
Esas No: 2015/1927
Karar No: 2015/1927
Karar Tarihi: 22/3/2018
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
İLYAS YILMAZ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/1927) |
|
Karar Tarihi: 22/3/2018 |
R.G. Tarih ve Sayı: 18/4/2018-30389 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Özgür DUMAN |
Başvurucu |
: |
İlyas YILMAZ |
Vekili |
: |
Av. Rıza
ÖZTEKİN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın vergi borcu
yüzünden satılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
A. Satış Vaadi Sözleşmesi
Süreci
9. M.Y. Eskişehir"in Odunpazarı ilçesi
Yıldıztepe Mahallesi"nde bulunan 1.072 metrekare yüz ölçümündeki arsa vasıflı
2959 ada 3 parsel sayılı taşınmazın tapuda 608/2400 payının malikidir. M.Y.nin de aralarında bulunduğu arsa sahipleri ile S.S.T.
Yapı Kooperatifi (Kooperatif) arasında 21/5/1997 tarihinde arsa payı karşılığı
inşaat ve satış vaadi sözleşmesi düzenlenmiştir. Sözleşmeye göre yapılacak
binada A Blok 4. Kat 18 numaralı bağımsız bölüm M.Y.ye ait olacaktır.
10. M.Y. ve başvurucu arasında 18 numaralı bağımsız bölüm ile
ilgili olarak 26/5/1998 tarihinde Eskişehir 5. Noterliğinde satış vaadi
sözleşmesi düzenlenmiş ancak tapuda ferağ verilmemiştir. Sözleşme bedeli
2.700.000.000 TL (eski TL) olarak belirlenmiştir. Anılan taşınmazın tapu
kaydına 6/4/1999 tarihinde M.Y.nin payı yönünden
başvurucu lehine satış vaadi sözleşmesinin mevcut olduğu şerh edilmiştir.
B. Tapu İptali ve Tescil
Davası Süreci
11. Başvurucu, ferağ verilmemesi üzerine 12/11/2001 tarihinde
M.Y. ve Kooperatif aleyhine Eskişehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali
ve tescil ile tespit davası açmıştır. Başvurucu, tapu iptali ve tescile karar
verilmediği takdirde taşınmazın kendisine ait olacağının tespit edilmesi
talebinde bulunmuştur.
12. Mahkeme 11/4/2006 tarihinde davalı Kooperatif yönünden
davanın reddine, davalı arsa sahibi yönünden ise davanın kabulüne karar
vermiştir. Mahkeme, dava konusu taşınmazda inşa edilen binada arsa sahibine
düşen 18 numaralı bağımsız bölümün başvurucuya ait olacağının tespitine karar
vermiştir. Mahkemeye göre henüz kat irtifakı kurulmayıp taşınmaz arsa sahipleri
adına kayıtlı olduğuna göre satış vaadi sözleşmesinde arsa sahiplerine düşen
yükümlülükler yerine getirilmemiştir. Başvurucu da arsa sahibi M.Y. ile
arasındaki satış vaadi sözleşmesine göre şahsi hak talebinde bulunabilir.
Kararda ayrıca, bağımsız bölümün başvurucu tarafından tasarruf edildiği
tespitine de yer verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bu taşınmazda henüz kat
irtifakının kurulmadığı ve satış vaadi sözleşmesinde de uyuşmazlık konusu
bağımsız bölüme ilişkin arsa payının belirtilmediği vurgulanmış; bu sebeple
ancak tespite karar verilebileceği açıklanmıştır. Anılan hüküm 1/6/2006
tarihinde kesinleşmiştir.
13. Başvurucunun talebi üzerine Odunpazarı
Tapu Müdürlüğünce 1/7/2009 tarihinde anılan taşınmazın tapu kaydının beyanlar
hanesinde tescile yönelik kesinleşmiş mahkeme kararının bulunduğu
belirtilmiştir. Beyanlar hanesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"..Eskişehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi"nin 2006/43-2006/104 Esas ve Karar
sayılı mahkeme kararı ile 6/4/1999 tarih 1537 yevmiye numaralı satış vaadi
sözleşmesi neticesinde A Blok 4. Kat 18 Nolu Bağımsız
Bölüm İLYAS YILMAZ"a aittir."
