8. Hukuk Dairesi 2018/2839 E. , 2019/851 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Ecrimisil
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
K A R A R
Davacı ... Genel Müdürlüğü vekili, müvekkili idareye ait dava konusu 30 ada 23 parsel sayılı taşınmazın bir kısmının davalılar tarafından işgal edildiğini, davalılara ecrimisil ihbarnamesi gönderilmesine rağmen herhangi bir ödeme yapılmadığını iddia ederek işgal edilen alan için 01/01/2012-31/12/2012 tarihleri arası tahakkuk eden toplam 12.000,00 TL ecrimisilin dönem sonlarından geçerli kademeli faiziyle tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar davaya cevap vermemişlerdir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 01/01/2012 - 31/12/2012 tarihleri ile ilgili 9.600,00 TL ecrimisilin dönem sonu itibarıyla yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, çaplı taşınmazda ecrimisil istemine ilişkindir.
Öncelikle, dava ehliyeti ve taraf sıfatı kavramları üzerinde durulmalıdır:
Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen (nitelendirilen) kişiler, şeklen (biçimsel açıdan) o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olmak sıfatı yoksa dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Dava sıfat yokluğundan reddedilir.
Hemen belirtmek gerekir ki usul kanununda “husumet” olarak ifade edilen bir terim de bulunmamaktadır. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir. Meselâ, bir alacak davasında davacı olma sıfatı o alacağın alacaklısına aittir. Alacak davası, o alacağın alacaklısından başka bir (üçüncü) kişi tarafından açılırsa, dava, davacı sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan) dolayı reddedilir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 234; Yılmaz, Ejder; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 530).
Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek olan kişi, o hakka uymakla yükümlü (borçlu) olan kişidir (davalı sıfatı). Örneğin bir alacak davasında davalı olma sıfatı o alacağın borçlusuna aittir. Alacak davası, o alacağın borçlusundan başka bir (üçüncü) kişiye karşı açılırsa davalının davalı (borçlu) sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan) dolayı reddedilir.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bir subjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu (yani bir davada, davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu) tamamen maddî hukuka göre belirlenir. Bu nedenle, bir kişinin belli bir davada gerçekten davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (subjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur.
Sıfatın usul hukuku bakımından önemi (usul hukukunu ilgilendiren yönü) şudur: Bir davanın tarafları (veya taraflardan biri) o davada gerçekten (davacı veya davalı olarak) taraf sıfatına sahip değilse mahkeme, dava konusu hakkın esası (mevcut olup olmadığı) hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davanın sıfat yokluğundan reddine karar verir. Bu karar, davanın mesmu olmadığına (dinlenemeyeceğine) ilişkin bir karar olmayıp, davanın esasına ilişkin bir karardır (taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını tespit eden bir karardır).
Mahkemenin sıfat yokluğunu kendiliğinden (resen) gözetmesi gerekir. Çünkü sıfat yokluğu, bir defi değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itirazdır. Hâkim, kendisine sunulan dava malzemesinden (davalı veya davacının bildirdikleri vakıalardan, yani dava dosyasından) bir itiraz sebebinin varlığını (sıfat yokluğunu) öğrenirse, bunu kendiliğinden (resen) gözetir.
Dava konusu 30 ada 23 parsel sayılı taşınmaz tam malik olarak "Mülhak Silahtar ... Vakfı" adına kayıtlı olup, dava konusu vakıf, mülga 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıf yani “mülhak vakıf" tır.
Vakıf yöneticisi olan mütevelli, mülhak ...da, vakfı yönetmeye ve temsile yetkili olan kişidir. Mütevelli, tüzel kişiliğe sahip mülhak vakfın temsil ve ilzama yetkili yöneticidir. Vakıf tüzel kişiliğine zarar verildiği iddiasına dayalı davayı tüzel kişinin kendi adına açması gerekmektedir. Denetim makamı olan ... Genel Müdürlüğünün ayrı bir tüzel kişiliği bulunan ve mütevelli aracılığı ile yönetilen ... adına dava açma sıfatı yoktur. Dava konusu taşınmaz tapuda mülhak olarak gösterilmekle birlikte, aradan geçen süre nazara alındığında mazbut vakfa dönüşüp dönüşmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekir. Mahkemece ilgili yerlere müzekkere yazılarak dava konusu taşınmazda malik olan "Mülhak Silahtar ... Vakfı" nın halen mülhak vakıf olup olmadığının sorulması; mülhak ise aktif husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmesi, mazbut olduğunun öğrenilmesi durumunda ise şimdiki gibi karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, 6100 sayılı HMK"nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"un 428. maddesi uyarınca usul ve yasaya aykırı kararın BOZULMASINA, taraflarca HUMK"un 440/1. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 24.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.