
Esas No: 2014/5836
Karar No: 2014/5836
Karar Tarihi: 16/4/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
NEŞE ASLANBAY AKBIYIK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/5836) |
|
Karar Tarihi: 16/4/2015 |
R.G.Tarih- Sayı: 11/7/2015-29413 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
Raportör |
: |
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER |
Başvurucu |
: |
Neşe ASLANBAY AKBIYIK |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, evli kadının
evlilik öncesi soyadını tek başına kullanmasına engel olan 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun 187. maddesine istinaden yapılan uygulama neticesinde, cinsel
olarak ayrımcılığa maruz tutularak özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmemesi nedeniyle, Anayasa’nın 10., 20. ve 41. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, uyuşmazlık
hakkında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 29/4/2014 tarihinde
İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtası ile yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir
durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
5/1/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/3/2015 tarihli
yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Bakanlık görüşüne
karşı beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucunun, evlenmeden
önceki soyadını tek başına kullanmak amacıyla açtığı dava, Kadıköy 5. Aile
Mahkemesinin E.2012/893 sırasına kaydedilmiştir.
8. Kadıköy 5. Aile Mahkemesinin
28/12/2012 tarih ve E.2012/893, K.2012/1092 sayılı kararı ile dava
reddedilmiştir.
9. Temyiz üzerine karar,
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 4/12/2013 tarih ve E.2013/9479, K.2013/28417
sayılı ilamı ile onanmıştır.
10. Bu aşamada Kadıköy 5. Aile
Mahkemesinin kapatılması nedeniyle, dosya İstanbul Anadolu 17. Aile Mahkemesine
devredilmiştir.
11. Karar düzeltme talebi, aynı
Dairenin 20/3/2014 tarih ve E.2014/3882, K.2014/6346 sayılı ilamı ile
reddedilmiştir.
12. Ret kararı, 28/4/2014
tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir.
13. Başvurucu tarafından
29/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili
Hukuk
14. 22/11/2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Kadının soyadı” kenar başlıklı 187. maddesi şöyledir:
“Kadın, evlenmekle
kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus
idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da
kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı
için yararlanabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
15. Mahkemenin 16/4/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 29/4/2014 tarih ve 2014/5836
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, İstanbul Barosuna
bağlı avukat olarak çalıştığını, 2012 yılında evlendiğini, ancak evlilik öncesi
soyadı ile birlikte eşinin soyadını da kullanmak zorunda olması nedeniyle resmi
işlemlerini yapmakta zorluk çektiğini, yaşadığı zorluklar nedeniyle evlilik
öncesi soyadının kullanılmasına izin verilmesi talebiyle açtığı davanın
reddedildiğini, bu durum nedeniyle cinsel olarak ayrımcılığa tabi tutularak
özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmediğini belirterek, Anayasa’nın
10., 20. ve 41. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
17. Başvurucu tarafından
yukarıda belirtilen maddi vakıalara dayalı olarak Anayasa’nın 10., 20. ve 41.
maddelerinin ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla birlikte, ihlal iddialarının
mahiyeti gereği Anayasa’nın 10. ve 17. maddeleri kapsamında değerlendirilmesi
uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
18. Başvurunun incelenmesi
neticesinde, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
19. Başvurucu evli kadınların
yalnızca evlilik öncesindeki soyadlarını kullanmasını engelleyen 4721 sayılı
Kanun’un 187. maddesine dayanılarak yapılan uygulama nedeniyle, Anayasa’nın 17.
maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. Bakanlık görüşünde,
başvurunun, mevzuatta 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesinin var olduğu nazara
alınarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan
Solmaz, B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18)
22. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu isim hakkı, Anayasa’nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 8. maddesinde
düzenlenmiştir.
23. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama,
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
24. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
25. Özel yaşama saygı hakkı alt
kategorisinde geçen “özel yaşam”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından oldukça geniş
yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle
kaçınılmaktadır.
26. Kişinin bireyselliğinin,
yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve onu bireyselleştiren niteliklerin
hukuken tanınması ve bu unsurların güvence altına alınması son derece
önemlidir. Birçok uluslararası insan hakları belgesinde “kişiliğin serbestçe geliştirilmesi”
kavramına yer verilmekle beraber, Sözleşme kapsamında bu kavrama açıkça işaret
edilmediği görülmektedir.
27. Bununla birlikte,
Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında, “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi”
kavramının, özel yaşama saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel
alındığı anlaşılmaktadır. Özel yaşamın korunması hakkının sadece mahremiyet
hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında, kişiliğin serbestçe
geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhil
edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli
olan isim hakkı da, Sözleşme denetim organları tarafından ön ad ve soyadını
kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır.