C. Haciz ve Satış Süreci
14. Taşbaşı Vergi Dairesi Müdürlüğünün (Vergi Dairesi) yazısı
üzerine söz konusu taşınmazın tapu kaydına M.Y.nin
payı yönünden 12/9/1997 tarihinde haciz şerhi tescil edilmiştir. Borç miktarı
1.310.000.000 TL olarak gösterilmiştir. Yine Vergi Dairesinin talebiyle
16/1/1998 tarihinde 910.264.000 TL borç üzerinden M.Y.nin
payı yönünden bir haciz şerhi daha tescil edilmiştir.
15. Vergi Dairesi 3/4/2009 tarihinde M.Y.ye ait taşınmazın
satışa çıkarıldığını başvurucuya bildirmiştir. Yazının ekinde yer alan satış
şartnamesinde, taşınmaz üzerinde başvurucu lehine satış vaadi sözleşmesi
bulunduğu açık olarak belirtilmiştir. Ancak şartnamede taşınmazın satışının tüm
haciz ve rehinlerden arınmış olarak yapılacağı ifade edilmiştir. Şartnameye
göre 608/2400 pay; ihale alıcısı tarafından tapuya tescil ettirildikten sonra
önceki malik ile Kooperatif arasında düzenlenen sözleşme şartları aynı kalmak
suretiyle yeniden düzenlenecek, bu payı alan kişi 17 ve 18 numaralı bağımsız
bölümlere sahip olacaktır.
16. Vergi Dairesi, satış işleminin açık artırma suretiyle
yapılmasına karar vermiştir. Uyuşmazlık konusu taşınmaz payı Satış Komisyonunca
22/12/2014 tarihinde yapılan ihale sonucu 153.000 TL (yeni TL) bedelle üçüncü
kişilere satılmıştır.
D. Vergi Davası Süreci
17. Başvurucu, taşınmazın satış işleminin yürütmesinin
durdurulması ve iptali istemiyle Vergi Dairesi aleyhine 8/4/2009 tarihinde
Eskişehir 1. Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava
dilekçesinde, satış vaadi sözleşmesi kapsamında yargı kararıyla mülkiyetinin
kendisine ait olduğu tespit edilen taşınmaza yönelik olarak Vergi Dairesince yapılan
satış ilanı, şartname ve öncesindeki işlemlerin hukuka aykırı olduğunu öne
sürmüştür.
18. Mahkeme 22/4/2009 tarihinde yürütmenin durdurulmasına karar
vermiş, davalı Vergi Dairesinin itirazı Eskişehir Bölge İdare Mahkemesince
12/5/2009 tarihinde reddedilmiştir.
19. Mahkeme 8/7/2009 tarihinde dava konusu satış işleminin
iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 18 numaralı bağımsız bölümün
başvurucu tarafından satın alındığı ve yargı kararıyla bu dairenin başvurucuya
ait olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Ayrıca mahkeme kararlarına
uymanın zorunlu olduğu vurgulanarak hükmün başvurucuya ait olduğu saptanan
bağımsız bölümün arsa sahibi M.Y.nin vergi
borçlarından ötürü haczedilemeyeceği kabul edilmiştir.
20. Danıştay Dördüncü Dairesi (Daire) 30/5/2012 tarihinde temyiz
edilen hükmün bozulmasına karar vermiştir. Daire özellikle Vergi Dairesince
haczin yapıldığı tarihte taşınmazın M.Y. adına tescilli olduğuna ve bu tarihte
tapu kaydında herhangi bir satış vaadi sözleşmesi şerhinin de bulunmadığına
vurgu yapmıştır. Daireye göre hacizli olarak satış vaadi sözleşmesine konu
edilen taşınmazın üzerindeki haczin kaldırılmadığı veya yargı kararıyla iptal
edilmediği dikkate alındığında kamu alacağının tahsili amacıyla taşınmazın
satışı mümkündür.
21. Daire ayrıca adli yargıda tapu iptali ve tescil istemiyle
açılan davanın sonuçlarına da değinmiştir. Bu bağlamda 18 numaralı bağımsız
bölümün başvurucuya ait olacağının tespit edilmiş olmasının sözleşmenin
tarafları arasında ileride özel hukuk kapsamında ortaya çıkabilecek ihtilaflar
yönünden sonuç doğuracağı kabul edilmiştir. Daire sonuç olarak dava konusu
işlem tarihi itibarıyla mülkiyette bir değişiklik yapmayan söz konusu Mahkeme
kararının da taşınmaz malikinin vergi borcunun cebren tahsili amacıyla satışına
ilişkin işleme hukuken bir engel teşkil etmediğini açıklamıştır. Daire son
olarak satışın yapılabilmesi için gerekli diğer koşulların ilk derece mahkemesi
tarafından değerlendirilmesi lüzumuna değinmiştir.
