
Esas No: 2013/560
Karar No: 2013/560
Karar Tarihi: 16/4/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
AZ. M. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/560) |
|
Karar Tarihi: 16/4/2015 |
R.G.Tarih- Sayı:
13/7/2015-29415 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
Raportör |
: |
Akif YILDIRIM |
Başvurucu |
: |
Az. M. |
Vekili |
: |
Av. Meryem KAVAK ERTUĞRUL |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tek tanık
anlatımlarının, mahkûmiyet hükmüne belirleyici ölçüde dayanak yapılarak
cezalandırıldığını, ancak tanığı sorgulama imkânı bulamadığını, esas hakkındaki
mütalaaya karşı beyanlarını mahkemeye sunamadığını, mahkeme kararlarının
gerekçelerinin yeterli olmadığını belirterek,
Anayasa’nın 36. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 16/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.
Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 25/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 5/12/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir.
Bakanlık görüşünü 6/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 16/2/2015 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı 2/3/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere
göre olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 23/5/2006
tarihinde “terör örgütüne üye olma”
suçundan gözaltına alınmış ve Kocaeli Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesinin 24/5/2006
tarihli ve 2006/264 sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır.
9. Başvurucu hakkında
soruşturma evresinde beyanda bulunan tanık R. A., İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/150 esasına kayıtlı dosyasında “yasadışı örgüt üyesi olma” suçundan yargılanmakta olup,
savunmasının alınması amacıyla hakkında yakalama emri çıkartılmıştır.
10. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 8/6/2006 tarihli ve E.2006/238 sayılı iddianamesi ile başvurucu
hakkında “silahlı örgüte üye olma” suçlamasıyla
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
11. Yargılamanın 2/11/2006
tarihli celsesinde tanık R. A.’nın beyanlarının
alınmasından vazgeçilmesine karar verilmiştir. Celsenin ilgili kısmı şöyledir:
“Sanık Az. M."den
soruldu: Ben R. A. diye birisini tanımıyorum, hakkımdaki beyanlarını kabul
etmiyorum, mağdurum, üniversite öğrencisiyim, tahliyemi istiyorum, dedi.
Sanık müdafiinden soruldu: Dosyada sadece R. A."nın atfı cürümü söz konusudur,
geçen oturumdaki sunduğumuz belgelerde dikkate alınarak müvekkilin
mağduriyetinin giderilmesini ve tahliyesini istiyoruz, dedi.
İddia makamından
soruldu: Bu davanın esaslı tanığı konumunda
olan R. A."nın dinlenmesi için yeniden
celp edilmesini talep ediyoruz, ancak bu aşamadaki delil durumu dikkate
alındığında sanık hakkındaki kuvvetli suç şüphesinin sürüyor oluşu göz önünde
bulundurularak tutukluluk durumunun sürdürülmesine karar verilmesini talep
ediyoruz, dedi…”
12. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli ve E.2006/127, K.2009/61 sayılı kararı ile
başvurucunun müsnet suçtan altı yıl üç ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı
şöyledir:
“…
Tüm dosya kapsamından sanık Az. M.’nin
[Başvurucu] R. A. ve D. Y. isimli kişileri terör örgütü PKK’nın
kırsal alanına gönderilmesine yardımcı olduğu, bu amaçla R. A. ve D. Y. ile
görüştüğü, Samsun’da R. A.’yı ziyaret ettiği, sonra
tekrar görüştükleri ve örgütün dağ kadrosuna katılması konusunda sanığın R. A.’ya bilgi ve telefon numarası verdiği, irtibat kuracağı
kişileri söylediği, bunun üzerine tanık R. A.’nın
otobüsle Doğubeyazıt’a giderek buradan İran sınırını
geçerek örgüte katıldığı ve kod ismi aldığı, R. A.’nın
siyasi ve askeri eğitim gördüğü, Firaz kod adı
verildiği, R. A.’nın sanığın kimliği ile ilgili
olarak verdiği bilgilerin resmi belgelerle doğrulandığı, bu bağlamda Kocaeli Üniversitesi
Hukuk Fakültesinde okuduğunun tespit edildiği, tanık R. A.’nın
sanıkla ilgili verdiği fiziksel bilgilerin de doğru olduğunun belirlendiği,
tanık R. A.’nın sanığı fotoğraftan da teşhis ettiği,
yine bu tanığın beyanına göre sanığın D… kod adını kullandığı, tanığın
beyanlarda ismi geçen D. hakkında örgüt üyeliği eyleminden dolayı yakalama emri
çıkartıldığı, sanığın ikamet ettiği evde yapılan aramada haklarında
mahkemelerce toplatma kararı verilen kitapların ele geçirildiği, bu şekilde
sanığın faaliyetlerini örgüt üyeliği aşamasına geldiği anlaşıldığından
aşağıdaki şekilde hüküm vermek gerekmiştir.
