
Esas No: 2014/19349
Karar No: 2014/19349
Karar Tarihi: 15/3/2018
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
NİMET BACAKLILAR BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/19349) |
|
Karar Tarihi: 15/3/2018 |
R.G. Tarih ve Sayı: 9/5/2018 - 30416 |
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Başkanvekili |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Halil
İbrahim DURSUN |
Başvurucu |
: |
Nimet
BACAKLILAR |
Vekili |
: |
Av. Halit
MORALIOĞLU |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir hastaneden başka bir hastaneye yapılması
planlanan sevk işleminin kabul edilmemesi sonrasında ölüm olayının meydana
gelmesi ve bu olay ile ilgili olarak başlatılan ceza soruşturmasının etkili bir
şekilde yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
7. Birinci Bölüm tarafından 8/2/2018 tarihinde yapılan
toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün
(İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine
karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edilen ve Ulusal Yargı Ağı
Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 13/6/2007 tarihinde yaşamını yitiren 1989 doğumlu M.B.nin annesidir.
A. Başvurucunun Oğlu M.B.nin Ölümü
10. M.B. 12/6/2007 tarihinde saat 21.00 sıralarında kullandığı
motosikletin kontrolünü kaybederek yolun orta refüjüne çarpmış ve bu kazada
yaralanmıştır. M.B., anılan olay üzerine 112 Acil ambulansıyla multitravma tanısıyla bilinci açık bir şekilde Manisa
Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine götürülmüştür. Bu Hastanede yapılan
tetkikler neticesinde M.B.nin vücudunun bazı
bölgelerinde kırıklar tespit edilmiştir.
11. Hastanın sağlık durumu ile ilgili olarak genel cerrahi
uzmanından, beyin ve sinir cerrahisinden ve ortopedi uzmanından konsültasyon
istenmiştir. Genel cerrahi konsültasyonunda, hastanın sağlık durumunda acil
cerrahi müdahale gerektirecek patolojik bir durum saptanmadığı ancak bilinci
bulanık olan hastanın şoka meyilli olduğu tespitleri yapılmıştır. Beyin ve
sinir cerrahisi konsültasyonunda hastanın beyin tomografisinin "normal"
olduğu değerlendirilmiştir. Ortopedi konsültasyonunda ise hastanın sağlık
durumunun yoğun bakım şartlarını gerektirdiği, ileri tetkik ve tedavi için
hastanın başka bir hastaneye sevk edilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
12. Hastanın sağlık durumunun yoğun bakım şartlarını
gerektirdiğinin anlaşılması üzerine Manisa Devlet Hastanesi yetkililerince
Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Ortopedi Servisindeki nöbetçi doktorlarla
görüşülmüştür. Yapılan görüşmelerde Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin yoğun
bakım ünitelerinde boş yer olmadığı belirtilmiştir.
13. Bunun üzerine hasta, saat 23.10"da 112 Acil ambulansıyla Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Saat 23.57"de Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine bilinci bulanık şekilde giriş yapan
hasta, saat 00.25"te arrest olması (solunum ve
dolaşım sisteminin durması) nedeniyle şok odasına alınmıştır. Bunun üzerine
hastaya yaklaşık iki saat müdahale edilmiş ancak olumlu bir sonuç alınamaması
üzerine hastanın 02.25"te öldüğü kabul edilmiştir.
B. Ceza Soruşturması Süreci
14. Başvurucu, Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu
22/8/2007 tarihli dilekçeyle oğluna müdahale eden sağlık personeli ile yoğun
bakımda boş yer olmadığı gerekçesiyle sevki kabul etmeyen Celal Bayar
Üniversitesi Hastanesinin ilgili görevlileri hakkında suç duyurusunda
bulunmuştur. Başvurucu; dilekçesinde özetle trafik kazası sonrasında oğlunun
ambulansla Manisa Devlet Hastanesine götürüldüğünü, ambulansta oğluna eşlik
eden Dr. T.D.nin Hastanedeki doktorları yeterince
bilgilendirmediğini, oğlunun bu Hastanede saatlerce bekletildiğini, Celal Bayar
Üniversitesi Hastanesinin olay günü nöbetçi olan görevlilerinin haksız şekilde
oğlunun sevkini kabul etmediğini ileri sürmüştür.
15.M.B.nin kaza sonrası Manisa Devlet Hastanesine ambulansla
götürüldüğü sırada yanında bulunan Dr. T.D. ile Manisa Devlet Hastanesinde
M.B.ye müdahale eden doktorlar hakkındaki soruşturma, Manisa Cumhuriyet
Başsavcılığının 31/10/2007 tarihli kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararla neticelenmiştir. Başvurucu, başvuru formu ve eklerinde bu karara itiraz
edip etmediği hususunda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.
16. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı, Celal Bayar Üniversitesi
Hastanesinin olayla ilgili personeli hakkında ise 3/9/2007 tarihli kararla 4/11/1981
tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu uyarınca görevsizlik kararı vermiş
ve bu kişiler hakkındaki soruşturma dosyasını Celal Bayar Üniversitesi
Rektörlüğüne göndermiştir.
17. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığının anılan kararı üzerine
Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin olayla ilgili personeli hakkında
Üniversite Rektörlüğü tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda
soruşturmacı olarak atanan Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. H.Ü., olay
günü anestezi servisinin yoğun bakım ünitesinde boş yer olup olmadığını tespit
edebilmek için 28/4/2008 tarihinde Anestezi ve Reanimasyon
Ana Bilim Dalı Başkanlığına müzekkere yazmıştır. Anestezi ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Başkanlığının 2/5/2008 tarihli
cevap yazısında ise beş yataklı yoğun bakım ünitesinin olay günü dolu olduğu
ifade edilmiştir. Soruşturmacı H.Ü. yaptığı bu araştırmalar neticesinde Manisa
Devlet Hastanesi yetkilileri ile telefonda görüşen ve yoğun bakım ünitesinin
dolu olması nedeniyle sevki kabul etmeyen Dr. G.O. ile Dr. M.G.A.nın
cezai sorumluluğunu gerektirecek herhangi bir fiilinin bulunmadığı yönünde
kanaat bildiren bir rapor hazırlamıştır. 25/6/2008 tarihli bu rapora göre
hastanın tedavisi Manisa Devlet Hastanesi tarafından üstlenilmiş olup hasta,
Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin hiçbir bölümüne müracaat etmemiştir.
Rapora göre hasta ile ilgili olarak Celal Bayar Üniversitesi doktorları sadece
Manisa Devlet Hastanesi yetkilileri ile telefonda görüşmüş ve önerilerde
bulunmuştur. Raporda ayrıca olay tarihinde yoğun bakım ünitesinde boş yer
olmadığının Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim
Dalı tarafından gönderilen belgelerle sabit olduğu ifade edilmiştir.
18. Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğü, anılan soruşturma
dosyasını dikkate alarak sevki kabul etmeyen Dr. G.O. ile Dr. M.G.A.nın kusurunun bulunmadığı kanaatine varmış ve
21/10/2008 tarihli kararla men-i muhakeme kararı vermiştir.