22. Başvurucunun karar düzeltme istemi Daire tarafından
12/3/2013 tarihinde reddedilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme 11/4/2013
tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
23. Temyiz edilen hüküm Dairenin 16/9/2013 tarihli kararıyla
onanmıştır. Daire karar düzeltme isteminin de 27/11/2014 tarihinde reddine
karar vermiştir.
24. Nihai karar, başvurucu vekiline 28/1/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
25. Başvurucu 2/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
a. Satış Vaadi Sözleşmesiyle
İlgili Mevzuat Hükümleri
26. Başvuruya konu oIay tarihi
itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar
Kanunu"nun 22. maddesi şöyledir:
"Bir akdin ilerde inşa edilmesine dair
yapılan mukavele muteberdir.
Kanun iki tarafın menfaatleri için bu akdin
sıhhatini bir nevi şekle riayet etmeğe tabi kıldığıtakdirde,
bu şekil o akdin yapılması taahhüdüne de tatbik olunur."
27. 818 sayılı mülga Kanun"un 96. maddesi şöyledir:
"Alacaklı hakkını kısmen veya tamamen
istifa edemediği takdirde borçlu kendisine hiç bir
kusurun isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bundan
mütevellit zararı tazmine mecburdur."
28. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 29.
maddesi şöyledir:
"Bir sözleşmenin ileride kurulmasına
ilişkin sözleşmeler geçerlidir.
Kanunlarda öngörülen istisnalar dışında, önsözleşmenin geçerliliği, ileride kurulacak sözleşmenin
şekline bağlıdır."
29. 6098 sayılı Kanun"un 112. maddesi şöyledir:
"Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse
borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının
bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür."
30. 22/12/1934 tarihli ve 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 26.
maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları şöyledir:
"Noterlik Kanununun
44 üncü maddesinin (B) bendi mucibince noterler tarafından tanzim edilen
gayrimenkul satış vadi sözleşmeleri ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri
de taraflardan biri isterse gayrimenkul siciline şerh verilir.
Şerhten itibaren beş yıl içinde satış yapılmaz
veya irtifak hakkı tesis ve tapuya tescil edilmezse işbu şerh tapu sicil müdürü
veya tapu sicil görevlileri tarafından re"sen terkin
olunur."
b. Medeni Kanun Hükümleri
31. 4/4/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi"nin 633. maddesi şöyledir:
"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için
tapu sicilline kayıt şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlâk, cebrî
icra tariklerile veya mahkeme ilâmı ile bir gayrimenkulu iktisap eden kimse tescilden evvel dahi ona
malik olur. Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta
bulunamaz."
32. 743 sayılı mülga Kanun"un 928. maddesi şöyledir:
"Tapu
sicilli alenidir. Alâkası olduğunu ispat eden herkes, kendisince ehemmiyeti olan
başlıca sayıfalarm evrakı müsbitesile
birlikte tapu sicili memurlarından biri huzurunda kendisine irae
edilmesini yahut bunların birer suretlerinin verilmesini isteyebilir. Kimse,
tapu sicillinde mukayyet olan bir keyfiyetin kendisine meçhul olduğu yolunda
bir iddia dermeyan edemez."
33. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun
705. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz
mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden
önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi,
mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."
34. 4721 sayılı Kanun"un 1020. maddesi
şöyledir:
"Tapu sicili herkese açıktır.
İlgisini inanılır kılan herkes, tapu
kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine
gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir.
Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini
ileri süremez."
35. 4721 sayılı Kanun"un 1023. maddesi
şöyledir:
"Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak
kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur."
c. Vergi Borcu Sebebiyle
Haciz ve Satışa İlişkin Mevzuat Hükümleri
36. 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanun"un 62. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Borçlunun,
mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit
edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile
gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı
tahsil dairesince haczolunur."
37. 6183 sayılı Kanun"un 88. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Her türlü gayrimenkul malların, gemilerin
haczi sicillerine işlenmek üzere haciz keyfiyetinin tapuya veya gemi
sicillerinin tutulduğu daireye tebliğ edilmesi suretiyle yapılır. ..."
2. Yargı Kararları
38. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 24/9/2013 tarihli ve
E.2013/3899, K.2013/12130 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Kısaca tanımlamak gerekirse haciz,
kesinleşmiş icra takibinin konusu olan bir alacağın ödenmesini teminen borçluya ait ve haczi kabil bulunan mallara
alacaklının icra müdürlüğü aracılığı ile el koymasıdır. İcra İflas Kanunu’nun
91. maddesi hükmü gereğince gayrimenkulün haczi ile takip konusu borç ve eşya
arasında kurulan ilişki Türk Medeni Kanunu’nun 1010. maddesi
uyarınca tapu kütüğüne şerh verilmekle de sonradan üçüncü kişilere karşı ileri
sürülebilir hale gelir.
