/2016 tarihinde
başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
38. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdesttir.
D. İlgili Süreç
39. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul
sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul 29. Asliye
Ceza Mahkemesi Hâkimi M.Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul
eden İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi M.B. hakkında disiplin ve ceza
soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde
görevden el çektirilmişler (sonrasında meslekten de çıkarılmışlar) ve 30/4/2015
ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır.
40. Hâkimler M.Ö. ve M.B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay
16. Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları
-kendilerinin de üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin
talimatıyla verdiğini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl
hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla
cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu
yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:
"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku
yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK"un 21 vd. maddelerinde gerekse mer"i
5271 sayılı CMK"nın 22 ve devamı maddelerinde yer
alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup
hakimin reddi hakkına ilişkindir. Bu nedenle şüpheli/sanık, müşteki/katılan ya
da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği
bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir. Keza heyet halinde çalışan bir
mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya
hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ...
...
5271 sayılı CMK"nın
22 vd. maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak
kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de, gerek ilgili madde
metinlerinde açıkça “şüpheli” kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına
alan AS"nin 6. ve Anayasanın 36.maddelerinin emredici
düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün
olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red,
hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.
28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545
sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma
aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı
üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler,
sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip
karara bağlarlar.
Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe
duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak
somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık
gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.
6545 sy. kanunla
Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu
konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.
Bu durumda red,
reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır. Reddi istenen
hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK
m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK
m.27/2) (Prof. Dr. Yener Ünver-Prof. Dr. Hakan Hakeri Ceza Muhakemesi Hukuku 12.baskı sh.191) gönderir. Ret
isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme
görevlendirilir.. (CMK m.27/4).
Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye
taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip
görevlendiremeyeceğine gelince;
5235 sayılı Kanunun değişik 10. maddesi ile
CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında
tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi
verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh
ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir. Soruşturma aşamasında tutuklama ve
tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir.
Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını
yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında
Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak
soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof. Dr. Ersan ŞEN
yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı
çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir.
...
... Somut olayda, İstanbul 29. Asliye Ceza
Mahkemesi hakimi sanık M.Ö.nün mutad
uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.
CMK’nın 24.maddesi gereğince görüş yazıları da
eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi, evrakın tekrar
gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda
uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa
Mahkemesince tespit edilen "objektif tarafsızlık" iddiasına müstenit taleplerin
reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarının görüş
yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu
soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına ve tamamı toplu
olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin,kendilerine
yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin
bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı
halde birleştirerek 32. Asliye Ceza hakimi sanık M.B.yi
görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden
sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken
de aynı gün İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp
adliyeden ayrılmasından sonra Hakim M.B.nin doğrudan
kendisine, hakim odasında 29. Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A.
marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim M.B.nin ...
5235 sayılı Kanun"un, 6545 sayılı Kanunla değişik 10. Maddesi gereğince
soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh
Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma
evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, 29. Asliye
Ceza Mahkemesi hakimi M.Ö.nün kanuna aykırı şekilde
görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri
incelemeden ... gece saat 22.00-22.30 sıralarında kararların yazımını
bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;
Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların
verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu
durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara
karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği
üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama
hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, "mahkemeler üstü" bir tavırla
örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan
doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali
içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan
altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye
taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp, mesai
saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf
edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir
gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden
sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle
görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..."
41. Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca
26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili bölümleri
şöyledir:
"... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma
dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye
teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk
amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin
müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza
Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz
altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları
bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 08.04.2015 tarihinde kabul edilemez
bulunduğu,
Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör
örgütü lideri Fethullah Gülen"in "www.he.o"
isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak
Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel
konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması
için talimat verdiği, bunun üzerine 20.04.2015 tarihinde şüphelilerin
müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza
hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi
istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı
olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi
İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M.Ö.ye odasında teslim
edildiği, sanık M.Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul
ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M.B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere
24.04.2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık M.B.nin
de 25.04.2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin
tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;
Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu
bakımından;
Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi
yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı,
hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve
denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil
olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları,
denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan
kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı
terör örgüt lideri Fethullah Gülen"in 19.04.2015 günü
örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet
sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü
üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı
soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan
yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 20.04.2015 tarihinde
toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi
olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının
istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi
yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir
örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir
zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel
faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı
kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını
gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü
mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün
mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock
iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil
oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri
anlaşılmaktadır.
...
Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;
Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları
ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları
mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki
tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim
taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız
bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize
edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar M.Ö. ve M.B.nin,
verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam
bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak
halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı
kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı
örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye
menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı
hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında
... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir
..."
