
Esas No: 2014/682
Karar No: 2014/682
Karar Tarihi: 19/11/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
E. Ş. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/682) |
|
Karar Tarihi: 19/11/2014 |
R.G. Tarih-Sayı: 7/3/2015-29288 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL |
Başkan |
: |
Serruh
KALELİ |
Üyeler |
: |
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi
DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Raportör Yrd. |
: |
Hikmet Murat AKKAYA |
Başvurucu |
: |
E. Ş. |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde sözleşmeli uzman çavuş
olarak görev yapmakta iken sözleşmesinin hukuka aykırı olarak feshedildiğini,
bu işlemin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle ödenmesi
için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 15/1/2014 tarihinde Menemen 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 5/5/2014 tarihinde
başvurunun, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/6/2014 tarihinde başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına
bildirilmiş, Adalet Bakanlığı görüşünü 25/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş, başvurucuya 23/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
7. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan sunmamıştır.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, 23/6/2010 tarihinde iki yıl altı ay sekiz gün
süreli bir sözleşme yaparak Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman çavuş olarak
göreve başlamıştır.
10. Başvurucunun görev yaptığı birlikte, 12/7/2011 tarihinde bir
adet tabancanın kaybolduğu anlaşılmıştır.
11. Başvurucu anılan olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma
kapsamında Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) 5. Kolordu(Kor)
Komutanlığı Askeri Mahkemesince 26/7/2011 tarihinde tutuklanmıştır.
Başvurucunun tutuklu bulunduğu dosya hakkında KKK 5. Kor. Komutanlığı Askeri
Savcılığının 7/10/2011 tarih ve E.2011/795, K.2011/51 sayılı kararıyla
görevsizlik kararı verilerek, dosya Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir.
12. Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığı, 31/10/2011 tarih ve
E.2011/929 sayılı iddianame ile başvurucunun 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı
TCK"nın 142/1-a maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Babaeski Asliye
Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır.
13. Babaeski Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 17/11/2011
tarihinde, başvurucunun tutuklu bulunduğu Çorlu A3 tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumuna başvurucunun tahliyesi için müzekkere yazılmıştır.
14. Yapılan yargılama sonucunda anılan Mahkemenin 15/5/2013
tarih ve E.2011/441, K.2013/195 sayılı kararı ile "...başvurucunun üzerine atılı hırsızlık suçunu işlemiş olduğuna dair
cezalandırılmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği,
yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı..." gerekçesiyle başvurucunun
beraatına karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeden 6/6/2013 tarihinde
kesinleşmiştir.
15. Tabancanın kaybolması ile ilgili olarak Babaeski Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma devam etmekte iken başvurucunun
sözleşmesi, 27/10/2011 tarihinde feshedilmiştir. Feshe hukuki dayanak olarak
18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi ve Uzman
Erbaş Yönetmeliği’nin 13. maddesi gösterilmiştir.
16. Sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemin iptali
istemiyle açılan davada, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi,
6/12/2011 tarihinde aldığı karar ile yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebi
reddetmiştir.
17. Dilekçe teatisi aşamalarının tamamlanmasından sonra
başvurucu, davalı idare vekili ve savcının da katılımıyla 2/10/2012 tarihinde AYİM’de duruşma yapılmıştır.
18. AYİM, 10/12/2013 tarih ve E.2011/1747, K.2013/1223 sayılı
kararla başvurucunun açmış olduğu davayı oyçokluğuyla reddetmiştir. Verilen
kararın ilgili bölümü şöyledir:
“... davacı hakkındaki atılı "hırsızlık" suçundan "cezalandırılmasına
yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun
sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı" gerekçesiyle beraat kararı
verilmiş ise de; davacının başlangıçta suça konu tabancayı kendisinin çaldığını
ikrar etmesine rağmen sonradan komutanlarının baskısı nedeniyle bu şekilde
beyanda bulunduğunu belirttiği, lise mezunu bir uzman çavuş olarak her ne
suretle olursa olsun "hırsızlık" gibi önemli bir suçu üstlenmesinin sonuçlarını
idrak etmesi gerektiği; silah olması nedeniyle herhangi bir birlik için çok
önemli olduğuna şüphe olmayan çalınan tabancanın ikamet ettiği evin balkonunun
altında olduğunun kendisine gizli numaradan aranarak söylendiğini beyan
etmesine rağmen bu hususu amirlerine hemen iletmediği, izinden çağrılması
üzerine döndüğünde ancak bir süre geçtikten sonra tabancayı bulduğunu
belirterek ortaya çıkardığı, bu olayın Bl. K.na komplo kurmak isteyen Bl. Astsb. tarafından organize edildiğini beyan ettiği, ancak
bu hususun hayatın olağan akışına aykırı olduğu, zira Bl. K.na zarar vermek
isteyen bir Bl. Astsb.nın bizzat kendi
sorumluluğundaki bir tabancanın çalındığını söylediğinde bu durumdan ilk önce
kendisinin zarar göreceğini bileceği; belirtilen eylemlerin mahiyeti ile vehamet derecesi karşısında, davacının Türk Silahlı
Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu ve
statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu
durum karşısında davacının kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına
açıkça aykırılık teşkil ettiği, askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede
istenen düzeye ulaşamayan ve kendisinden istifade edilemeyeceği anlaşılan davacı
hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde idarece takdir yetkisinin;
objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi yararı ile kamu yararı arasında bir
denge gözetilerek ve kamu yararı amacına uygun olarak kullanıldığı, bu
itibarla; dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde hukuka aykırı
bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır."
