
Esas No: 2013/2264
Karar No: 2013/2264
Karar Tarihi: 26/2/2015
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CEMAL BAYSEFEROĞULLARI BAŞVURU |
(Başvuru Numarası: 2013/2264) |
|
Karar Tarihi: 26/2/2015 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan y. |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Raportör |
: |
Bahadır YALÇINÖZ |
Başvurucu |
: |
Cemal BAYSEFEROĞULLARI |
Vekili |
: |
Av. Nedim ERKUŞ |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında tarh
edilen katma değer vergisi (KDV) ve vergi ziyaı
cezasına ilişkin açtığı davada verilen karar nedeniyle Anayasa’nın 18., 36. ve 55. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/4/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 26/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 25/7/2014 tarihli görüş yazısı 30/9/2014 tarihinde başvurucu
vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. 2003 yılı Ekim, Kasım ve
Aralık dönemi için sahte belge kullandığı gerekçesiyle 27/12/2004
tarihli üç adet ihbarnameyle başvurucu aleyhine 353.342,25 TL KDV ve bu tutar
üzerinden 1.287.972,30 TL vergi ziyaı cezası tarh
edilmiş ve ihbarnameler 4/1/2005 tarihinde tebliğ edilmiştir.
8. Başvurucu tarafından
ihbarnamelerin terkini istemiyle 16/3/2005 tarihinde
açılan davada, Ankara 3. Vergi Mahkemesi 4/2/2005 tarih ve E.2005/176,
K.2005/1296 sayılı kararıyla dava dilekçesinin reddine karar vermiştir.
9. Başvurucu tarafından
yenilenen davanın ardından Ankara 3. Vergi Mahkemesi, 9/11/2005 tarih ve
E.2005/319, K.2005/1049 sayılı tek hakim kararı ile
davanın kabulüne karar vermiş ise de Ankara Bölge İdare Mahkemesi kararın tek
hakimle verilmiş olması nedeniyle 15/6/2006 tarih ve E.2006/2719, K.2006/3250
sayılı kararı ile belirtilen kararı bozmuştur.
10. Bozma kararına uyan Ankara 3.
Vergi Mahkemesi, 26/9/2006 tarih ve E.2006/1514,
K.2006/1248 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiş ve 275,00 TL maktu
vekalet ücretinin davalı idare olan Hitit Vergi Dairesinden alınarak
başvurucuya verilmesine hükmetmiştir.
11. Karar, davalı idare
tarafından temyiz edilmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi, yeterli araştırma
yapılmadan karar verildiği gerekçesiyle 9/4/2008 tarih
ve E.2007/566, K.2008/1269 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını
bozmuştur.
12. İlk Derece Mahkemesi 19/11/2008 tarih ve E.2008/1466, K.2008/1647 sayılı
kararıyla yeniden davanın kabulüne, ihbarnameye konu vergi ve cezaların
terkinine ve 350,00 TL maktu vekalet ücretinin davalı idareden alınarak
başvurucuya verilmesine karar vermiştir.
13. Davalı idare davanın reddi
gerektiği gerekçesiyle, başvurucu ise nispi vekalet ücretine hükmedilmediği
gerekçesiyle kararı temyiz etmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi her iki tarafın
temyiz talebini reddederek, 24/12/2009 tarih ve
E.2009/2583, K.2009/7070 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının
onanmasına karar vermiştir.