IV. İLGİLİ HUKUK
42. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun "Hâkimin reddi sebepleri ve ret isteminde
bulunabilecekler" kenar başlıklı 24. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde
reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden
dolayı da reddi istenebilir.
(2)
Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii;
katılan veya vekili, hâkimin reddi isteminde bulunabilirler."
43. 5271 sayılı Kanun"un "Tarafsızlığını
şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi" kenar
başlıklı 25. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tarafsızlığını şüpheye düşürecek
sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu
başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi
tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer
hâllerde, inceleme başlayıncaya kadar hâkimin reddi istenebilir."
44. 5271 sayılı Kanun"un "Ret
isteminin usulü" kenar başlıklı 26. maddesinin (1) ve (3)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Hâkimin reddi, mensup olduğu
mahkemeye verilecek dilekçeyle veya bu hususta zabıt kâtibine bir tutanak
düzenlenmesi için başvurulması suretiyle yapılır.
...
(3)
Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak
bildirir."
45. 5271 sayılı Kanun"un "Hâkimin
reddi istemine karar verecek mahkeme" kenar başlıklı 27.
maddesinin (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
"(2) Ret istemi sulh ceza hâkimine karşı
ise, yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesi ve tek hâkime karşı
ise, yargı çevresi içerisinde bulunan ağır ceza mahkemesi karar verir.
...
(4) Ret
isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme
görevlendirilir."
46. 5271 sayılı Kanun"un "Tutuklama
nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki
hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
..."
47. 5271 sayılı Kanun"un "Tutuklama
kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re"sen mahkemece karar verilir.
Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2)
Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin
reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa
sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine
verilir ve bu husus kararda belirtilir."
48. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun "Hükûmete karşı suç" kenar
başlıklı 312. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen
veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası verilir."
49. 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece
Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında
Kanun"un "Ceza mahkemelerinin
kuruluşu" kenar başlıklı 9. maddesinin beşinci fıkrası
şöyledir:
"İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde
ceza mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler
numaralandırılır. (Ek cümleler: 2/12/2014-6572/39 md.)
Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde ihtisaslaşmanın sağlanması
amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak daireler
arasındaki iş dağılımı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından
belirlenebilir. Bu kararlar, Resmî Gazete’de
yayımlanır. Daireler, tevzi edilen davalara bakmakla yükümlüdür. Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunca iş dağılımının yapıldığı tarih itibarıyla görülmekte
olan davalarda daireler, iş bölümü gerekçesiyle dosyaları diğer bir daireye
gönderemez."
50. 5235 sayılı Kanun"un "Sulh
ceza hâkimliği" kenar başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"(Değişik: 18/6/2014–6545/48 md.) Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak
üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları
almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla
sulh ceza hâkimliği kurulmuştur. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde birden
fazla sulh ceza hâkimliği kurulabilir. Bu durumda sulh ceza hâkimlikleri
numaralandırılır. Müstakilen sulh ceza hâkimliğinde
görevlendirilen hâkimler, adli yargı adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde
veya işlerde görevlendirilemez."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
51. Mahkemenin 18/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Yakalama Nedenlerinin
Bildirilmediğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
52. Başvurucu, yakalama sırasında kendisine yönelik suçlamaların
bildirilmediğini ve haklarının hatırlatılmadığını belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Bakanlık görüşünde, başvurucuya yakalama sırasında ve
sonraki süreçte hakkındaki suçlamalara ilişkin olarak yeterli ölçüde bilgi
verildiği ifade edilmiştir.
54. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru
formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
b. Değerlendirme
55. Anayasa"nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
57. Yukarıda belirtilen Anayasa ve Kanun hükümleri gereğince
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince
düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 17).
58. Anayasa Mahkemesi, suç isnadıyla yakalanan kişilerle ilgili
olarak yakalama nedenlerinin veya suçlamaların -yakalama sırasında-
bildirilmediği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından asıl dava
sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı
Kanun"un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi
gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Deniz Özfırat, B.
No: 2013/7929, 1/12/2015, §§ 42-54).
