
Esas No: 2015/13921
Karar No: 2015/13921
Karar Tarihi: 27/6/2018
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
E-BA İNŞAAT TAAHHÜT TİCARET LTD. ŞTİ.
BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/13921) |
|
Karar Tarihi: 27/6/2018 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör |
: |
Gülbin AYNUR |
Başvurucu |
: |
E-BA İnşaat
Taahhüt Ticaret Limitet Şirketi |
Temsilcisi |
: |
Ercüment
BADOĞLU |
Vekili |
: |
Av. Recep
ÇERÇİ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, vergi tarhiyatı ve cezalarının iptali istemiyle
açılan davaların süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 18/8/2015 ve 14/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından 2015/13920 ve 2015/19052 numaralı
bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması
nedeniyle 2015/13921 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve
incelemenin 2015/13921 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucu, inşaat işi ile iştigal eden bir limited şirkettir.
10. Vergi Dairesi (idare) başvurucu Şirket hakkında muhtelif
vergilendirme dönemlerine ilişkin olarak vergi ve ceza tarhiyatı yapmıştır. Söz
konusu tarhiyatlar 23/7/2007 ve 1/8/2007 tarihlerinde başvurucu Şirkete tebliğ
edilmiştir.
11. Başvurucu Şirket tarhiyatın kaldırılması istemiyle 12/9/2007
tarihinde Ankara 5. Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) üç ayrı dava açmıştır.
12. Vergi Mahkemesi söz konusu dava dosyalarında 27/2/2008
tarihinde verdiği kararlarla davaları kabul etmiş ve dava konusu tarhiyatı
kaldırmıştır.
13. Söz konusu kararlar davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay
Dördüncü Dairesi tarafından 29/3/2010 tarihinde oyçokluğuyla verilen kararlarla
bozulmuştur. Bozma kararlarının gerekçesinde, öncelikle bölge idare, idare ve
vergi mahkemelerinin her yıl Ağustos"un 1"inden Eylül"ün 5"ine kadar çalışmaya
ara verecekleri yönündeki kanun hükmüne yer verilmiş; dava konusu işlemlerin
23/7/2007 ve 1/8/2007 tarihlerinde başvurucu Şirkete tebliğ edildiği,
dolayısıyla otuz günlük dava açma süresinin çalışmaya ara verme zamanına (adli
tatil) rastladığı hatırlatılmıştır. Adli tatilin son gününün 4 Eylül olduğu,
dava açma süresinin bu tarihi izleyen günden (5 Eylül) itibaren yedi gün
uzayacağı, buna göre dava açma süresinin son gününün 11/9/2007 tarihi (11
Eylül) olduğu ifade edilen bozma kararında, 12/9/2007 tarihinde kayda giren
dilekçe ile açılan davaların süre yönünden reddi gerekirken uyuşmazlığın esası
incelenerek verilen kararlarda hukuki isabet bulunmadığı belirtilmiştir.
14. Karşıoy görüşünde ise adli tatilin
her yıl 1 Ağustos ile 5 Eylül mesai bitimi arasındaki dönem olduğu, dava açma
süresinin son gününün bu döneme rastlaması hâlinde 12 Eylül günü mesai bitimine
kadar sürenin uzayacağı belirtilmiştir. Buna göre 12/9/2007 tarihinde açılan
davaların süresinde olduğu, ilk derece mahkemesince işin esasına girilerek
karar verilmiş olmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.
15. Başvurucu Şirketin karar düzeltme istemi aynı Daire
tarafından reddedilmiştir.
16. Vergi Mahkemesi bozma kararlarına uymamış, davanın kabulü
yönündeki 27/2/2008 tarihli kararlarında ısrar etmiştir. Israr kararlarının
gerekçesinde, adli tatile ilişkin kanun hükmünün düzenlenme şekli ve adli yıl
açılışı ile ilgili Yargıtay ve Danıştay uygulamaları birlikte
değerlendirildiğinde adli tatil süresinin son gününün 5 Eylül günü mesai bitimi
olduğu, son günü adli tatile rastlayan dava açma süresinin 12 Eylül günü mesai
bitimine kadar uzayacağı dikkate alındığında incelenen davaların süresinde
olduğu belirtilmiştir.
