
Esas No: 2016/18980
Karar No: 2017/2712
Karar Tarihi: 13.03.2017
Yargıtay 18. Ceza Dairesi 2016/18980 Esas 2017/2712 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
KARAR
İmar kirliliğine neden olma suçundan sanık ...’in, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43/1, 62, 50/1-a ve 52/2. maddeleri gereğince 3.000,00 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına dair Gaziosmanpaşa 10. Asliye Ceza Mahkemesinin 30/03/2016 tarihli ve 2015/509 esas, 2016/312 sayılı kararının, Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 19/12/2016 gün ve 398649 sayılı istem yazısıyla Dairemize gönderilen dava dosyası incelendi.
İstem yazısında; “5237 sayılı Kanun"un "cezanın belirlenmesi" başlıklı 61/5. maddesinin, "Yukarıdaki fıkralara göre belirlenen ceza üzerinden sırasıyla teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenir." ve "zincirleme suç" başlıklı 43/2. maddesinin, “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi” şeklinde olduğu, sanığın işlediği imar kirliliğine neden olmak suçuna dair temel ceza belirlendikten sonra, koşulların oluşması halinde zincirleme suça ilişkin kanun maddesi uygulanmak suretiyle hüküm kurulması gerekirken, aynı Kanun"un 61. maddesi gözetilmeksizin, doğrudan 5237 sayılı Kanun"un 43. maddesi uyarınca artırım yapılmak sureti ile karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir.
Hukuksal Değerlendirme:
5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca hâkim veya mahkemece verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddî hukuka veya yargılama hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtay’ca bozulması istemini, yasal nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması istemini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak, Yargıtay ceza dairesine verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtay’ca yerinde görülmesi halinde karar veya hüküm yasa yararına bozulacak, yerinde görülmezse istem reddedilecektir.
Buna göre hâkim veya mahkemece verilen karar veya hükümlerin kanun yararına bozma konusu yapılabilmesi için istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmesi gerekmektedir.
6217 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile eklenen ve 14/04/2011 tarihinde yürürlüğe giren, 5320 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinde; “Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.03.2008 tarihli, 2008/7-45 Esas ve 2008/48 sayılı kararında; “ Yasa yoluna başvuru hakkı olan diğer süjelerin yararlanacağı ve yanılgıları nedeniyle zarar görmeyeceği, bu kişilerin temyiz yasa yoluna başvurulması gereken yerde yanılgıyla itiraz yasa yoluna başvurması durumunda gerek itiraz merciinin kararıyla gerekse herhangi bir nedenle konunun Yargıtay’a intikali durumunda Yargıtay Dairesi kararıyla temyiz yasa yolundan yararlanacağı, bu yanılgı nedeniyle yasa yolu hakkının kaybettirilmeyeceği, yasa yolu yanılgısıyla yapılan incelemelerin ve verilen kararların hukuken geçerli sayılamayacağı da tartışmasızdır.
C.savcılarının yasa yolu yanılgısına düşmeleri halinde bu yanılgıdan yararlanamayacağına ilişkin görüş, 1412 sayılı CYUY.nın yürürlüğü evresinde, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı kararına konu edilmiş ve bu kararla diğer süjelerden farklı olarak, “C.savcılarının yasa yolundaki yanılgılarının korunamayacağı” ilkesi benimsenmiş, 1412 sayılı Yasanın yürürlüğü sürecinde İ.B.K’nın geçerliliği ve uygulanma kabiliyeti sürmüştür.
Ancak, anılan İ.B.K’nın, 5271 sayılı CYY.nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi ve 1412 sayılı CYUY.nın yürürlüğüne son vermesi sonrasında geçerliliğini koruyup korumadığı hususu tartışma konusu olmuştur..
Öğreti ve uygulamada kabul gördüğü üzere, İ.B.K’ları yürürlükte kaldıkları sürece hüküm fıkraları itibarıyla bağlayıcı niteliktedir. Bu kararların, dayandığı yasalar geçerliliğini koruduğunda ancak yeni bir İ.B.K ile kaldırılması veya değiştirilmesi gereklidir.
5271 sayılı CYY.nın konuya ilişkin 264. maddenin 1. fıkrasında “kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciinin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz.” hükmüne yer verilmiştir. Madde gerekçesinde ise; “Madde uyarınca, Cumhuriyet Savcısının, şüpheli veya sanığın, avukatın, davaya katılanın, yasal temsilcinin veya eşin kabulü gerekli bir kanun yolu istemi salt merciin veya kanun yolunun belirlenmesinde yanılgı nedeniyle, başvuranın hukukunu ihlâl etmeyecek, dilekçe veya tutanağın verildiği merci bunu, zaman yitirmeden, yetkili ve görevli mercie gönderecektir.
