
Esas No: 2014/2860
Karar No: 2014/2860
Karar Tarihi: 19/11/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HALİL İBRAHİM ERSÖYLEYEN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/2860) |
|
Karar Tarihi: 19/11/2014 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Raportör |
: |
Akif YILDIRIM |
Başvurucu |
: |
Halil İbrahim ERSÖYLEYEN |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, kasten insan
öldürme, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından yargılandığı
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/73 sayılı dosyasında, yargılamanın
yedi yıldan fazla sürmesi, ayrıca delillerin eksik toplanması ve hatalı
değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi nedenleriyle Anayasa’nın
36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 26/2/2014 tarihinde
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, kurulan silahlı
örgüte üye olma, nitelikli yağmaya teşebbüs, kişi hürriyetinden mahrum bırakma,
kastın aşılması suretiyle adam öldürme ve suç eşyasını kabul etme suçlarından
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/3/2006 tarih ve 2006/15 Sorgu, sayılı
kararıyla tutuklanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 31/3/2006 tarih ve E.2006/119 sayılı iddianamesi ile
başvurucunun S. Ç liderliğinde oluşturulan suç örgütüne üye olmak, A. O. K.’yi
öldürmek, A. Y.’yi gasp etmek ve suç eşyasını kabul etmek suçlarını
işlediğinden bahisle ve cezalandırılması istemiyle İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
9. Başvurucu hakkındaki
yargılama dosyası, anılan Mahkemenin 27/4/2006 tarih ve E.2006/8, K.2006/109
sayılı kararıyla aynı Mahkemenin E.2003/73 sayılı dosyası ile
birleştirilmiştir.
10. A. O. K.’nin öldürülmesi
olayı ile ilgili 30/8/2002 tarihli olay yeri inceleme ve ölü muayene
tutanağında, klasik otopsi yapılması gerektiği bildirilmiştir.
11. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas
Dairesinin 7/11/2002 tarihli raporunda; çürüme nedeniyle ölü lekelerinin
lokalizasyonun ayırt edilemediği, zenci başı görünümü olduğu, sol kol medialde
30x10 cm’lik ekimoz alanı saptandığı, sol ramus mandibula altından başlayıp
arkaya doğru uzanan 7 cm uzunluğunda 0,1 cm genişliğinde çizgisel cilt lezyonu
görüldüğü, bu bölgede ekimoz saptandığı, solda ön aksiller çizgide 2-7 kodları,
sağda 3.v e 4. kodları, arka aksiller hatta da 8. ve 9. kodların kırık olduğu,
boyun arka kısmında, boynun arkaya deviye olması sonucu oluşan boydan boya kat
izi bulunduğu bildirilmiştir.
12. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı
1. İhtisas Kurulunun 29/1/2003 tarihli raporunda A. O. K.’nin ölümünün zorlama
bir ölüm olduğu belirtilmiştir.
13. İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 11/10/2011 tarih ve E.2003/73, K.2011/248 sayılı kararıyla
başvurucu, kasten insan öldürme suçundan 20 yıl hapis, yağma suçundan 8 yıl
hapis, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise 5 yıl hapis cezasına
mahkûm edilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Gerekçenin
ilgili kısımları şöyledir:
“…Tüm dosya kapsamı
sanık savunmaları, şikayetçi A. Y.’nin hazırlık aşamasındaki beyanları, genel
adli muayene raporu, diğer bilgi ve belgeler bir bütün olarak incelenmesi
sonucunda;
… ile Halil İbrahim Ersöyleyen’in diğer sanıklar T. Ş. ve F.
Z. ile birlikte 3 gün boyunca elleri ve gözleri bağlı vaziyetteki müştekiyi
sorguladıkları, dövdükleri ve T. Ş. ve F. Z.’nin zaman zaman müştekinin başında
nöbetleşe olarak bekledikleri maktül A. O. K.’nin alacağının tahsili maksadıyla
müşteki A.Y.’nin mal varlığının araştırılması ve bu parayı ödemesi hususunda
onu zorladıkları, … netice itibariyle 3 gün süre ile alıkoydukları müşteki
A.Y.’nin bu alacak konusunda sorumlu bulunmadığı kanaatine vardıkları ve
A.Y.’nin bu olanları kimseye anlatmaması, aksi halde kendisine ve yakınlarına
zarar verileceği şeklinde gerekli ikazlar yapıldıktan sonra işyerine yakın bir
yere götürülüp bırakıldığı,
…
Atılı suçun, suç
tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nın 499 maddesinde tarif
edilen para temin etmek maksadı ile tenhaya adam kaldırmak mahiyetinde olduğu,
ancak bu suçun daha sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın da benzer bir
tanımlamasının ve paralel bir düzenlemesinin bulunmadığı, dolayısıyla
sanıkların eylemlerinin nitelikli yağmaya teşebbüs ve kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma suçlarını oluşturacağı kabul edilerek,
…
Ölü muayene tutanağı,
adli tıp raporlarından ölen A. O. K.’nin aldığı darbelerin sayısı, darbelerin
birden fazla kod kırığına neden oluşu, ölenin domuz bağıyla bağlanmak suretiyle
aldığı darbelerle, öleceğinin muhakkak olduğunun sanıklar tarafından da
değerlendirilebileceği kabul edilerek, kastın aşılması suretiyle adam
öldürmenin sınırlarının aşıldığı ve sanıklar … ve Halil İbrahim Söyleyen’in,
kasten A. O. K.’yi öldürdüğü kabul edilmiş ve kasten adam öldürme suçundan
cezalandırılmalarına;… karar vermek gerekmiştir…”
14. Başvurucunun temyizi üzerine
anılan Mahkeme kararı, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 3/7/2013 tarih ve
E.2013/2300, K.2013/4743 sayılı ilamıyla onanmış ve karar aynı tarihte
kesinleşmiştir.