19. Başvurucunun bu karara itiraz etmesi üzerine Danıştay
Birinci Dairesi 16/1/2009 tarihli ilam ile men-i muhakeme kararının bozulmasına
karar vermiştir. Danıştay kararında başvurucunun oğlunun Celal Bayar
Üniversitesi Hastanesine kabul edilmemesine gerekçe olarak yoğun bakım
ünitesinde boş yer olmaması gösterilmiş ise de yoğun bakım ünitesine ek yatak
konulması, başka servislerden yatak ayarlanması veya kısa bir süre için dahi
olsa yoğun bakım ünitesinden çıkarılabilecek hastalarla yer değiştirilmesi gibi
alternatif çözümlerin aranmadığı, hastanenin fiziki şartları da dâhil olmak
üzere hastanın hastaneye kabul edilmemesi için hiçbir mazeret ileri
sürülemeyeceği belirtilmiştir. Bunun üzerine Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca
Dr. G.O. ile Dr. M.G.A. hakkında iddianame düzenlenerek Manisa 3. Asliye Ceza
Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
20. Mahkeme, olayla ilgili olarak bazı kişilerin tanıklığına
başvurmuştur. Mahkeme, bu kapsamda hastayı Celal Bayar Üniversitesi Hastanesine
sevk etmek isteyen Manisa Devlet Hastanesi ortopedi doktorunun ifadesini
almıştır. Dr. Ali M.; ifadesinde özetle trafik kazası geçiren M.B.nin Manisa Devlet Hastanesine getirildiğini, hastanede
gerekli donanım bulunmadığından Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Ortopedi ve
Travmatoloji Servisinde nöbetçi olan Dr. M.G.A.yı
telefonla arayarak hastanın durumunu anlattığını, sevkinin gerektiğini
belirttiğini, karşı taraftaki doktorun yoğun bakım ünitesinde yer olmadığından
ve hastanede boşta solunum cihazı bulunmadığından hastayı kabul
edemeyeceklerini kendisine bildirmesi üzerine hastayı Ege Üniversitesi Eğitim
ve Araştırma Hastanesine sevk ettiğini, Dr. M.G.A.nın
hastanın İzmir"e sevk edilmemesi yönünde herhangi bir önerisinin olmadığını
belirtmiştir.
21. Mahkeme, olay günü Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi
Ortopedi ve Travmatoloji Servisinde nöbetçi olan Dr. M.G.A.nın
sanık sıfatıyla ifadesini almıştır. Dr. M.G.A. 9/9/2009 tarihli ifadesinde
özetle olay günü Ortopedi Servisinde nöbetçi olduğunu, söz konusu olayın
kendisine Manisa Devlet Hastanesinde çalışan Dr. Ali M. tarafından
bildirildiğini, Dr. Ali M.nin anlatımlarından
hastanın şoka girmek üzere olduğunu ve yoğun bakım ünitesine alınması
gerektiğini anladığını belirtmiştir. Dr. M.G.A., bunun üzerine hemen hocası Dr.
G.O.yu telefonla aradığını ve durumu hocasına anlattığını, Dr. G.O.nun ise kendisinden yoğun bakım ünitesi ile irtibata
geçmesini ve boş yer olup olmadığını öğrenmesini istediğini ifade etmiştir. Dr.
M.G.A., hocasının isteği doğrultusunda hemen yoğun bakım ünitesinde bulunan
Nöbetçi Doktor İsmet T. ile telefonla görüştüğünü, bu görüşmede kendisine tüm
yatakların dolu olduğunun, Cerrahi ve Anestezi Yoğun Bakım Ünitesinde boş yatak
olmadığının söylendiğini belirtmiştir. Dr. M.G.A. bunun üzerine hocası
Dr.G.O.yu yeniden aradığını, hocasının hastanın durumunun ciddi olabileceğini,
hastanın Manisa Devlet Hastanesinde yoğun bakımda müşahade
altında tutulması gerektiğini, hastanın yoğun bakımda ilk yatağın boşalmasından
sonra Celal Bayar Üniversitesi Hastanesine alınabileceğini söylediğini,
kendisinin de tüm bu hususları Manisa Devlet Hastanesinde görev yapan Dr. Ali
M.ye telefonla ilettiğini ifade etmiştir. Dr. M.G.A. ayrıca hastanın kendi
görev yaptığı hastaneye hiç müracaat etmediğini, yoğun bakıma ek bir yatak
konulmasının soruna çözüm olmayacağını, asıl sorunun solunum cihazı ve diğer
cihazların yeterli olmaması olduğunu, bu nedenle hastanın başka bir serviste
yatırılmasının da sorunu çözmeyeceğini belirtmiştir.
22. Dr. G.O., gerçekleştirilen telefon görüşmeleri ile ilgili
olarak öğrencisi Dr. M.G.A. ile benzer şekilde beyanda bulunmuştur.
23. Mahkeme, Dr. M.G.A.nın yoğun bakım
ünitesinde boş yer olup olmadığını sorduğu Dr. İsmet T.nin de ifadesini
almıştır. Dr. İsmet T. 2/12/2009 tarihli ifadesinde özetle olay tarihinde Celal
Bayar Üniversitesi Hastanesi Anesteziyoloji Servisinde nöbetçi uzman doktor
olarak görev yaptığını, hastanede beş yataklı Anestezi Yoğun Bakım Ünitesinin
bulunduğunu, Dr. M.G.A.nın olay günü kendisini
arayarak yoğun bakım tedavisi gerekebilecek bir hasta için boş yer olup
olmadığını sorduğunu, kendisinin de anestezi yoğun bakım ünitesinde boş yer
olmadığını söylediğini belirtmiştir. Dr. İsmet T. ayrıca hastanede beş yataklı
Post Operatif Yoğun Bakım Ünitesinin de bulunduğunu
ancak olay tarihinde burada da yer olmadığını ifade etmiştir. Dr. İsmet T. son
olarak dâhiliye, kardiyoloji ve yeni doğan servislerinin de yoğun bakım
ünitelerinin bulunduğunu ancak bunların kaç yataklı olduğunu, olay günü bu
yoğun bakım ünitelerinde boş yer olup olmadığını bilmediğini belirtmiştir.
24. Mahkeme 14/6/2010 tarihinde Celal Bayar Üniversitesi
Hastanesi Başhekimliğine müzekkere yazarak olay tarihinde Hastanedeki tüm yoğun
bakım ünitelerinin yatak sayısının ve olay tarihinde yoğun bakımda yatan
hastaların dosyalarının Mahkemeye gönderilmesini istemiştir.
25. Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Başhekimliği tarafından
Mahkemeye gönderilen cevap yazısında, Hastane arşivinin su baskını nedeniyle
kullanılamaz hâle gelmesi nedeniyle söz konusu belgelerin bulunamadığı
belirtilmiştir. Su baskınının yaşandığı gün Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi
yetkililerince düzenlenenen 8/2/2010 tarihli tutanak
şöyledir:
“08. 02.2010 tarihinde
meydana gelen su baskınında Üniversitemiz Tıp Fakültesi Dekanlık binasının
bodrum katında bulunan ve hastane arşivimize ait bir kısım hasta dosyası ve
geçmiş tarihlere ait hastane poliklinik kartları, laboratuvar kayıtları, acil
kartları, eski tarihli sağlık kurulu raporlarının ve resmi yazışmaların da
içinde bulunduğu arşiv odası, Dekanlık bodrum katta bulunan diğer birimler gibi
tavana kadar sular altında kalmıştır. Manisa Belediyesi İtfaiye Müdürlüğünden
ekipler çağrılmış olup vidanjörlerle sular tahliye edilmiştir. Suların
tahliyesinden sonra bodrum kat zemini tahmini 20-25 cm çamurla kaplı olup, su
baskınının sebep olduğu elektrik arızasından dolayı arşiv odasına girmemiz
mümkün olamamıştır.