Cumhuriyet savcılarının yoğun ve ağır bir iş yükü altında bulunmaları nedeniyle yanılgıya düşmeleri olasıdır. Öte yandan, Cumhuriyet savcılarının kanun yolu başvurularının toplum yararına, toplumun hukukunu bozan bir durumun düzeltilmesini sağlama amacına yönelik olduğu ve sanık lehine de başvurabilecekleri düşüncesiyle, bu konuda sınırlama koyan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22/01/1962 gün ve 2/1 sayılı kararını aşmak üzere, madde açık hüküm getirmiştir.” açıklamasına yer verilmesi karşısında, anılan 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı İ.B.K.’nın geçerliliğinin sona erdiği tartışılmaz düzeyde açıklığa kavuşmuş olmaktadır.
Her ne kadar bu gerekçenin, hükümet tarafından sunulan yasa tasarısının 294. maddesi için yazılmış bir gerekçe olduğu bazı görüş sahiplerince ileri sürülmekte ise de, 264. maddenin 1. fıkrası hükmünün yasada yer alışından sonra, yasa koyucu tarafından anılan gerekçenin değiştirilme ya da kaldırılma gereği görülmemesi ve aynen kabul edilmiş olması karşısında, anılan gerekçeyi yasa koyucunun iradesine aykırı biçimde yok telakki ederek İ.B.K’nı uygulanabilir saymak isabetli bir yorum niteliğinde görülmemektedir.
Adalet Komisyonu raporunda yer alan ve;
“Tasarının 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında iki değişiklik yapılmıştır. İlk değişiklik ifadelerin düzeltilmesi şeklindedir. Buna göre; "kabulü gerekli" yerine "kabul edilebilir", "hukukunu ihlal etmez" yerine "haklarını ortadan kaldırmaz" ibareleri öngörül¬müştür. İkinci değişiklik ise, kanun yoluna başvurabilecek olanların tek tek sayılmasından vazgeçilmesidir. Çünkü burada sayılanlardan Cumhuriyet savcısı ve avukat gibi hukukçuların yanılması dahi bir hakkı ortadan kaldırmazken, burada sayılmayan ve kendileri de hukukçu olması gerekmeyen az sayıda hak sahibinin bu imkandan yoksun bırakılmasının makul bir gerekçesi olamaz. Bu nedenlerle birinci fıkra yeniden düzenlenmiş ve 264 üncü madde olarak kabul edilmiştir.” değerlendirmelerini içeren açıklama da, konu İ.B.K’nın varlığının devam ettirmediğini kabule yönlendirmektedir.
Bu açıklamalar ışığında ulaşılması gereken sonuç;
1- 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesinde yapılan yeni düzenleme ve bu düzenlemenin amacını açıklayıp yasa metniyle de uyum içeren gerekçesi karşısında, “kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz.” Hükmünden C.savcılarının dahi yararlanmaları gerekmektedir.
2- 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesi ve açık gerekçesi itibariyle, 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı İ.B.K geçerliliğini yitirmiştir.
3- Anılan 264/1. maddenin içeriğinde yer alan “başvuranın haklarını” ibaresine dayanılmak ve “hak” tanımıyla C.savcılarının değil, diğer süjelerin kastedildiğini, C.savcılarının yasa yoluna başvurmadaki sorumluluğunun “görev veya yetki” niteliğinde bulunduğunu, bu itibarla anılan İ.B.K’nın 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesinin yürürlüğüne rağmen uygulanma kabiliyetinin devam ettiğini savunmanın, 5271 sayılı CYY.nın “6. Kitap Kanun Yolları 1. Kısım Genel Hükümler” başlığı altındaki düzenlemeler karşısında benimsenebilir görüş mahiyeti taşımadığı açıktır.
Gözardı edilmeyecek bir gerçektir ki;
260. maddenin başlığı “Kanun Yollarına Başvurma Hakkı” adlandırmasıyla yazılmış, 1. fıkrada yasa yollarına başvuruya hak sahibi olanların tümü sayılmak ve C.savcıları da bunlar içerisinde hatta en başta sıralanmak suretiyle yasa hükmü düzenlenmiştir.