19. Karşı oy gerekçesinde ise;
“davacı hakkında
‘hırsızlık’ suçundan dolayı yapılan yargılama sonucunda ‘cezalandırmasına yeter
somut her türlü şüpheden uzak delili elde edilemediği, yüklenen suçun sanık
tarafından işlendiğinin sabit olmadığı’ gerekçeleri ile ‘beraat’ kararı verilmiş
olması karşısında; bahse konu beraat kararına konu eylemleri nazara alınarak
tesis edilen sözleşme feshi işleminde davalı idarece takdir yetkisinin objektif
ve ölçülü kullanılmadığı sonucuna varılarak işlemin iptaline karar verilmesi…” gerektiği
belirtilmiştir.
20. Kararda, ayrıca hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesi hükümleri ile 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe
Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine
İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesi gereğince 2.640,00 TL
avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine karar
verilmiştir.
21. Karar, 14/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu, 15/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B.
İlgili Hukuk
23. 18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu"nun "Başarı gösteremeyenler ve ceza alanlar"
başlıklı 12. maddesi şöyledir:
""Sözleşmenin imzalanmasından sonra ilk beş
aylık intibak dönemi içerisinde göreve intibak edemeyenler ile ayrılmak
isteyenlerin sözleşmeleri feshedilerek, Türk Silâhlı
Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Peşin olarak ödenen aylık ve aylık ile
birlikte ödenen diğer tüm özlük haklarının çalışılmayan günlere ait kısmı geri
alınır.
Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro
görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime
gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade
edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine
bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri
kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar.
Görevde başarısız olma, intibak edememe ve
kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler,
çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir.
Ayrıca;
a) Almış oldukları sicile göre kademe
ilerlemesi yapamayanların,
b) Verilen ceza, tecil edilse veya para
cezasına çevrilse dahi;
1) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar
ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan
yere yemin, cürüm tasniî, ırza geçmek, sarkıntılık,
kız, kadın veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik,
gayri tabiî mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti
kırıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale
ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar,
amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret,
mukavemet, fesat, isyan suçlarından dolayı mahkûm olanların,
2) Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde
yazılı suçlardan mahkûm olanların,
c) Taksirli suçlar hariç olmak üzere diğer
suçlardan adlî veya askerî mahkemeler tarafından otuz günden daha fazla süreli
hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile mahkûm olanların,
ç) Taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha fazla süre ile hürriyeti
bağlayıcı bir cezaya mahkûm olanların,
d) Disiplin mahkemeleri veya en az iki
disiplin amirinden disiplin cezası aldığı tarihten geriye doğru son bir yıl
içerisinde toplam otuz günden daha fazla hürriyeti bağlayıcı disiplin cezası
alanların,
e) Yabancı uyruklu kişilerle evlenenlerden; bu
evlilikleri, ilgili yönetmelikte belirtilen esaslar dahilinde Genelkurmay
Başkanlığı tarafından uygun görülmeyenlerin,
f) Çeşitli nedenlerle Türk vatandaşlığını
kaybedenlerin veya Türk vatandaşlığından çıkartılanların,
Sözleşmeleri feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir.
Her ne sebeple olursa olsun, sözleşmesi
feshedilerek Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişiği
kesilen uzman erbaşlar, tekrar Türk Silâhlı
Kuvvetlerine alınmazlar.”
24. 20/9/2005
tarihli Uzman Erbaş Yönetmeliği"nin “Görevde
başarısız olma, kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin
feshedilmesi sebepleri” başlıklı 13. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
“Görevde başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği
(atış, spor, eğitim, operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde
ve davranışlarında askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen
istenen düzeye ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor,
tutanak ve her türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme
yılı içerisinde yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan,
atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir
kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman
erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri
ile ilişikleri kesilir. Bunlar yedekte er kaynağına alınır.""