28. AİHM, Sözleşme’nin 8.
maddesinin ad ve soyadı konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle
beraber, kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir
araç olması nedeniyle, belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki
kurmayı da içeren özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkıyla ilgili olduğunu
ve bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve Devletin adların düzenlenmesi
konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından
uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir. Bu kapsamda, soyadı değiştirme ile
çocuğun ve kadının soyadı bağlamında AİHM içtihatlarına konu edildiği görülen
soyadının da Sözleşme’nin 8. maddesinin koruma alanında olduğu anlaşılmaktadır.
AİHM’e göre soyadı, mesleki bağlamın yanı sıra, bireylerin özel ve aile
yaşamında diğer insanlarla sosyal, kültürel ya da diğer türden ilişkiler
kurabilmesi için önemli olup, onları dış dünyaya tanıtma fonksiyonunu
üstlenmektedir (Burghartz/İsviçre,
B.No. 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya,
B.No. 18131/91, 25/11/1994, § 37; Niemietz/Almanya,
B.No. 13710/88, 16/12/1992, § 29).
29. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlük hakkı ile, bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin
kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve
kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru haline gelen, birey olarak kimliğin
belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye
sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı olan soyadının da kişinin manevi varlığı
kapsamında olduğu açıktır.
30. Cinsiyet, doğum kaydı gibi
kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgiler ile bunlarda değişiklik ve
düzeltme yapılmasını isteme hakkının yanı sıra, isim hakkı da Anayasa Mahkemesi
tarafından, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No. 2013/2187,
19/12/2013, § 30; AYM, E.2011/34, K.2012/48, K.T.30/3/2012; AYM, E.2009/85,
K.2011/49, K.T.10/3/2011).
31. Başvuruya konu yargılama
kapsamında başvurucunun sadece evlenmeden önceki soyadını kullanmasına yetkili
idari ve yargısal merciler tarafından izin verilmemesi şeklindeki uygulamanın,
kişinin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan soyadının
vazgeçilemezlik, devredilemezlik ve kişiye sıkı surette bağlı olma
niteliklerinin kadının soyadı bakımından geçerliliğini etkilediği görülmekle,
belirtilen uygulamanın Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.
32. Anayasa’nın 17. maddesinde,
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir
sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde
sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın diğer
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da
mümkün olabilir. Bu noktada Anayasanın 13. maddesinde yer alan güvence
ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim
Akat Eşki, B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
33. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
34. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence
rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve
özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde
tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer alan başta
yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi
gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki,
B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 35).
35. Hak ve özgürlüklerin yasayla
sınırlanması ölçütü anayasa hukukunda önemli bir yere sahiptir. Hak ya da
özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus,
müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir
temelinin mevcut olup olmadığıdır.
36. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM
içtihadı uyarınca da, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir
müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca
gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin hukukîlik unsurunu
taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 8. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin
ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Bkz. Fadeyeva/Rusya, B. No. 55723/00, 9/6/2005,
§ 95; Bykov/Rusya, B. No.
4378/02, 10/3/2009, § 82).
37. Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını sağladığının kabulü için,
müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur.
38. Başvuru konusu olayda
başvurucunun evlilik öncesi soyadını kullanması yönündeki talebinin, İlk Derece
Mahkemesince, 4721 sayılı Kanunda evli kadının kocasının soyadı olmaksızın
yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanabileceğine dair bir hüküm
bulunmadığı belirtilerek reddedildiği anlaşılmaktadır.
39. Anayasa’nın “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma”
kenar başlıklı 90. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar
hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek
cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.”
40. Belirtilen düzenlemeyle,
usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin
uluslararası andlaşmalarda yer alan düzenlemelerin kanun hükmünde olduğu
belirtilerek, 7/5/2004 tarihinde yapılan değişiklikle fıkraya eklenen son cümle
ile, hukukumuzda kanunlar ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası
andlaşmalar arasında bir çeşit hiyerarşi ihdas edilmiş ve aralarında uyuşmazlık
bulunması halinde andlaşmalara öncelik tanınacağı hüküm altına alınmıştır. Bu
düzenleme uyarınca, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası bir andlaşma
ile bir kanun hükmünün çatışması halinde, uluslararası andlaşma hükmünün
öncelikle uygulanması gerekir. Bu durumda başta yargı mercileri olmak üzere,
birbiriyle çatışan temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir uluslararası andlaşma
hükmü ile bir kanun hükmünü önlerindeki olaya uygulamak durumunda olan
uygulayıcıların, kanunu göz ardı ederek uluslararası andlaşmayı uygulama
yükümlülükleri vardır.
41. Belirtilen düzenleme
uyarınca, uluslararası insan hakları hukukunun temel belgelerinden olan ve
Türkiye tarafından da kabul edilerek onaylanan Sözleşme hükümlerine de doğrudan
uygulama alanı tanınmakla, Sözleşme iç hukukta doğrudan uygulanabilir hale
gelmiştir.