…”
13. Temyiz üzerine İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
17/12/2012 tarihli ve E.2010/14410, K.2012/15255 sayılı ilamıyla ile
onanmıştır. Onama gerekçesi şöyledir:
“…Yapılan yargılama
sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçunun sübutu
kabul, olay niteliğine ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin
edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı
gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir
isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin
yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 17.12.2012
tarihinde oybirliğiyle karar verildi…”
14. Başvurucu, onama kararını
11/1/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.
15. Bireysel başvuru, 16/1/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
16. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silâhlı örgüt”
kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan
suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
17. 12/4/1991 tarihli ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör
amacı ile işlenen suçlar” kenar başlıklı 4. maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendi şöyledir:
“Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar
doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti
çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:
Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107,
108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172,
173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244,
265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan suçlar.
…”
18. 3713 sayılı Kanun’un “Cezaların artırılması” kenar başlıklı 5.
maddesi şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı
suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları
veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin
olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi
ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis
cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması
dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu
madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın
üçte ikisinden az olamaz.
Bu madde hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.”
19. 4/12/2014 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun “Duruşmada
okunmayacak belgeler” kenar başlıklı 210. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Olayın delili, bir
tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha
önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir
açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.”
20. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler”
kenar başlıklı 211. maddesi şöyledir:
“(1) a) Tanık veya
sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer
öğrenilemezse,
b) Tanık veya sanığın
suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük
veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre
için olanaklı değilse,
c) İfadesinin önem
derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,
Bu kişilerin
dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar
ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.
(2) Cumhuriyet
savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii
birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte
rıza gösterebilirler.”
21. 5271 Kanun’un 217.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hâkim, kararını
ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir.
Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.”
22. Yargıtay Ceza Genel
Kurulu’nun 18/2/2014 tarihli ve E.2013/4-242, K.2014/79 sayılı kararı şöyledir:
“…
Ceza muhakemesi
hukukumuzda duruşmanın doğrudan doğruyalığı (yüz yüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup, hüküm
verecek olan mahkeme hâkimi sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir
karşı karşıya gelecek, herhangi bir vasıta olmadan örneğin beyan delilini
dinleyecek ve belge delilini okuyacaktır. Böylece, belirtilen ilkeler ile
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan “adil yargılama”
hakkının temel gerekleri ve CMK’nun 217. maddesi
uyarınca hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış
delillere dayandırabilecektir. Bu nedenle kural olarak sanık, tanık ya da
bilirkişiler mahkeme huzurunda dinlenecek ve daha önce yapılan dinleme
sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme
yerine geçmeyecektir.
Nitekim 5271 sayılı CMK"nun "Duruşmada okunmayacak belgeler" başlıklı
210. maddesinin 1. fıkrası da; "Olayın delili,
bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir.
Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir
açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez" şeklinde düzenlenmiş olup,
yargılama konusu olayla ilgili sadece bir
tanığın beyanından başka bir delilin bulunmadığı hallerde bu tanığın duruşmada
mutlaka dinlenmesi gerektiği ifade edilerek doğrudan doğruyalık
ilkesi açık bir şekilde ortaya konmuştur.