14. Bu karara karşı başvurucu
tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş, Danıştay Dördüncü Dairesi 31/1/2013 tarih ve E.2010/4764, K.2013/227 sayılı kararı ile
talebi reddetmiş, ret kararı başvurucuya 21/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu, 2/4/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili
Hukuk
16. 13/12/2006 tarih ve 26375 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm (4) numaralı bendi
şöyledir:
“Yargı Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve
Konusu Para Olsa veya Para ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı
Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret
…
Vergi mahkemelerinde takip edilen dava ve işler için
a) Duruşmasız ise 350,00 YTL
b) Duruşmalı ise 500,00 YTL”
17. Aynı Tarife’nin İkinci Kısım
İkinci Bölüm (14) numaralı bendi şöyledir:
“Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve
Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara
Ödenecek Ücret
…
İdare ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalar için
(a) Duruşmasız ise 325,00 YTL
(b) Duruşmalı ise 400,00 YTL”
18. 13/12/2007 tarih ve 26729 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm (4) numaralı bendi
şöyledir:
“Yargı Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve
Konusu Para Olsa veya Para ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı
Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret
…
Vergi mahkemelerinde takip edilen dava ve işler için
a) Duruşmasız ise 390,00 YTL
b) Duruşmalı ise 550,00 YTL”
19. Aynı Tarife’nin İkinci Kısım
İkinci Bölüm (14) numaralı bendi şöyledir:
“Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve
Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara
Ödenecek Ücret
…
İdare ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalar için
(a) Duruşmasız ise 350,00 YTL
(b) Duruşmalı ise 450,00 YTL”
20. Danıştay Sekizinci
Dairesinin 23/1/2008 tarih ve E.2007/1110, K.2008/332
sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin ikinci kısmının ikinci
bölümünde yer alan dava konusu düzenleme ile vergi mahkemelerinde görülecek
uyuşmazlıklar için ödenecek avukatlık ücreti belirlenmiş ancak, Tarifenin başka
bir kısmında yer almayan bir şekilde azami bir sınır getirilmiştir. Ayrıca yukarıda ifade edildiği gibi Tarifenin ikinci Kısmının,
İkinci Bölümünde konusu para olmayan veya para ile değerlendirilemeyen
uyuşmazlıklar için vergi mahkemelerinde ödenecek avukatlık ücreti ayrıca sabit
olarak belirlenmiş ve 12. maddede yapılan düzenleme ile konusu para olan veya
para ile değerlendirilebilen uyuşmazlıklar için vergi mahkemelerinde ödenecek
ücretin üçüncü kısımdaki nisbi oranlar üzerinden
hesaplanacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla dava konusu düzenleme gözönüne alındığında vergi mahkemelerinde görülen
uyuşmazlıklarda alınacak avukatlık ücretleri için Tarifenin bütünlüğü içindeki
tutarlılığı bozacak şekilde düzenlemeler yapıldığı anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan dava konusu düzenleme, konusu para olsa ve
parayla değerlendirilse bile maktu ücrete bağlı hukuki yardımlar başlığı
altında düzenlendiği halde anılan hüküm ile konusu para olan ve parayla değerlendirilebilen
uyuşmazlıklarda olduğu gibi nisbi oranlar üzerinden
yapılacak hesaplama için üst sınır getirilmiştir.
Bu durumda, Tarifenin kendi bütünlüğü içindeki tutarlılığı
bozacak şekilde vergi uyuşmazlıklarında nisbi olarak
hesaplanacak avukatlık ücretine dava konusu miktar baz
alınarak üst sınır getirilmesine ilişkin düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir.”
21. Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulunun 23/1/2008 tarih ve E.2008/776,
K.2009/1605 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin davaların büyük bir
kısmında, uyuşmazlık konusu meblağın yüksek olması nedeniyle, bu tür
davalardaki hukuki yardımlar için ödenecek avukatlık ücretinin tarifenin üçüncü
kısmına göre, nispi olarak hesaplanması halinde, dava aleyhine sonuçlanan
tarafın yüksek miktarda avukatlık ücreti ödeyeceği, bu durumun da haksız vergi
salındığını düşünen kişilerin hak arama yoluna başvurusunu engelleyeceği
tartışmasızdır.
Nitekim vergi davalarının bu niteliği dikkate alınarak,
vergi uyuşmazlıklarının konusu para olmasına karşın, vergi mahkemelerinde
görülmekte olan dava ve işlerde yapılacak hukuki yardımlarda ödenecek avukatlık
ücreti, dava konusu düzenleme ile maktu olarak belirlenmiştir.
İdarenin düzenleyici işlemlerindeki bir kuralın, hukuka
aykırılığı ortaya konulmadıkça, aynı düzenlemede yer alan diğer bir kurala
aykırılığından bahisle iptali söz konusu olamaz.