Meydana gelen hasar arşiv odasına girildikten
sonra tespit edilecek olup işbu tutanak tarafımızdan tanzim edilip, imza altına
alınmıştır.”
26. Su baskınına ilişkin bir diğer tutanak Manisa Belediye
Başkanlığı İtfaiye Müdürlüğü tarafından düzenlenmiştir. 19/2/2010 tarihli
tutanak şöyledir:
"Manisa ilimizde son günlerde meydana
gelen yoğun yağışlar nedeniyle, 02.02.2010, 07.02.2010 ve 13.02.2010
tarihlerinde İtfaiye Haber Alma Merkezimize Celal Bayar Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dekanlığı Bodrum Katında su olduğu hususunda ihbarlarda
bulunulmuştur. İtfaiye ekiplerimiz söz konusu tarihlerde olay mahalline
ulaştığında, bahse konu bodrum katının yağmur suları ile dolu olduğu görülmüş
ve tarafımızdan motopompalar ile su tahliyesi yapılmıştır. İş bu tutanak Celal
Bayar Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi (Üniversite Hastanesi)
Müdürlüğünün isteği üzerine verilmiştir.”
27. Mahkeme, yaşanan olayla ilgili olarak Yüksek Sağlık
Şûrasından bilirkişi raporu almıştır. Yüksek Sağlık Şûrasından alınan 3/5/2012
ile 4/5/2012 tarihli raporun sonuç kısmı şöyledir:
"Dosyadaki bilgi, belge ve bulgular
değerlendirildiğinde; hastanın ilk müracaat ettiği hastanede değerlendirilmesi
sırasında gerekli olduğu halde akciğer grafisinin
çekilmediğinin (dosyada mevcut olmadığının) anlaşıldığı, hastanın toraks incelemesinin yeterli düzeyde yapılmadığı, bunun bir
kusur olduğu, diğer branş konsültasyonlarının uygun olarak yapıldığı ve
yaralanmanın ciddiyeti nedeniyle yoğun bakım ünitesinde bakımının zorunlu
olduğu, yoğun bakımda yer olmaması nedeniyle hastayı kabul etmeyen Dr. G.O. ve
Dr. M. G. A."nın eylemlerinde kusurlu olmadıklarına,
hastanın sevk edildiği Ege Üniversitesi Hastanesinde yapılan işlemlerin tıp
kurallarına uygun olduğuna, Şuramızca oy birliği ile karar verildi."
28. Manisa 3. Asliye Ceza Mahkemesi, gerek tarafların
beyanlarını gerekse hasta hakkındaki tıbbi belgeler ile raporları dikkate
alarak sevki kabul etmeyen Dr. G.O. ve Dr. M.G.A.nın
11/9/2012 tarihinde beraatine karar vermiştir.
Mahkeme, Dr. G.O. ve Dr. M.G.A.ya izafe edilebilecek
bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle adı geçen kişiler hakkında beraat kararı
vermiştir. Mahkeme ayrıca Manisa Devlet Hastanesinde gerekli olduğu hâlde
akciğer grafisinin çekilmediğinin (dosyada mevcut
olmadığının) anlaşıldığı ve hastanın toraks
incelemesinin yeterli düzeyde yapılmadığı gerekçesiyle Manisa Devlet
Hastanesinin ilgili personeli hakkında gereğinin takdir ve ifası için Manisa
Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulunulmasına karar vermiştir.
29. Başvurucu 15/10/2012 tarihli dilekçe ile anılan kararı
temyiz etmiştir. Başvurucu; dilekçesinde özetle durumu acil olan bir hastanın
hastaneye kabul edilmemesinin kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi
suçunu oluşturduğunu, durumu acil olan bir hastanın hastaneye kabul edilmemesi
için hiçbir mazeret ileri sürülemeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca
beraat kararında Yüksek Sağlık Şûrası raporuna dayanıldığını, Yüksek Sağlık
Şûrasına bilirkişilik yapma görev ve yetkisi veren kanun hükmünün Anayasa
Mahkemesince iptal edildiğini, bu raporun yok hükmünde olduğunu, Danıştay kararında
belirtilen hususların gerekçeli kararda tartışılmadığını ifade etmiştir.
30. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesi
30/6/2014 tarihli ilamla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar
vermiştir.
31. Başvurucu, Yargıtayın onama kararını
3/12/2014 tarihinde UYAP üzerinden yaptığı inceleme neticesinde öğrendiğini
belirtmiştir.
32. Başvurucu 11/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
C. Başvurucu Tarafından Açılan Tam Yargı
Davaları
33. Başvurucu, oğlunun ölümü ile ilgili olarak Celal Bayar
Üniversitesi Rektörlüğü ile Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu aleyhine iki ayrı
dava açmıştır.
1. Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğü Aleyhine
Açılan Tam Yargı Davası Süreci
34. Başvurucu, sağlık durumu ciddi olan oğlunun hastaneye kabul
edilmemesi nedeniyle 11/6/2012 tarihinde Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğü
aleyhine Manisa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Manisa
1. Asliye Hukuk Mahkemesi 26/6/2012 tarihli karar ile dava konusu olayda idare
mahkemeleri görevli olduğundan yargı yolu bakımından davanın reddine karar
vermiştir. Bunun üzerine başvurucu, Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğü
aleyhine Manisa 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
35. Mahkeme; olayla ilgili olarak önce Adli Tıp Kurumu Birinci
İhtisas Kurulundan, akabinde ise Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan bilirkişi
raporu düzenlenmesini istemiştir. Her iki raporda da davalı Hastanenin hastayı
kabul etmemesinde kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildirilmiştir.
36. Manisa 2. İdare Mahkemesi 26/6/2015 tarihli kararla her ne
kadar Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu tarafından, hastayı kabul etmemesiyle ilgili
olarak hastanenin kusurlu olmadığı yönünde görüş beyan edilmiş ise de
hastaneler arasındaki koordinasyonsuzluk ve yoğun bakımda yer olmadığı
gerekçesiyle hastanın kabul edilmemesi ve o gün nöbetçi olan doktorun hastanede
bulunmayarak asistanı yönlendirmeye çalışması, davalı idarenin üzerine düşen
yükümlülüğü yerine getirmediğini gösterdiğinden tazmin sorumluluğunun
koşullarının oluştuğu sonucuna varmıştır. Mahkeme, bu gerekçeyle davanın kısmen
kabulüne karar vererek 50.000 TL manevi tazminat ile 97.933,06 TL maddi
tazminatın başvurucu ve eşine müştereken ödenmesine karar vermiştir.
37. Taraflarca temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 21/4/2016 tarihli ilamı ile dava konusu olayda Celal Bayar
Üniversitesi Hastanesinin tespit edilmiş herhangi bir kusurlu tıbbi
uygulamasının bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.
38. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 13/12/2016
tarihli ilamı ile reddedilmiştir.
39. Danıştayın bozma kararı sonrasında
ilk derece mahkemesine gönderilen dava dosyası ile ilgili olarak başvuru formu
ve eklerinde herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı gibi UYAP kayıtlarından da
bu konuya ilişkin olarak herhangi bir bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır.
2. Türkiye Kamu
Hastaneleri Kurumu Aleyhine Açılan Tam Yargı Davası Süreci
40. Başvurucu 2/8/2013 tarihinde Sağlık Bakanlığı aleyhine
Manisa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Manisa 3. Asliye
Hukuk Mahkemesi 3/9/2013 tarihli kararı ile dava konusu olayda, idare
mahkemeleri görevli olduğundan yargı yolu bakımından davanın reddine karar
vermiştir. Bunun üzerine başvurucu, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu aleyhine
Manisa 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; hastaneler
arasındaki koordinasyon eksikliği nedeniyle oğlunun tedavisinde gecikmeye sebep
olunduğunu, oğlu ile yeteri kadar ilgilenilmediğini ileri sürmüştür.