25. 6/9/1961 tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Yönetmeliği"nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
""Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyle
yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her
askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
…
(h) İyi
ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır.
Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan,
dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan,
yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar
vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar;
namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne
çeker..."".
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Mahkemenin 19/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 15/1/2014 tarih ve 2014/682 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu, suçluluğu mahkeme kararıyla saptanmadan,
yargılama süreci devam ederken sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle maddi ve
manevi zarara uğradığını, beraat kararı sonrasında verilen AYİM kararı ile de
davayı kaybettiğini, kararda kendisini suçlu gibi gösteren ifadelere yer
verildiğini, bu nedenle Anayasa"nın 38. maddesinde güvence altına alınan
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Başvurucu, tabancanın askeri eşya olmadığını, istifa etmiş
bir uzman erbaşa ait şahsi bir tabanca olduğunu, ihraç sonrasında görevsizlik
kararı ile dosyanın sivil savcılığa gönderildiğini, sivil mahkeme tarafından
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığını, tabancanın askeri eşya olarak
nitelendirilerek olayın vahametinin artırıldığını, görevsiz bir mahkeme
tarafından üç ay boyunca tutuklu bırakıldığını, göreve devamsızlıktan TSK’dan
ihraç edildiğini, daha önce herhangi bir disiplin cezası almadığını, sicil
notlarının çok iyi olduğunu, sekiz adet takdirinin bulunduğunu, ancak tüm
bunların Mahkeme tarafından dikkate alınmadığını, bu yüzden kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı ile kanuni hâkim güvencesini içeren Anayasanın 19. ve 37.
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yaparken sözleşmesinin
feshedildiğini, bu işlemin iptali istemiyle AYİM’de
dava açtığını, yargılama sürecinde AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan
yazılı düşüncenin kendisine tebliğ edilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığını,
bu yüzden karşı beyanlarını sunamadığını, silahların eşitliği ilkesinin ihlal
edildiğini, bu şekilde Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür
30. Başvurucu ayrıca, davalı Milli
Savunma Bakanlığı lehine maktu vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edilmesinin
Anayasa"ya aykırı olduğunu ve AYİM üyelerinden ikisinin daha sonra görev süresi
biteceğinden dolayı bağımsız karar veremediğini belirterek, Anayasa’nın 10. ve
36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
31. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun iddiaları
temel olarak masumiyet karinesinin ihlal edildiği, başsavcılık düşüncesinin
tebliğ edilmediği, iptal davasında yapılan değerlendirmelerin yanlış olduğu,
haksız olarak vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığı ve bağımsız bir mahkeme
tarafından yargılanmadığına yönelik olduğu görülmektedir. Başvurucunun
iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilecektir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinin Bağımsız Olmadığı İddiası
32. Başvurucu, subay sınıfından olan üyelerin görev süresinin
hâkimlik teminatı ve yargı bağımsızlığına aykırılık teşkil ettiğini, bağımsız
bir mahkeme tarafından davasının karara bağlanmaması nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.
33. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken
belirtildiği üzere, AYİM’in oluşumu, statüsü ve
görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askeri hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve
ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri
yönünden, askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı,
kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline
ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı
görülmektedir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan, sınıf subayı
üyelerin en fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin
konularında Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari
veya askeri yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, bu
subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 30; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Mustafa Yavuz ve Diğerleri/Türkiye, B. No:
29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye,
B. No: 23522/05, 20/4/2010).
34. Bu karardan ayrılmayı gerektirecek herhangi bir yönü
bulunmayan başvurucunun bu bölümdeki iddialarının, açıklanan nedenlerle, “açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başsavcılık
Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği İddiası
35. Başvurucu, iptal davasının reddine karar verilmeden önce
AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ
edilmemesi nedeniyle Başsavcılığın görüşlerine karşı beyanlarını sunamadığını,
bu şekilde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların
eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye
uyulması gerekir.
37. AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü
mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ
edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin
ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Miran/Türkiye,
B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Başsavcılık düşüncesinin önceden
taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama
imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 33).
38. AYİM’de görülen davalarda
Başsavcılık tarafından hazırlanan görüşlerin taraflara tebliğ edilmesi amacıyla
kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22/5/2012 tarih ve 6318 sayılı
Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 47. maddesine Başsavcılık
düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara tebliği ve tebliğden itibaren yedi
gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye bildirebilmesi
imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B.No:
2013/1134, 16/5/2013, § 34).