Bu durumda, vergi davalarının niteliği göz önüne
alındığında, dava konusu istisnai düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığından,
bu düzenlemenin Tarifenin bütünlüğünü bozduğundan da söz edilemeyeceği açıktır.
Yukarıda yer verilen yasal düzenleme uyarınca, ülke çapında
kurulu bulunan tüm baro yönetim kurullarının hazırlayarak Türkiye Barolar
Birliğine sundukları tarifeler dikkate alınarak anılan Birlikçe son şekli
verilen ve Adalet Bakanlığının da incelemesinden geçerek yayımlanan Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesinin İkinci Kısım, Birinci Bölüm 4 no"lu
alt bendinde; ülkenin ekonomik ve sosyal durumu, avukatların davanın görümü
sırasında harcadığı çaba, gayret ve emeğin karşılığı ile kişilerin hak arama
özgürlüğünün önünün açılması hususu dikkate alındığında hukuka aykırılık
bulunmadığından, Dairenin iptal kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarelerden Adalet Bakanlığı"nın
temyiz isteminin kabulü ile Danıştay Sekizinci Dairesinin 23.1.2008 günlü,
E:2007/1110, K:2008/332 sayılı kararının bozulmasına…”
22. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3)
ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin
(3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
2/4/2013 tarih ve 2013/2264 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucu, Danıştay
Sekizinci Dairesinin 23/1/2008 tarih ve E.2007/1110,
K.2008/332 sayılı kararıyla 13/12/2006 tarihli Resmî Gazete"de
yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin İkinci Kısım Birinci Bölümdeki
"Vergi Mahkemelerinde takip edilen dava
ve işler için" üst sınır vekalet ücreti belirlenmesine dair
hükmü iptal ettiğini, bu karar üzerine Tarife’de yapılan ve 23/5/2008 tarih ve
26884 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan değişiklik
ile anılan hükmün yürürlükten kaldırıldığını, buna göre İlk Derece Mahkemesinin
19/11/2008 tarihli kararında nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken
maktu vekalet ücretine hükmedilmiş olmasının eşitlik ve tarafsızlık ilkelerine,
Anayasa"nın 18. maddesinde düzenlenen angarya yasağına, yine Anayasa’nın 55.
maddesinde düzenlenen ücrette adaletin sağlanmasına aykırı olduğunu,
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş,
yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
25. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucunun
vekâlet ücretine yönelik hak ihlali şikâyetlerinin mülkiyet hakkı yönünden,
yargılamanın makul sürede bitirilmediği şikayetinin
ise adil yargılanma hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
26. Başvurucu, 23/5/2008 tarih ve 26884 Resmî Gazete"de
yayımlanan değişiklik ile konusu para olan davalarda vergi mahkemelerinde üst
sınır vekalet ücreti ödenmesi düzenlemesinin kaldırılmasına karşın, İlk Derece
Mahkemesinin 19/11/2008 tarihli kararında maktu vekalet ücretine hükmetmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Avrupa İnsan Hakleri Sözleşmesi’nin (AİHS) Ek (1) No"lu
Protokolün 1. maddesi kapsamında ihlal iddiasında bulunabilmesi için verilen
kararların başvurucuların kendi mülkleriyle ilgili olması gerektiği, AİHS’in, sadece mevcut mülke ve varlıklara koruma
sağladığı, bir kişinin hâlihazırda sahip olmadığı bir varlığın mülkiyetini
kazanma hakkının, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun,
mevcut mülke sağlanan bu korumadan yararlanamayacağını, başvuru konusu olayda,
başvurucunun hali hazırda Anayasa tarafından korunan mülkü bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesi sırasında göz önüne alınmak üzere yukarıda
açıklanan hususların göz önünde bulundurulması gerektiği bildirilmiştir.
28. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.”