…”
23. Yargıtay 13. Ceza Dairesinin
2/12/2013 tarihli ve E.2013/725, K.2013/37351 sayılı kararı şöyledir:
“…
Soruşturma aşamasında
tanık olarak dinlenen E. A.’nın sanığı şikâyetçinin
ikametinden çıkarken hırsızladığı eşyalarla birlikte
gördüğünü beyan ettiği, ancak bu tanığın duruşmada dinlenmediğinin
anlaşılmasına göre, CMK"nın 210. maddesinin 1.
fıkrasında olayın delilinin bir tanığın açıklamalarından ibaret olması
durumunda bu tanığın duruşmada mutlaka dinlenmesi gerektiğinin, aynı Kanun"un
217. maddesinin 1. fıkrasında ise hâkimin kararını ancak duruşmaya getirilmiş
ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceğinin belirtilmesi
karşısında; her aşamada suçlamayı reddeden sanığın beyanına karşılık, tek delil statüsünde bulunan tanığın duruşmada mutlaka
dinlenilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/4/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/1/2013 tarihli ve 2013/560
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, sadece veya
belirleyici ölçüde bir tanığın ifadelerine dayanılarak hakkında mahkumiyet
kararı verildiğini, ancak bu tanığı sorgulama ve beyanlarının güvenilirliğini
sınama imkanı bulamadığını, tanığın hazırlık soruşturmasında alınan
ifadelerinin mahkemenin mahkumiyet kararında esas alındığını, mahkemece esaslı
tanığın ifadesinin alınmasından vazgeçilmesine karar verilirken kendisi ya da
vekilinin görüşünün alınmadığını, Cumhuriyet Başsavcılığının esas hakkındaki
mütalaasına karşı beyanlarını mahkemeye sunamadığını, mahkeme kararlarının
gerekçelerinin yeterli olmadığını ve masumiyet karinesine aykırı karar
verildiğini belirterek, Anayasa’nın 36., 38. ve 141. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği
İddiası
26. Başvurucu, mahkeme
kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını, aleyhte beyanda bulunan tanığın
ifadelerinin neden üstün tutulduğuna veya bu tanığın beyanlarının alınmasından
neden dönüldüğüne yönelik bir değerlendirme yapılmadığını belirterek,
Anayasa’nın 36. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
28. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır.”
29. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir
gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların
kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında
kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek
zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün
olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma
hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23)
30. Makul gerekçe; davaya konu
olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi
nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve
olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira
tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız
görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde
oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren,
ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün
ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş,
B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24).
31. Bununla birlikte derece
mahkemelerinin, taraflarca ileri sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğu
bulunmayıp, hükme esas teşkil eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunu ortaya
koyması yeterlidir. Diğer taraftan kanun yolu mercilerince; onama, itiraz veya
başvurunun reddi kararları verilmesi hâlinde alt derece mahkemelerinin
kararlarında gösterdikleri gerekçeler kabul edilmiş olacağından, anılan
kararlarda ayrıca gerekçe gösterilmesine gerek bulunmamaktadır (İbrahim
Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 25). Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bu yöndedir (Van de Hurk/Hollanda,
B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
32. Başvuru konusu olayda, İlk
Derece Mahkemesi kararında deliller değerlendirilmiş ve başvurucunun
mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkeme; sanığın savunmasına, tanığın
soruşturma evresindeki beyanlarına, sanığın ikamet ettiği evde yapılan aramada
ele geçirilen dokümanlara dayanarak söz konusu kararı vermiştir (§ 12). Anılan
kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller
değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca
ulaşılmıştır. İlk Derece Mahkemesi kararında, hükme ulaşmayı sağlayan olay,
bunların sebepleri ve sonuca götüren değerlendirmelerinin yeterli açıklıkta
yapıldığı ve bunların gerekçeye temel oluşturduğu, temyiz incelemesini yapan
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin ilamında, detaylı bir açıklama bulunmamakla
birlikte İlk Derece Mahkemesinin kararındaki gerekçelerin yeterli bulunduğu
anlaşılmaktadır (§ 13).
33. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar çerçevesinde bir temel hak ihlalinin
olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkelerinin
İhlal Edildiği İddiası
34. Başvurucu, esas hakkındaki
mütalaaya karşı beyanlarını mahkemeye sunamadığını belirterek, silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Yapılan yargılama sırasında
tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve
değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul
edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu ilke adil
yargılanma hakkının somut görünümlerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi gibi ilke ve
haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher
Ergun ve Diğerleri,
B. No.2012/13, 2/7/2013, § 38).
36. “Hakkaniyete
uygun yargılanma”nın temel unsuru, yargılamanın “çelişmeli” olması ve taraflar arasında “silahların eşitliği”nin sağlanmasıdır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD],
B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60). Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan
çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma
ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın
bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece
tarafların dinlenilmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi,
yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/Spain, § 63; Feldbrugge/Netherlands, B.
No. 8562/79, 29/05/1986, § 44).
37. “Çelişmeli
yargılama”
ilkesi, taraflara, dosyaya giren görüşler ve diğer tarafça sunulan deliller
hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar üzerinde değerlendirme yapma imkânı
verilmesi anlamına gelmektedir. Adil yargılanma hakkı, cezai konularda,
soruşturma/kovuşturma makamlarının, şüphelinin/sanığın lehine veya aleyhine
olarak ellerinde bulundurdukları delilleri savunma tarafına açıklamalarını
gerektirir. Ancak bu husus mutlak olmayıp bazı sınırlamalara konu olabilir
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B.
No: 28901/95, 16/2/2000, §§ 60-61).
38. Bu bakımdan, lehte ve
aleyhteki delilleri tartışma imkânı sunmak için, tüm delillerin kamuya açık bir
duruşmada, sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir. Çelişmeli yargılanma
hakkı bu kapsamda, davanın taraflarının, mahkemenin kararını etkilemek amacıyla
bağımsız bir yargı görevlisi tarafından bile olsa sunulan her türlü delil ve
mütalaa hakkında bilgi sahibi olmasını ve bunlarla ilgili görüş bildirmesi
hakkını da içinde barındırır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Martinie/Fransa, B. N0: 58675/00, 12/4/2006,§ 46).
39. Adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri de silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi
davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı
koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir
duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde
dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın
Aslan,
B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).
40. AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız
bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Savcılık düşüncesinin önceden
taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009).
Bu nedenle Savcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek
incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi
çelişmeli yargılama ilkesi ile ilişkili olarak adil yargılanma hakkının bir
gereğidir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).
41. Anayasa Mahkemesinin
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkeleri bağlamında yapacağı
inceleme, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının
değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, B. No.
2013/2116, 23/1/2014, § 22).
42. Başvurucunun ve müdafiinin hazır bulunmadığı 26/2/2009 tarihli duruşmada,
Cumhuriyet Başsavcılığının esas hakkındaki mütalaası alınarak, başvurucu
hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. Mahkûmiyet kararına ilişkin gerekçeli
kararda bu mütalaaya da yer verilmiştir.
43. Anılan karar başvurucu
tarafından savunma hakkının kısıtlandığı iddiası da gerekçe gösterilerek temyiz
edilmiş, temyiz neticesinde Yargıtay tarafından 17/12/2012 tarihinde anılan
hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu itibarla, söz konusu gerekçeli kararın
başvurucuya tebliği esnasında Cumhuriyet Başsavcılığı mütalaasının içeriğinden
haberdar olduğu görülmektedir. Nitekim başvurucu, 27/5/2009 tarihli temyiz
dilekçesinde, hazır olmadıkları son celsede verilen mahkumiyet
kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.