39. AYİM Başsavcılığı 15/5/2012 tarihli düşüncesinde özetle
şöyle demiştir:
“…
davacının üzerine atılı fiilleri işlediği ve suçun unsurları itibariyle oluştuğu
konusunda dosyada yeterli bilgi ve belge bulunmamaktadır. Davacı, olaydan hemen
sonra üzerine atılı fiili ikrar etmiştir. Ancak bölük komutanı A.Ö.G.’nin Babaeski Asliye Ceza Mahkemesine 14/3/2012 tarihinde
tanık olarak verdiği ifadesi, ‘davacının suçunu baskı sonucu ikrar ettiği
yönündeki ifadesini’ doğrulamaktadır. Öte yandan, davacı, bu ifadesinde; ‘eylemi,
ailesinin kendisini silahlı ve elbiseleri içinde görmek istediği için
gerçekleştirdiği yönünde’ beyanlarda bulunmuştur. Dosyada mevcut delil durumuna
göre, (davacının tabanca almak için daha önceden komutanlığa dilekçeyle
başvurduğu ve bu başvurusunun reddedildiği görülmektedir. Ayrıca olay,
14/7/2011 tarihinde izine gitmesinden kısa bir süre –iki gün önce-, 12/7/2011
tarihinde gerçekleşmiştir.) Davacının üzerine atılı suçun manevi unsuru
itibariyle oluşmadığı gerekçeleriyle beraatına hükmedilmesi de mümkündür.
Belirtilen tespitlere nazaran, davacı hakkındaki ceza yargılaması devam
ettiğinden ve bu suçtan verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı
bulunmadığından, yargılamasının sonuçlanması beklemeksizin sözleşmesinin
feshedilmesinin ‘hakkaniyet’ ilkesi ile bağdaşmadığı değerlendirilmiştir.
Disiplin ve sicil safahatının da bu kanaati desteklediği düşünülmüştür. Tüm bu
nedenlerle, davacının, hakkında açılmış olan kamu davasının sonucunun
beklenmesi ve yargılama sonuçlandıktan sonra değerlendirmeye tabi tutulması
gerekirken, yargılama sonucun beklenmeksizin tesis edilen dava konusu işlemde,
takdir yetkisinin ‘objektiflik’ ve ‘ölçülülük’ esası uyarınca kullanıldığından
bahsedilemeyeceği sonuç ve kanaatine varılmıştır”
40. Başvurucunun iddiaları hakkında, 6216 sayılı Kanun’un 49.
maddesinin (2) numaralı fıkrası ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
71. maddesi gereğince Adalet Bakanlığından görüş istenmiştir. Bakanlık
başvurucunun bu kısımda yer alan iddialarına ilişkin verdiği görüşünde 7/11/2013
tarih ve 2012/998 numaralı dosya ile ilgili verilen karara atıf yaparak Anayasa
Mahkemesinin bu tür şikâyetlerin incelenmesinde göz önüne alınacak kriterleri
belirlediğini söylemiştir. Ancak Adalet Bakanlığı görüşünde belirtilen kararda
başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuş olup, en azından karar düzeltme
aşamasında Başsavcılığın düşüncesinden haberdar olmuştur. Eldeki olayda ise
başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmaksızın Anayasa Mahkemesine süresi
içerisinde başvurmuştur.
41. Söz konusu başvuru ile ilgili olarak, 6216 sayılı Kanun"un
49. maddesinin (3) numaralı fıkrasına binaen, dava süresince başvurucu ve
davalı idare tarafından AYİM"e sunulan tüm bilgi ve
belgeler 22/7/2014 tarihinde AYİM Genel Sekterliğinden istenmiştir.
42. Yapılan inceleme sonucunda, AYİM Birinci Dairesince 6/6/2012
tarihinde başvurucuya duruşma davetiyesinin tebliğ edildiği, 2/10/2012
tarihinde gerçekleştirilen duruşma tutanağında "1602 sayılı Kanun"un 47"nci maddesi gereğince Başsavcılık Düşüncesi
taraflara tebliğ edilerek 7 günlük yasal süre hatırlatıldı, davacı süre
istediğini belirttiğinden 7 günlük süre verildi..." şeklinde yazıldığı,
başvurucu tarafından aynı gün başsavcılık düşüncesine katıldığını beyan eden
bir dilekçe sunulduğu anlaşılmıştır.
43. Başvurucu tarafından, dava sırasında Mahkemeye sunulan
yazılı Başsavcılık düşüncesinin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle
Başsavcılığın görüşlerine karşı beyanlarını sunamadığı şeklinde ileri sürülen
iddianın gerçeği yansıtmadığı, başvurucunun söz konusu Başsavcılık düşüncesinden
haberdar olduğu (§ 41) ve anılan düşünceye katıldığını belirtir bir dilekçeyi
Mahkemeye sunduğu anlaşılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle, Başsavcılık düşüncesinin tebliğ
edilmediği iddiasına ilişkin açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu
yöndeki iddiasının da "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın
Sonucu İtibariyle Adil Olmadığı İddiası
45. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
46. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 48. Maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir."
