
Esas No: 2013/1047
Karar No: 2013/1047
Karar Tarihi: 15/4/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ALİ SUAT ERTOSUN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/1047) |
|
Karar Tarihi: 15/4/2015 |
R.G. Tarih- Sayı: 20/6/2015-29392 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Raportör |
: |
Yunus HEPER |
Başvurucu |
: |
Ali Suat ERTOSUN |
Vekili |
: |
Av. Rabiya
BALKANLI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetede köşe
yazarı olan davalının yazdığı bir köşe yazısında kullandığı ifadelerin kişilik
haklarını zedelediğini belirterek, Anayasa’nın 17.,
25., 26., 28., 36., 40. ve 90. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 28/1/2013 tarihinde
Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/9/2014
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014
tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/11/2014
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 15/1/2015 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 7 yıl adli yargıda hâkimlik, 14 yıl adalet
müfettişliği, başmüfettişliği ve ayrıca Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürlüğü ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği yapmıştır. Başvurucu
halen Yargıtay 6. Ceza Dairesinde üye olarak görev yapmaktadır.
9. Ulusal bir gazete olan Star Gazetesi’nin 19/7/2009 tarihli nüshasında yayımlanan “Hürriyet haberi nasıl vermişti” başlıklı
gazete makalesinde, Özdemir Sabancı"nın silahlı saldırı sonucu öldürülmesinden
sonra gerçekleşen olaylardan bahsedilmiş ve dönemin Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürü"nün, Cumhurbaşkanı tarafından Devlet Üstün Hizmet Madalyasıyla
ödüllendirilen başvurucu Ali Suat Ertosun olduğu bilgisine yer verilmiştir. Söz
konusu gazete yazısında şu ifadeler yer almıştır:
“Takvimler 9 Ocak 1996’yı
gösterirken, Sakıp Sabancı’nın kardeşi Özdemir Sabancı ve iki holding çalışanı
Türkiye’nin en iyi korunan binalarından birinde, Sabancı Center’da silahlı
saldırı sonucu öldürüldü. Olayı terör örgütü DHKP-C üstlendi. Suikastte tetiği çeken Mustafa Duyar, bir yıl sonra sürpriz
bir şekilde teslim oldu ve Afyon Cezaevi’ne konuldu. Ne hikmetse, Nuri ve Vedat
Ergin kardeşler (Karagümrük Çetesi) de bir süre sonra adamlarıyla birlikte aynı
cezaevine nakledildi. Ve gene ne hikmetse, bir isyan çıktı, 15 Şubat’ta
Sabancı’nın katili Duyar öldürüldü. Bu dönemde Ceza ve Tevkif Evleri Genel
Müdürü Ali Suat Ertosun’du...
16 Şubat 1999 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin bu
haberi şu dikkat çekici saptamalarla verdiğini gördüm: ‘Sabancı suikastinin tetikçisi olan devlet güvencesindeki Mustafa
Duyar, kendilerini Afyon Cezaevi’ne naklettiren Karagümrük çetesi tarafından
kafasına 3 kurşun sıkılarak öldürüldü. ...Mustafa Duyar’ı öldürmek için DHKP-C’den
‘infaz ihalesi’ almış olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor.’ Haberde
cinayeti işleyen Karagümrük Çetesi’nin ‘kim’ tarafından Afyon’a nakledildiği
yoktu, bunun yerine ‘kendilerini naklettiren’ vurgusu vardı. Cinayet nedeni
olarak ise ‘DHKP-C’den ‘infaz ihalesi’ alınmış olabileceği ihtimali’
gösterilmekteydi...
Hálbuki...