42. Sözleşme’nin 8. maddesi özel
hayata ve aile hayatına saygıyı ifade ederken, 14. maddesi cinsiyete dayalı
ayrımcılığı yasaklamaktadır. AİHM"in, kişinin soyadını özel hayat kapsamında
değerlendirerek evli kadının kocasının soyadını kullanma zorunluluğunu özel
hayata müdahale olarak kabul ettiği birçok kararında, soyadı kullanımı ile
ilgili başvurular, Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan “özel hayatın ve aile hayatının korunması”
ilkesi kapsamında incelenmiş ve kadının evlendikten sonra yalnızca evlilik
öncesi soyadını kullanmasına ulusal mercilerce izin verilmemesinin, Sözleşmenin
özel hayatın gizliliğini öngören 8. maddesiyle bağlantılı olarak, ayrımcılığı
yasaklayan 14. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır (Ünal Tekeli/Türkiye, B.No. 29865/96,
16/11/2004; Leventoğlu
Abdulkadiroğlu/Türkiye, B.No. 7971/07, 28/5/2013; Tuncer Güneş/Türkiye, B.No. 26268/08,
3/10/2013; Tanbay Tüten/Türkiye, B. No. 38249/09, 10/12/2013).
43. Cinsiyetler arası eşitlik ve
cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili diğer
bir takım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Türkiye’nin
4/6/2003 tarihinde onayladığı, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin
23. maddesinin 4. fıkrasında taraf devletlerin, eşlerin evlenirken, evlilik
süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip
olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacakları; Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme’nin 16. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (g) bendinde ise yine taraf devletlerin kadınlara karşı
evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün
önlemleri alacakları ve özellikle kadın erkek eşitliğine dayanılarak aile adı,
meslek ve iş seçimi dâhil her iki eş için geçerli, eşit kişisel haklar
sağlayacakları düzenlemesine yer verilmiştir.
44. Anayasa’nın 90. maddesinin
beşinci fıkrası uyarınca, sözleşmeler hukuk sistemimizin bir parçası olup,
kanunlar gibi uygulanma özelliğine sahiptir. Yine aynı fıkraya göre, uygulamada
bir kanun hükmü ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin olan sözleşme hükümleri
arasında bir uyuşmazlığın bulunması halinde, sözleşme hükümlerinin esas
alınması zorunludur. Bu kural bir zımni ilga kuralı olup, temel hak ve
özgürlüklere ilişkin sözleşme hükümleriyle çatışan kanun hükümlerinin uygulanma
kabiliyetini ortadan kaldırmaktadır (B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 45).
45. Başvuruya konu yargılama
kapsamında, kararın 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesine dayanarak verildiği
anlaşılmaktadır. Ancak, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, ilgili Kanun
hükmünün sözü edilen Sözleşme hükümleri ile çatıştığı görülmektedir. Bu
durumda, uyuşmazlığı karara bağlayan derece mahkemelerinin, AİHS ve diğer
uluslararası insan hakları andlaşmaları ile çatışan 4721 sayılı Kanun’un 187.
maddesini kararlarına esas almayarak, başvuru konusu uyuşmazlık açısından
Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca uygulanması gereken uluslararası sözleşme
hükümlerini dikkate alması gerektiği sonucuna varılmaktadır (Sevim Akat Eşki, B. No. 2013/2187,
19/12/2013, § 46).
46. Somut başvuru açısından,
başvurucunun temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası andlaşmaların kanun
hükümlerine nazaran öncelikle uygulanacağı ve bu kapsamda Sözleşme’nin ve AİHM
içtihadının uyuşmazlığın karara bağlanmasında nazara alınması noktasındaki
itirazlarının yargı mercilerince dikkate alınmadığı ve tartışılmadığı
anlaşılmaktadır.
47. Uluslararası sözleşmelerin,
evli erkek ve kadının evlilik sonrasında soyadları bakımından eşit haklara
sahip olmasını öngören hükümleri ile evli kadının kocasının soyadını kullanması
zorunluluğunu öngören iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı
hükümler içermesi nedeniyle, ilgili sözleşmenin hükümlerinin somut uyuşmazlık
açısından esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılmakla,
başvurucunun manevi varlığı kapsamında güvence altına alınan isim hakkına
yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.
48. Yapılan bu tespit
çerçevesinde, söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet
edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
49. Belirtilen nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
50. Başvurucunun Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi
hakkının, müdahalenin kanuniliği şartının yerine getirilmemesi nedeniyle ihlal
edildiği sonucuna varılmış olmakla, Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiği
yönündeki iddiaların ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
51. Başvurucu uyuşmazlık
hakkında yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini talep etmiştir.
52. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
53. Mevcut başvuruda müdahalenin
kanuniliği şartının sağlanmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
54. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine,
C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/4/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.