29. Anayasa"nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
30. AİHS’e Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
31. Anayasa’nın 35. maddesinde
herkesin, mülkiyet hakkına sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına
aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve Türkiye’nin taraf
olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
32. Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı,
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda
sahibi olmadığı bir mülkün, bu mülkte gelecekteki değer artışını da içerecek
şekilde mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü
olursa olsun Anayasa ve Sözleşme’yle korunan mülkiyet
kavramı içerisinde değildir. Gelecekte elde edileceği iddia edilen bir kazanç,
kazanılmadığı veya bu kazanca yönelik icrası mümkün bir alacak mevcut olmadığı
sürece mülk olarak değerlendirilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Denimark Ltd/Birleşik Krallık,
B. No: 37660/97, 26/9/2000; Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35).
33. Yukarıdaki hususun istisnası
olarak belli durumlarda, bir “ekonomik değer”
veya icrası mümkün bir “alacak”
iddiasını elde etmeye yönelik “meşru bir
beklenti”, Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer
alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir
şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren
yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip
nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece
ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı
meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir. (Bu konudaki AİHM kararları
için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, §
52; Saghinadze/Gürcistan, B. No: 18768/05, 27/5/2010, §
103,; SA Dangeville/Fransa, B. No: 36677/97, 16/4/2002,
§§ 44-45).
34. Yukarıda belirtilen Mahkeme
içtihatları gereği, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren
başvurucunun, öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu, en azından bu hakkın
varlığına dair meşru bir beklenti içinde olduğunu kanıtlaması gerekmektedir (B.
No: 2013/5049, 28/5/2014, § 27).
35. Başvuru konusu olayda,
başvurucu tarafından açılan dava İlk Derece Mahkemesinde devam ederken, vergi
uyuşmazlıklarındaki hukuki yardımlar karşılığında ödenecek avukatlık ücreti
için üst sınır belirleyen 13/12/2006 tarih ve 26375
sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2007 yılı Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm (4)
numaralı bendinin iptali istemiyle Danıştay Sekizinci Dairesinde açılan davada,
Daire, 23/1/2008 tarih ve E.2007/1110, K.2008/332 sayılı kararıyla anılan
bendin iptaline karar vermiştir. Bu karar üzerine Türkiye Barolar Birliği
Başkanlığı 23/5/2008 tarih ve 26884 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tarife değişikliği ile 2008 yılı
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım,
Birinci Bölüm (4) numaralı bendini yürürlükten kaldırmıştır.
36. Danıştay Sekizinci Dairesi
tarafından 2007 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hakkında verilen karara
karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 23/1/2008 tarih ve E.2008/776, K.2009/1605 sayılı kararı ile
Daire kararının bozulmasına karar vermiş, Danıştay Sekizinci Dairesi de
21/6/2010 tarih ve E.2009/9947, K.2010/3668 sayılı kararıyla tarifeye yönelik
açılan davayı reddetmiştir.
37. Bireysel başvuruya konu olan
İlk Derece Mahkemesinin 19/11/2008 tarihli kararında,
2008 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci
Kısım İkinci Bölüm (14) numaralı bendi (§ 19) uyarınca vergi mahkemelerinde
duruşmasız takip edilen davalar için öngörülen 350,00 TL vekalet ücretinin
başvurucuya verilmesine karar verilmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi, başvurucu
tarafından vekalet ücreti yönünden yapılan temyiz talebini 24/12/2009
tarihinde, karar düzeltme talebini ise 31/1/2013 tarihinde reddetmiştir.
38. Bunun yanında, 18/12/2008 tarih ve 27085 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 2009 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nde
ve 24/12/2009 tarih ve 27442 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 2010 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nde
vergi uyuşmazlıkları için maktu vekalet ücretine hükmedileceği kural altına
alınmıştır.
39. Görüldü üzere İlk Derece
Mahkemesinin karar verdiği 19/11/2008 tarihi
itibarıyla Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin vergi uyuşmazlıklarındaki hukuki
yardımlar karşılığında ödenecek avukatlık ücreti için üst sınır belirleyen 2008
yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci
Kısım, Birinci Bölüm (4) numaralı bendi Danıştay Sekizinci Dairesinin kararı
gereğince yürürlükten kaldırılmış, aynı Tarifenin İkinci Kısım İkinci Bölüm
(14) bendi uyarınca başvurucu lehine maktu vekâlet ücreti ödenmesine karar
verilmiş, daha sonra yayımlanan Tarifelerde vergi uyuşmazlıkları için maktu
vekalet ücreti öngörülmüş, Danıştay Dördüncü Dairesine yapılan ve vekalet
ücreti yönünden kararın bozulması istenen temyiz başvurusu hakkında Dairenin
karar verdiği tarih itibarıyla yürürlükte bulunan Tarife’ye göre vergi
uyuşmazlıkları için maktu vekalet ücreti öngörülmüş, diğer taraftan Danıştay
Sekizinci Dairesinin vergi uyuşmazlıkları için üst sınır belirlenmesinin hukuka
aykırı olduğuna yönelik verdiği karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca
bozulmuştur.