Ekim 2000’de Uşak Cezaevi’ndeki isyan
sırasında çekilen video kaydında Nuri Ergin, devletin emriyle Sabancı suikasti sanığı Mustafa Duyar’ı öldürdüğünü açıklıyor... Ve
Nuri’nin ardından sahneye çıkan kardeşi Vedat Ergin ise kendilerini ‘Veli
ağabey’ diye bahsettiği Veli Küçük’e sormalarını
söylüyordu... Ergenekon İddianamesi’nde yer alan bu
görüntüler FOX Haber tarafından yayınlandı. İddiaya göre, Sabancı Center’daki
cinayetleri Ergenekon Terör Örgütü organize etti ve bunu terör örgütü DHKP-C’ye
yaptırdı. Daha sonra ise Karagümrük Çetesi aracılığıyla tetikçi Mustafa Duyar
ortadan kaldırıldı. Mustafa Duyar’ın, Afyon Cezaevi’nde kaldığı hücrede suçu
üstlendiği ifadesini değiştirmek istediğinden; ‘bildiğim bütün sırları
açıklamaya hazırım’ dediği günün akşamı çıkartılan bir isyan sonucu çete
sanıklarına öldürtüldüğünden söz edildiğine de rastladım... Uşak E Tipi
Cezaevi’nde 2000 yılında hükümlü Nizamettin Dal’ın işkence edilerek öldürülmesiyle
ilgili açılan davanın ikinci duruşmasında ifade veren Nuri Ergin, ‘Cumhuriyet
Savcısı Zekeriya Öz, Sabancı suikastıyla ilgili bir şeyler ortaya çıkarmak
istiyorsa Ali Suat Ertosun’un neden Mustafa Duyar’a yakınlık gösterdiğini
sorgulasın’ demişti.
15 Şubat 1999’daki Mustafa Duyar cinayeti
ertesinde... 19 Aralık 2000 tarihinde Türkiye ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ yaşadı.
30’u tutuklu 32 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. Bu dönemde Ceza ve Tevkif
Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’du... 2004 yılında, Ertosun, dönemin
Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in önerisi üzerine, bu operasyondaki büyük katkısı
nedeni ile Bakanlar Kurulu Kararı ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayı
ile Devlet Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirildi. Katledilenlerin yakınları
tarafından, Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın 23 Haziran 2008
tarihindeki 23. oturumunda, sanıkların ifadesi dahi henüz alınmamış iken, her
benzeri davada olduğu gibi davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar
verildi.
Ergenekon ve faili meçhul cinayetleri
araştıran savcı ve hákimlerin görevlerinden alınması
için uğraştığı iddia olunan zihniyetin ardına, şöyle bir on yıl geriye doğru
giderek bakınca, ürkütücü bir umacıyla karşılaşıyorsunuz... Ve Türkiye’yi
sarsan resmi ‘cinayet ve katliamlara’ bulaşanların sırtlarının hiçbir şekilde
yere gelmediğini, sürekli korunup kollandıklarını görüyorsunuz. ‘Ergenekon
Terör Örgütü’ olduğu iddia olunan anlayış sanki ‘devlet’... Ama böyle bir
‘devlet anlayışı’ olamayacağına göre, ‘yeni devlet’ şimdi bu örgütlenmeyi
temizlemekle uğraşıyor... Hayatın değiştiğini hiç anlamayan, hayata cinayet ve
katliamlar üzerinden bakan ‘eskiler’ de çaresizce direnmeye çabalıyor...”
10. Başvurucu bu yazı üzerine, kişilik haklarına saldırıda
bulunulduğu iddiasıyla 12/7/2010 tarihinde Ankara 16.
Asliye Hukuk Mahkemesinde haberi kaleme alan köşe yazarı Mehmet Altan aleyhine
manevi tazminat davası açmıştır.
11. İlk Derece Mahkemesi, 5/4/2011
tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin
gerekçesi şöyledir:
“... (O)layların
gerçekleştiği tarihlerde Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürü olan davacının, Sabancı suikastinden sonra
cezaevlerinde gerçekleşen ve ölümle sonuçlanan olaylarda görevini kötüye
kullandığına ve ihmal ettiğine dair herhangi bir ifade kullanılmadığı,
olaylardan kişilik haklarına saldırı teşkil etmeyen ifadeler kullanılarak
bahsedildiği, basın özgürlüğü sınırları aşılmaksızın eleştirel nitelikte yazı
yazıldığı, davacıyı incitici ve rencide edici ifadelere yer verilmediği,
davalıların manevi tazminat sorumluluklarının doğmadığı sonucuna varıl(mıştır.)”
12. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 9/4/2012 tarihli ilamla usul ve yasaya uygun olan hükmün
onanmasına karar vermiştir.
13. Onama kararına karşı yapılan karar düzeltme başvurusu,
Yargıtay aynı dairesince 3/12/2012 tarihli kararla
reddedilmiştir.