17. Israr kararları davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.
Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu (VDDK) Dairenin bozma kararlarındaki aynı
gerekçeyle ısrar kararlarını bozmuştur. Başvurucu Şirketin karar düzeltme
istemi de VDDK tarafından reddedilmiştir.
18. Vergi Mahkemesi VDKK"nın bozma
kararı gereğince söz konusu dava dosyalarında 23/10/2014 ve 26/1/2015
tarihlerinde verdiği kararlarla davaları süre aşımı nedeniyle reddetmiştir.
19. Başvurucu Şirket, Vergi Mahkemesinin davanın süre aşımı
yönünden reddine dair kararlarına karşı temyiz ve karar düzeltme yollarına
müracaat etmiş ancak söz konusu istemleri VDDK tarafından reddedilmiştir.
20. Nihai kararlar 29/7/2015 ve 19/11/2015 tarihlerinde
başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu Şirket 18/8/2015 ve 14/12/2015 tarihlerinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanun
22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu"nun "Sürelerle ilgili genel
esaslar" kenar başlıklı 8. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi
çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği
günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır."
23. 2577 sayılı Kanun"un "Çalışmaya
ara verme" kenar başlıklı 61. maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesinin bireysel başvuruya dayanak davaların açıldığı tarihte
yürürlükte olan şekli şöyledir:
"(Değişik birinci cümle:
14/7/2004-5219/11 md.) Bölge idare, idare ve vergi
mahkemeleri her yıl ağustosun birinden eylülün beşine kadar çalışmaya ara
verirler."
24. Söz konusu cümlenin 2577 sayılı Kanun"un yürürlüğe ilk
girdiği 20/1/1982 tarihindeki şekli şöyledir:
"Bölge idare mahkemeleri, idare
mahkemeleri ve vergi mahkemeleri her yıl Temmuz ayının
yirmisinden Eylül ayının altısına kadar çalışmaya ara verirler."
25. Belirtilen cümlenin yürürlükte olan şekli şöyledir:
"(Yeniden düzenlenen birinci cümle:
27/6/2013-6494/18 md.) Bölge idare, idare ve vergi
mahkemeleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir
ağustosa kadar çalışmaya ara verirler."
2. Danıştay İçtihadı
26. Danıştay Dördüncü Dairesinin 15/10/2008 tarihli ve
E.2008/1080, K.2008/3641 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"[2577 sayılı
Kanun"un] 61. maddesinde de;
bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinin her yıl Ağustos"un birinden Eylül"ün
beşine kadar çalışmaya ara verecekleri belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler
uyarınca idari yargı yerleri her yıl Ağustos ayının
birinci gününden Eylül ayının beşinci günü mesai saati bitimine kadar çalışmaya
ara vermektedirler. Bu nedenle sürenin son gününün anılan tarihler arasına
rastlaması hâlinde 12 Eylül günü mesai bitimine kadar sürenin uzadığı kabul
edilmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, dava konusu işlemin
davacıya 23.7.2007 tarihinde tebliği üzerine davanın 12.9.2007 tarihinde
açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, sürenin son gününün çalışmaya ara
verme zamanına rastlaması nedeniyle, 12.9.2007 tarihi mesai bitimine kadar dava
açılması mümkün olup dava bu tarihte açıldığından [davanın
süre aşımı nedeniyle reddine dair] vergi
mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır."
27. Danıştay Dördüncü Dairesinin 22/6/2010 tarihli ve
E.2009/8980, K.2010/3763 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"[2577 sayılı
Kanun"un 61. maddesinde] ara vermenin son
günü Eylül"ün dördü olarak belirlenmiştir.