15. Başvurucu onama kararından
30/1/2014 tarihinde haberdar olmuştur.
16. Başvurucu, 26/2/2014
tarihinde süresi içinde bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 1/2/1926 tarih ve 765 sayılı
mülga Türk Ceza Kanunu"nun 448. maddesi şöyledir:
“Her kim, bir kimseyi kasten öldürürse 24
seneden 30 seneye kadar ağır hapis cezasına mahkûm olur.”
18. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu"nun 149. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve 109.
maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 19/11/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/2/2014 tarih ve 2014/2860
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, yargılandığı
davada, delillerin eksik ve hatalı değerlendirildiğini, kendisinin atılı
suçları işlemediğini, hakkında mahkûmiyete yeter kesin açık delil olmamasına
rağmen ceza aldığını, teşhis yapılmadan ve bazı müşteki beyanları alınmadan
ceza hukuku kuralları hiçe sayılarak karar verildiğini, maktulün kalp krizi
sonucu ölmesine rağmen yeniden otopsisinin yapılmadığını, yargılamanın dokuz
yıl sürdüğünü, otopsi taleplerinin reddedildiğini, emsal kararlara rağmen
tahliye taleplerinin reddedildiğini, haksız yere ceza aldığını belirterek,
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde, başvurunun, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına yönelik
olduğu görülmektedir. Başvurucu her ne kadar emsal kararlara rağmen tahliye
taleplerinin reddedildiğini ve haksız yere mahkûm edildiğini belirterek
özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, bu
iddiaların özü, söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir.
Başvurucu makul sürede ve adil yargılanmadığı yönündeki şikâyetlerini dile
getirirken bu ifadelere yer vermiştir. Tutuklamaya yönelik herhangi bir
şikâyette bulunmamıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bütün
iddiaları aşağıda iki başlık altında ve adil yargılanma hakkı çerçevesinde
değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Delillerin Eksik Toplandığı ve Hatalı
Değerlendirildiği İddiası
22. Başvurucu, atılı suçları
işlediğine dair mahkûmiyetine yeterli delil olmadığını; teşhis işlemi
yapılmadan, bazı müşteki beyanları alınmadan ve maktulün kalp krizi sonucu
öldüğünün tespiti için yeniden otopsi işlemi yapılmadan mahkûmiyet kararı
verildiğini belirterek, bu hususların adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini
ileri sürmüştür
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
24. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
26. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez
(B.No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
27. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe
ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B.No: 2013/2767,
2/10/2013, § 22).
28. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), delillerin kabul edilebilirliği şikayetlerini, somut davada
kullanılan delilin sanığın hazır bulunduğu duruşmada ve “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ya da söz
konusu delillerin yargılamanın bütününe olan etkisi çerçevesinde
değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya,
B.No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà,
Messegué ve Jabardo/İspanya, B.No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68,
81-89). AİHM pek çok kararında, AİHS’in 19. maddesi bağlamında görevinin,
Sözleşmeci Devletlerin Sözleşmeye ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini
sağlamak olduğunu, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS)
koruması altında bulunan hak ve özgürlükler ihlal edilmedikçe ulusal bir
mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hataları inceleme görevinin
bulunmadığını, AİHS’in 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına
almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında
düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin
bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre,
B.No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye,
B.No: 23909/03, 1/2/2011, § 124).
29. AİHM, bariz bir şekilde
keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün –iç hukuk açısından hukuka aykırı
olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup
olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi
görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme
yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını
ve AİHS’teki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini
inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya
[BD], B.No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B.No: 23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B.No:
11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699) AİHM’e göre, delillerle ilgili esas
olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına
karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir (Bykov/Rusya [BD], B.No: 4378/02,
10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve
Lebedev/Rusya, B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 700).