14. Başvurucu, ret kararını, vekiline 27/12/2012
tarihinde tebliğ edilmesiyle öğrenmiştir.
15. Bireysel başvuru, 28/1/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
16. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk”
başlıklı 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 15/4/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 28/1/2013 tarihli ve 2013/1047 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu,
i. Davaya konu yazıda davalının
kendisini, görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan, derin devlet
görevlisi ve ajanı, çeteleri idare eden, yönlendiren ve onlara öldürme talimatı
veren, adam öldürten, faili meçhul cinayetleri ve Ergenekon silahlı terör
örgütünün şüpheli ve sanıklarını koruyan, onları soruşturan ve yargılayan
Cumhuriyet savcısı ve hâkimlerin görevden alınması için çaba harcayan, taraflı
derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan bir kişi olarak gösterdiğini,
ii. Davalının
kendisini, “ürkütücü bir umacı”,
“resmi cinayetlere bulaşan” ve “sürekli korunup kollanan” ifadeleriyle tanımladığını,
iii. Söz
konusu yazıda, ifade özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının sınırlarının
aşıldığını, kullanılan ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğinde
olduğunu, derece mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma özgürlüğü ile
kendisinin itibarının korunması arasındaki dengeyi sağlayamadığını ileri
sürmüş, Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40. ve
90. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvurucu tahkir içeren sözler nedeniyle de şeref ve
itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasanın 17., 25., 26., 28., 36., 40. ve 90. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve
şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın
17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
20. Mevcut davada başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme
hakkı ile ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına
alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması
gerekmektedir.
a. Genel İlkeler
i. Kişinin Manevi
Bütünlüğü
21. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
22. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür. (Abdullah
Doğtaş, B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33) Başka bir deyişle kişisel itibarının
korunması hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması
altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın
yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617,
8/4/2015 [GK], § 36; İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 42).
23. AİHM, kişisel şeref ve itibara yapılan müdahaleleri
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı hakkı”
kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e
göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi tarafından
korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (Bkz. X ve Y/Hollanda,
B. No: 8978/80, 26/3/1985,
§ 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AG/ Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete
makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin
itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, § 19 ve
30) eleştirel bir gazete makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre,
(kk), B. No: 14991/02, 14/06/2005)
özel yaşam kapsamında görülmüştür.
24. Kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar
nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve
manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Bkz.
Pfeifer/Avusturya, § 35) ve Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (bkz. Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 38; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44).
25. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının
olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının belli bir
ağırlık düzeyine erişmiş olması ve kişinin itibarına saygı gösterilmesini
isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek
şekilde yapılmış olması gerekir. Ayrıca, öngörülebilir şekilde, kişinin kendi
eylemleri sonucu ortaya çıkabilecek itibarının zedelenmesi olgusundan şikâyet
etmek için Anayasa’nın 17. maddesi ileri sürülemez (bkz. Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 39; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 45, 56; benzer bir
değerlendirme için bkz. Mater/Türkiye,
B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 52)
26. İnceleme konusu olan dava gibi davalarda söz konusu olan,
devletin bir eylemi değil ama yargı mercilerinin, başvurucuların kişisel
itibarlarına sağladıkları korumanın yetersiz olduğu iddiasıdır. Anayasa’nın 17.
ve Sözleşme’nin 8. maddesi esas olarak kamu görevlilerinin keyfi müdahalelerine
karşı bireyi korumayı amaçlasa da söz konusu maddeler sadece devletin bu tür
müdahalelerde bulunmasından kaçınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa’nın
17. maddesinin birinci fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi
ve manevi varlığına etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif
yükümlülükler eklenebilir. Bu yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan
ilişkilerini de kapsayacak şekilde, kişisel itibarının korunmasını isteme
hakkına saygının güvence altına alınması amacıyla bir takım tedbirler
alınmasını gerektirebilir (Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında benzer kararlar
için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No:
8978/80, 26/3/1985,
§ 23; Von Hannover/Almanya (no 2), B.
No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 98). Bu tedbirlere, kişisel
itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da
başvurulabilir (bkz. Kadir Sağdıç,
B.No: 2013/6617, 8/4/2015
[GK], § 40; İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 47).
