4. Hukuk Dairesi 2020/1938 E. , 2020/3267 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalılar ... ve ... aleyhine 08/11/2013 gününde verilen dilekçe ile muvazaa nedeniyle tapu iptal ve tescil istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 06/11/2017 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Gerekçeli karar başlığında, dava tarihinin 08/11/2013 tarihi olarak yazılması gerekirken, 12/09/2017 tarihi olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi hata olarak görülmekle bozma sebebi yapılmamıştır.
Dava, muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, 1941 doğumlu müvekkilinin bakıma ihtiyaç duyması ve evlenmek amacı ile davalı borçlu ... ile Eylül 2012 tarihinden itibaren bir süre birlikte yaşadığını davalı borçlunun, kızının yaşadığı ... İli, ... İlçesinde kendisine daire satın almak istediğini söyleyerek müvekkilinden 50.000 TL borç aldığını ve dava konusu taşınmazı satın aldığını, borç karşılığı alınan senedin vadesi gelmesine rağmen borcunu ödemediğini ve kayıplara karıştığını, hakkında icra takibi yapıldığını, dava konusu taşınmazı kızı olan diğer davalı ..."ya sattığını belirterek TBK. 19. maddesine göre muvazaalı olan davalılar arasındaki devir işleminin iptali ile taşınmazın davalı borçlu ... ... adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ... vekili, aciz belgesi bulunmadığını, muvazaa iddiasının gerçeği yansıtmadığını ve taşınmazın bedel karşılığı alındığını, taraflar arasında boş senet düzenlendiğini, davalı ..."nin davacıyı bırakmaması ve ona bakması için zorlama amacıyla bu senedin kullanılmak istenildiğini, dolayısıyla gerçek bir alacağın bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı ..., davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, muvazaa iddiasının dosya kapsamıyla ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır." hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.
Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
Dava konusu olaya gelince; davacı ile davalı ...’nin evlenmek amacıyla kısa bir süre birlikte yaşadıkları, davalı ...’nin ev almak amacıyla davacıdan 50.000 TL borç aldığı ve davalının 18/10/2012 tarihinde 35.000 TL’ ye ev satın aldığı, bu borca karşılık keşidecisinin davalı, lehdarının ise davacının olduğu, 18/10/2012 düzenleme tarihli, 18/04/2013 vade tarihli 50.000 TL bedelli bir senet düzenlendiği, senetteki borcun ödenmemesi üzerine davacı tarafından 13/09/2013 tarihinde icra takibi başlatıldığı, davalı ...’nin ise diğer davalı kızı ...’ya 03/09/2013 tarihinde (icra takibinden önce) 37.000 TL bedelle evi sattığı anlaşılmaktadır.
Söz konusu olayda tartışılması gereken husus; davalılar arasında yapılan satışın muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davacı ile davalı ... arasında senede bağlı bir borç ilişkisinin mevcut olduğu, davacının bu senede bağlı alacak için icra takibi başlattığı, takipten önce davalı ...’nin diğer davalı kızı ...’ ya dava konusu taşınmazı devrettiği, davalı ...’nın olay tarihinde taşınmazı satın alma gücünün olmadığı, hayatın olağan akışına göre de alt soy- üst soy arasındaki tasarrufların çoğunlukla bağış olarak kabul edilmesi gerektiği, davalıların amacının davacının senetten doğan alacağının tahsil edilmesini engellemek olduğu, bu bağlamda satış işleminin muvazaalı (danışıklı) olduğu sabit olmuştur.
Bu haliyle istem kabul edilip dava konusu taşınmazın güncel tapu kayıtları incelendikten sonra İİK. 283. maddesi kıyasen uygulanarak davalı adına olan kaydın iptaline mahal olmadan davacıya dava konusu taşınmaz üzerinde alacak ve ferileriyle sınırlı olmak kaydıyla haciz ve satış isteyebilmesi yönünde hüküm kurulması gerekir. Mahkemece açıklanan bu yönler nazara alınmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 09/10/2020 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19. maddesi uyarınca muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davanın ayrıntılarına ve muvazaa ile ilgili açıklamalara ilamda yer verildiğinden ayrıca tekrar edilmeyecektir. Ayrıca dava konusu olayda muvazaalı işlem, taşınmaz satışına ilişkin olduğundan değerlendirme, taşınmaz satışlarında muvazaa ile sınırlı yapılmıştır.
Somut olayda çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; taşınmaz satışının muvazaalı olduğu iddiasıyla TBK’nın 19. maddesine dayanılarak açılan bir davada, muvazaa iddiasının kabulü hâlinde, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası olarak değerlendirilip tapu iptali ve tescil yerine kıyasen davalıya ait taşınmaz üzerinde alacak ve ferileriyle sınırlı olarak davacıya haciz ve satış isteyebilme yetkisi verilmesi şeklinde hüküm kurulup kurulamayacağı noktasındadır.
TBK’nın, “Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler” başlıklı 19. maddesi aşağıdaki şekildedir:
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.”
Hemen belirtilmelidir ki mahkemeler, davanın taraflarınca yapılan hukuki nitelendirme ile bağlı olmayıp davanın hukuki tavsifini bizzat yapar. Bir davanın TBK’nın 19. maddesi uyarınca muvazaa hukuki nedenine dayalı bir dava mı yoksa İİK’nın 277 ve devamı maddeleri uyarınca tasarrufun iptali davası mı olduğu taleple bağlılık kuralı çerçevesinde mahkemelerce takdir edilecektir. Bu bağlamda, talep sonucu açık veya belirli değilse Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesi uyarınca hâkimin davayı aydınlatma ödevinin bulunduğunu hatırlatmakta fayda vardır.
Muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil davası dava konusu taşınmazın mülkiyetini etkileyen aynî nitelikte bir davadır. Muvazaa hâlinde taraflar arasında yapılan sözleşme (görünüşteki işlem) geçersiz olacağından böyle bir sözleşme taraflar arasında alacak borç ilişkisi doğurmaz ve tescil yolsuz hâle gelir.
Buna karşılık İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası ise taşınmazın mülkiyetini etkilemez, yalnızca alacağın tahsilini amaçlayan şahsi nitelikte bir davadır. Bu sebepledir ki davanın kabulü hâlinde alacak ve ferileriyle sınırlı olarak davacıya haciz ve satış isteyebilme imkânı sağlanır, bakiye alacak borçluya değil, üçüncü kişiye verilir. Bu dava türü, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22/05/1984 tarihli ve 1984/3005 esas, 1984/6104 karar sayılı ilamında belirttiği üzere İİK’nın içinde yer alan alacağın tahsili zımnında icra aşamalarında uygulanması gereken özel bir hükümdür. 1. Hukuk Dairesine göre alacaklıyı yasal haklarından birini kullanmaya zorlamak mümkün değildir, isterse TBK’nın 19. maddesine dayanarak muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil davası da açabilir. Kanaatimizce de bu hususta hiçbir tereddüt yoktur.
Ancak bu aşamada şu hususu özellikle vurgulamak gerekir ki alacaklı, borçlunun mal kaçırmak amacıyla tasarrufta bulunduğu kanaatine vardığında önünde seçimlik iki hak vardır: Koşulları varsa İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen ve özel nitelikte koruma sağlayan tasarrufun iptali davası veya TBK’nın 19. maddesinde düzenlenen muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açabilir. Diğer bir deyişle İİK anlamında alacaklı ve dolayısıyla dava açmakta hukuki yararı olduğunu ispat eden herkes iptal davası yerine genel muvazaa davası da açabilir. Davacının bu anlamda seçim hakkı veya terditli dava açma hakkını kabul etmek gerekir. Ancak İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davasını açma koşulları bulunmayan kişinin açtığı genel muvazaa davasında,
tapu iptali ve tescil yerine davalıya ait taşınmaz üzerinde alacak ve ferileriyle sınırlı olmak kaydıyla davacıya haciz ve satış isteyebilme yetkisi verilmesi şeklinde hüküm kurulması mümkün değildir. TBK’ya göre açılan, dava şartları bu Kanun’a göre incelenen ve delilleri bu kapsamda toplanan bir davada, hükmün İİK’ya göre verilmesi çelişkilidir. İİK uyarınca açılan tasarrufun iptali davasının koşulları daha zor ve belli sürelere tabidir, buna karşılık alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla işlem tesis edildiğine ilişkin belli karineler söz konusu olduğundan davanın ispatı bakımından avantajlıdır. Her dava, içerisinde yer aldığı mevzuatın öngördüğü usul ve esaslara ve bu anlamda ispat kurallarına göre çözümlenmelidir. Çünkü her iki davanın koruduğu hukuki menfaat farklıdır. TBK’nın 19. maddesinde açıkça vurgulandığı üzere bu davanın amacı, tarafların gerçek ve ortak iradelerinin esas alınmasını temindir, bu ise hukuka aykırı işlemin iptali ile mümkün olabilecektir, hâlbuki tasarrufun iptali davasının koruduğu hukuki yarar alacağın tahsili ile sınırlıdır. Aksi takdirde İİK’da düzenlenen tasarrufun iptali davasını açabilmek için aranan şartların bir anlamı kalmayacaktır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki bu şekilde bir yorumda Yargıtay 1., 4. ve 15. Hukuk Dairelerinin içtihatlarında yer verildiği üzere, kişinin seçimlik hakkı elinden alınmamaktadır. Kişi, sonucu belli olduğu hâlde icra yolunu kullanmaya, aciz vesikası almaya zorlanmamakta, doğrudan genel muvazaa davası açabilmektedir. Ancak bunun sonucunda ulaşılacak sonuç da işlemin hükümsüz hâle gelmesidir ki bu da ancak tapunun iptali ile borçlu üzerine geri dönmesi ile olacaktır. Yoksa ayni nitelikte muvazaa davası açıp henüz ortada açılmış bir icra takibi bile yokken alacağın tahsili zımnında icra aşamalarında uygulanması gereken bir karar verilmesi kanımca çelişkilidir. Verilen karar ile kişiyi icra takibi başlatmaya zorlayan yol esasen bu yoldur. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 30/04/2007 tarihli ve 2007/985 esas, 2007/2815 karar sayılı ilamı ile de İİK’daki iptal davası şartları oluşmadığı zaman alacaklının muvazaa davası açma hakkının bulunduğu kabul edilmektedir.
Sonuç itibariyle hukuki yararı bulunduğu müddetçe alacaklı, İİK’nın 277 ve devamı maddeleri uyarınca tasarrufun iptali davası açabileceği gibi, TBK’nın 19. maddesi uyarınca muvazaa davası da açabilir. Ancak ilk hâlde, dava açılma koşullarına ve İİK’nın 284. maddesindeki hak düşürücü süreye bakılacaktır.
Bu düşüncelerle, satış işleminin muvazaalı olduğu sabit olduğundan davanın kabulü ile davalı ... adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı ... adına tapuya kayıt ve tesciline şeklinde hüküm kurulması gerektiğinden bahisle bozulması yerine, İİK’nın 283. maddesi kıyasen uygulanarak dava konusu taşınmaz üzerinde alacak ve ferileriyle sınırlı olmak kaydıyla davacıya haciz ve satış isteyebilme yetkisi tanımasına dair karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulması düşüncesine katılmıyorum. Temyiz olunan kararın farklı gerekçeyle davacı yararına bozulması gerektiği düşüncesindeyim. 09/10/2020.