Dava dosyasındaki tebliğ alındısının ve tebliğ
tarihlerine ilişkin kayıtların incelenmesinden, Dairemiz kararının davacı
vekilinin bizzat kendisine, 20.8.2009 tarihinde tebliğ edildiği, 15 günlük
karar düzeltme süresinin bitiminin çalışmaya ara verme süresi içinde kaldığı
Eylül ayının 4 ünü izleyen tarihten itibaren ve karar düzeltme süresinin
11.9.2009 gününe kadar uzamasına rağmen davacının bu süreyi geçirdikten sonra
14.9.2009 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda, tebliğ tarihini izleyen onbeş günlük yasal süre geçirildiğindensüre
aşımı nedeniyle karar düzeltme isteminin incelenmesi mümkün değildir."
28. Danıştay Altıncı Dairesinin 3/3/2009 tarihli ve E.2007/3391,
K.2009/2028 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Yukarıda anılan Yasa maddesinin
değerlendirilmesinden "Eylül"ün beşine kadar" ibaresinden, Eylül"ün
beşinin de ara verme zamanına dâhil olarak, dolayısıyla dava açma süresinin son
gününün Eylül"ün beşine rastlaması hâlinde, dava açma süresinin altı Eylül"den
itibaren yedi gün uzamış sayılacağının kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, 1/1000 ölçekli imar planının
8.4.2005-8.5.2005 tarihleri arasında askıya çıkarıldığı, davacının askı süresi
içinde 13.4.2005 tarihinde yaptığı itirazın askı tarihinin son gününden
itibaren 60 gün içinde cevaplandırılmayarak istemin zımnen reddi üzerine 60
günlük dava açma süresinin son günü çalışmaya ara verme zamanına (beş Eylül)
rastlaması nedeniyle dava açma süresi 12.9.2005 tarihine kadar uzayacağından
8.9.2005 tarihinde açılan davada süreaşımı bulunmadığı açıktır.
Bu itibarla uyuşmazlığın esası hakkında karar
verilmesi gerekeceğinden, davanın süreaşımı yönünden reddine ilişkin mahkeme
kararında isabet görülmemiştir."
29. Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 14/6/2012 tarihli ve
E.2010/2825, K.2012/4080 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...çalışmaya ara vermenin
"...Eylül"ün beşine kadar..." süreceği ifade edilerek, Eylül"ün beşi
çalışmaya ara vermenin sona erdiği gün olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla
Danıştay dairelerinin Eylül"ün altısında çalışmaya başlayacakları hususunda
duraksama bulunmamaktadır. Nitekim sözü edilen düzenlemenin yürürlüğe girdiği
tarihten bu yana uygulamanın da bu doğrultuda olduğu bilinen gerçektir.
Diğer taraftan, Türk yargı sisteminin bir kolu
olan idari yargı kanadında çalışmaya ara vermenin Eylül ayının 5.günü,diğer kanadı olan adli yargı yerlerinde ise yıllardır
uygulanan ve tartışmasız olan Eylül"ün 6. günü biteceği şeklindeki bir yorum,
yargılama usulünde bir karmaşaya da yol açacaktır.
Bu durumda 12 Eylül tarihinde açılan dava
süresinde olduğundan, davanın esasının incelenmesi gerekirken süre aşımı
yönünden reddinde isabet görülmemiştir."
30. VDDK"nın 5/3/2014 tarihli ve
E.2013/111, K.2014/147 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"... Davayı inceleyen Antalya 1.Vergi
Mahkemesi, 8.10.2009 günlü ... kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 7 ve 8"inci maddeleri ile 14"üncü maddesinin 3. fıkrasının (e) bendi,
15"inci maddesinin 1"inci fıkrasının (b) bendi ve 61"inci maddesine değinerek;
dava konusu encümen kararının 21.7.2009 tarihinde tebliği üzerine 14.9.2009
tarihinde dava açıldığı, 2577 sayılı Kanunun sözü edilen hükümleri uyarınca,
davanın, otuz günlük dava açma süresinin bitiminin çalışmaya ara verme zamanına
rastlaması nedeniyle ara vermenin sona erdiği günü, yani Eylül ayının dördünü
izleyen tarihten itibaren yedi gün içinde olmak üzere, en son 11.9.2009 (Cuma
günü) tarihine kadar açılması gerekirken, bu sürenin bitiminden sonra 14.9.2009
tarihinde açılan davanın süreaşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmadığı
gerekçesiyle davayı süreaşımı nedeniyle reddetmiştir.
Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay
Dokuzuncu Dairesi 14.6.2012 günlü ... kararıyla; ... her sene Ağustos ayının
birinden Eylül"ün beşine kadar çalışmaya ara vermelerinin öngörüldüğü, bu kuralda
çalışmaya ara verme süresinin, bu sürenin başladığı ve sona erdiği gün açıkça
gösterilerek belirlendiği,... çalışmaya ara vermenin "...Eylül"ün beşine
kadar..." süreceği ifade edilerek, Eylül"ün beşi çalışmaya ara vermenin
sona erdiği gün olarak gösterildiği, dolayısıyla Danıştay dairelerinin Eylül"ün
altısında çalışmaya başlayacakları hususunda duraksama bulunmadığı, sözü edilen
düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana uygulamanın da bu doğrultuda
olduğu, öte yandan, Türk yargı sisteminin bir kolu olan idari yargı kanadında
çalışmaya ara vermenin Eylül ayının 5"inci günü, diğer kanadı olan adli yargı
yerlerinde ise yıllardır uygulanan ve tartışmasız olan Eylül ayının 6"ncı günü
biteceği şeklindeki bir yorumun, yargılama usulünde bir karmaşaya da yol
açacağı, bu durumda 12 Eylül günü dava açma süresinin son günü olup bu tarihin
Cumartesi gününe rastlaması nedeniyle 14 Eylül tarihinde açılan dava süresinde
olduğundan, davanın esasının incelenmesi gerekirken süreaşımı yönünden reddinde
isabet görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Antalya 1. Vergi
Mahkemesi ... ilk kararında ısrar etmiştir.
...
Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi
yukarıda açıklanan Antalya 1. Vergi Mahkemesinin... ısrar kararı, aynı hukuksal
nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde
ileri sürülen iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir."
3. Yargıtay İçtihadı
31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/1/2009 tarihli ve
E.2008/14-831, K.2009/3 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun 175. maddesi "Her sene bilumum mahkemeler Ağustos"un birinden
Eylül"ün beşine kadar tatil olunur."hükmünü
taşımakta; 177. maddede ise "Bu kanunun tayin ettiği mühletlerin bitmesi
tatil zamanına tesadüf ederse bu müddetler ayrıca bir karar vermeğe lüzum
olmaksızın tatilin bittiği günden itibaren yedi gün evvel uzatılmış
addolunur." hükmü bulunmaktadır.
(...)
Yukarıda belirtildiği üzere, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu’nun 175.maddesi uyarınca adli tatil, her yılın Eylül ayının
beşinci günü sona erer. Dolayısıyla, yeni adli yıl, o yılın altı Eylül günü
başlar (...)"
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar
verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına
sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kanunilik ilkesinin
sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek
başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kaliteye de sahip olması
gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun
olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi
gerektiğine de işaret etmiştir(Vistins/Letonya [BD],B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 96). AİHM"e göre bir kanun kuralının kanunilik kriterini
taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve
öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz
konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin
sayısı ve statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu
otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını
gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle
orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistins/Letonya, § 97).
34. AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal
yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM"e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve
değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır. Kesinlik ziyadesiyle
arzulanan bir husus olduğu hâlde bu, aşırı katı olma sonucunu doğurabilmekte ve
kanunun değişen koşullara uyumuna engel teşkil edebilmektedir. Birçok kanun
kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık
barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur.
Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya
çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO Neftyanaya Kompaniya
Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, §
568). Bu yüzden kanunilik şartı, hukuk kurallarının yargısal makamlarca
yorumlanmasını dışladığı biçiminde anlaşılamaz (OAO NeftyanayaKompaniya Yukos/Rusya,
§ 569).
35. AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının öncelikli
olarak ulusal otoritelerin yetkisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla
birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının sonuçlarının
Sözleşme ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu olup olmadığını denetlemenin görevi
olduğunu ifade etmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06,
14/10/2010, § 52).
36. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki
belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin
etmekte ve kişilerin mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle
uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine itimadı azaltarak
yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05,
20/10/2011, § 57). Ancak bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki
güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, §
74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58).
Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir
yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki
değişim adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B.
No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
37. Mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir
yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki
çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S.
Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05...17293/05, 30/11/2010, § 28).
Ancak aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması
hâlinde bu farklılaşmaya ilişkin olarak mahkemeler tarafından makul bir
açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B.
No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 27/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu Şirket, 5 Eylül gününün adli tatile dâhil olduğunu,adli yılın 6 Eylül"de
başladığını, nitekim adli tatilden faydalanan yargı mensuplarının 6 Eylül
itibarıyla görevlerinin başına döndüklerini belirtmektedir. 2577 sayılı
Kanun"da 14/7/2004 tarihinde yapılan düzenlemenin yargı kolları arasında
uygulama birliğinin sağlanması amacına matuf olduğunu ifade eden başvurucu
Şirket, Yargıtayın yerleşik uygulamasının adli yılın
6 Eylül"de başlaması şeklinde olduğunu hatırlatarak Danıştayın
adli tatil nedeniyle uzayan dava açma süresinin son gününün 12 Eylül olduğu
yönünde çok sayıda kararı olduğuna dikkat çekmekte ve bu yöndeki yerleşik
uygulamaya güvenerek 12 Eylül"de dava açtıklarını ifade etmektedir. Vergi
tarhiyatı ve cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davanın süre aşımından
reddedilmesi nedeniyle yüksek miktarda ödeme yapmak zorunda kaldıklarını
belirten başvurucu Şirket mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
40. Anayasa’nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu Şirket her ne kadar mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de şikâyetlerinin özü vergi
tarhiyatı ve cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davaların süre aşımından
reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesidir. Bu itibarla
belirtilen ihlal iddiası adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan
mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
43. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa"nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede,
Türkiye"nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme"yi yorumlayan AİHM, Sözleşme"nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§
34).
44. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
45. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
46. Somut olayda davaların süre aşımından reddedilerek esasının
incelenmemesi nedeniyle başvurucu Şirketin mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
müdahalede bulunulduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
47. Anayasa"nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
48. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
49. Somut başvuruda öncelikle müdahalenin Anayasa’nın 13.
maddesinde öngörülen kanunilik koşuluna uygun olup olmadığının belirlenmesi
gerekmektedir.
i. Genel İlkeler
50. Anayasa"nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü güvence
altına alınmıştır. Anayasa"nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen13. maddesi ise "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini"
temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına yapılan
müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı
olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından
inceleme yapılmaksızın mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılacaktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ford Motor Company, B.No:2014/13518, 26/10/2017, § 49).
51. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve
sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir (Tahsin
Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
52. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir
kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet
Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa"da belirtilen usule uygun olarak kanun adı
altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale
edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici
işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM
tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan
müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali
Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
53. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş
Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
54. Dava açma süresine ilişkin kanun hükümlerinin belirliliği ve öngörülebilirliği bireylerin hukuki güvenliğinin sağlanması
bakımından önem arz etmektedir. Bu itibarla söz konusu ölçütler mahkemeye
erişim hakkına yönelik müdahalenin kanunla yapılması zorunluluğunun alt
ölçütleri olarak kabul edilebilir.
55. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
22/5/2013).
56. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden
fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin
benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan
birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk
kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa
Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden
fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini
tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci,
B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
57. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev
bakımından farklı durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması
doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin
tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlamaları mümkün
olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki
uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır (İslam Şahin, B. No: 2014/7280, 21/1/2016,
§ 54; Uğur Çelik, B. No:
2015/20244, 15/6/2016, § 53). Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de
yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm
getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında
olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı
gerektirdiği açıktır (Türkan Bal [GK],
B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 56).