27. Başvuruya konu gazete makalesinde, olayların geçtiği
tarihte Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)
üyesi olan başvurucunun Ergenekon soruşturmaları olarak bilinen bir dizi
soruşturmayı ve söz konusu soruşturmalar kapsamında açılan ceza davalarını
yürüten bazı hâkim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi için çaba
gösterdiği ileri sürülmüş ve bazı detaylara yer verilmiştir. Söz konusu
makalede başvurucunun Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü yaptığı dönemde
Sabancı suikastının faillerinin cezaevinde öldürülmesinde ve cezaevlerinde
yaşanan bir dizi olayın sorumlusu olduğu iddia edilmektedir. Söz konusu
makaledeki iddialar ve sözler nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının
korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir.
ii. İfade Özgürlüğü ile
Basın Özgürlüğü
28. Mevcut başvuruda başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme
hakkı ile ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına
alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması
gerekmektedir (bkz. Kadir Sağdıç,
B.No: 2013/6617, 8/4/2015
[GK], § 42; İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 49). Bu sebeple, bu
özgürlüklerin kullanımıyla ilgili genel ilkelerin belirlenmesi gerekir.
29. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin
kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel
nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması,
suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
30. Anayasa’nın “Basın
hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi
kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini
sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın
26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.
…”
31. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün
kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz,
yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade
aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (bkz. Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 45; B.No:
2013/2602, 23/1/2014, § 43).
32. Anayasa’da basın özgürlüğüne ilişkin olarak daha
ayrıntılı düzenlemeler de yer almıştır. Basın özgürlüğü alanındaki temel
düzenleme Anayasa’nın 28. maddesinde yer almaktadır. Bu madde, basılmış
materyalleri kapsayacak, ancak görsel ve işitsel iletişim araçlarını dışarıda
bırakacak şekilde düzenlenmiştir. Nitekim düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün düzenlendiği Anayasa’nın 26. maddesinde “…radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla
yayımların izin sistemine…” bağlanabileceği belirtilerek, bu
iletişim araçlarının düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden
yararlanabileceği belirtilmek istenmiştir. Anayasa’nın 28. maddesine ilave
olarak 29. maddede süreli ve süresiz yayın hakkına, 30. maddede basın
araçlarının korunmasına yer verilmiştir. Anayasa’nın 31. maddesinde ise kamu
tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı
düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın basın özgürlüğünü düzenleyen hükümlerinde
yer alan “yazanlar”, “bastıranlar”, “başkasına verenler”, “dağıtımı
önleme”, “toplatma”, “süreli yayın” ve “süresiz yayın” gibi ifadeler ancak “gazete”, “kitap”,
“dergi” gibi basılıp
çoğaltılabilen kitle iletişim araçları için kullanılabilir. Dolayıyla,
Anayasa’ya göre basın, kitle iletişim araçlarından biridir; ancak diğer kitle
iletişim araçlarından ayrılarak özel olarak korunmuştur (bkz. Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 46; Abdullah Öcalan, B.No:
2013/409, 25/6/2014, § 68; İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 53).
33. İfade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan diğer hak ve
özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Gerçekten de gazete, dergi veya
kitap biçiminde basın yayın yoluyla düşüncenin yayılmasının başlıca aracı olan
basın özgürlüğü de ifade özgürlüğünün kullanılma biçimlerinden birisidir. Basın
özgürlüğü, Sözleşme’de ayrı bir madde olarak değil
ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin altında koruma altına alınmıştır.
Sözleşme’nin 10. maddesi, yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil
iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır (bkz. Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 47; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 54).
34. AİHM içtihatlarında sıklıkla vurgulandığı gibi ifade
özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun
ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
oluşturmaktadır. AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak
üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız
veya ilgisiz kabul edilen “bilgi”
ve “fikirler” için değil,
incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli
olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre
ifade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik
bir toplum”dan
söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
10. maddede güvence altına alınan bu hak, bazı istisnalara tabi ise de, bu
istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici
olması gerekir (bkz. Kadir Sağdıç,
B.No: 2013/6617, 8/4/2015
[GK], § 48; İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 55; başka kararlar
yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, §
49).