41. Manisa 2. İdare Mahkemesi 26/6/2015 tarihli kararı ile
davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve başvurucu lehine 75.000 TL manevi
tazminata hükmetmiştir. Başvurucunun maddi tazminat talebi ise reddedilmiştir.
42. Taraflarca temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 21/4/2016 tarihli ilamı ile manevi tazminat miktarının düşük
belirlendiği gerekçesiyle bozulmuştur.
43. Taraflar karar düzeltme yoluna başvurmuş olup başvuru formu
ve eklerinde tarafların karar düzeltme istemi hakkında karar verildiğine
ilişkin bir bilgi ve belge bulunmadığı gibi UYAP kayıtlarından da bu konuya
ilişkin olarak herhangi bir bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
44. İlgili hukuk için bkz.
Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844,
1/12/2016, §§ 34-36.
B. Uluslararası Hukuk
45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur."
46. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07,
27/1/2015, § 67).
47. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu
altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81).
48. AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesi bağlamında, ölüm olayının
kasıtlı bir eylem sonucu meydana geldiği durumlar ile ihmal sonucu meydana
geldiği durumlar arasında bir ayrım yapılması gerektiğini belirtmektedir. AİHM,
ölüm olayının kasıtlı bir eylem sonucu meydana geldiği durumlarda devletin
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân sağlayabilecek nitelikte
cezai soruşturmalar yürütmekle yükümlü olduğunu, bu tür durumlarda
mağdura/mağdurlara sadece tazminat ödenmesinin Sözleşme"nin 2. maddesi
bağlamındaki ihlali gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli
olmadığını ifade etmektedir. Bununla birlikte AİHM"e
göre, yaşam hakkı ihlalinin kasti olmaması hâlinde "etkili yargısal sistem
kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası
açılmasını gerektirmez; bu gibi hâllerde mağdura/mağdurlara hukuki, idari ve
hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Eyüp Güvenç ve diğerleri/Türkiye, B. No:
43036/08, 21/5/2013, §§ 33-35).
49. AİHM"e göre Sözleşme"nin 2.
maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin yerine getirilme yöntemine ilişkin
seçim, ilke olarak taraf devletin takdir yetkisi içinde yer almaktadır. Bu
bağlamda AİHM, Sözleşme’de güvence altına alınan
hakları sağlamanın farklı yollarının bulunduğunu ifade etmektedir. AİHM"e göre devlet, iç hukukta öngörülen belli bir önlemi
almakta başarısız olsa bile yerine getirmekle yükümlü olduğu pozitif
yükümlülükleri diğer yöntemlerle de gerçekleştirebilir (İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye, B. No: 19986/06,
10/4/2012, § 37; Nurettin Demir ve Çiçek
Demir/Türkiye, B. No: 34885/06, 13/11/2012, § 70).
50. AİHM, tıbbi hata sonucu meydana gelen bir ölüm olayı
sonrasında ilgili doktorlar hakkında başlatılan ceza soruşturmasının
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla neticelenmesi üzerine ölüm olayının
hastalığın geç teşhis edilmesi nedeniyle meydana geldiği, olay hakkındaki ceza
soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmediği ve çok uzun sürdüğü (6 yıl 8
ay 5 gün) iddialarıyla yapılan bir bireysel başvuruda, başvurucunun tazminat
yoluna başvurmadığını dikkate alarak iç hukuk yollarının tüketilmediği sonucuna
ulaşmıştır (Mübeyen Polat/Türkiye, B. No: 3143/12,
15/10/2013). AİHM; ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayları hakkındaki ceza
davalarının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasının ileri sürüldüğü bireysel başvurularda Sözleşme"nin üçüncü kişiler
hakkında ceza kovuşturması yapılmasını isteme veya ceza davası açtırma hakkı
bahşetmediğini ancak söz konusu olaylarda başvurucuların yalnızca sorumluların
cezai anlamda mahkûm edilmelerini sağlamak amacıyla ceza davalarına müdahil
olduklarını dikkate alarak konu bakımından yetkisizlik gerekçesiyle kabul
edilemezlik kararları da vermiştir (Nuri
Aksu/Türkiye, B. No: 25082/08, 20/5/2014, §§ 28-34; Eyüp Güvenç ve diğerleri/Türkiye, §§
46-50; Muammer Öz/Türkiye, B. No:
31214/09, 4/9/2012).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
51. Mahkemenin 15/3/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
52. Başvurucu 12/6/2007 tarihinde trafik kazasında hayati
tehlike geçirecek şekilde yaralanan oğlunun götürüldüğü Manisa Devlet
Hastanesinde gerekli donanımın bulunmaması nedeniyle Manisa Celal Bayar Üniversitesi
Hastanesine sevk edilmesi zaruretinin doğduğunu fakat Celal Bayar Üniversitesi
Hastanesinde görevli hekimlerin yoğun bakımda yer olmadığından bahisle sevki
kabul etmediğini, sonrasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk
kararı verilmiş ise de oğlunun kritik durumu ile yol riskinin birleşmesi
neticesinde ölüm olayının meydana geldiğini, yaşamın korunması için alınması
gereken tedbirlerin hiçbirinin alınmadığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca
Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin ilgili hekimleri hakkında açılan kamu
davasının eksik incelemeye dayalı bilirkişi raporuna dayanılarak beraat kararı
ile neticelendiğini, Manisa Devlet Hastanesi hekimleri hakkında ise soruşturma
izni verilmemesi nedeniyle dava dahi açılamadığını, hükme esas alınan Yüksek
Sağlık Şûrası raporunun mesleki dayanışma ürünü olduğunu, kaldı ki Yüksek
Sağlık Şûrasına bilirkişilik yapma görev ve yetkisi veren kanun hükmünün
Anayasa Mahkemesince (Anayasa Mahkemesinin E.2009/69, K.2010/79 sayılı ve
3/6/2010 tarihli kararı) iptal edildiğini, davanın yedi yıldan fazla sürdüğünü
belirtmiştir. Başvurucu, anılan iddialarla yaşam hakkı ile adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 10.000 TL maddi, 200.000 TL manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
53. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, temel olarak oğlu M.B.nin yaşamının korunamamasından ve olay hakkında etkili
bir ceza soruşturması yürütülmemesinden şikâyet etmektedir.
54. Somut olayda başvurucu, oğlunun ölümünde kusurunun
bulunduğunu iddia ettiği Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin ilgili hekimleri
hakkında verilen beraat kararından sonra bireysel başvuruda bulunmuştur.
Başvuru formunda Manisa Devlet Hastanesi hekimleri hakkında soruşturma izni
verilmemesi nedeniyle bu kişiler hakkında dava dahi açılamadığı ileri
sürülmekle birlikte başvurucunun oğluna Manisa Devlet Hastanesinde müdahale
eden doktorlar hakkındaki soruşturmanın Manisa Cumhuriyet Başsavcılığının
31/10/2007 tarihli kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla
neticelendiği görülmektedir (bkz. § 15). Bu kararın Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıcından önce kesinleşmiş olması nedeniyle
incelenmesi mümkün değildir. Kaldı ki Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin
ilgili hekimleri hakkında yürütülen kovuşturma sırasında düzenlenen bilirkişi
raporunda, Manisa Devlet Hastanesinde yapılan tıbbi uygulamaların eksik
olduğunun değerlendirilmesi üzerine, Manisa 3. Asliye Ceza Mahkemesinin
11/9/2012 tarihli kararı ile Manisa Devlet Hastanesinin ilgili personeli
hakkında Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur (bkz. §
28). Başvurucu, bu suç duyurusu sonrasında yapılan işlemler hakkında da Anayasa
Mahkemesine herhangi bilgi ve belge sunmamıştır.