Ne var
ki; yargılama konusu yapılmış ve sonucunda mülkiyet aktarımına karar verilmesi
muhtemel taşınmazlar hakkında verilen ihtiyati tedbir kararları bu kararların
tapu siciline işlenildiği tarihten itibaren üçüncü
kişiler için de alenilik oluşturur ve artık kayda verilen şerhten itibaren
mülkiyet aktarımına engel teşkil ettikleri gibi, kayıt malikinin borcundan
ötürü ihtiyati haciz ya da icra-i haciz alacaklıları için de hüküm ifade
ederler. Gerçekten de, TMK’nın
1020. maddesi hükmü gereğince “tapu sicilinin açıklığı
prensibi” uyarınca tapuyla ilgili işlem yapan herkesin kaydı araştırması halin
icabı ve hayatın olağan akışı gereği olduğundan hiç kimse tapu sicilindeki bu
kaydı bilmediğini ileri süremez.
...
Hal böyle olunca, davacılar yargılama sonuna
kadar dava konusu taşınmazlar üzerindeki haklarını tedbir kararı ile geçici
koruma altına almışlar, taşınmazlar üzerinde malik tarafından yapılan
tasarruflarda veya malik aleyhine yapılacak icrai
işlemlerde işlemin muhatabı üçüncü kişilerin TMK’nın
1023. maddesi korumasından yararlanmalarının önüne
geçmişlerdir. Tapudaki tedbir kararları nedeniyle davalı olan haciz
alacaklıları karine olarak kötüniyetli kabul edilir
ve aksini ancak davalılar kanıtlayabilir. Yukarıda sözü edilen "tapu sicilinin
açıklığı prensibi" de nazara alındığında, ihtiyati tedbir şerhlerinden sonra
konulan haciz şerhleri nedeniyle lehtarlarının anılan 1023. madde
korumasından yararlanacağından söz etmek mümkün değildir."
39. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 13/7/2010 tarihli ve E.2010/4890,
K.2010/8228 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Kısaca tanımlamak gerekirse haciz,
kesinleşmiş icra takibinin konusu olan bir alacağın ödenmesini teminen borçluya ait ve haczi kabil bulunan mallara
alacaklının icra müdürlüğü aracılığı ile el koymasıdır. İcra İflas Kanununun
91.maddesi hükmü gereğince gayrimenkulün haczi ile takip konusu borç ve eşya
arasında kurulan ilişki Türk Medeni Kanununun
1010.maddesi uyarınca tapu kütüğüne şerh verilmekle de sonradan üçüncü kişilere
karşı ileri sürülebilir hale gelir.
Eldeki
davada da, dava konusu taşınmazın tapu kaydına
13.12.2007 ve 22.08.2007 tarihlerinde haciz şerhi işlenmiştir. Bu durumda,
davalı alacaklıların bu hakkını taşınmazın mülkiyetini sonradan kazanan
kişilere karşı da ileri sürebilme olanağı elde ettiğinden söz edilebilir.
Ancak, burada şerhin korumasından davalının yararlanmasını engelleyecek bir
durum söz konusudur. Şöyle ki,şerh
konulduğu tarihte taşınmazın mülkiyeti davalı olup bu dava nedeniyle de
taşınmazın tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi işlenmiştir.
Yargılama
konusu yapılmış ve sonucunda mülkiyet aktarımına karar verilmesi muhtemel
taşınmazlar hakkında verilen ihtiyati tedbir kararları bu kararların tapu
siciline işlenildiği tarihten itibaren üçüncü kişiler
için de alenilik oluşturur ve artık kayda verilen şerhten itibaren mülkiyet
aktarımına engel teşkil ettikleri gibi, kayıt malikinin borcundan ötürü
ihtiyati haciz ya da icra-i haciz alacaklıları için de hüküm ifade ederler.
Gerçekten de; Türk Medeni Kanununun 1020. maddesi hükmü gereğince “tapu sicilinin açıklığı prensibi”
uyarınca tapuyla ilgili işlem yapan herkesin kaydı araştırması halin icabı ve
hayatın olağan akışı gereği olduğundan hiç kimse tapu sicilindeki bu kaydı
bilmediğini ileri süremez.