Başvurucu söz konusu dilekçesinde, anılan Cumhuriyet Başsavcılığı mütalaasına
neden katılmadığına ilişkin ayrıca bir açıklamada bulunmamış, fakat genel olarak
mütalaaya uygun verilmiş olan Mahkeme kararına yönelik temyiz sebeplerini ileri
sürmüştür. Buna göre başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığının esas hakkındaki
mütalaasından önceden bilgi sahibi olmasa bile gerekçeli kararın tebliği
sırasında haberdar olmuş ve buna yönelik görüşlerini hazırlama ve temyiz
merciine sunma imkânı bulabilmiştir. Kaldı ki, günü ve saatiyle ilgili önceden
bilgi sahibi olunan celsede esas hakkındaki mütalaa sunulmuştur.
44. Açıklanan nedenlerle,
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine yönelik bir ihlalin
olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının da "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Aleyhinde Beyanda Bulunan Tanığı Sorguya Çekme Hakkının
İhlal Edildiği İddiası
45. Başvurucunun, aleyhinde
beyanda bulunan tanığı sorguya çekme hakkının ihlaline yönelik şikâyeti açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Başvurucu, yargılandığı
davada belirleyici ölçüde bir tanığın ifadelerine dayanılarak hakkında
mahkûmiyet kararı verildiğini, tanığın soruşturma evresinde alınan ifadelerinin
mahkemenin mahkûmiyet kararında esas alındığını, bu sebeple tanığı
sorgulayamadığını, mahkemece esaslı tanığın ifadesinin alınmasından
vazgeçilmesine karar verilirken kendisi ya da vekilinin görüşünün alınmadığını
ileri sürmüştür.
47. Bakanlık görüşünün ilgili
kısmı şöyledir:
“…
13. AİHM, soruşturma veya kovuşturma aşamasında sanığın
sorgulama imkânı bulamadığı tanığın ifadesine tek veya belirleyici bir kanıt
olarak dayanıp mahkûmiyet hükmü kurulması halinde sanık haklarının kısıtlanmış
olacağını belirtmektedir (Bkz. Delta/Fransa, no. 11444/85, 19 Aralık
1990; A.M./İtalya, no. 37019/97, 14 Aralık 1999; P.S./Almanya, no. 33900/96, 20 Aralık 2001).
14. AİHM"e göre Sözleşme"nin 6.
maddesi yargılamanın herhangi bir aşamasında sanık veya müdafii
tarafından sorgulanamamış olan iddia tanığının ifadelerine dayanılarak
mahkûmiyet hükmü verilmesini ancak iki koşulun birlikte bulunması halinde
mümkün kılmaktadır. İlk koşul, tanığın bulunamaması nedeniyle yüzleştirmenin
yapılamamış olması halinde yetkili makamların yüzleştirme yapabilmek için aktif
olarak çaba sarf etmiş olmalarıdır. İkinci koşul ise söz konusu tanık
ifadesinin mahkûmiyetin dayanacağı tek kanıt olmamasıdır (Bkz. Rachdad/Fransa, no. 71846/01, 13
Kasım 2001).
…
21. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi"nin 26/02/2009 tarihli
gerekçeli kararı incelendiğinde, mahkumiyet hükmünün
esasen R. A’nın başvurucu aleyhine verdiği beyanına dayanmakla birlikte, hükme
başvurucunun evinde yapılan aramada ele geçirilen örgütsel nitelikteki belgeler
ve kitaplar ile yine R. A’nın ifadesinde belirttiği D. isimli kişi hakkında
örgüt üyesi olması nedeniyle yakalama emri çıkarıldığı bilgisinin de dayanak
teşkil ettiği anlaşılmaktadır.
…”
48. Başvurucu, başvuru formunda
yer alan iddialarını tekrarlamıştır.
49. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının
kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
50. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme
tarafından, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme
hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
51. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında yer alan ve “suç
isnadı altındaki kişiler”e
ilişkin olan “suçlamayla ilgili
bilgilendirilme”, “savunma için
yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma”, “bizzat, müdafii vasıtasıyla
veya adli yardımla savunma”, “tanık
dinletme ve tanık sorgulama” ile “çevirmenden
ücretsiz yararlanma” hakları, 6. maddenin (1) numaralı fıkrasında
koruma altına alınmış daha genel nitelikteki “hakkaniyete
uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Sakhnovskiy/Rusya
[BD], B. No: 21272/03, 2/11/2010, § 94; Asadbeyli ve
Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05, 14729/05 ve
16519/06, 11/12/2012, §§ 130-132). Diğer taraftan, 6. maddenin (3) numaralı
fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta
olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri dikkate alınmalıdır (bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:
25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54.).
52. Ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın “tanık” kavramının Sözleşme kapsamında
özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/04/2012, §
45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37),
mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya,
B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıkları (Doorson/Hollanda,
B. No: 20524/92, 26/3/1996, § 81-82) da kapsayabilir. Bu bakımdan, duruşmada
ister okunsun ister okunmasın, ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme
tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85, 20/11/1989, §
40).
53. Bu nedenle başvurucunun,
olayın tek tanığının, sorgulanamadığı bir döneme ilişkin ifadelerinin hükme
esas alınması nedeniyle ona soru soramadığı yönündeki iddiasının Anayasa’nın
36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
54. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak, sanığın iddia tanıklarını
sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma
sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların
aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın
istisnaları olmakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici
ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma
imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise,
sanığın hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde
kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine
dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık
tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulama imkânı bulamadığı bir
dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (AİHM
kararı için bkz. Sadak ve Diğerleri/Türkiye,
B. No: 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96, §§ 64-65).
55. Başvurucunun, hakkında
gerçekleştirilen ceza yargılaması sürecinde tanıklara soru yöneltebilmesi,
onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu sınama imkânına
sahip olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir.
Böylelikle başvurucu, aleyhindeki tanık beyanlarının zayıf/itibar edilmez
noktalarını ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak onların
güvenilirliğini huzurda sınayabilecek (test edebilecek), tanığın inandırıcılığı
ve güvenilirliği bakımından sorduğu sorularla kendi lehine sonuçlar ortaya
çıkartabilecek ve yargılama makamının uyuşmazlık konusu olayı sadece iddia
makamının ileri sürdüğü şekliyle değil, savunmanın argümanlarıyla da algılamasını
sağlayabilecektir.
56. Bir sanığı suçlayan tanıklık
veya başka beyan türleri gerçek dışı düzenlenmiş veya sadece hatalı olabileceği
gibi, savunma eğer bu ifadenin sahibinin güvenilirliğini sınayabileceği veya
itibarına şüphe düşürebileceği bilgilerden yoksun kalırsa bunları aydınlatma
ihtimali çok düşük olacaktır. Böyle bir durumda var olan tehlikeler çok
belirgindir (Sebahat Tuncel, B.
No: 2014/1440, 26/2/2015, § 95). Bu bakımdan, sanığın aleyhine olan tanıkları
çapraz sorguya tabi tutabilmesi, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendinin kilit unsurlarından biridir. Dolayısıyla tanık
sorgulama hakkından feragat edilebilirse de feragatin geri dönülmez bir biçimde
ve kesin olarak yapılması ve herhangi bir kamu yararına aykırılık taşımaması
gerekir (Ali Rıza Telek, B. No:
2013/2630, 30/12/2014, § 48).
57. AİHM, Sözleşme’nin 6.
maddesinin, yargılamanın herhangi bir aşamasında sanık veya müdafii
tarafından sorgulanamamış olan iddia tanığının ifadelerine dayanılarak
mahkûmiyet hükmünün ancak iki koşulun birlikte bulunması halinde
verilebilmesini mümkün kıldığını belirtmektedir. Bunlardan ilki, yüzleştirmenin
tanığın bulunduğu yerin tespit edilememesi nedeniyle yapılamamış olması
halinde, yetkili makamların yüzleştirme yapabilmek için aktif olarak çaba sarf
etmiş olduklarının kanıtlanması; diğeri ise, söz konusu tanık anlatımının, her halükarda mahkûmiyetin dayandırıldığı tek delil unsuru
olmamasıdır (bkz. Rachdad/Fransa, B. No: 71846/01, 13/11/2003, §
24).