55. Bu durumda mevcut başvurunun sadece Celal Bayar Üniversitesi
Hastanesi yetkilileri hakkında ileri sürülen iddialarla sınırlı olarak yaşam
hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
56. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
57. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından
yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda
başvurucu, ölen kişinin annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir
eksiklik bulunmamaktadır.
59. Somut olayda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamakla birlikte başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi kuralı yönünden
ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
60. Somut olayda başvurucu, tüm ihlal iddialarını doktorlar
hakkındaki kamu davası kapsamında ileri sürmüş olup devam eden tam yargı
davaları ile ilgili olarak herhangi bir ihlal iddiasında bulunmamıştır.
Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğü şikâyetini de kamu davası ile sınırlı
tutmuş; devam eden tam yargı davaları ile ilgili olarak bu hususta herhangi bir
ihlal iddiası ileri sürmemiştir.
61. Bu durumda somut olayda öncelikle "etkili yargısal
sistem kurma" yönündeki
pozitif yükümlülüğün başvurucuya idare mahkemeleri önünde açabileceği bir tam
yargı davası yolu imkânının sağlanmasıyla yerine getirilmiş sayılıp
sayılamayacağı hususunun değerlendirilmesi gerekir.
62. Bu değerlendirmede öncelikle devletin yaşam hakkı
kapsamındaki yükümlülüklerinin çerçevesinin belirlenmesi gerekir.
63. Anayasa"nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı,
Anayasa"nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son
vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer
bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
64. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse
özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının
korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde
düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
65. Pozitif yükümlülüklerin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı
sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her
ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın
temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve
varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
66. Yaşam hakkına ilişkin bu usul yükümlülüğü olayın niteliğine
bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikteki soruşturmalarla yerine
getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında
Anayasa"nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve
cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat
davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali
gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
55).
67. Ancak kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm
olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım
benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline
kasten sebebiyet verilmediği durumlarda pozitif yükümlülük her olayda mutlaka
ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
68. Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen
ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür
olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi
hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu
tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016,
§ 78; Nail Artuç,
§ 38).
69. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana
gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası veya dikkatsizliği
aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz
konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir
faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli
önlemleri almadığı durumlarda ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar
dahi kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir ceza
soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).
70. Aynı durum yetkili kişi ve kurumların mesleki ödevlerini
hiçe sayarak sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut
bütünlüğüne zarar vermeleri hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de
geçerlidir (Kenan Sayın, B. No:
2013/5375, 14/10/2015, § 47; Nafia Sevin
Ergün Sefada ve diğerleri, § 68).
71. Görüldüğü üzere yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu
"etkili yargısal sistem kurma" yönündeki
pozitif yükümlülük, olayın niteliğine bağlı olarak farklı nitelikteki hukuki
yolların etkili yürütülmesiyle yerine getirilmiş sayılabilmektedir. Bu durumda
başvuruya konu ölüm olayının niteliğinin belirlenmesi önem arz etmektedir.
72. Başvuru formu ve eklerinde başvurucunun yaşadığı üzüntü
verici olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bilgi ve
belge bulunmamaktadır. Olayın meydana geldiği koşullar da bu bağlamda herhangi
bir şüphe uyandırmamaktadır. Nitekim başvurucu da söz konusu olayın ilgili
sağlık personeli tarafından oğluna zarar vermek kastıyla gerçekleştirildiği
yönünde bir iddia ileri sürmemiştir.
73. Ceza soruşturması ve kovuşturması neticesinde elde edilen
veriler, Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi doktorlarının muhakeme hatası veya
dikkatsizliği aşar derecede mesleki ödevlerine aykırı davranarak M.B.nin ölümüne sebebiyet verdiği iddiasını da
desteklememektedir.
74. Bu durumda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip
olduğu “etkili yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük, somut
olayda başvurucuya idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tam yargı davası
yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.
75. Bu itibarla Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan
olup hem idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın
ödenmesini sağlayabilecek olan tam yargı davası yolunun somut olayda öncelikle
tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda
yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın -idare mahkemeleri önündeki
yargılamalar kesin olarak sona ermediğinden- bu aşamada incelenmesi mümkün
değildir.
76. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Anayasa
Mahkemesine göre yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline kasten
sebebiyet verilmediği durumlarda tüketilmesi gereken uygun hukuki çare tazminat
yoludur. Bu tarz başvurularda ceza soruşturmasının uzun sürdüğü yönündeki
şikâyetlerin -bu durum tazminat yolunun etkililiğini olumsuz olarak
etkilemediği sürece- ayrıca incelenmesi gerekmez. Dolayısıyla somut olayda ceza
soruşturmasının makul sürede tamamlanmadığı yönündeki şikâyetin ayrıca
incelenmesinin gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.
77. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Serruh
KALELİ ve M. Emin KUZ bu görüşe katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Serruh
KALELİ ve M. Emin KUZ"un karşı oyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
15/3/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, bir motosiklet kazasında yaralanan oğlunun başka
bir hastaneye sevk işleminin yoğun bakımda yer olmadığı gerekçesiyle kabul
edilmemesi sonrasında hayatını kaybettiğini, olayla ilgili olarak başlatılan
ceza soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle yaşama hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Mahkememiz çoğunluğu, yaşama hakkını koruyan Anayasa’nın 17.
maddesi bağlamında devlete yüklenen “etkili yargısal sistem kurma” yönündeki
pozitif yükümlülüğün başvurucuya idari yargı önünde tam yargı davası açma
yolunun sağlanması ile yerine getirildiğini, dolayısıyla “hem idarenin
mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini
sağlayabilecek tam yargı davası”nın öncelikle
tüketilmesi gerektiğini belirterek başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez
olduğuna karar vermiştir (§§ 74-75).
3. Esasen kararda da vurgulandığı üzere, başvurucu devam eden
tam yargı davalarıyla ilgili olarak herhangi bir ihlal iddiasında bulunmamış,
iddialarını doktorlar hakkındaki kamu davasının etkili ve yeterince hızlı
olmadığı gerekçelerine dayandırmıştır (§ 60). Başvurucunun bu iddialarının
aşağıda belirtilen nedenlerle kabul edilebilir olduğu, dolayısıyla çoğunluğun
kabul edilemezlik kararının isabetli olmadığı kanaatindeyim.
4. Anayasa’nın yaşama hakkını güvenceye alan 17. maddesi,
devlete doğal olmayan her ölüm olayında sorumluların belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayacak “etkili bir yargısal sistem kurma”
şeklinde bir pozitif yükümlülük yüklemektedir. Burada amaç, yaşama hakkını
koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap
vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 54).