Davaya
konu olayda, davacı dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali için haciz
şerhine konu alacakların borçlusu Cevdet Erdem aleyhine tapu iptali ve tescil
davası açmış ve mahkemece verilen ihtiyati tedbir kararı taşınmazın tapu
kaydına 20.09.2005 tarihinde 15973 yevmiye numarası ile işlenmiştir. Böylece
davacı yargılama sonuna kadar dava konusu taşınmaz üzerindeki haklarını tedbir
kararı ile geçici koruma altına almıştır. Sonuç olarak, ihtiyati tedbir
şerhinin tapu kaydına işlenmesinden sonra haciz konulduğundan davacı Türk Medeni Kanununun 1020 maddesinin koruması altında olup,
davalılar karine olarak kötüniyetli kabul edilir ve
bunun aksini ancak davalıların kanıtlaması gerekir. "
B. Uluslararası Hukuk
40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında vergi
yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi"ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol"ün birinci maddesinin ikinci
paragrafında öngörülen mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural
kapsamında değerlendirilmektedir. Mahkemeye göre bu paragrafta yer alan kural,
taraf devletlere vergi koyma ve vergilerin ödenmesini sağlamak için gerekli
gördüğü kanunları çıkarma konusunda açık bir yetki tanımaktadır (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, B.
No: 15375/89, 23/2/1995, § 59).
41. AİHM, vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
öncelikle yeterince ulaşılabilir ve belirli bir hukuka dayalı olması
gerektiğini belirtmektedir (Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81,
9265/81, 9266/81, 9313/81, 9405/81, 8/7/1986,
§ 110). AİHM içtihatlarına göre vergilerin konulması ve ödenmesi
için gerekli tedbirlerin alınması şeklindeki bir müdahale, kamunun yararı ile
bireyin temel haklarının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengeyi
sağlamalıdır. AİHM, üçüncü kural için de geçerli olan ve Sözleşme"ye
ek 1 No.lu Protokol"ün birinci maddesinin yapısında yer alan bu dengenin
sağlanması için müdahalede kullanılan araçlar ile takip edilen meşru amaç
arasında makul bir ölçülülük ilişkisi bulunması gerektiğini ifade etmektedir.
AİHM, vergilendirme alanında makul bir temelden uzaklaşılmamak kaydıyla taraf
devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda,
§ 60; Azienda Agricola Silverfunghi
S.A.S. ve diğerleri/İtalya, B. No: 48357/07, 52677/07, 52687/07,
52701/07, 24/6/2014, §§ 102, 103; The National&Provincial Bulding Society, The Leeds Permanent Building Society ve The Yorkshire Building Society/Birleşik
Krallık, B. No: 21319/93, 21449/93, 21675/93, 23/10/1997, § 80).
42. AİHM ayrıca, vergi borcunun ödenmemesi nedeniyle borçlunun
mallarının haczedilmesi ve satılması dâhil çeşitli tedbirlerin alınması
bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir
(Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, §§
59, 60, 68; Lindkvist/Danimarka (k.k.),
B. No: 25737/94, 9/9/1998).
43. Mülkiyeti muhafaza kaydıyla satılan malın vergi borcu
nedeniyle haczi şikâyeti hakkındaki Gasus Dosier-und Fördertechnik
GmbH/Hollanda (Aynı kararda bkz. §§ 60-74)
kararında AİHM, iç hukukta öngörülen başvurucunun alabileceği tedbirleri de
dikkate alarak müdahalenin ölçülü olduğuna karar vermiştir. Yine Lindkvist/Danimarka kararında da benzer şekilde
başvurucunun araçları ile banka hesaplarına vergi borçları nedeniyle haciz
konularak mal varlığının satılmasının hukuka dayalı olup içerdiği meşru amaç
ile karşılaştırıldığında ölçülü olduğu kabul edilmiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 22/3/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
45. Başvurucu, satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak mülk
olarak edindiği taşınmazın buna dair yargı kararına rağmen Vergi Dairesince
kamu alacağının tahsili kapsamında ihale yoluyla üçüncü kişilere satıldığından
yakınmaktadır. Başvurucu, satış işleminin iptali için açılan davada itiraz ve
savunmaları dikkate alınmadığı için adil yargılanma hakkının; taşınmazından
yapılan satış yüzünden yoksun kaldığı için de mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
46. Bakanlık görüşünde, olayda kat irtifakının kurulamamış
olması ve cebri icra yoluyla söz konusu bağımsız bölümün satıldığı gözönüne alındığında vaat borçlusu tarafından edimin yerine
getirilmesi olanağının bulunmadığı belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun
imkânsızlık nedeniyle ifanın yerine getirilmemesi sonucunda meydana gelen
zararını vaat borçlusundan tazmin edebileceğine ilişkin hukuk yoluna dikkat
çekilmiştir. Ayrıca derece mahkemeleri kararlarının keyfî olmadığı ve bariz bir
takdir hatası da içermediği vurgulanmıştır.