35. Buna karşın basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28-32.
maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap
gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve
eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar (bkz. AYM, E.1996/70,
K.1997/53, K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin
iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini
sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü
araçla açıklanabilmesi, açıklanan düşünceye paydaş sağlanabilmesi, düşünceyi
gerçekleştirme konusunda ilgililerin ikna edilebilmesi çoğulcu demokratik
düzenin gereklerindendir. Bu itibarla ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü
demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 49; Abdullah
Öcalan, B.No: 2013/409, 25/6/2014, § 74; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 56).
36. Özgür bir siyasal sistemde, devletin eylem ve
işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar, basının ve aynı zamanda
kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel veya
görsel basın kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve
ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşların karar alma
süreçlerine katılımını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde
işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini güvence altına
almaktadır (bkz. İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014,
§ 57; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41; Özgür radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve Tanıtım
AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00,
30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve İnce/Türkiye,
B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48). Bu sebeple basın özgürlüğü, herkes
için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür (bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997; Abdullah
Öcalan, B.No: 2013/409, 25/6/2014, § 75).
37. AİHM, birçok sefer demokratik bir toplumda basının
oynadığı temel rolün altını çizmiştir. Her ne kadar, özellikle de başkalarının
şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak, bazı sınırları aşmaması
gerekse de basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını
ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. Onun böyle konularda bilgi ve
fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı
eklenir. AİHM’e göre bu görevi olmasaydı basın,
vazgeçilmez “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamazdı (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç
[BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59 ve
62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka
[BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004 § 71).
38. Ayrıca bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir
durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemenin yargı
mercilerinin görevi olmadığı (Jersild/Danimarka,
B. No: 15890/89, 23/9/1994,
§ 31) göz önünde bulundurulmalıdır (bkz. Kadir
Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §
52; İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 59).
39. Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür
olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Basın
özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa
da (Prager ve Oberschlick /Avusturya,
B. No: 15974/90, 26/4/1995,
§ 38) bu özgürlük aynı zamanda ilgililerin meslek ahlâkına saygı göstererek
doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket
etmelerini de zorunlu kılmaktadır (Bladet Tromsø ve Stensaas
/ Norveç [BD], B. No: 21980/93, 10/5/1999, § 65; bkz. Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 53; İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 60).
40. Gerçekten de kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması
bazen kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana,
kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları,
varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıyla haber verme görevi
zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ve basın kuruluşlarının kendiliğinden
uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum özellikle basında yer alan
söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri
hallerinde geçerlidir (bkz. Kadir Sağdıç,
B.No: 2013/6617, 8/4/2015
[GK], § 54; İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 61; AİHM kararı için
bkz. Mater/Türkiye, B. No:
54997/08, 16/7/2013, § 54-55).
41. Sınırlanabilir birer hak olan ifade özgürlüğü ile onu
tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü Anayasa’da yer alan
temel hak ve özgürlükleri sınırlama rejimine tabidir. Anayasa’nın 28.
maddesinin dördüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında 26. ve 27.
madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece basın özgürlüğü, ifade
özgürlüğü ile ilgili genel hüküm niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve
akademik ifadelerle ilgili 27. maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın
özgürlüğüne yönelik diğer sınırlamalar ise 28. maddenin beşinci ve izleyen
fıkralarında yer almıştır (Abdullah Öcalan,
B.No: 2013/409, 25/6/2014, §
76). Basının, Anayasa’nın 26., 27. ve 28. maddelerinde
sayılan sınırlandırmalardan biri olan “başkalarının
şöhret veya haklarının, özel veya aile hayatlarının” korunması için
konmuş olan sınırlandırmalara uyması gerekir (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617,
8/4/2015 [GK], § 55; İlhan Cihaner, 2013/5574, 30/6/2014, § 62)
42. Son olarak halkın da bu tür bilgileri almaya hakkı
vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, çeşitli fikir ve tutumlarının iletilmesi ve
bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini
sağlamaktadır (bkz. İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 63; başka pek çok karar
yanında aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, §§ 41-42; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94,
25068/94, 8/7/1999, § 48; Kadir Sağdıç,
B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 56)
iii. Olgusal İddialar ve Değer Yargıları
43. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin
başvuranı aşırı bir eleştiriden korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları
incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük
ölçüde, dava konusu haberin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı
olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada, maddi olgular ile değer
yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse
de, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda
tutulmalıdır (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §
57; İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 64; bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, §
46).