47. 6216 sayılı Kanun"un 48. Maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verebileceği belirtilmiştir. Anayasa"nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
48. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının Anayasa"da yer alan hak ve özgürlükleri
ihlal etmiş olması veya adaleti ve sağduyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik
içermesidir. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça
keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez. (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26).
49. Başvurucunun TSK tarafından tesis edilen ilişik kesme
işlemine ilişkin işlemin iptali istemiyle AYİM’de
açtığı davada kendisinden istifade edilemeyeceği kanaatinin sübjektif olarak
değerlendirildiği yönündeki şikâyeti incelendiğinde, iddiaların özünün derece
mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
50. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen
kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı
verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin
incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı
gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının
oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya
da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B. No:
2013/2767, 2/10/2013, § 22).
51. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi
bir durum da tespit edilememiştir.
52. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının
bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, bu
bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Başvurucu
Aleyhine Haksız Olarak Vekâlet Ücretine Hükmedildiği İddiası
53. Başvurucu, hak arama özgürlüğünün kısıtlandığını ve haksız
olarak vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığını iddia etmiştir
54. Aynı konuya ilişkin benzer gerekçelerle ileri sürülmüş olan
ihlal iddiaları, Anayasa Mahkemesince 2/10/2013 tarih ve 2013/1613 başvuru
numaralı kararda incelenmiştir. Söz konusu kararda, bir yasama işlemi veya
düzenleyici idari işlemin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması
durumunda, bireysel başvuru yoluyla doğrudan bu işlemlere değil ancak yasama
veya düzenleyici idari işlemin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve
ihmallere karşı başvuru yapılabileceği, başvuruya konu davada, 659 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname (KHK) ile getirilen düzenleme gereğince idare lehine vekâlet
ücretine hükmedildiği, dolayısıyla bu düzenleyici idari işlemin öngördüğü
hükümlerin davaya uygulandığının anlaşıldığı, somut başvurunun da bu açıdan
değerlendirilmesi gerektiği öncelikle ifade edilmiş ve iddialar mahkemeye
erişim hakkı kapsamında incelenmiştir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37, 39).
55. Başvuru konusu davanın açılmasından sonra 2/11/2011
tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile davanın reddi halinde
idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Vekâlet
ücreti davaya hukuki katkıda bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen
bir ücrettir. Dava aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağı önceden belli
olmayan bu ücret yükümlülüğü bir usul kuralı olup, mahkemeye erişim hakkı ile
de ilişkilidir. Yükletilen ücretin, bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması,
meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir
yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
56. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup, kural olarak bu
tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak, gereksiz
başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin
fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi
amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin
kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derecede
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet
ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).
57. Vekâlet ücretinin orantılılık incelemesi yapılırken,
öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam ifade ettiği, başvurucunun ödeme gücü
ve davanın özel şartları gibi hususlar dikkate alınmalıdır. Somut olayda
yargılamanın duruşmalı yapılması nedeniyle başvurucu aleyhine 2.640,00 TL maktu
vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucu, yaklaşık 3 aylık asgari ücrete
tekabül eden bu ücreti ödeme gücüne sahip olmadığına dair hiçbir bilgi ve belge
sunmamıştır. Öngörülen vekâlet ücretinin başvurucuya dava açmasını imkânsız
kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük getirdiğinden
ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yönelik orantısız bir müdahale
oluşturduğundan söz edilemez.
58. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Diğer
Şikâyetler Yönünden
59. Başvurucu ayrıca, görevsiz bir mahkemece tutuklandığını ve
devamsızlıktan ihraç edildiğini, sivil mahkeme tarafından kısa bir süre
içerisinde serbest bırakıldığını, açtığı iptal davasının reddedilmesi nedeniyle
Anayasa’nın 19. ve 37. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
60. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca Anayasa Mahkemesi, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel
hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve
başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.
61. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak
olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü
başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu tarafından soyut şekilde birtakım
Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmakla birlikte, belirtilen hükümlerin nasıl
ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
f. Masumiyet Karinesinin
İhlal Edildiği İddiası
62. Başvurucunun, hakkında kovuşturma devam ederken
sözleşmesinin feshedilmesi ve fesih işlemine karşı açtığı dava sonucunda
Mahkeme tarafından verilen kararda kendisini suçlu gibi gösteren ifadelere yer
verildiğini belirterek Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6.
maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal
edildiğine dair bölümünün 6216 sayılı Kanun"un 48. maddesi uyarınca açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de
görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden İnceleme
63. Bakanlık masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına
ilişkin görüş yazısında; "...masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken,
özellikle hukuk yargılamaları bakımından üzerinde durulması gereken önemli
hususlardan biri, durum tespitinin ötesinde, yargılamayı yapan makamın ilgili
kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığı" olduğunu, karar gerekçesinde
"cezalandırmasına yeter somut her türlü
şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun başvurucu tarafından
işlendiğinin sabit olmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verildiğinin vurgulandığını ve
İç Hizmet Yönetmeliği"nin 86/2 (h) maddesinde her askerde bulunması gereken
ahlaki ve manevi vasıflara atıfta bulunulduğunu belirtmiştir.
64. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş
bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır.
Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti "asıl"
olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye
suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu
olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665,
13/6/2013, § 26).
65. Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu
olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat
kararı verilmiş olmasına rağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine
dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile
çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi
bakımından kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna
ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve
dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından
yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate
alınması ve nihai kararın, münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat
ettiği fiilleri işlediği kabulüne dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir
(B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
66. Ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı
kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna
göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin
sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin
soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat
edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin
makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, §
30).
67. Askeri disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet
karinesinin disiplin hukukunda uygulanabilmesi için mutlaka ceza davalarının
sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima eden ya
da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması
da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya uygulanması için
yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
68. Başvurucunun açtığı iptal davasına ilişkin yargılama
sonucunda AYİM tarafından ulaşılan sonucun hukuka uygun olup olmadığı meselesi,
anayasal hak ve özgürlükleri ilgilendirmediği sürece bireysel başvuru
incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu açıklamalar çerçevesinde, somut
başvurunun, AYİM kararının gerekçesinde, masumiyet karinesine ilişkin anayasal
güvencenin ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir
(B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 55). Dolayısıyla başvurucu hakkında tesis edilen
idari işlemin hukuka uygun olup olmadığı değerlendirilirken Ceza Mahkemesi
kararının gerekçesi de dikkate alınmalıdır. Nitekim AYİM Birinci Dairesi, bir
seneye yakın zaman dilimi içerisinde, müteaddit defa değişik tarihlerde
başvurucu hakkında devam eden ceza yargılamasının sonucunu öğrenmek için ilgili
mahkemeden bilgi istemiştir.
69. Başvuru konusu olan AYİM Birinci Dairesinin 10/12/2013 tarih
ve E.2011/1747, K.2013/1223 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…
dava
konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işlemi değerlendirildiğinde; davacı hakkındaki
atılı "hırsızlık" suçundan "cezalandırılmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak
delil elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit
olmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verilmiş ise de; davacının başlangıçta
suça konu tabancayı kendisinin çaldığını ikrar etmesine rağmen sonradan
komutanlarının baskısı nedeniyle bu şekilde beyanda bulunduğunu belirttiği,
lise mezunu bir uzman çavuş olarak her ne suretle
olursa olsun "hırsızlık" gibi önemli bir suçu üstlenmesinin sonuçlarını idrak etmesi
gerektiği; silah olması nedeniyle herhangi bir birlik için çok önemli olduğuna şüphe
olmayan çalınan tabancanın ikamet ettiği evin balkonunun altında olduğunun kendisine
gizli numaradan aranarak söylendiğini beyan etmesine rağmen bu hususu
amirlerine hemen iletmediği, izinden çağrılması üzerine döndüğünde
ancak bir süre geçtikten sonra tabancayı bulduğunu belirterek ortaya çıkardığı,
bu olayın Bl. K.na komplo kurmak isteyen Bl. Astsb.
Tarafından organize edildiğini beyan ettiği, ancak
bu hususun hayatın olağan akışına
aykırı olduğu, zira Bl. K. na zarar vermek
isteyen bir Bl.Astsb.nın bizzat kendi
sorumluluğundaki tabancanın çalındığını söylediğinde bu durumdan ilk önce
kendisinin zarar göreceğini bileceği; belirtilen
eylemlerin mahiyeti ile vehamet derecesi karşısında,
davacının Türk Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı
hareketlerde bulunduğu ve statüsü itibariyle kamu görevlisi olma
nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında davacının kamu hizmetinde
istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, askerlik
mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye ulaşamayan ve kendisinden istifade
edilemeyeceği anlaşılan davacı hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi
işleminde idarece takdir yetkisinin; objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi
yararı ile kamu yararı arasında bir denge gözetilerek ve kamu yararı amacına
uygun olarak kullanıldığı, bu itibarla; dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin
feshi işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı son ucuna varılmıştır."
70. Başvurucu, Tugay Komutanlığında görev yapan bazı subayların
kendisini tehdit ettiğini, bu doğrultuda baskılara maruz kalarak gerçeğe aykırı
beyanda bulunmak zorunda kaldığını 14/3/2012 tarihli cevaba cevap dilekçesinde
belirtmiştir.