47. Başvurucu; cevap dilekçesinde olayda ifa imkânsızlığının
bulunmadığını, kesinleşmiş mahkeme kararıyla mülkün mevcut olduğunun tespit
edildiğini, buna rağmen dairenin kamu makamlarınca satışına izin verilmesinin
keyfî olduğunu ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
48. Anayasa"nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası
yanında ayrıca yargı kararının uygulanmaması, derece mahkemelerince savunma ve
itirazlarının değerlendirilmemesi sebebiyle adil yargılanma hakkının da ihlal
edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun satış vaadi sözleşmesine
dayalı olarak edindiğini belirttiği taşınmazın vergi borcu nedeniyle
haczedilerek satılması yönündeki temel şikâyetinin mülkiyet hakkının ihlali
iddiasıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun bütün
şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
51. Anayasa"nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26). Anayasa"nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §
20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni
haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da
mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut
Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
52. Anayasa"nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun- Anayasa"yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa"da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636,
15/4/2014, §§ 36, 37).
53. Somut olayda başvurucunun açtığı tapu iptali ve tescil
davasında derece mahkemeleri satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak uyuşmazlık
konusu 18 numaralı bağımsız bölümün mülkiyetinin başvurucuya ait olacağını
tespit etmiştir. Dolayısıyla kararın yalnızca ileriye dönük bir tespite ilişkin
olduğu ve tapu sicilinde mevcut durum itibarıyla herhangi bir değişikliğe yol
açılmadığı görülmektedir. 4721 sayılı Kanun"un 705. maddesinin birinci
fıkrasına göre taşınmaz mülkiyeti, kural olarak tescille kazanılır. Ayrıca aynı
maddenin ikinci fıkrasında yazılı hâllerde tescilden önce mülkiyetin
kazanılması mümkün olabilir.
54. Bu açıklamalar ve mevzuat hükümleri karşısında adli yargıda
görülen dava sonucu uyuşmazlık konusu bağımsız bölümün mülkiyetinin başvurucu
tarafından edinildiği söylenemez. Bununla birlikte Asliye Hukuk Mahkemesinin bu
bağımsız bölümün mülkiyetinin başvurucuya ait olacağı yönündeki tespit hükmü
dikkate alındığında başvurucunun söz konusu bağımsız bölümün mülkünü edinme
hususunda somut bir temele dayalı meşru bir beklentisinin olduğu açıktır.
Ayrıca yine satış vaadi sözleşmesine göre başvurucunun ödediği bedel ve hak
ettiği edimler de bu kapsamda dikkate alınmalıdır. Bu sebeple başvurucunun
Anayasa"nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin bulunduğu
kuşkusuzdur.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
55. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında; vergi ve benzeri
yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye
ve bunların ödenmesini güvence altına almaya yönelik müdahalelerin taşıdığı
amaçlar dikkate alındığında devletin mülkiyetin kamu yararına kullanımını
kontrol veya düzenlemesi yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul
edilmiştir (Arif Sarıgül, B. No:
2013/8324, 23/2/2016,§ 50; Narsan Plastik
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/6842, 20/4/2016, § 71).
Başvuruya konu olayda uyuşmazlık konusu bağımsız bölümün yer aldığı taşınmaz
payı, bağımsız bölümü başvurucuya satacağını vadeden tapu kayıt malikinin vergi
borcu sebebiyle haczedilerek satılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet
hakkına müdahale edildiği kuşkusuz olup vergi borcu nedeniyle taşınmazın satışı
şeklindeki müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine
ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
56. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
57. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa"nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa"ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
i. Kanunilik
58. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt, kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş
Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
59. Somut olayda 6183 sayılı Kanun"un 62. maddesinin birinci
fıkrasında amme alacaklarının tahsili amacıyla borçlunun mallarının
haczedilebileceği öngörülmüş, 88. maddesinde de taşınmaz malların haczine
ilişkin esaslar düzenlenmiştir. Ayrıca bu Kanun"un 90. maddesinde taşınmazların
satış komisyonlarınca açık artırma ile satılacağı ve 99. maddesinde de satış
komisyonu tarafından yapılan ihale sonucu alıcının taşınmazın mülkiyetini
iktisap etmiş olacağı hüküm altına alınmıştır. Bahsedilen Kanun hükümleri açık
ve net ifadeler içermekte olup anlaşılabilir ve ulaşılabilir olduğunda da
tereddüt bulunmamaktadır. Bu itibarla derece mahkemelerinin kararlarının
dayandığı gerekçeler ile yukarıda belirtilen kanun hükümleri dikkate
alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik
ölçütünü taşıdığı değerlendirilmiştir.