58.Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hâle
gelmediği bir aşamada o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde
yorumlanabilmesi hukukun doğası gereğidir. Zira hukukta nesnelliğin
sağlanabilmesi açısından hukuk kurallarının belli ölçüde soyut kavramlar
içermesi kaçınılmazdır. Nesnel hukuk kurallarının maddi âlemde gerçekleşen
olaylarla bire bir örtüşmesi ve bunlara uygulanması ise her zaman mümkün
olmayabilmektedir. Öte yandan hukuk kurallarının kapsamının tespitinde kural
koyucu ne kadar titiz davranırsa davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve
uygulanmaya başlanmasından sonra öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya
çıkması da mümkündür. Bu gibi hâllerde kuralın yetkili otoritelerce ve
özellikle yargı organlarınca yorumlanması zorunlu hâle gelmektedir. Kuralı
yorumlayan otoritelerin birden fazla olması, bazı hâllerde kuralın birden fazla
yorumlanmasını önlenemez kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının bu
niteliği dikkate alındığında bir kanun hükmünün yargı organlarınca farklı
biçimlerde yorumlanabilmesi ve kurala ilişkin farklı içtihatların varlığı tek
başına kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz.
Bununla birlikte birden fazla içtihadın varlığı hukuk kurallarının temel bir
özelliği olan bireyin davranışını yönlendirebilme gücünü zayıflatacak bir
boyuta ulaşmışsa kamu düzeninin bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda
bireylerin davranışlarını hangi içtihada göre yönlendirecekleri
belirsizleşeceğinden öngörülebilirlik ortadan kalkar (Mehmet Arif Madenci, § 84).
59. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları
beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin
edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın
belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele
alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları
ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters
düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin
yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir
(Türkan Bal, § 64).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
60. Olayda başvurucu Şirket, uyuşmazlık konusu işlemlere karşı
tebliğ tarihinden başlayan dava açma süresinin son gününün adli tatile
rastlaması nedeniyle 12/9/2008 tarihinde kayda giren dilekçeler ile dava
açmıştır. Derece mahkemesi adli tatilin son gününün 4 Eylül olduğu, sürenin
adli tatilin sona erdiği 4 Eylül"ü izleyen günden itibaren yedi gün uzaması
nedeniyle en geç 11 Eylül"de dava açılması gerektiği gerekçesiyle davaları süre
aşımından reddetmiştir.
61. Yukarıda yer verilen Danıştay kararları değerlendirildiğinde
başvurucu Şirketin bireysel başvuruya dayanak davaları açtığı tarih itibarıyla
idari yargıda çalışmaya ara verme zamanın hangi tarihte sona erdiği hususunda
bir uygulama belirsizliği bulunduğu görülmektedir (bkz. §§ 26-30). Söz konusu
uygulama belirsizliğinin 2577 sayılı Kanun"un 61. maddesinin adli tatilin sona
erdiği tarihi belirleyen "Eylül"ün
beşine kadar" ibaresinden hangi tarihin anlaşılması gerektiğine
ilişkin yorum farklılığından kaynaklandığı, bu yorum farklılığının ise kadar kelimesinin anlamlandırılmasına
bağlı olarak ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Danıştayın
bazı dairelerinin adli tatilin 4 Eylül"de sona erdiği, buna göre son günün adli
tatile denk gelmesi nedeniyle yedi gün uzayan dava açma süresinin son gününün
11 Eylül olduğu yaklaşımını benimserken bazı dairelerinin ise 5 Eylül"ün de
adli tatile dâhil olduğu, buna göre uzayan dava açma süresinin son gününün 12
Eylül olduğu yaklaşımını kabul ettiği görülmektedir. Öte yandan 27/6/2013
tarihinde maddenin yeniden düzenlenen şeklinde (bkz. § 25) kanun koyucu
tarafından adli tatil sonrasında çalışmaya başlama tarihi net bir şekilde ifade
edilmek suretiyle kadar
kelimesinden kaynaklanan tartışmalı duruma son verildiği not edilmelidir.