Yasa koyucu, hak sahibi süjeler arasında ayrım gözetmemiş, devamı 261. maddede “avukatın başvurma hakkı”ndan, 262. maddede “yasal temsilcinin ve eşin başvurma hakkı”ndan söz ederek, “hak” ortak tanımını tüm süjeler için benimsemiştir.
Aynı yasa koyucu, 5271 sayılı CYY.nın 290. maddesindeki düzenlemede “sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık, sanık aleyhine hükmün bozdurulması için C.savcısına hak vermez.” tanımıyla C.savcısının yasa yoluna başvurmadaki konumunu “hak” kapsamında değerlendirdiğini pekiştirerek göstermiş, 298. maddesinde de “Yargıtay…..temyiz edenin buna hakkı olmadığını…..saptarsa temyiz istemini reddeder” hükmü ile, C.savcılarını dahi kapsar bir düzenlemeyi benimseyerek müesseseyi, “hak” mahiyetinde değerlendirmeyi sürdürmüştür.
Bu nedenledir ki; C.savcılarının yasa yoluna başvurma müessesesindeki konumlarını “yetki ve görev” biçiminde ayırıcı bir tanımlamaya konu ederek, yasa yoluna başvurmada yanılgılarının korunmayacağı doğrultusundaki İ.B.K’nı geçerli ve uygulanır kabul etmenin ve böyle bir kabulle yasa koyucunun gerekçeyle desteklenmiş açık ve net iradesini reddetmenin benimsenebilir dayanağı bulunmamaktadır.
4- Öğreti ve uygulamada isabetle gözlemlendiği üzere, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren ve tüm ceza mevzuatını yenileyerek onun yerine geçen ve daha sonraki evrede artan bir hızla devam eden değişim karşısında, yasa yolu düzenlemelerinin kapsamının yasalardaki yetersizlik ve karmaşa itibariyle Yargıtay İçtihatlarıyla belirlendiği gerçeği de gözetildiğinde, C.savcılarının da yasa yolu belirlemelerinde yoğunlukla yanılgıya düşebildiği, bir gerçektir.
Böyle bir süreçte, anılan İ.B.K’nın geçerliliği benimsendiğinde, yasa yolu başvurusunun en önemli süjelerinden olan C.savcılarının hatalı hüküm ve kararları denetleme, yasaya aykırılıkları düzelttirme haklarının önemli ölçüde ellerinden alınacağı, ceza yargısının temel amaçlarından olan maddi ve hukuki gerçeğe en kısa zamanda ulaşma hedefinden uzaklaşılacağı gözetilmeli, bu nedenle de yürürlükte olduğu evrede dahi, haklı eleştirilerin hedefi olan anılan İ.B.K’nın geçersiz hale geldiği görüşüne yandaş olunmalıdır.” şeklinde, Cumhuriyet Savcılarının yasa yolu açısından yanılgıları hususunda karar vermiştir.
İnceleme konusu somut olayda; Gaziosmanpaşa 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 30/03/2016 tarihli kararı ile sanığın hapisten çevrili 3.000,00 Türk Lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, hükmün Cumhuriyet Savcısı tarafından görüldü işleminin gerçekleştirildiği, Cumhuriyet Savcısı tarafından yasal temyiz süresi içerisinde 05.04.2016 tarihinde görüldü işleminin yapıldığı, ancak, Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılan görüldü işlemine ilişkin yazı ve kanun yararına bozma talebi yazısı incelendiğinde, Cumhuriyet Savcısı tarafından Yerel Mahkemece verilen hükmün kesin nitelikte olduğu belirtilerek, kanun yararına bozma yoluna gidilmek üzere görüldü işleminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı ve 14/04/2011 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesine göre hükmün kurulduğu 30/03/2016 tarihinde, hapisten çevrili olan para cezaları kesin olmadığından temyiz yasa yolu ile incelenebilecektir. Bu kapsamda, Cumhuriyet Savcısının 30/03/2016 tarihinde verilen karara karşı 6 gün sonra düzenlediği görüldü evrakı kapsamı değerlendirildiğinde, kararın temyiz edilebilir nitelikte olduğu ve Cumhuriyet Savcısının görüldü evrakının temyiz talebi niteliğinde değerlendirilmesi gerektiği, bu suretle yerel Mahkemece verilen hükmün henüz kesinleşmediği, bu suretle kanun yararına bozma yoluyla incelenmesi olanaklı görülmediğinden, kanun yararına bozma talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.
