14. Hukuk Dairesi 2018/3279 E. , 2020/2207 K.
"İçtihat Metni"14. Hukuk Dairesi
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 30.04.2013 gününde verilen dilekçe ile ölünceye kadar bakma sözleşmesinin sözleşmeye aykırılığı iddiasıyla tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın feragat nedeniyle reddine dair verilen 23.09.2013 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı mirasçıları vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, ölünceye kadar bakma ve gözetme sözleşmesine bağlanarak yapılan temliki tasarruf hakkında sözleşmeye aykırılık iddiasıyla açılan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının 08.10.2010’da ölünceye kadar bakıp beslemek, görüp gözetmek kaydıyla davalıya 465 ada 18 parsel sayılı taşınmazı devrettiğini, devirden sonra davalının davacıya bakmadığını, hiçbir ihtiyacını karşılamadığını belirterek ölünceye kadar bakma ve gözetme sözleşmesinin iptaliyle, ölünceye kadar bakım karşılığı olarak devredilen 465 ada 18 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptaliyle davacı adına tescilini talep etmiştir.
Davalı cevap dilekçesinde, talep ve iddianın gerçek dışı olduğunu, davacıya baktığını, sık sık ziyaret ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davacı asil, 23.09.2013 tarihli celsede davadan vazgeçtiğini beyan etmiş, davalı ise vazgeçme doğrultusunda işlem yapılmasını talep etmiştir.
Mahkemece, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı karar tarihinden sonra 15.10.2014 tarihinde vefat etmiştir.
Hükmü, davacı mirasçıları vekili murisin işlem tarihinde fiil ehliyetinin olmadığı, murisin davadan vazgeçme beyanını verirken de fiil ehliyetinin olmadığını ve davalının hileli davranışları etkisiyle beyanda bulunduğunu belirterek temyiz etmiştir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)). Bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, TMK"nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “Oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince, temyiz dilekçesiyle birlikte dosyaya sunulan sağlık raporlarından 15.10.2014 tarihinde vefat eden davacı ...’ın, Alzheimer hastalığının olduğu anlaşılmaktadır. Davacı her ne kadar 23.09.2013 tarihli duruşmada imzalı beyanıyla davasından vazgeçmişse de bu beyanın hukuki geçerliliğinin olması için davacının hukuki işlem ehliyetinin olması gerekir. O halde mahkemece, davacıya ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin ilgili yerlerden eksiksiz getirtilmesi, ehliyete münhasır olmak üzere tarafların gösterecekleri tüm deliller de toplandıktan sonra davacının 23.09.2013 tarihinde hukuki işlem ehliyetine sahip olup olmadığı konusunda yetkili bir sağlık kurulundan rapor alınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
Kabule göre de, davacının vazgeçme beyanı HMK’nin 123. maddesi kapsamında davanın geri alınması niteliğinde olup buna dayalı olarak davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken mahkemece feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi de doğru görülmemiş, hükmün bu sebeplerle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 25.02.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.