30. Başvurucu, hakkında
cezalandırılmaya yeterli delil olmamasına rağmen ceza hukuku kuralları hiçe
sayılarak haksız yere mahkûmiyet kararı verildiğini belirterek, anayasal
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Dolayısıyla başvurucunun
iddialarının özü, derece mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet
edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir. Mahkeme; sanık
savunmalarına, katılan beyanlarına, tanık anlatımlarına, olay yerine ilişkin
inceleme raporlarına, Adli Tıp Kurumu raporlarına ve diğer delillere dayanarak
söz konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları,
dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da
yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (bkz. § 13; gerekçeli karar, s. 6-33).
31. Diğer taraftan başvurucu,
bazı müşteki beyanları alınmadan ve maktulün kalp krizi sonucu ölüp ölmediğinin
belirlenmesi için yeniden otopsi işlemi yapılmadan karar verilmesini şikâyet
etmiştir. Başvuru konusu olayda, başvurucunun düzenlenmediğini iddia ettiği
otopsi raporu Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince 7/11/2002 tarihinde
düzenlenmiştir (bkz. § 12). Başvurucunun bu rapora yargılama sürecinde herhangi
bir itirazı olmamıştır. Başvurucu, yargılamanın 25/7/2006 tarihli celsesinde,
adli raporlara bir diyeceğinin olmadığını beyan etmiş, teşhis talebinde de
bulunmamıştır.
32. Ayrıca yargılama sürecinde
müştekiler A. Y. ile M. K.’nin ifadeleri alınmıştır. Başvuru formu ve ekli
belgelerden başvurucunun müştekilerin beyanlarına yönelik bir itirazının
olmadığı ve yargılama sürecinde müşteki sıfatıyla dinlenilmesini istediği bir
kişinin de bulunmadığı anlaşılmaktadır. Somut olayda, başvurucunun delillerini
sunma ve delillerin değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi
tutulduğuna dair somut bir veri bulunmamakta olup, Mahkeme’nin delilleri
değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunduğuna dair
bir bulguya da rastlanmamıştır. Öte yandan, başvuru dosyası incelendiğinde, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma,
inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin
bir veri de bulunmamaktadır.
33. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna
ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi mahkemenin kararında bariz takdir
hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
34. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun yargılamanın hakkaniyete aykırı olduğu yönündeki şikâyetine
ilişkin olarak delilleri inceleme ve değerlendirme fırsatı bulduğu ve Derece
Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
35. Başvurucunun yargılamanın
uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
36. Başvurucu, hakkında
yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlanmaması
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
37. AİHS’in ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18),
AİHS metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının
somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili
hükmü AİHS’in 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek
AİHS’in lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
38. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
39. Anayasa’nın 36. ve AİHS’in
6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul
sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç
işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup, kişiye cezai
alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde;
iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek
niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının
değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil
yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625,
9/1/2014, § 31).
40. Somut olayda, başvurucu
kurulan silahlı örgüte üye olma, nitelikli yağmaya teşebbüs, kişi hürriyetinden
mahrum bırakma, kastın aşılması suretiyle adam öldürme ve suç eşyasını kabul
etme suçlarından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/3/2006 tarih ve 2006/15
Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar
hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır (bkz. § 17). Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 32).
41. Cezai alanda yöneltilen suç
isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama
veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu
tarih, başvurucunun bahse konu suçlar kapsamında tutuklandığı ve böylece
isnattan haber olduğu anlaşılan 30/3/2006 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise,
suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 34; B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32). Bu kapsamda, somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkındaki suç isnadına
ilişkin olarak verilen mahkumiyet kararının kesinleşme tarihi olan 3/7/2013
tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
42. Başvurucunun tutuklandığı
30/3/2006 tarihinden İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/10/2011 tarihli
kararı arasında 5 yıl 6 ay 11 günlük bir sürenin geçtiği görülmektedir. 14
sanığın yargılandığı davada, mahkemece başvurucunun savunması 25/7/2006 tarihli
celsede alınmıştır. Başvurucu 30/3/2006 tarihinden itibaren tutuklu olarak
yargılanıp mahkum olmuştur. Hukuki ve fiili irtibat nedeniyle altı dosya
birleştirilmiştir. Yargılama ilk derece mahkemesince toplam olarak 36 celsede
tamamlanmıştır. Davanın kanun yolu (temyiz) aşaması ise 1 yıl 8 ay 22 gün
sürmüştür.
43. Dosyanın sürüncemede bırakılmasında
ve yargılamanın yedi yılı aşkın şekilde sürmesinde tutuklu olarak yargılanan
başvurucuya veya müdafiine yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Yargılamanın yürütülmesindeki izlenen yöntem dikkate
alındığında, 30/3/2006 tarihinde tutuklanmakla başlayıp 3/7/2013 tarihli
Yargıtay ilamı ile sonuçlanan davadaki yargılama süresi makul olarak
değerlendirilemez.
44. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
45. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle maddi
ve manevi tazminata hükmedilmesini
talep etmiştir.
46. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin
ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde
mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık yedi yılı aşkın yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
net 3.750,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
48. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Delillerin eksik toplandığı ve hatalı
değerlendirildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 3.750,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer
taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan
206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
19/11/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.