59. Somut olayda başvurucu tarafından dile getirilen yakalama
tedbirine ilişkin iddialar 5271 sayılı Kanun"un 141. maddesi kapsamında
açılacak davada incelenebilecektir. Bu madde kapsamında açılacak dava sonucuna göre
başvurucunun iddialarının doğruluğunun tespiti hâlinde görevli mahkemece
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilecektir. Buna göre 5271 sayılı Kanun"un
141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun telafi
kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu
tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmadığı
sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun yakalama nedenlerinin
bildirilmediği iddiasıyla ilgili olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
61. Başvurucu; suç işlediğine dair kuvvetli belirti olmamasına
rağmen tutuklandığını, olayda kaçma ve delilleri etkileme ihtimalinin
bulunmadığını, tutuklama ve tutukluluğa itirazın reddi kararlarının gerekçeden
yoksun olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
62. Bakanlık görüşünde; İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde komiser yardımcısı olarak görev yapan
başvurucunun 17-25 Aralık soruşturmaları
sürecinde görev aldığı, başvurucunun bilgisayarında yapılan incelemede diğer
görevlilerle yaptığı spack
görüşmelerinde "Kabineyi toplayacağız
burada" şeklinde bir söz söylediği, başvurucunun da aralarında
olduğu şüphelilerin görev yerinden ayrılırken bilgisayarların hafızasını
silerek soruşturmalara ilişkin bilgileri imha etmeye çalıştığı, başvurucunun
örgütsel bir ilişki içinde diğer şüphelilerle birlikte Hükûmeti cebir yoluyla
değiştirmeyi amaçladığı ifade edilmiştir.
63. Bakanlık; tutuklamaya ilişkin kararların içeriği ve
soruşturma dosyasının kapsamı dikkate alındığında olayda kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu, tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve tutuklamanın
ölçülü bir tedbir olduğu görüşündendir
64. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında "17-25 Aralık soruşturmalarının Hükûmete yönelik bir darbe girişimi
olmadığını, tutuklanmasının haksız ve yersiz olduğunu iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
65. Anayasa"nın "Kişi hürriyeti
ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile
üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla
tutuklanabilir."
66. Başvurucun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelik bu
bölümdeki iddialarının Anayasa"nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında,
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Genel İlkeler
67. Anayasa"nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra
ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
68. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale
olarak tutuklamanın Anayasa"nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama
tedbirinin niteliğine uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa"nın
ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
69. Anayasa"nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama
ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla
tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin
bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı
delillerle desteklenmesi gerekir (Mustafa
Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
70. Öte yandan Anayasa"nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun"un 100.
maddesine göre de şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın
davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli
şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58, 59).
71. Diğer taraftan Anayasa"nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda
dikkate alınacak hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi
ve uygulanacak olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır (Halas Aslan, § 72).
72. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle
anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve
delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine
kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen
hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine
tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları
dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının
gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 123,
124).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
73. Başvurucu, yürütülen bir soruşturma kapsamında Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun"un 100. maddesi uyarınca
tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin
kanuni dayanağı bulunmaktadır.
74. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
75. Başvurucu hakkında başta tutuklama talep yazısı ve tutuklama
kararı olmak üzere soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler
dikkate alındığında başvurucunun tutuklanmasına esas alınan temel olgunun 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki
eylem ve işlemleri olduğu anlaşılmaktadır. Anılan soruşturmalar, bazı siyasiler
ve bunların yakınları ile kamuoyunun tanıdığı bir kısım işadamı hakkında yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla
başlatılmış ve 2013 yılının sonunda bu kişilerle ilgili bazı koruma
tedbirlerinin uygulanmasına çalışılmıştır.
76. Soruşturma mercileri ve yargı organları 17-25 Aralık soruşturmalarının FETÖ/PDY
mensubu yargı ve kolluk görevlileri tarafından bu yapılanmanın amaçları
doğrultusunda Hükûmeti devirmek amacıyla kurgulandığını değerlendirmektedir.
Bir başka ifadeyle FETÖ/PDY"nin faaliyetlerinin
Hükûmeti devirmeye yönelik olduğu yönündeki değerlendirmelerin temel
olgularından biri -daha sonradan kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile
sonuçlandırılan- bu soruşturmalardır (Aydın
Yavuz ve diğerleri § 30).
77. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklama talep
yazısında ve İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında;
başvurucunun 17-25 Aralık soruşturmalarının
yürütüldüğü emniyet biriminde görev yaptığı ve soruşturma süreçlerinde aktif
olarak yer aldığı, anılan soruşturmalar kapsamında soruşturma konusu olaylarla
ilgisi bulunmayan çok sayıda kişinin telefonlarının dinlendiği, hukuka aykırı
birçok işlem yapıldığı, soruşturmaların görevden kaynaklanan hiyerarşinin
dışında örgütlenmiş bir grup tarafından Hükûmeti görev yapamaz hâle getirmeyi
hedefleyerek gerçekleştirildiği, bu kapsamda düzenlenen fezleke(ler)de o tarihte görevi başında olan Başbakanın "dönemin Başbakan"ı" olarak
ifade edildiği ve bir bakanın suç örgütü yöneticisi olarak gösterildiği
belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun kullandığı bilgisayarda yapılan incelemede
bir haberleşme programı üzerinden yaptığı görüşmede "Kabineyi toplayacağız burada" şeklinde bir ifade
kullandığı tespit edilmiştir (bkz. §§ 12-15).