5. Kuşkusuz bu usul yükümlülüğü, olayın niteliğine bağlı olarak
cezai, hukuki ve idari nitelikteki soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kural
olarak, tıbbi hata sonucu meydana gelen ölümlerde olduğu gibi, kasıtlı olmayan
fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında pozitif yükümlülük mutlaka
ceza davası açılmasını gerektirmez (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
6. Bununla birlikte, kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana
gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası veya dikkatsizliği
aşan bir kusuru veya olası sonuçların farkında olmalarına karşın söz konusu
makamların yetkileri kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan
riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli tedbirleri almadığı durumlarda
ilgililer hakkında mutlaka bir ceza soruşturmasının yürütülmesi gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).
7. Bu durum yetkili kişi ve kurumların mesleki ödevlerini hiçe
sayarak sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut bütünlüğüne,
hastalığının tanı ve tedavisine ilişkin değerlendirme hatasını aşacak şekilde
zarar vermeleri halinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de geçerlidir (Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015,
§ 47).
8. Somut olayda, başvurucunun motosiklet kazası sonucu yaralanan
oğlunun yoğun bakımda yer yokluğu nedeniyle hastaneye kabul edilmemesi söz
konusudur. Burada hastalığa ilişkin bir tıbbi değerlendirme yoktur. Bu nedenle,
yapılması gereken etkili bir ceza soruşturması ve kovuşturması ile başvurucunun
oğlunu hastaneye kabul etmeyen ilgili kişilerin mesleki ödevlerini hiçe sayarak
hastanın hayatını riske atıp atmadıklarını, bu konudaki sorumluluklarının olup
olmadığını ortaya koymaktır.
9. Bu bağlamda çoğunluğun kabul edilemezlik kararı Mahkememizin
önceki kararlarıyla da uyumlu değildir. Nitekim Anayasa Mahkemesi hastayı kabul
etmeme gibi tıbbi uygulama ve değerlendirme hatası içermeyen davranışlar söz
konusu olduğunda etkili bir cezai soruşturmanın yapılması gerektiğine karar
vermiştir. Örneğin İrfan Durmuş
başvurusunda, ceza infaz kurumunda ciddi derecede yanıklar oluşacak şekilde
yanan bir kişi, bazı hastaneler tarafından prosedürel
gerekçelerle, bazılarınca da yer yokluğu nedeniyle kabul edilmemiştir.
Mahkememiz, somut olaydaki durumun tıbbi hata sonucu meydana gelen ölüm
olaylarından farklı olduğunu, burada gerekli tedavinin sağlanmamasıyla ilgili
bir meselenin bulunduğunu, dolayısıyla etkili bir ceza soruşturması sürecinin
incelenmesi gerektiğini, hukuk mahkemelerinde ya da idari yargıda tazminat
davası açılmadığı gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmediğinin
söylenemeyeceğini belirtmiştir (İrfan Durmuş,
B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 108-110).
10. Daha yakın tarihli bir kararda da, bedensel ve zihinsel
engelli bir hastanın başka bir hastaneye sevkedilirken
yanına mevzuat gereğince en az bir sağlık memuru verilmesi gerekirken bunun
yapılmaması sonucu hayatını yitirdiği iddiası ele alınmıştır. Anayasa
Mahkemesi, başvuru konusu olayda anayasal yönden incelenmesi gereken temel
meselenin, “sorumluluğu bulunan kişi ya da kişiler hakkında etkili bir
soruşturma yürütülüp yürütülmediği ve bu soruşturma neticesinde olayın ağır
kişisel kusur ya da kasıttan mı yoksa idarenin işleyişindeki, kuruluşundaki
veya düzenlenmesindeki nesnel nitelikli bir aksaklıktan mı kaynaklandığının
açıklığa kavuşturulup kavuşturulmadığı” olduğunu değerlendirmiştir. Mahkeme, bu
hususun on yılı aşan sürede açıklığa kavuşturulamadığını belirterek başvuruya
konu davanın makul süratte sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşama hakkının usul
boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir (M.C.,
B. No: 2014/15910, 7/2/2018, §§ 62, 71-73).
11. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, hayati tehlikesi
bulunan bir hastanın belirli bir ücret ödememesi nedeniyle hastaneye kabul
edilmediği bir başvuruda, bu tür ölüm olaylarında sorumluluğun tespiti için
mutlaka etkili bir ceza kovuşturmasının yapılması gerektiğini vurgulamıştır.
AİHM somut olaydaki cezai kovuşturmadaki eksiklikler nedeniyle Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin gerektirdiği usul yükümlülüğünün ihlal
edildiğine karar vermiştir (Mehmet Şentürk
ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 9/4/2013, §§ 104-106).
12. Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in bu
kararları dikkate alındığında tıbbi hata dışında, basit hata ve ihmalden öteye
geçen, hastayı kabul etmeme gibi kişilerin hayatını açıkça tehlikeye atan
nitelikteki davranışlar söz konusu olduğunda sorumluları ortaya çıkaracak
etkili ve makul sürede sonuçlandırılacak bir cezai soruşturma ve kovuşturma
yapılması gerekir. Bu konuda bir bireysel başvuru yapıldığında da Anayasa
Mahkemesine düşen, yapılan cezai soruşturma ve kovuşturmanın etkili olup
olmadığını değerlendirmektir.
13. Somut başvuruda, Mahkememiz çoğunluğu bu incelemeyi yapmak
yerine tam yargı davası tamamlanmadığı gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez
bulmuştur. Aslında, tam yargı davasının tamamlanması da yukarıda belirtilen
incelemenin daha etkili yapılmasına bir katkı sağlamayacaktır. Başvurucunun
açtığı tam yargı davasında derece mahkemesinin başvurucu lehine verdiği
tazminat kararı, Danıştay Onbeşinci Dairesi
tarafından dava konusu olayda Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin tespit
edilmiş herhangi bir kusurlu tıbbi uygulamasının bulunmadığı gerekçesiyle
bozulmuştur. Dolayısıyla tam yargı davasında tartışılan ve karara bağlanacak
mesele, organizasyonel veya kişisel düzeyde kusurlu
bir tıbbi uygulamanın olup olmadığıdır. Başvurucu, bu yolu tamamlayıp bireysel
başvuru yaptıktan sonra da tıbbi hata dışındaki sorumluluğa ilişkin Anayasa
Mahkemesinin bir değerlendirme yapması zor olacaktır. Başka bir ifadeyle, tam
yargı davası yolunun tüketilmesi, ölüm olayında ilgililerin mesleki ödevlerini
hiçe sayan kusur ya da ihmalinin olup olmadığının Mahkememizce
değerlendirilmesi bakımından hiçbir katkı sağlamayacaktır.
14. Sonuç olarak, diğer hasta kabul etmeme olaylarında olduğu
gibi, somut olayda başvurucunun oğlunun ölümünde yoğun bakım ünitesinde yer
olmadığı gerekçesiyle onu hastaneye kabul etmeyen sağlık personelinin kusuru
veya ihmali olup olmadığını belirleyecek olan etkili yargısal yol ceza
soruşturması ve kovuşturmasıdır. Bu nedenle, yaklaşık yedi yıl süren ve
sanıkların beratıyla sonuçlanan söz konusu ceza yargılamasının etkili ve
yeterince hızlı şekilde yapılıp yapılmadığı değerlendirilerek başvurunun esası
hakkında karar verilmesi gerekirken, başvuru yollarının tüketilmediği
gerekçesiyle kabul edilemez bulunması isabetli değildir.
Açıklanan gerekçelerle çoğunluğun kabul edilemezlik kararına
katılmıyorum.
|
|
|
|
Başkan Zühtü ARSLAN |
KARŞIOY GÖRÜŞÜ
1. Başvurucunun oğlu M.B. geçirdiği bir trafik kazası sonucunda
yaralanmış ve Manisa Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine götürülmüştür.