71. Babaeski Ceza Mahkemesi’nde görülen yargılamada tanıklardan
birisi olan A.Ö.G. beyanında: “Suça konu olan silahın
kaybolduğu dönemde ben sanık E.Ş"nin bölük
komutanıydım, o tarihte (…)."nin temmuzun sonu terfi
dönemiydi ve kendisi terfi edeceğine kesin gözüyle bakıyordu, bu nedenle
tabancanın kaybolduğu günlerde beni sık sık odasına çağırarak kaybolan
tabancayla ilgili E.Ş"nin suçu kabul ettiğini zaten
silahın E.Ş"nin evinde bulunduğundan benim bu olayın
aksini iddia etmemem gerektiğini, E.Ş"nin suçsuz olduğunu
belirtmemem gerektiğini, ayrıca olayla ilgili tahkikat heyeti soruşturma
yaptığında tahkikat heyeti ne emrederse o şekilde konuş, benim terfi dönemime
çok az bir şey kaldı,(…), sen de hiç bir şekilde bu konuyu dağıtacak şekilde beyanlarda
bulunma, olayın üstü kapansın, zaten tabanca bulunduğu için bir zarar yok, disiplin
suçu değerlendirilmesi ile biz kendimiz ufak bir cezayla olayı kapatacağız
sadece E. uzmanı cezalandıracağız, diyerek benim E. uzmanı savunmamam için bana
baskı yapmak istedi, ben (…)’nın odasından çıktıktan
sonra (…) M.O."nın odasında E.Ş. ile konuştuğunu
görünce biraz aralık olan kapının yanında durarak aralarındaki konuşmayı
dinledim, bu konuşmada M.O,, E.Ş"ye olayın kapatılması
gerektiğini, silahı ben aldım diyeceksin, zaten eskiden silahı alma konusunda
bir talep dilekçen olduğundan benim bu konuda talebim vardı, bu talebime
istinaden de silahı izne giderken aldım, dönüşte bırakacaktım, şeklinde beyanda
bulunacaksın, bu olay kapanacak, zaten bu durumda sana da disiplin cezası
vereceğiz, dedi; ben bu konuşmayı duyduktan sonra E.Ş"nin
üzerindeki baskı ile dosya içerisinde yer alan soruşturma aşamasındaki Askeri
Savcılıktaki beyanları imzalamış olduğunu düşünüyorum, çünkü üzerinde büyük bir
baskı bulunmaktaydı, kendisinin uzman erbaş olduğunu düşünürsek baskı altında
hareket etmesi gayet normal karşılıyorum, ben dahi Topçu Üsteğmen olmama rağmen
(…) baskısı sonucunda idari tahkikat heyetine beyanda bulunmaktan kaçınmıştım
…” demiştir.
72. Babaeski Ceza Mahkemesi"nin 15/5/2013 tarih ve E.2011/441,
K.2013/195 sayılı kararın gerekçesi ise özetle şöyledir:
“ ...
Olay öncelikle askeri mahalde asker kişiye ait olmayan eşya hakkında
gerçekleştiği böylelikle
mahkememizin görevli olduğu anlaşılmıştır. (...)Yani olayın oluş sürecine
göre silah askeri malzemelikten değil tanık Ş.T"nin çekmecesinden kaybolmuştur. Olay sırası ve akışına
göre silahın kaybolduğu tarih tanık Ş.T"nin
raporlu olduğu tarihe denk gelmiştir. Bu hususlar mahkememizce sabit
görüldükten sonra tartışılması gereken hususlar sanığın ilk iki ifadesinde ve
sorgu mahkemesinde suçu niçin ikrar ettiği ve silahın sanığın balkonun altında
sanığın göstermesi sonucu bulunmasıdır. Dinlenen tanık beyanlarından A.Ö.G"nin ve T.A"nın sanığa ifadesi alınması için beklerken baskı yapıldığına
ilişkin beyanları, sanığın yeni uzman çavuş oluşu ve ifadesinin
komutanları tarafından alınmış olması, askeriyedeki emir komuta zinciri,
sanığın savcılıktaki beyanları ile örtüşen tanık beyanlarına göre sanığın
26-27/07/2011 tarihli beyanlarına itibar edilmemiştir. Ayrıca sanık bu
ifadelerinde silahı depodan kilidi kırarak aldığını beyan etmiş ancak tüm dosya
kapsamı ve özellikle tanık beyanlarına göre silahın depoda saklanmadığı
sabittir. Bu nedenle sanığın bu ifadeleri baskı ve korku altında verdiği
kanaatine varılmıştır. Sonraki tartışılması gereken husus da sanığın evinin
balkonun altında suça konu tabancanın yer göstermesi sonucu bulunmasıdır.