ii. Meşru Amaç
60. Anayasa"nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
61. Vergi borçlarının ödenmesi için gerekli tedbirlerin alınması
ve bu kapsamda gerekli ve uygun araçların seçilmesinde kanun koyucunun geniş
bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Kişilerin kamuya olan borçlarının tahsili
için yasal düzenlemeler yapılmış olup başvuruya benzer olay açısından kişinin
kamuya olan borcunu süresi içinde ödememesi nedeniyle borcun tahsili amacıyla
aracına haciz konulması ve ardından satılarak borcun tahsilinin kısmen veya
tamamen sağlanmasında kamu yararı olduğu açıktır (Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2013/5016, 16/4/2015,
§ 58). Dolayısıyla somut olayda, vergi borçlarının süresinde ödenmemesi
nedeniyle daha önce haczedilmiş olan uyuşmazlık konusu taşınmazın satışında
kamu yararı mevcut olup müdahalenin meşru bir amaç taşıdığı kuşkusuzdur.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
62. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı
gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
63. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan
ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
64. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır(Arif Güven, B.
No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
65. Somut olayda vergi borcunun tahsili amacıyla uyuşmazlık
konusu taşınmazın haczedilerek satılmasının ulaşılmak istenen kamu yararı
amacını gerçekleştirmeye elverişli ve bu amaç doğrultusunda gerekli olduğu
tartışmasızdır. Ancak bunun yanında müdahalenin orantılı olup olmadığı da
değerlendirilmelidir.
66. Başvurucu ihtilaflı taşınmazın kayıt maliki ile 26/5/1998
tarihinde satış vaadi sözleşmesi düzenlemiş ve bu sözleşmeye dayalı olarak
açtığı davada Asliye Hukuk Mahkemesince bu taşınmazda inşa edilecek binadaki A
Blok 4. Kat 18 numaralı bağımsız bölümün başvurucuya ait olacağı tespit
edilmiştir. Ancak vergi borcu nedeniyle Vergi Dairesince kayıt malikine düşecek
olan söz konusu bağımsız bölüm haczedilerek üçüncü kişilere satılmıştır.
Dolayısıyla başvurucunun satış vaadi sözleşmesi çerçevesinde mülkiyetini edinme
konusunda meşru beklenti elde ettiği bu taşınmazın Vergi Dairesince
satılmasının başvurucu açısından ağır bir külfete yol açtığı kuşkusuzdur.
Üstelik bu satış, başvurucunun değil kayıt malikinin vergi borcu nedeniyle
yapılmıştır.
67. Ancak 4721 sayılı Kanun"un 1020. maddesine
göre tapu sicili ilgisini inanılır kılan herkese açıktır. Aynı maddenin üçüncü
fıkrasında da kimsenin tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri
süremeyeceği hüküm altına alınmıştır. Nitekim özel kişiler arasındaki
uyuşmazlıklar yönünden de Yargıtay, tapu kütüğüne şerh edilen ihtiyati haciz
veya tedbir kararlarının sicile işlenildiği tarihten
itibaren üçüncü kişiler için alenilik oluşturduğunu kabul etmiştir. Yargıtay
kararlarında "tapu sicilinin açıklığı" ilkesi gereğince tapuyla
ilgili herkesin kaydını araştırmasının hâlin icabı ve hayatın olağan akışı
gereği olduğundan kimsenin tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri
süremeyeceği belirtilmiştir (bkz. §§ 39, 40).