Hastanın sağlık durumunun yoğun bakım gerektirmesi nedeniyle Celal Bayar
Üniversitesi Hastanesi Yoğun Bakım Servisine gönderilmesine karar verilmiş
ancak bu hastanede yer bulunamaması üzerine hasta Acil ambulansıyla Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiş ve burada yapılan
müdahaleye rağmen hayatını kaybetmiştir.
2. Mevcut başvuru, durumunun ciddiyeti yetkili makamlarca
bilinen yahut bilinmesi gereken bir hastanın yaşamının korunması için bu
makamlarca gerekli önlemlerin alınmadığı ve sorumlu kişi/kişiler hakkında
etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal
edildiği iddiası ile ilgilidir.
3. Anayasa"nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı,
Anayasa"nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve
negatif ödevler yüklemektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50). Pozitif
yükümlülüklerin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü
de bulunmaktadır.
4. Somut olayda başvurucunun 22/8/2007 tarihinde yaptığı suç
duyurusu üzerine ölüm olayı hakkında bir soruşturmanın başlatılmış, bu kapsamda
Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğü ilgili doktorlar hakkında men-i muhakeme
kararı vermiş, bu karar Danıştay Birinci Dairesinin 16/1/2009 tarihli kararı
ile kaldırılmıştır. Danıştay kararında başvurucunun oğlunun Celal Bayar Üniversitesi
Hastanesine kabul edilmemesine gerekçe olarak Yoğun Bakım Ünitesinde boş yer
olmamasının gösterildiğini ancak Yoğun Bakım Ünitesine ek yatak konulması,
başka servislerden yatak ayarlanması veya kısa bir süre için dahi olsa Yoğun
Bakım Ünitesinden çıkarılabilecek hastalarla yer değiştirilmesi gibi alternatif
çözümlerin aranmadığını Hastanenin fiziki şartları da dâhil olmak üzere
hastanın Hastaneye kabul edilmemesi için hiçbir mazeret ileri sürülemeyeceğine
işaret edilmiştir. Bunun üzerine Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca ilgili
doktorlar hakkında iddianame düzenlenerek Manisa 3. Asliye Ceza Mahkemesinde
kamu davası açılmıştır. Bu dava beraatla sonuçlanarak, Yargıtay tarafından
onanmıştır.
5. Başvuru konusu olay ağır kişisel kusur veya kasıttan ziyade
sadece idarenin işleyişindeki veya düzenlenmesindeki nesnel bir hatadan,
aksaklıktan veya öngörüsüzlükten kaynaklanmışsa tazminat yolunun yeterli
olabileceği ve bu yolun ölen kişinin yakınlarının mağduriyetini ortadan
kaldırabileceği düşünülebilir. Bu durumda başvurucunun bu yolu tüketmesi ondan
beklenebilir. Bununla birlikte önümüzdeki olay Anayasa Mahkemesinin başvuru
yolları tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararları verdiği tıbbi
hataya ilişkin diğer başvurulardan farklılık göstermektedir.
6. Başvuru kapsamında ceza soruşturması sürecinin incelenmesi
gereklidir. Çünkü bu tarz olayların koşullarının tam olarak açıklığa
kavuşturulmaması ve/veya bu tarz olaylarda insanların yaşamını veya vücut
bütünlüğünü tehlikeye atan kişiler aleyhine bazı durumlarda hiçbir suçlamada
bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması Anayasa’nın 17. maddesinin
ihlaline neden olabilir. Dolayısıyla, başvurunun kabul edilebilir olduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
7. Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi yetkilileri hakkındaki
ceza soruşturması ve kovuşturması süreci incelendiğinde başvurucunun oğlunun
Celal Bayar Üniversitesi Hastanesine kabul edilmemesi olayı ile ilgili olarak
ilgili doktorlar hakkında kamu davası açıldığı ancak Manisa 3. Asliye Ceza
Mahkemesinin 11/9/2012 tarihli kararıyla adı geçen doktorlar hakkında beraat
kararı verildiği görülmektedir. Kararda, Hastanenin yoğun bakım ünitelerinde
boş yer olmadığı için sevki kabul etmeyen ilgili doktorların eylemlerinin ceza
hukuku kapsamında suç teşkil etmediğinin değerlendirildiği ifade edilmiştir.
8. Başvuru bağlamında Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin
yoğun bakım ünitelerinde boş yer bulunmasına rağmen başvurucunun oğlunun
Hastaneye kabul edilmemesi gibi bir durumun olup olmadığı hususunun soruşturma makamlarınca
etkili bir şekilde araştırılıp araştırılmadığının ortaya konması gerekir. Ceza
soruşturması süreci incelendiğinde Hastanenin yoğun bakım ünitelerinde boş yer
olup olmadığı hususunda çeşitli araştırmalar yapıldığı anlaşılmaktadır.
Hastanenin Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim
Dalı Başkanı tarafından hazırlanan 2/5/2008 tarihli belgede, Hastanenin
Anestezi Yoğun Bakım Ünitesinde olay günü boş yatak olmadığı belirtilmiştir.
Bununla birlikte Hastanede Anestezi Yoğun Bakım Ünitesi ile Post Operatif Yoğun Bakım Ünitesi haricinde dahiliye,
kardiyoloji ve yeni doğan servislerinin de yoğun bakım ünitelerinin bulunduğunu
ancak bu yoğun bakım ünitelerinde olay günü boş yer olup olmadığını ilgili
doktorlardan biri bilmediğini ifade etmiştir. Bunun üzerine Manisa 3. Asliye
Ceza Mahkemesi 14/6/2010 tarihinde Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi
Başhekimliğine müzekkere yazarak olay tarihinde Hastanede bulunan tüm yoğun
bakım ünitelerinin yatak sayısının Mahkemeye bildirilmesini ve olay tarihinde
Yoğun Bakımda yatan hastaların dosyalarının Mahkemeye gönderilmesini
istemiştir. Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Başhekimliği, su baskını
nedeniyle Hastane arşivi kullanılamaz hâle geldiği için söz konusu belgelerin
bulunamadığını Mahkemeye bildirmiştir.
9. Bütün bu bilgi ve belgeler dikkate alındığında Celal Bayar
Üniversitesi Hastanesinde toplam beş adet Yoğun Bakım Ünitesinin bulunduğu ve
bu yoğun bakım ünitelerinin anestezi, post operatif,
dahiliye, kardiyoloji ve yeni doğan servislerine ait olduğu anlaşılmaktadır.
Hastanenin Anestezi Servisinde bulunan Yoğun Bakım Ünitesinde boş yer olmadığı
sabit olmakla birlikte Hastanenin diğer servislerinde bulunan yoğun bakım
ünitelerinde olay günü boş yer olup olmadığı tam olarak belli değildir. Başvurucunun
oğlunun post operatif, dahiliye, kardiyoloji ve yeni
doğan servislerinin yoğun bakım ünitelerinden herhangi birinde bakıma
alınmasının tıbben uygun olmadığı yönünde bir tespit de mevcut değildir.
10. Bu durumda Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinin yoğun bakım
ünitelerinin her birinde olay günü boş yer olup olmadığının tespit edilmesinin
somut olay açısından kritik öneme haiz olduğu açıktır. Dolayısıyla soruşturma
makamlarının bu hususu açıklığa kavuşturmak için son derece titiz davranması
gerekirdi. Somut olayda post operatif, dahiliye,
kardiyoloji ve yeni doğan servislerinin yoğun bakım ünitelerinde olay günü boş
yer olup olmadığının su baskınının neden olduğu tahribat nedeniyle tam olarak
tespit edilemediği ileri sürülebilirse de soruşturma makamlarının aşağıda açıklanacağı
üzere bu hususta önemli eksiklikleri bulunmaktadır.