40. Bu durumda, İlk Derece
Mahkemesinin karar verdiği tarih itibarıyla yürürlükte bulunan Tarife’de, vergi
uyuşmazlıkları için bir üst sınır getirilmemiş olmakla birlikte, Tarife’de buna
ilişkin kuralın bulunmamasının nedeninin Danıştay Sekizinci Dairesinin kararı
olduğu, bu kararın daha sonra Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca hukuka
aykırı bulunarak bozulduğu ve Dairenin bozma kararı sonrasında üst sınıra
ilişkin kurala karşı açılan davanın reddine karar verdiği, diğer taraftan
bireysel başvuruya konu İlk Derece Mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz ve
karar düzeltme talepleri hakkında Danıştay Dördüncü Dairesince taleplerin
reddine ilişkin kararların verildiği tarih itibarıyla yürürlükte bulunun
Tarifelerde de vergi uyuşmazlıkları için maktu vekâlet ücretine hükmedileceği
şeklinde kuralların mevcut olduğu görülmekle, başvuru konusu olayda, başvurucu
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de; iddia ettiği hakkı elde
etme konusunda başvurucuyu meşru bir beklentiye sevk edecek bir kanun hükmü
veya yerleşik yargısal bir içtihat bulunmadığından, başvurucunun, Anayasa"nın
35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması
mümkün değildir.
41. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir
menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı
İddiası
42. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
43. Başvurucu 2005 yılında açmış
olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak, Anayasa’nın
36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
44. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18),
Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
38–39).
45. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
46. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın
iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır.
47. Makul süre
değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara
bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olmakla beraber,
bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın
ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul
edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007,
§ 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, §
21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre
değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucuya
vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatlarına ilişkin
ihbarnamelerin tebliğ edildiği, 4/1/2005 tarihidir (B.
No: 2013/596, 8/5/2014, § 52).
48. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş
tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Danıştay
Dördüncü Dairesinin E.2010/4764, K.2013/227 sayılı karar tarihi olan 31/1/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
49. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, vergi ziyaı cezalı KDV
tarhiyatlarına ilişkin ihbarnameler 4/1/2005 tarihinde
tebliğ edilmiş, 16/3/2005 tarihinde tarhiyatın kaldırılması için dava açılmış,
9/11/2005 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiş, 15/6/2006 tarihinde Ankara
Bölge İdare Mahkemesince karar bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi 26/9/2006
tarihinde davanın yeniden kabulüne karar vermiş, Danıştay Dördüncü Dairesi
9/4/2008 tarihinde temyiz talebini kabul ederek İlk Derece Mahkemesi kararını
bozmuş, İlk Derece Mahkemesi 19/11/2008 tarihli kararı ile yeniden davanın
kabulüne karar vermiş, Danıştay Dördüncü Dairesi 24/12/2009 tarihli kararı ile
temyiz taleplerini reddederek İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, 31/1/2013
tarihli kararı ile de karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.
50. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir
yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif
maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (§ 22).
51. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal
kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar
ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun
yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı
makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz
önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde
karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §
54-60).
52. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla
birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı
bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu sekiz yıl
yirmi yedi gün süren yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
54. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmamasına yönelik tazminat talebinde bulunmamıştır.
55. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
56. Başvuruda, başvurucu
tarafından tazminat talebinde bulunulmaması nedeniyle, yalnızca Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği tespitinin yapılması gerekmiştir.
57. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının "konu
bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
C. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
26/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.