58. 5271 sayılı Kanun’un 210.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de olayın delili, bir tanığın açıklamalarından
ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme
sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme
yerine geçemez. Yargılama konusu olayla ilgili sadece bir tanığın beyanından
başka bir delilin bulunmadığı hallerde bu tanığın duruşmada mutlaka
dinlenilmesi gerektiği ifade edilerek doğrudan doğruyalık
ilkesine açık bir vurgu yapılmıştır. Dolayısıyla, olayın tek delilinin bir
tanığın açıklamalarından ibaret olması halinde, 5271 sayılı Kanun’un 211.
maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, bu tanığın duruşmada dinlenmesi
yerine önceki beyanlarının okunması ile yetinilebilmesi mümkün değildir.
59. Somut olayda, yargılama
sürecinde gerçekleştirilen 14/9/2006 tarihli duruşmada, başvurucu, aleyhine
tanıklık eden R. A.’nın mahkeme huzurunda
dinlenilmesine yönelik bir talepte bulunmazken, iddia makamı tarafından bu
yönde bir talepte bulunulmuştur. Bunun üzerine Mahkemece, 25/12/2006 tarihli
duruşmada, R. A.’nın huzurda dinlenmek ve
yüzleştirilmek üzere celbine karar verilmiştir. Yargılama sürecinde mahkeme,
tanık R. A.’ya ulaşılamaması üzerine adı geçen şahsın
ifadesinin alınması, başvurucunun çekilen fotoğrafları ile teşhisinin
sağlanması maksadıyla Mersin Ağır Ceza Mahkemesine talimat yazılmasına;
20/3/2008 tarihli duruşmada, açık adresi tespit edilerek duruşma günü
beklenmeksizin ifadesi ile ilgili gerekli işlemlerin yapılmasına; 18/9/2008
tarihli duruşmada da, Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da R. A.’nın yurtdışına çıktığı için temin edilemediğinin
bildirilmesi üzerine adı geçen şahsın Türkiye’ye döndüğünde temin edilerek
hazır edilmesi için Mersin Emniyet Müdürlüğüne yazı yazılmasına karar
verilmiştir.
60. Diğer yandan, 20/3/2008
tarihli duruşmada, başvurucunun müdafii tarafından,
sözü geçen tanığın mahkeme huzurunda dinlenilmesine ilişkin ara karardan
vazgeçilmesi talebinde bulunulmuştur. Ancak, mahkeme tarafından talep kabul
edilmemiş ve araştırmalara devam edilmiştir. Başvurucunun ve müdafiinin hazır bulunmadığı 26/2/2009 tarihli duruşmada
tanık R. A.’nın yurtdışına gittiğinden bahisle
beyanının alınmasından vazgeçilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, önceki
celselerde, sözü geçen tanığın beyanlarını kabul etmediğini ve onu tanımadığını
belirtmiştir.
61. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli gerekçeli
kararı incelendiğinde; mahkûmiyet hükmünün esasen tanık R. A.’nın başvurucu aleyhine verdiği beyanına dayanmakla
birlikte, hükme başvurucunun evinde yapılan aramada ele geçirilen örgütsel
nitelikteki belgeler ve kitapların da dayanak teşkil ettiği anlaşılmaktadır (§ 12).
62. Başvurucunun
suçlu olup olmadığı ya da mahkûmiyetine ilişkin delillerin yeterli ve inandırıcı olup olmadığı hususunda
değerlendirme yapmak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla
birlikte, başka deliller de var olmasına rağmen mahkûmiyet hükmünün tek tanık
anlatımı üzerine inşa edildiği; başvurucunun sorgulama veya sorgulatma imkânı
bulamadığı ve beyanları soruşturma evresinde tespit olunan bu tek tanık
beyanının mahkemece esaslı ve belirleyici delil olarak değerlendirildiği
görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, sözü geçen tanık beyanının, mahkûmiyetin
dayanağını oluşturmada kilit rol oynadığı, delil olarak belirtilen diğer
unsurların ise bu tanığın verdiği bilgilerle bulunan ve bahsi geçen tanığın
beyanlarının doğruluğunu test etmeye yönelik bilgi ve belgeler olduğu
görülmüştür.
63. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…R. A.’nın sanığın
kimliği ile ilgili olarak verdiği bilgilerin resmi belgelerle doğrulandığı, bu
bağlamda Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuduğunun tespit edildiği,
tanık R. A.’nın sanıkla ilgili verdiği fiziksel
bilgilerin de doğru olduğunun belirlendiği, tanık R. A.’nın
sanığı fotoğraftan da teşhis ettiği, yine bu tanığın beyanına göre sanığın
Diyar kod adını kullandığı, tanığın beyanlarda ismi geçen D. hakkında örgüt
üyeliği eyleminden dolayı yakalama emri çıkartıldığı,…”
64. İlk
Derece Mahkemesi, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünü, belirleyici olarak, soruşturma evresinde
dinlenen ve başvurucu ile yüzleştirilmemiş bir tanığın beyanlarına
dayandırmıştır. Başvurucu, bu tanığın soruşturma evresinde sunduğu açıklamalarını
kabul etmediğini bildirmekle yetinmiştir. Bahsi geçen tanığın, mahkemenin başka bir dosyasında
başvurucu ile benzer suçtan yargılandığı ve hakkında yakalama emri çıkartılmış
olduğu görülmektedir. Mahkemece, başka dosyada bu tanık hakkında çıkartılan
yakalama emrinin akıbeti sorulmamış, yurda giriş-çıkışı ile ilgili olarak
yetkili birimlerden bilgi alınmamış, yurt dışına çıktığından bahisle
beyanlarının alınmasından vazgeçilmiştir.
65. Başvurucu ve müdafiinin, tanığın soruşturma evresinde alınmış ifade
tutanaklarını görme ve bu ifadelerin kanıt olarak kullanılmasına karşı çıkma
imkanına sahip olması, başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve
sorgulatabileceği şekilde huzura gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin
yerini alamaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/9/2003, § 95). Başvurucu müdafiinin, tanık
bulunamadığından mahkeme huzurunda dinlenilmesine ilişkin ara karardan
vazgeçilmesine yönelik talebi, tanık sorgulama hakkından feragat olarak
değerlendirilse bile, somut olayda tanık sorgulama imkânı, duruşmada
dinlenmeyen ve soruşturma evresinde verdiği ifadeyle yetinilen tek tanığın
beyanlarının olayın aydınlatılması açısından ağırlığının çok ciddi (kilit
mahiyetinde) olması nedeniyle hayati önemde olduğu açıktır. Bu durumlarda tanık
sorgulama hakkında feragat, savunma tarafına bu haktan vazgeçmesine mütenasip
asgari güvenceler sağlanmadıkça kamu yararına uygunluk taşımaz.
66. Mahkûmiyet
hükmü, belirleyici olarak, başvurucunun soruşturma veya yargılama aşamasında
sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir tanık tarafından verilen
ifadelere dayandırılmış ve savunma haklarının korunması için hiçbir tedbir alınmamıştır.
Sonuç olarak, bahse konu mahkûmiyetin belirleyici delilinin tanık R. A.’nın açıklamaları olduğu, bu tanığın duruşmada
dinlenilmemesi ve sanıkla yüzleştirilmemesinin adil yargılanma hakkını ihlal
eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.
67. Bu
sebeplerle, başvurucunun, aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya çekme hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
68. 6216 sayılı Kanun"un "Kararlar" kenar başlıklı 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
69. Başvurucu, bir mahkeme
kararından kaynaklanması nedeniyle, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesini
talep etmiştir.
70. Tespit edilen ihlal bir
mahkeme kararından kaynaklanmakta olup, ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan, yeniden yargılama
yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle,
A. Başvurucunun,
1. Gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”
2. Silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Anayasa"nın
36. maddesinde güvence altına alınan aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya
çekme hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan aleyhinde beyanda
bulunan tanığı sorguya çekme hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/4/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.