11. Başvuru konusu olayda, Anestezi Servisinin Yoğun Bakım
Ünitesinin dolu olduğu Soruşturmacı tarafından yapılan araştırmalar neticesinde
2/5/2008 tarihinde, yani su baskınından önce kesin olarak belirlenmiş iken
diğer servislerin yoğun bakım ünitelerinde boş yer olup olmadığı hususunda bu
aşamada herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Soruşturmacının Anestezi Yoğun
Bakım Ünitesi için böyle bir araştırma yapmış olmasına rağmen diğer servislerin
yoğun bakım üniteleri için böyle bir araştırma yapmamış olmasının makul bir
izahı da tespit edilememiştir. Somut olayda Soruşturmacının elinde imkân varken
bu konuyu zamanında araştırmaması ilerleyen dönemde önemli bir sorun olarak
ortaya çıkmıştır. Oysa soruşturma makamlarının delillerin elde edilmesi ve
korunması hususunda makul sürat ve özenle hareket etmesi gerektiği açıktır.
12. Başvuru konusu olayda derece mahkemeleri post operatif, dahiliye, kardiyoloji ve yeni doğan servislerinin
yoğun bakım ünitelerinde olay günü boş yer olup olmadığı hususunu sadece
yetkili bir doktor ile sanık konumundaki doktorların beyanına göre
değerlendirmiştir. Sanık konumundaki doktorlar Hastanenin yoğun bakım
ünitelerinde boş yer olmadığını savunmuş iken yetkili doktor olay günü anestezi
ile post operatif yoğun bakım ünitelerinin dolu
olduğunu ancak dahiliye, kardiyoloji ve yeni doğan servislerinin yoğun bakım
ünitelerinde olay günü boş yer olup olmadığını bilmediğini ifade etmiştir.
Derece mahkemeleri, bunun üzerine Hastane kayıtlarına ulaşmaya çalışmış ancak
su baskını nedeniyle bunu başaramamış; dahiliye, kardiyoloji ve yeni doğan
servislerinin yoğun bakım ünitelerinde olay günü boş yer olup olmadığı hususunu
sadece sanık konumundaki doktorların beyanına göre değerlendirmiştir. Derece
mahkemeleri bu konuda ek hiçbir araştırma yapmamıştır. Bu durum, olay
hakkındaki soruşturmanın etkililiği üzerinde ciddi tereddütler oluşturmaktadır.
Bu konu ile ilgili olarak en azından olay günü dahiliye, kardiyoloji ve yeni
doğan servislerinin yoğun bakım ünitelerinde görev yapan doktorların ya da
diğer sağlık personelinin ifadeleri alınabilirdi. Ayrıca çeşitli araştırmalar
yapılarak olay günü anılan servislerin yoğun bakım ünitelerinde kalan diğer
hasta yakınlarına ulaşılabilir ve onların konuya ilişkin bilgisine
başvurulabilirdi. Ancak somut olayda bu araştırmaların hiçbiri yapılmadan
sadece sanık konumundaki doktorların beyanına itibar edilerek hüküm kurulduğu
anlaşılmaktadır.
13. Yüksek Sağlık Şûrasınca hazırlanan raporda, Yoğun Bakımda
yer olmaması nedeniyle hastayı kabul etmeyen Celal Bayar Üniversitesi
Hastanesinin ilgili doktorlarının kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir.
Raporda, Danıştay Birinci Dairesinin 16/1/2009 tarihli kararında işaret edilen
hususlar -yoğun bakıma ek yatak konulması, başka servislerden yatak ayarlanması
veya kısa bir süre için dahi olsa yoğun bakımdan çıkarılabilecek hastalarla yer
değiştirilmesi gibi alternatif çözümler- ile ilgili olarak herhangi bir
açıklama yapılmamıştır. Manisa 3. Asliye Ceza Mahkemesi ise Yüksek Sağlık
Şûrasınca hazırlanan raporda Danıştay tarafından işaret edilen hususlar ile
ilgili olarak herhangi bir açıklama yapılmamış olmasını sorun olarak görmemiş
ve bu konuda başka hiçbir araştırma yapmaksızın sadece sanık konumundaki
doktorların beyanlarına göre beraat kararı vermiştir.
14. Danıştay tarafından işaret edilen hususlar, başvurucunun
oğlunun ölümüne neden olan olayda yetkili makamların ağır kişisel kusurunun
bulunup bulunmadığının belirlenmesi bakımından oldukça önemlidir. Ancak derece
mahkemeleri, bu konuda sanık konumundaki doktorların beyanından başka hiçbir
araştırma yapmamış; Yüksek Sağlık Şûrasınca hazırlanan raporun yeterliliğini de
sorgulamamıştır.
15. Başvuru konusu olayın son olarak yaşam hakkına ilişkin
soruşturmaların makul sürat ve özenle yürütülmesi gerektiği yönündeki ilke
açısından incelenmesi gerekir.
16. Sağlık kurumlarında işlenen kusurlu eylemlerin bilinmesi,
ilgili kurumlara ve sağlık personeline potansiyel kusurlarını giderme ve benzer
hataların meydana gelmesini önleme imkânı vermesi bakımından büyük önem arz
etmektedir. Dolayısıyla bu tür olaylara ilişkin soruşturma veya davaların
süratli bir şekilde incelenmesi, sağlık hizmetlerinden faydalanan tüm
bireylerin güvenliği için son derece önemlidir (İlker Başer ve diğerleri, B.
No: 2013/1943, 9/9/2015, § 76).
17. Bu durumda başvurucunun 22/8/2007 tarihli şikâyeti ile
başlayan ceza soruşturması sürecinin yaklaşık yedi yıl sonra kesinleştiği
anlaşılmaktadır. Başvuruya konu olayın karmaşık bir nitelik arz etmemesi ve
başvurucunun davanın uzamasında hiçbir dahlinin olmaması gibi hususlar dikkate
alındığında yedi yıllık yargılama süresinin makul olduğu söylenemeyecektir.
Kaldı ki yaklaşık yedi yıl süren yargılamaya rağmen somut olayın gerçekleşme
koşulları yukarıda da belirtildiği üzere tam olarak tespit edilememiştir. Bu
bağlamda ayrıca idari yargıda görülen tam yargı davalarının hâlihazırda devam
ettiğine de vurgu yapmak gerekir.
18. Dolayısıyla başvuruya konu davanın daha sonra ortaya
çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli
rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratte yürütülmediği
sonucuna varılmıştır.
19. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi
gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına muhalif kalınmıştır.
|
|
|
|
Başkanvekili Engin YILDIRIM |
KARŞIOY GEREKÇESİ
Bir hastaneden başka bir hastaneye yapılması planlanan sevk
işleminin kabul edilmemesi sonrasında ölüm olayının meydana gelmesi ve bu
konuda başlatılan ceza soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmemesi
sebebiyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun, başvuru
yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmiştir.
Başkan Sayın Zühtü Arslan’ın karşıoy
gerekçesinde belirttiği nedenlerle başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi ve esas yönünden incelenmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun kabul
edilemezlik kararına katılmıyorum.
|
|
|
|
Üye M. Emin KUZ |
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.