78. 17-25 Aralık
soruşturmalarının yukarıda değinilen özellikleri, yargı organlarının
bu soruşturmalara yönelik tespit ve değerlendirmeleri, başvurucunun bu soruşturma
süreçlerindeki konumu ile tutuklamaya karar veren Sulh Ceza Hâkimliğinin atıf
yaptığı deliller ve bunların içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde
başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli belirtilerin soruşturma dosyasında
mevcut olduğu görülmektedir.
79. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu
değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar gözardı edilmemelidir.
80. İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun
tutuklanmasına karar verilirken işlendiği iddia olunan suça ilişkin olarak
Kanun"da öngörülen yaptırımın ağırlığına ve -öngörülen ceza miktarı dikkate
alındığında- kaçma şüphesinin bulunmasına, delillerin yok edilmesi veya
değiştirilmesi ihtimaline, isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun"un 100.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan katalog suçlar arasında olmasına ve
adli kontrolün yetersiz kalacağına dayanıldığı görülmektedir (bkz. § 16).
81. FETÖ/PDY"nin ülkedeki neredeyse
tüm kamu kurum ve kuruşlarında örgütlenmiş olması, yüz elliyi aşkın ülkede
faaliyet göstermesi ve ciddi seviyede uluslararası ittifaklarının bulunması, bu
yapılanma ile ilgili olarak soruşturmaya tabi tutulan kişilerin yurt dışına
kaçmasını ve yurt dışında barınmasını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır (aynı
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aydın
Yavuz ve diğerleri, § 272). Ayrıca başvurucunun tutuklanmasına esas
alınan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçu, Türk hukuk sistemi içindeki en ağır
cezai yaptırım öngörülen suç tipleri arasında olup (bkz. § 48) isnat edilen
suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret
eden durumlardan biridir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016,
§ 61; Devran Duran [GK], B. No:
2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun"un 100.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar
arasındadır (bkz. § 46).
82. Öte yandan emniyet teşkilatında komiser yardımcısı olan
başvurucunun delilleri etkileme ve değiştirme imkânının diğer kişilere göre
daha fazla olduğu açıktır. Nitekim Bakanlık görüşünde, başvurucunun da
aralarında olduğu şüphelilerin görev yerlerinden ayrılırken buradaki
bilgisayarlarda bulunan tüm veri ve bilgileri sildikleri ifade edilmiştir.
83. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel
koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile İstanbul 1.
Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte
değerlendirildiğinde başvurucu yönünden özellikle delilleri etkileme ihtimaline
ve -suçun ağırlığına atfen- kaçma şüphesine ilişkin tutuklama nedenlerinin
olgusal temellerinin olduğu söylenebilir.
84. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup
olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa"nın 13.
ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm
özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım
(2), § 151).
85. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını
ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize
olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756,
16/11/2016, § 214; Devran Duran,
§ 64). Özellikle FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği
ile FETÖ/PDY"nin özellikleri (gizlilik, hücre tipi
yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve
teslimiyet temelinde hareket etme gibi) de dikkate alındığında bu
soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık
olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§ 350).
86. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate
alındığında İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suç için öngörülen
yaptırımın ağırlığını, işin niteliğini ve önemini de gözönünde
tutarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli
kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz
olduğu söylenemez.
87. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3. Tahliye Kararına
Rağmen Serbest Bırakılmamaya İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
88. Başvurucu, İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddine
ve tahliyeye ilişkin talepte bulunduğunu, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesince
hâkimlerin reddi isteminin kabul edildiğini ve tahliye talebini karara bağlamak
üzere İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin görevlendirildiğini ve bu Mahkeme
tarafından da tahliye kararı verildiğini, buna rağmen serbest bırakılmasının
hukuka aykırı bir şekilde engellendiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
89. Birleştirilen 2015/7799 numaralı başvuruda dile getirilen bu
iddiaya ilişkin olarak Bakanlığa bildirim yapılması gerekli görülmemiştir (bkz.
§ 8).
b. Değerlendirme
90. Anayasa"nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
91. Başvurucunun, serbest bırakılmasına ilişkin mahkeme
kararının uygulanmadığına ve bu karara rağmen hürriyetinin kısıtlanmasına devam
edildiğine yönelik bu bölümdeki iddialarının mahkemeye erişim hakkıyla ilgili
genel ilkeler ışığında Anayasa"nın 19. maddesinin üçüncü ve sekizinci fıkraları
bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
i. Genel İlkeler
92. Anayasa"nın 36. maddesi adil yargılanma hakkını güvence
altına almıştır. Bu hakkın unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır.
Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda
mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme
kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan
ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa
yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (AYM, E.2014/149, K.2014/151,
2/10/2014; Ahmet Yıldırım, B. No:
2012/144, 2/10/2013, § 28).
93. Nitekim Anayasa"nın 138. maddesinde mahkeme kararlarına uyma
ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları
ile idare makamları lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı
kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir
devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri
tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla devlet, yargı
kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine
oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin hukuk
sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun
üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin hukuk sistemine olan güven
ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının
zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621,
25/07/2017, § 36). Hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit
edilmesiyle değil, bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılması ve mahkeme
kararlarının gecikmeksizin uygulanmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2014/149, K.2014/151,
2/10/2014).
94. Anayasa"nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında ise
hürriyeti kısıtlanan kişiler yönünden mahkemeye erişim hakkı bakımından özel
bir güvenceye yer verilmiştir. Anılan fıkrada, her ne sebeple olursa olsun
hürriyeti kısıtlanan kişinin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve
bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahip olduğu ifade
edilmiştir. Bu bakımdan yetkili mahkemelerce verilen tahliye kararlarının
yerine getirilmemesi mahkemeye erişim hakkının özel bir görünümü olan
Anayasa"nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasındaki bu güvenceyi işlevsiz kılar.
95. Buna göre yetkili mahkemelerce verilen tahliye kararlarının
zaman geçirilmeksizin uygulanması, böylelikle tutuklu kişilerin derhâl
salıverilmelerinin sağlanması gerekir (Emrah
Ergün, B. No:2014/4651, 21/2/2018, § 46). Bir hukuk devletinde
mahkemelerce verilen tahliye kararlarının yerine getirilmemesi, diğer bir
ifadeyle kişinin serbest bırakılmasına karar verilmesine rağmen hürriyetinden
yoksun bırakılmaya devam edilmesi, kişilerin keyfi olarak hürriyetlerinden
yoksun bırakılmalarını engellemeye yönelik olarak Anayasa"nın 19. maddesinde yer
alan tüm güvenceleri anlamsız hâle getirir.
96. Bununla birlikte Anayasa"nın 19. maddesinin sekizinci
fıkrasında hürriyeti kısıtlanan kişilerin serbest bırakılmayı sağlamak amacıyla
ancak yetkili bir yargı merciine
başvurabilecekleri düzenlenmiştir. Dolayısıyla hürriyeti kısıtlanan kişilerin
serbest bırakılma talepleriyle ilgili olarak bir karar verme yetkisi ve görevi
bulunmayan yargı mercilerinin verdikleri serbest bırakılma kararları,
Anayasa"nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının sağladığı güvenceler kapsamında
değerlendirilemez.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
97. Başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin
müdafileri tarafından İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi ile
birlikte tahliye istemlerini içerir dilekçeler İstanbul 29. Asliye Ceza
Mahkemesine verilmiştir. Anılan Mahkeme, sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi
yönündeki talepleri kabul etmiş ve tahliye taleplerinin karara bağlanması için
ilgili dilekçeleri İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bu
Mahkeme de -ilgili soruşturma dosyalarına erişim sağlayamasa da- tüm
şüphelilerin serbest bırakılmasına karar vermiştir.
98. Bu sırada şüpheliler hakkındaki soruşturmayı yürüten
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının ve -soruşturma aşamasında- tutuklamayla
ilgili hususlarda karar vermekle yetkili ve görevli olan İstanbul sulh ceza
hâkimliklerinin de sürece müdahil oldukları görülmektedir. Nitekim Başsavcılık
ve sulh ceza hâkimlikleri, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin tahliye ve reddihâkim taleplerine ilişkin görüş bildirilmesi ile
soruşturma dosyalarının gönderilmesi istemlerini, istemde bulunan mercinin şüphelilerin taleplerine ilişkin olarak bir
inceleme yapma veya karar verme yetkisinin ve görevinin bulunmadığını
belirterek kabul etmemişlerdir. Ayrıca İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği -aynı
gerekçelerle- İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesince verilen "hâkimlerin
reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin" kararların yok
hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir.
99. İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesince başvurucunun da
aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar verildikten sonra da
-İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine- İstanbul 10. Sulh Ceza
Hâkimliği tarafından anılan tahliye kararlarının yok hükmünde olduğunun
tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Bu
karar üzerine Başsavcılığın İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesince gönderilen
tahliye müzekkerelerini işlemsiz olarak iade ettiği görülmektedir.
100. Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin reddi hâkim
ve tahliye taleplerini kabul eden İstanbul 29. ve 32. Asliye Ceza
Mahkemelerindeki hâkimlerin silahlı terör örgütüne üye olma ve görevi kötüye
kullanma suçlarından mahkûm edilmelerine dair Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararında
mahkeme veya hâkimliği bir kurum olarak reddetmenin mümkün olmadığı, bir
adliyede ya da yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hâkimlerinin
toplu olarak reddi şeklinde bir usulün de bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda
ayrıca hâkimin reddi müessesesinin kovuşturmanın yanı sıra soruşturma
safhasında da mümkün olduğu ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh
ceza hâkimlerinin reddedilemeyeceği belirtilmiştir (bkz. § 40).
101. Daire, soruşturma aşamasında yapılan hâkimin reddi
talepleri üzerine uygulanması gereken usule ilişkin olarak da belirlemelerde
bulunmuştur. Buna göre hâkimin reddi taleplerine ilişkin dilekçeler, reddedilen
sulh ceza hâkimliğine verilecek; reddi istenen hâkim -ileri sürülen- ret
sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek evrakı yargı çevresi
içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine gönderecek; ret isteminin kabulü
hâlinde ret talebini kabul eden asliye ceza mahkemesi -varsa- tahliye
taleplerini değerlendirmek üzere -herhangi bir hâkimi değil- aynı yer ya da
yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hâkimini görevlendirecektir (bkz.
§ 40).
102. Diğer taraftan anılan Yargıtay kararında başvurucunun da
aralarında olduğu şüphelilerin reddi hâkim ve tahliye taleplerinin kabulüne
ilişkin kararların, yargısal bir faaliyet kapsamında değil, FETÖ/PDY liderinin
talimatı üzerine -kamu düzenine ilişkin olan- mahkemelerin görevlerine ilişkin
kurallar görmezden gelinerek ve yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzen yok
sayılarak örgütsel bir tavırla verildiğine dikkat çekilmiştir (bkz. § 40).
103. Söz konusu mahkûmiyet hükmünün onanmasına ilişkin Yargıtay
Ceza Genel Kurulu kararında da hâkimin reddi ve tahliye taleplerinin kabulüne
karar veren hâkimlerin FETÖ/PDY üyesi oldukları ve örgütsel bir ilişki içinde
aldıkları talimat uyarınca bu kararları verdikleri belirtildikten sonra bu
kararların veriliş sürecindeki uygulamaların ağır hukuka aykırılıklar içerdiği,
bunun beşerî hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin
mümkün olmadığı, aksine bilinçli ve kasıtlı bir şekilde hareket edildiği ifade
edilmiştir (bkz. § 41).
104. Hukuk kurallarının yorumlanmasında -Anayasa"ya bariz
şekilde aykırı olarak- keyfîlik bulunması, bunun
temel hak ve özgürlüklerin ihlaline sebebiyet vermesi hâli dışında ceza muhakemesi
kurumlarına ilişkin olanlar da dâhil olmak üzere kanun hükümlerinin yorumu ve
bunların somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013,
§ 77; Süleyman Bağrıyanık
ve diğerleri, § 223). Bu bakımdan Anayasa Mahkemesince, soruşturma
aşamasında sulh ceza hâkimlerinin reddi ve ret istemiyle birlikte yapılan
tahliye taleplerinin inceleme usulüne ilişkin Yargıtay 16. Ceza Dairesi ve
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında yer alan tespit ve değerlendirmelerden
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
105. Yukarıda değinilen Yargıtay kararlarında da belirtildiği
üzere soruşturma aşamasında asliye ceza mahkemelerinin şüphelilerin tahliyesine
karar verme yetkileri ve görevleri bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun
tutukluluk durumuyla ilgili olarak soruşturma aşamasında karar verme yetkisi ve
görevi 5235 sayılı Kanun"un 10. maddesi uyarınca (bkz. § 50) münhasıran ilgili
sulh ceza hâkimliklerine aittir. İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesinin -hukuk
kurallarına açıkça aykırı bir yöntemle ve örgütsel bir ilişki içinde- vermiş
olduğu hâkimin reddi taleplerinin kabulüne ve tahliye istemleri hususunda karar
vermek üzere İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin görevlendirilmesine dair
kararının bu Mahkemeye başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin
tutukluluk durumuyla ilgili bir karar verme yetki ve görevi vermeyeceği
ortadadır. Aksinin kabulü kanun tarafından sulh ceza hâkimliklerine verilen bir
görevin bir mahkeme tarafından bu hâkimliklerden alınarak bir başka mahkemeye
verilmesi anlamına gelir. Nitekim İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi29/4/2015
tarihinde, hâkimlerin reddi talebinin kabulüne ilişkin önceki kararının;
İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde, tahliyeye ilişkin
önceki kararlarının açıkça hukuka aykırı olduğunu belirterek bu kararların yok
hükmünde sayılmasına karar vermiştir.
106. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun tahliyesine ilişkin
İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi kararının yetkili bir yargı mercii
tarafından verilmiş bir karar olduğunun kabulü mümkün değildir.
107. Bu durumda başvurucu hakkındaki soruşturmayı yürüten
Başsavcılığın yetkili olmayan bir yargı mercii tarafından verilen tahliye kararı
üzerine başvurucunun tutukluluk durumuyla ilgili olarak karar vermeye yetkili
yargı mercii olan İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğine başvurduğu, anılan
Hâkimliğin de bu çerçevede -başvurucunun da aralarında olduğu- şüphelilerin
tutukluluk hâllerinin devamına karar verdiği söylenebilir. Nitekim Başsavcılık,
İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen tutukluluğun devamı kararından
sonra İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesince gönderilen tahliye müzekkerlerini
-bu karara atıf yaparak- iade etmiştir (bkz. § 29).
108. Sonuç olarak başvurucunun yetkili bir yargı mercii
tarafından verilen tahliye kararına rağmen serbest bırakılmaması söz konusu
değildir. Aksine başvurucunun İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesince -herhangi
bir yetkisi ve görevi olmaksızın, hukuka aykırı olarak ve üstelik örgütsel bir
ilişki içinde- verilen tahliye kararından sonraki süreçte hürriyetinden yoksun
bırakılmasının ve anılan tahliye kararlarının icra edilmemesinin İstanbul 10.
Sulh Ceza Hâkimliğince verilen tutukluluğun devamı kararı uyarınca
gerçekleştiği görülmektedir. Buna göre başvurucunun söz konusu tahliye kararı
sonrasındaki tutulmasının hukuki bir temelinin bulunmadığını söylenemez.
109. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tahliye kararına rağmen
serbest bırakılmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
4. Tutukluluğun Makul
Süreyi Aştığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
110. Başvurucu; tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda kaçma
şüphesi ve delilleri karartma nedenlerine ilişkin yeterli bir gerekçenin
bulunmadığını, bu kararlarda soruşturma mercilerince hangi delillere
ulaşıldığının ve soruşturmanın neden sonuçlandırılmadığının tartışılmadığını,
matbu gerekçelerle tutukluluğun devam ettirildiğini belirterek kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
111. Birleştirilen 2015/7799 numaralı başvuruda dile getirilen
bu iddiaya ilişkin olarak Bakanlığa bildirim yapılması gerekli görülmemiştir
(bkz. § 8).
b. Değerlendirme
112. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, §§ 16, 17).
113. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen azami
süreyi veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurular
bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye
edilmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf
yaparak- 5271 sayılı Kanun"un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma
imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515,
28/9/2016, §§ 48-62; İrfan Gerçek,
B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§§ 33-45).
114. Somut olayda bireysel başvuruda bulunduktan sonra 9/2/2016
tarihinde tahliyesine karar verilen başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi
aştığına ilişkin iddiası, 5271 sayılı Kanun"un 141. maddesi kapsamında açılacak
davada incelenebilir. Bu madde kapsamında açılacak dava sonucuna göre
başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığının tespiti hâlinde görevli
mahkemece başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Buna göre 5271
sayılı Kanun"un 141. maddesinde belirtilen dava yolu, başvurucunun durumuna
uygun, telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yoludur ve bu olağan başvuru
yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmamaktadır.
115. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutukluluğun makul
süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. Sulh Ceza
Hâkimliklerinin Doğal Hâkim, Bağımsız ve Tarafsız Hâkim İlkelerine Aykırı
Olduğuna İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
116. Başvurucu, tutukluluğuna ilişkin karar veren sulh ceza
hâkimliklerinin doğal hâkim
ilkesine aykırı olduğunu ve tarafsız ve bağımsız bir mahkeme niteliğinde
bulunmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
117. Bakanlık görüşünde; sulh ceza hâkimliklerinin kanunla
kurulduğu, kurulan sulh ceza hâkimliklerine HSYK tarafından kariyer, ehliyet ve
liyakatleri gözetilerek görev yapan hâkimler arasından atama yapıldığı belirtilmiştir.
118. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bu bölümdeki
iddiasına ilişkin olarak ek bir açıklamada bulunmamıştır.
b. Değerlendirme
119. Anayasa Mahkemesince sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim
güvencesini sağlamadıkları, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadıkları ve
tutukluluğa itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının hürriyetten
yoksun bırakılmaya karşı etkili bir itirazda bulunmayı imkânsız hâle
getirdiğine ilişkin iddialar birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda sulh ceza
hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu iddiaların
açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (diğerleri arasından bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No:
2014/14061, 8/4/2015, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2),
B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 64-78, 94-97).