Olayın oluşuna göre izinde olan sanık geri çağırılmış ve tanık A. tarafından
otogardan alınarak evine getirilmiştir. Daha sonra da tanık A.E., tanık A"nın
çağırması sonucu eve gelmiştir. Sanığın savunmasına ve tanık K.Y.B"nin beyanına göre tanıklar A
ve A.E"nın evi aradıkları bu konuda izin almadıkları
anlaşılmıştır. Ayrıca silahın bulunduğu 23/07/2011 tarihli arama tutanağında
aramaya katılmayan Ş.T. ve diğer kişilerin imzasının bulunduğu ancak orada
hazır olan A.E"nin imzasının
bulunmadığı anlaşılmıştır. Silahın sanık tarafından tanık A"ya gösterilen yerde
bulunması hususunda ise; sanığın bu konudaki bu silahın saklanması hususunda
tehdit edildiği ancak kendisinin kabul etmemesine rağmen başka şahıslar tarafından
silahın bulunduğu yere konulduğu, yönündeki savunması kesin olarak
kanıtlanamamış ise de dosya kapsamındaki çelişkili beyanlar ve tutanaklara göre
sanığın savunmasının aksine de her türlü şüpheden uzak kesin inandırıcı delil
bulunmamaktadır. Alınan bilirkişi raporuna göre silahın bulunduğu yere
başkaları tarafından da konulabileceği belirtilmiştir. Açıklanan tüm bu hususlar
birlikte değerlendirildiğinde sanığın balkonun altında suça konu silah bulunmuştur.
Ancak bu somut olgu dışında sanığın savunmasının aksini kanıtlayan her türlü
şüpheden uzak ve kesin delil bulunmamaktadır. Suça konu silahın ne şekilde kaybolduğu
dosyada net değildir. Ancak bu silahın ne şekilde kaybolduğu tam olarak belirlenemediği
gibi bu silahın sanık tarafından çalınıp iddia edildiği şekilde balkonun altına
saklandığı da her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil sabit
olmadığından atılı suçtan beraatine karar vermek
gerekmiştir.”
73. Başvurucu hakkında verilen beraat kararı incelendiğinde;
eylemi gerçekleştiren kişinin tespit edilemediği, yani suçun maddi
unsurlarından biri olan failin kim olduğunun belli olmadığı anlaşılmaktadır.
Başvurucunun, Tugay Komutanlığında görev yapan bazı üst düzey subayların
kendisini tehdit ettiğine, bu doğrultuda baskılara maruz kalarak gerçeğe aykırı
beyanlarda bulunmak zorunda kaldığına ilişkin iddiası da Ceza Mahkemesi
kararıyla teyit edilmektedir.
74. AYİM kararının gerekçesinde ise, başvurucu hakkında
yürütülen ve beraatla sonuçlanan yargılamaya konu suçlamanın niteliklerine
dayanılmaktadır. Ayrıca AYİM kararının gerekçesinden, asker bir kişi olan uzman
çavuşun yüz kızartıcı bir suçlamayı hangi şartlar altında kabul ettiğinin
gözetilmediği ve baskı altında verilen ifadeden dolayı telafisi güç veya
imkânsız bir zarara uğramasının mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Bununla
beraber karar gerekçesinin, Ceza Mahkemesince alınan ifadelerden ziyade
soruşturma dosyasının sivil savcılığa gönderilmesine kadar olan zaman dilimi
içerisinde alınan bir kısım ifadelere dayandığı da açıktır.
75. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, kaybolan tabanca
sebebiyle kendisinden istifade edilemeyeceği kanaatine varılarak TSK’dan
ilişiği kesilen başvurucunun açtığı iptal davasında, başvurucu hakkındaki
beraatla sonuçlanmış olan ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu ve suçluluğu
mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleri
işlediği ve suçlu olduğu inancının karara yansıtıldığı anlaşıldığından,
Anayasa"nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet
karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı
Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
76. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un "Kararlar"
kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi
yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.""
77. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal mahkeme kararından
kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan,
6216 sayılı Kanun"un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine, başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10.TL harcın başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız olmadığına ilişkin
şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
şikâyetinin "açıkça dayanaktan yoksun
olması" ,
3. Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle
Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal
edildiği yönündeki şikâyetinin "açıkça
dayanaktan yoksun olması",
4. Başvurucu aleyhine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi
nedeniyle Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin "açıkça dayanaktan yoksun olması",
5. Başvurucunun ileri sürdüğü diğer şikâyetlerin "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Anayasa"nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına
alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa"nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence
altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yatırılan 206,10 TL harcın BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
19/11/2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.