iv. Denge Kurmak İçin Başvurulan Uygun
Kriterler
44. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu,
prensip olarak, başvurunun ihtilaflı makale veya haberi yayımlamış olan gazete
tarafından Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerine dayanılarak yapılmış olması ile
bu haber veya makaleye konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Gerçekte bu
hakların her ikisi prensip olarak eşit bir saygıyı hak etmektedirler (bkz. İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 65;
benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Von
Hannover/Almanya (no 2) B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 106).
45. Yargı mercilerinin bu iki hak arasında Anayasa Mahkemesi
içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir
şekilde bir denge kurmaları gerekir. Basın özgürlüğü ve bu kapsamda ifade
özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili
olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan ve mahkememizce daha önceki kararlarda
benimsenen kriterler aşağıda sayılmıştır (bkz. Kadir
Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 60-66; İlhan
Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 66-73).
α)
Kamu yararına katkı
46. Birinci temel unsur, haber, makale veya fotoğrafların
basında çıkmasının kamu yararına yönelik bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover/Almanya (no 2) B.
No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 109). Genel yarar konusu olan hususların
belirlenmesi ihtilaflı yazıların içerikleri ile birlikte somut davanın
şartlarına da bağlıdır. Ancak sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen
suçlarla ilgili olduğu ( bkz. Egeland ve Hanseid/Norveç, B. No: 34438/04, 16/4/2009, § 58) durumlarda böyle bir yararın
varlığı kabul edilmelidir.
β)
Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve haber veya makalenin konusu
47. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve haber, yazı,
röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle
bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır.
Burada sıradan bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal
alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan
bir kişi kişisel itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkına ve özel hayat
hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu
tarafından tanınan bireyler için bu derecede bir koruma söz konusu değildir
(kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin
bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k), B. No: 14991/02, 14/6/2005).
Mesela resmi bir görevi yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik
toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir haber ile
böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar
üzerine yapılan bir haber, bir tutulamaz (Von
Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 63).
48. Anılan birinci durumda basının rolü basının bir
demokraside kamu yararı bulunan konularda bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü
olan kamusal gözetleyici fonksiyonuyla örtüşüyorsa da, ikinci durumda bu rol
tali önemdedir. Aynı şekilde kamunun bilgilenme hakkı, kamuda tanınan
kişilerin, kamu görevlilerinin ve özellikle de siyasi kişiliklerin, özel
hayatlarının çeşitli boyutlarına belli bazı durumlarda üstün gelebilse de,
yayımlanan haberler ile onlara eşlik eden fotoğraf ve yorumların bu kişilerin
sadece özel hayatlarıyla ilgili detaylar hakkında olması ve belli bir kesimin
bu konudaki merakını gidermek dışında bir amaç taşımaması durumunda, ilgili
kişiler belli bir üne sahip olsalar bile, böyle bir üstün gelme durumundan
bahsedilemez (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 65). Bu en sondaki durumda ifade özgürlüğünün daha
dar yorumlanması gerekir (Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/09/2004, § 66).
49. Mevcut başvurudaki gibi ifade ve basın özgürlüğü ile
başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması halinde, eğer
şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin
üstlendiği kamu görevi göz önüne alınmalıdır. Bununla birlikte, kamu
görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime
açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin, görevlerini hakkıyla yerine
getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları
asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (bkz. Lesnik / Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003,
§ 53).
γ) İlgili kişinin önceki davranışı
50. İlgili
kişinin haber veya yazının yayımlanmasından önceki davranışı ya da ihtilaflı
bilgilerin daha önce yayımlanmış olması da dikkate alınacak unsurlar içinde yer
almaktadır (Von Hannover/Almanya (no 2) B.
No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012 § 111).