62. Anayasa Mahkemesi, anılan maddenin 27/6/2013 tarihinde
yeniden düzenlenmeden önce yürürlükte olan ve somut davalara uygulanan şeklinin
yorumlanmasıyla ilgili olarak yukarıda yer verilen görüşlerden hangisinin daha
isabetli olduğu hususunda bir değerlendirme yapmayacaktır. Esasen Anayasa Mahkemesinin
böyle bir görevi bulunmadığı gibi bu yöndeki bir saptama Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuru kapsamındaki yetkisinin de dışındadır. Ancak Anayasa Mahkemesi
bu yorum farklılığının hukuk sistemi üzerinde meydana getirdiği sonuçları ve
etkileri görmezden gelemez. Anayasa Mahkemesi Danıştayın
farklı dairelerinin aynı kanun hükmüne ilişkin farklı yorumlarının hukuk
kuralının belirliliği ve öngörülebilirliğini etkileyip etkilemediğini inceler.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin bu yöndeki denetimi sırasında belirlilik
ve öngörülebilirlik ilkeleri bakımından değerlendirme yapması bu yorumlardan
birini benimsediği veya bunlardan birine üstünlük tanıdığı biçiminde
anlaşılmamalıdır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ford Motor Company,
§ 66).
63. Bu noktada 61. maddenin 1982 yılından itibaren yürürlükte
olan ilk şeklinde de (bkz. § 24) adli tatil tarihleri farklı belirlenmiş olsa
da kadar kelimesi bağlamında aynı
nitelikte bir düzenleme bulunduğu hatırlanmalıdır. Bu itibarla anılan Kanun
hükmünün yeni uygulanmaya başlanan bir düzenleme içerdiği söylenemez. Anılan
maddenin bireysel başvurunun temelindeki davaların açıldığı tarih itibarıyla
yaklaşık yirmi beş yıllık bir uygulamasının olduğu görülmektedir. Belirtilen
süre, söz konusu ibarenin yorumuna ilişkin içtihadın yerleşmesi ve yeknesaklık
kazanması bakımından yeterli uzunluktadır. Bu süre zarfında kanunun yorumunda
yeknesaklığın sağlanamamış olması, dairelerin görev sahasına bağlı olarak
farklı kararların verilmesi sonucunu doğurmaktadır (benzer yöndeki
değerlendirme için bkz. Ford Motor Company, § 68).
64. Aynı Kanun hükmüne ilişkin iki farklı yorumun başvuruya
dayanak davaların açıldığı tarih itibarıyla mevcut olması ve bu yorumlardan
birine geçerlilik sağlayacak şekilde içtihadın birleştirilememiş olması hukuk
kurallarının muhataplarının davranışlarına yön verme kapasitesini ve
dolayısıyla öngörülebilirliğini zayıflatmaktadır. Bitimi adli tatil dönemine
rastlayan dava açma süresinin uzayacağı son tarihin ne olduğu hususunda bir
kesinliğin bulunmaması, hangi tarih esas alınarak davaların açılacağı
noktasında belirsizliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu durum hukuki
belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşeceği gibi bireylerin yargı
sistemine ve mahkeme kararlarına olan güvenini de sarsmaktadır.
65. Buna göre anılan Kanun hükmünün yorumundan hareketle dava
açma süresinin uygulanmasına ilişkin farklı içtihatların bulunması ve Kanun"un
yürürlüğe girmesinin üzerinden uzun süre geçmesine rağmen ilgili hükmün
yorumunda yeknesaklığın sağlanamaması nedeniyle hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkeleri zedelenmiştir. Bu durumda mahkemeye erişim hakkına
yapılan müdahalenin belirlilik ve öngörülebilirlik kriterlerini taşıyan bir
kanuna dayanmadığı sonucuna ulaşılmıştır (aynı yöndeki karar için bkz. Muharrem Kılıç, B. No: 2012/1071,
11/3/2015, §§ 33-35).
66. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Şirketin Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
68. Başvurucu Şirket, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
69. Başvuruda, adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 680,70 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.660,70 TL yargılama giderinin başvurucu
Şirkete ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamında
mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. Vergi Mahkemesine (E.2014/1882,
K.2014/1482; E.2014/1884, K.2014/1481; E.2014/1314, K.2015/78) GÖNDERİLMESİNE,
D. 680,70 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.660,70 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen
süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
27/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.