120. Somut başvuruda, aynı mahiyetteki iddialara ilişkin olarak
anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum
bulunmamaktadır.
121. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun sulh ceza hâkimliklerinin
doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olduğu iddiasına
ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kötü Muamele Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
122. Başvurucu; gözaltı sırasında kolluk görevlilerinin
psikolojik baskısına maruz kaldığını, araca bindirilirken gerekmediği hâlde
kendisine fiziki müdahalede bulunulduğunu, temel ihtiyaçlarının geç
karşılandığını veya karşılanmadığını belirterek kötü muamele yasağının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
123. Bakanlık görüşünde başvurunun bu bölümdeki iddialarına
ilişkin olarak bir açıklamada bulunulmamıştır.
2. Değerlendirme
124. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek,
B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
125. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı ve
Anayasa"nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna
ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde etkili bir soruşturmanın
yapılması gerekmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını da sağlamaya elverişli olmalıdır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).
126. Devletin sahip olduğu etkili soruşturma yükümlülüğü
kapsamında, işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin
belirtiler mevcut olduğunda -kişilere müdahale üçüncü kişilerden gelmiş olsa
dahi- şikâyet ya da ihbarda bulunulmadığında bile resen soruşturma açılmasının
sağlanması gerektiği açıktır (Tahir Canan,
§ 25).
127. Başvuruya konu olayda başvurucu, genel olarak kamu
görevlileri tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığını ileri sürmektedir.
Başvurucunun anılan iddialarını herhangi bir adli ve/veya idari merciye ilettiğine dair bir bilgi veya belge sunmadığı da
gözetildiğinde hukuk sisteminde mevcut başvuru yollarını tüketmeksizin bireysel
başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
128. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kötü muamele yasağının
ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak idari ve/veya yargısal başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Masumiyet Karinesinin
ve Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
129. Başvurucu; başta Başbakan olmak üzere birçok siyasetçi ve
kamu görevlisinin kendisinin de aralarında olduğu bazı polisleri suçlu ilan
ettiğini, basında da bu yönde haberler çıktığını, sağlık kontrolü sırasında
gazeteciler önünde teşhir edildiğini belirterek masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
130. Başvurucu ayrıca üst düzey siyasetçiler ve kamu görevlileri
tarafından, yargı kararı olmadığı hâlde örgüt olarak dillendirilen bir cemaate
mensup olduğunun söylendiğini, böylelikle belirli bir gruba yönelik ayrımcılık
söyleminde bulunulduğunu, bu grubun bir suç kaydı olmadığını, toplumun önemli
bir kısmında teveccüh gördüğünü belirterek ayrımcılık yasağının ihlal
edildiğini ihlal edildiğini iddia etmiştir.
131. Bakanlık görüşünde başvurunun bu bölümdeki iddialarına
ilişkin olarak bir açıklamada bulunulmamıştır.
2. Değerlendirme
132. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri
sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa
hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki
iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem,
eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile
dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile
ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru
dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden
olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına
göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden
hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller
açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B.
No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).
133. Somut olayda başvurucu; başvuru formları ve eklerinde
siyasetçi ve/veya kamu görevlisinin hangi söz veya eylemleriyle kendisini ne
şekilde suçlu ilan ettiğini, hangi basın organında çıkan hangi haberin bu
kapsamda olduğunu, sağlık kontrolü sırasında gazeteciler önünde teşhir edilme
olayının nasıl ve kimin tarafından gerçekleştiğini ve bununla ilgili herhangi
bir hukuki sürecin yaşanıp yaşanmadığını, FETÖ/PDY"ye
yönelik olarak söylendiği belirtilen bazı değerlendirmelerin kendisi yönünden
nasıl ayrımcılık teşkil ettiğini somut olarak belirtmemiştir. Başvuru formları
ve eklerinde anılan ihlal iddialarına yönelik olarak iddianın konusunu belirtir
şekilde somut bilgi, belge ve kanıt bulunmamaktadır. Bu itibarla başvuruya konu
ihlal iddialarıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını kanıtlamak
ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak
suretiyle hukuki iddialarını ortaya koymak yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına
rağmen başvurucu tarafından bu yükümlülük yerine getirilmemiştir.
134. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun masumiyet karinesinin
ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarının temellendirilmemiş
olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yakalama nedenlerinin bildirilmemesi nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3. Tahliye kararına rağmen serbest bırakılmama nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız
hâkim ilkelerine aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Masumiyet karinesinin ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
18/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.