δ) Yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
51. Bir
gazetede haberin, röportajın, fotoğrafın veya makalenin yayımlanma şekli ve
hedef alınan kişinin orada sunulma biçimi de değerlendirmelerde göz önüne
alınmalıdır (bkz. Wirtschafts-Trend Zeitschriften-Verlagsgesellschaft
m.b.H./Avusturya (no 3), B. No: 66298/01 ve 15653/02, 13/12/2005,
§ 47). Ayrıca haberin, ulusal veya yerel,
tirajı az veya çok bir gazetede yayımlanmış olmasına göre, yayım genişliği de
önemli olabilir (bkz. Karhuvaara ve Iltalehti/Finlandiya, B. No: 53678/00, 16/2/2005, § 47).
ε) Haber veya makalenin yayınlanma
şartları
52. Son
olarak, haber veya makalenin yayınlanma şartlarının, söz konusu haberde yer
alan olayların geçtiği dönemde ülkede meydana gelen olaylar ışığında
değerlendirilmesi gerekir. Aynı zamanda hedef alınan kişi bakımından
müdahalenin başka bir ifadeyle haberin yayımlanmasının etkilerinin niteliğini
ya da ağırlığını göz önünde bulundurmak gerekir.
b) Bu ilkelerin mevcut olaya uygulanması
53. Başvurucu, Ceza ve Tevkif Evleri
Genel Müdürü olduğu dönemde Özdemir Sabancı suikastının sanığının cezaevinde
öldürülmesi olayı ile ilişkilendirildiğini, faili meçhul cinayetleri ve “Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün” şüpheli
ve sanıklarını koruyan, onları soruşturan ve yargılayan Cumhuriyet savcısı ve
hâkimlerin görevden alınması için çaba harcayan bir kişi olarak gösterildiğini
iddia etmektedir. Başvurucu, söz konusu yazıda geçen, “ürkütücü bir umacı”, “resmi cinayetlere bulaşan” ve “sürekli korunup kollanan” ifadelerinin
kendisine karşı söylendiğini ileri sürmektedir.
54. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin
görevinin, başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde korunan itibarının korunması
hakkı ile Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğü arasında adil bir
denge kurulup kurulmadığını tespit etmek olduğu belirtilmiştir. Bakanlık
yazısında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları
hatırlatılmıştır.
55. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, başvuru dilekçesindeki
görüşlerini tekrar etmiştir.
56. İlk olarak, davalının başvuruya konu sözlerinin olgular
temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun
merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap
verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri
ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına o
kadar çok boyun eğmesi gerekir. Aksine, yazının bilgilendirme değeri ne kadar
düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması gerekir
(bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §
67; İlhan Cihaner,
B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 74).
57. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun olayların gerçekleştiği
tarihlerde Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü olduğunu
hatırlatmıştır. İlk Derece Mahkemesine göre davalı, Sabancı suikastından sonra
cezaevlerinde gerçekleşen ve ölümle sonuçlanan olaylarla başvurucu arasında bir
ilişkilendirme yapmamış, başvurucunun tahkir içerdiğini söylediği sözlerle
başvurucuyu hedef almamıştır. Mahkemeye göre söz konusu yazı, basın özgürlüğü
sınırlarını aşmayan eleştirel nitelikte bir yazıdır.
58. Başvurucunun, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına
yönelik bir saldırı olduğu yönündeki değerlendirmelerine karşı davalı, söz
konusu makaledeki bilgilerin gerçek ve güncel olduğunu ve hukuka aykırı bir
yönünün de bulunmadığını ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun
talebini, söz konusu haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve
özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı gerekçesi ile reddetmiştir.
59. Başvurucu ayrıca, davalının “ürkütücü bir umacı”, “resmi
cinayetlere bulaşan” ve “sürekli
korunup kollanan” diyerek kendisine hakaret ettiğini ileri sürmüştür.
İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı şikâyet konusu sözlerin başvurucuya
yönelik olmadığını kabul ederek davayı reddetmiştir. Somut davada İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı “ürkütücü bir umacı”, “resmi cinayetlere bulaşan” ve “sürekli korunup kollanan” gibi sert sözlere kendisinin verdiği anlamın
ötesinde anlam yüklemeyi reddetmiştir. Gerçekten de söz konusu sert sözlerden
önce davalı, makalenin yayınlanma tarihinden geriye doğru on yıl içerisinde
görülen bir zihniyetten bahsetmektedir. Davalıya göre başvurucunun Ceza ve
Tevkif Evleri Genel Müdürü olduğu dönemde cezaevlerinde şaibeli olaylar meydana
gelmiş, buna karşın başvurucu devlet hizmet madalyası ile ödüllendirilmiştir.