68. Başvuruya konu olayda da uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu
kaydına kayıt malikinin vergi borcu nedeniyle 11/9/1997 ve 15/1/1998
tarihlerinde haciz şerhleri konulmuştur. Dolayısıyla taşınmaza konulan haciz
şerhleri, tapu siciline şerh edildiği bu tarihler itibarıyla üçüncü kişiler
tarafından bilinebilir hâle gelmiştir. Başvurucuya bu taşınmazın satışı ise
26/5/1998 tarihli sözleşme ile vadedilmiştir. Bu
sözleşme ancak 6/4/1999 tarihinde tapuya şerh edilebilmiştir. Buna göre satış
vaadi sözleşmesi ile bu sözleşmenin tapuya şerh edildiği tarihlerin haciz
şerhlerinin tarihlerinden daha sonra olduğu açıktır. Bu durumda öngörülebilir,
erişilebilir ve belirli nitelikteki 4721 sayılı Kanun"un 1020. maddesi hükmündeki "tapu sicilinin açıklığı
ilkesi" de dikkate alındığında başvurucunun tapu sicilindeki haciz
şerhlerini bilebilecek durumda olduğu kuşkusuzdur. Başvurucu bunun aksini
gösterir herhangi bir olgu da gösterememiştir.
69. Dolayısıyla başvurucu, tapu sicilindeki haciz şerhlerine
rağmen satış vaadi sözleşmesinin tarafı olduğundan dolayı sonradan bu haciz
şerhlerine dayalı olarak taşınmazın satılmasını öngörebilecek durumdadır. Diğer
bir deyişle başvurucu, taşınmazın satılması nedeniyle katlandığı külfete haciz
şerhlerinin varlığına rağmen satış vaadi sözleşmesi düzenleyerek kendi
kusuruyla yol açmıştır. Aksi takdirde yani haczin tapu siciline şerh
edilmesinden sonra dahi iyi niyetin ortadan kalkmayacağının kabulü hâlinde bu
defa haklı bir sebep de olmadan alacaklının menfaatleri ihlal edilmiş olur.
Çünkü alacağın tahsiline ilişkin icra süreçleri, alacaklının ve borçlunun
menfaatlerinin dengelenmesi için uygulanan usul nedeniyle belirli bir süre
alabilmektedir. Zaten bu yüzden mal varlığının alacağın tahsili için ileride
satılmasını güvence altına alabilmek amacıyla ihtiyati haciz şerhi müessesesi
öngörüldüğü gibi satış sürecinde de öncelikle haciz usulü uygulanmaktadır. İcra
sürecinden yararlanan kayıt maliklerince haciz konulan taşınmazların satılması
durumunda haciz şerhlerini bilebilecek durumda olduğundan iyi niyetli kabul
edilmeyen satın alan üçüncü kişilerin haklarının korunması alacakların
tahsilini önemli ölçüde güçleştirir.
70. Elbette ki tapu sicilinde yer almayan bir haciz şerhinin
bilinebilmesi çoğunlukla mümkün olamayacağı için böyle bir hacizden haberdar
olmayan üçüncü kişilerin ilgili taşınmazlara yönelik hukuki işlem ve
tasarruflarının korunması gerekir. Nitekim 4721 sayılı Kanun"un 1023. maddesinde de bu şekildeki iyi niyetli tasarrufların korunması
öngörülmüştür. Ancak bunun aksine tapu siciline şerh edilerek herkes tarafından
bilinebilir (aleni) kılınan kısıtlamalardan haberi olan üçüncü kişilerin ise bu
kısıtlamalara rağmen tasarrufta bulunması hâlinde bunun sonuçlarına katlanması
beklenir.
71. Nihayet orantılılık bağlamında değerlendirilebilecek bir
diğer unsur ise somut olayda başvurucunun satış vaadi sözleşmesi kapsamındaki
edimlerini yerine getirmeyen sözleşmenin karşı tarafından alacak veya tazminat
talep ederek zararlarını giderebileceği bir dava yolunun da bulunuyor olmasıdır
(bkz. §§ 28, 30).
72. Bu durumda olayda, başvurucunun satış vaadi sözleşmesi
kapsamında yargı kararına dayalı olarak edinebilme yönünde meşru beklentisinin
bulunduğu anlaşılan uyuşmazlık konusu taşınmaz, kayıt malikinin vergi borcu
nedeniyle haczedilerek satılmıştır. Başvurucunun daha önce tapuya şerh edilmiş
hacizlere rağmen satış vaadi sözleşmesinin tarafı olduğu ve ayrıca sözleşmenin
diğer tarafına karşı dava açarak zararlarını giderebileceği dikkate alındığında
özellikle müdahalenin sonucunun kendi kusurunun ağırlığı sebebiyle başvurucuya
aşırı bir külfet yüklemediği anlaşılmıştır. Sonuç olarak somut olay bakımından
başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması
gereken adil denge bozulmadığı için müdahale ölçülü bulunmuştur.
73. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
22/3/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.