Davalıya göre başvuruya konu yazıda zikrettiği olayların da içinde olduğu faili
meçhul cinayetler ve diğer hukuksuzlukların arkasında “ürkütücü bir umacı” bulunmaktadır. Davalı,
“Türkiye’yi sarsan resmi ‘cinayet ve
katliamlara’ bulaşanların sırtlarının hiçbir şekilde yere gelmediğini, sürekli
korunup kollandıklarını” iddia etmektedir.
60. Davalı, faili meçhul cinayetlerin ve hukuksuzlukların
yaşandığı bir devlet anlayışının olamayacağını, “yeni devletin” bunu değiştirmeye uğraştığını ileri
sürmektedir. İlk Derece Mahkemesi, davalının sözlerinin hedefinin başvurucu
olmadığını kabul etmiştir. Davalının sert sözleri doğrudan başvurucuya
yönelttiği de yeterince açık değildir. Ayrıca davalının kullandığı kelimelere
onun verdiği anlamın ötesinde bir anlam da yüklenmemelidir.
61. Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili
olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma
hakkının eklendiği hatırlanmalıdır. Şikâyet konusu gazete makalesinin
yayınlandığı dönem, ülkede sivil hükümete karşı darbe hazırlığı yapıldığına
ilişkin iddialar üzerine başlatılan ve Ergenekon soruşturmaları adı verilen bir
dizi soruşturmaların ve davaların devam ettiği bir dönemdir. Bu bakımdan söz
konusu makalede sarf edilen sözlerin, bir ölçüde, genel yarar nitelikli bir
tartışmaya katkı sundukları kabul edilmelidir.
62. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu
görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu
görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için
bkz. Saday / Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan
hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan
korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi
ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma
hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve
itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir
(benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 85).
63. Buna karşın başvurucu, makalede sözü edilen Ergenekon
soruşturmalarına ve davalarına bakan Hâkim ve Savcıların görevden alınmasına
ilişkin iddiaların dile getirildiği dönemde HSYK üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyelerince seçilmiştir. Ayrıca HSYK’nın yönetsel bir kurul olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır.
64. Başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde ve halen
Türkiye kamuoyunda oldukça tanınan bir yüksek bürokrat olduğu ve itiraz götürmeyen
tanınmışlık derecesi dikkate alındığında, onun az bilinen bir kişi olduğu iddia
edilemez. Dolayısıyla başvurucu Türk yargı sistemi için son derece önemli olan
HSYK üyeliği görevi nedeniyle eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla
katlanmalıdır.
65. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın
özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının
korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece
Mahkemesi, söz konusu yazının genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı
sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca haberin yapıldığı şartlar
üzerine de eğilmiştir. İlk Derece Mahkemesi davaya konu yazıda geçen olayların
gerçekliği meselesine eğilmiş ve yayınların yapıldığı tarihte meydana gelen
olaylarla yayınların içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığına ve
başvuruya konu sözlerde geçen olayların “görünür
gerçekliğe uygun” olduğuna karar vermiştir.
66. Diğer yandan başvuruya konu sözlerde hiçbir şekilde
abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının,
demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar
abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği
kabul edilmelidir (Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004,
§ 37). Öte yandan Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik
mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini
belirleyemez. Bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına ancak
bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın 26.
maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı
zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (bkz. Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, § 57).
67. Nitekim söz konusu makalede kullanılan üslup başvurucuyu
incitmiş olsa bile İlk Derece Mahkemesi, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü ile
bu özgürlüklerin başkalarının kişilik hakları karşısındaki sınırlarına vurgu
yapmıştır. Başvuruya konu ifadelerin hukuka uygunluk sınırları içerisinde
kaldığı kabul edilmelidir.
68. Bu şartlarda, yukarıdaki
değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken
sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, derece
mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik
saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
Başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 15/4/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.