Sonuç ve Karar:
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği tebliğnamedeki düşünce, hükmün henüz kesinleşmemiş olması nedeniyle yerinde görülmediğinden, CMK"nın 309. maddesi koşullarını taşımayan KANUN YARARINA BOZMA İSTEĞİNİN REDDİNE, dosyanın temyiz incelenmesine gönderilmek üzere Mahkemesine iadesine, 13.03.2017 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
(Karşı Oy)
KARŞI OY
Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istemi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebiyle Dairemizce Gaziosmanpaşa 13. Asliye Ceza Mahkemesi 2015/509 esas 2016/312 karar sayılı ilamı oy çokluğu ile bozulmuştur.
Ancak,
5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca hâkim veya mahkemece verilip istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddî hukuka veya yargılama hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtay’ca bozulması istemini, yasal nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması istemini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak, Yargıtay ceza dairesine verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtay’ca yerinde görülmesi halinde karar veya hüküm yasa yararına bozulacak, yerinde görülmezse istem reddedilecektir.
Buna göre hâkim veya mahkemece verilen karar veya hükümlerin kanun yararına bozma konusu yapılabilmesi için istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmesi gerekmektedir.
6217 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile eklenen ve 14/04/2011 tarihinde yürürlüğe giren, 5320 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinde; “Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.03.2008 tarihli, 2008/7-45 Esas ve 2008/48 Karar sayılı kararında; “ Yasa yoluna başvuru hakkı olan diğer süjelerin yararlanacağı ve yanılgıları nedeniyle zarar görmeyeceği, bu kişilerin temyiz yasa yoluna başvurulması gereken yerde yanılgıyla itiraz yasa yoluna başvurması durumunda gerek itiraz merciinin kararıyla gerekse herhangi bir nedenle konunun Yargıtay’a intikali durumunda Yargıtay Dairesi kararıyla temyiz yasa yolundan yararlanacağı, bu yanılgı nedeniyle yasa yolu hakkının kaybettirilmeyeceği, yasa yolu yanılgısıyla yapılan incelemelerin ve verilen kararların hukuken geçerli sayılamayacağı da tartışmasızdır.
C.savcılarının yasa yolu yanılgısına düşmeleri halinde bu yanılgıdan yararlanamayacağına ilişkin görüş, 1412 sayılı CYUY.nın yürürlüğü evresinde, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı kararına konu edilmiş ve bu kararla diğer süjelerden farklı olarak, “C.savcılarının yasa yolundaki yanılgılarının korunamayacağı” ilkesi benimsenmiş, 1412 sayılı Yasanın yürürlüğü sürecinde İ.B.K’nın geçerliliği ve uygulanma kabiliyeti sürmüştür.
Ancak, anılan İ.B.K’nın, 5271 sayılı CYY.nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi ve 1412 sayılı CYUY.nın yürürlüğüne son vermesi sonrasında geçerliliğini koruyup korumadığı hususu tartışma konusu olmuştur..
Öğreti ve uygulamada kabul gördüğü üzere, İ.B.K’ları yürürlükte kaldıkları sürece hüküm fıkraları itibarıyla bağlayıcı niteliktedir. Bu kararların, dayandığı yasalar geçerliliğini koruduğunda ancak yeni bir İ.B.K ile kaldırılması veya değiştirilmesi gereklidir.
5271 sayılı CYY.nın konuya ilişkin 264. maddenin 1. fıkrasında “kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciinin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz.” hükmüne yer verilmiştir. Madde gerekçesinde ise; “Madde uyarınca, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanığın, avukatın, davaya katılanın, yasal temsilcinin veya eşin kabulü gerekli bir kanun yolu istemi salt merciin veya kanun yolunun belirlenmesinde yanılgı nedeniyle, başvuranın hukukunu ihlâl etmeyecek, dilekçe veya tutanağın verildiği merci bunu, zaman yitirmeden, yetkili ve görevli mercie gönderecektir.
Cumhuriyet Savcılarının yoğun ve ağır bir iş yükü altında bulunmaları nedeniyle yanılgıya düşmeleri olasıdır. Öte yandan, Cumhuriyet Savcılarının kanun yolu başvurularının toplum yararına, toplumun hukukunu bozan bir durumun düzeltilmesini sağlama amacına yönelik olduğu ve sanık lehine de başvurabilecekleri düşüncesiyle, bu konuda sınırlama koyan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22/01/1962 gün ve 2/1 sayılı kararını aşmak üzere, madde açık hüküm getirmiştir.” açıklamasına yer verilmesi karşısında, anılan 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı İ.B.K.’nın geçerliliğinin sona erdiği tartışılmaz düzeyde açıklığa kavuşmuş olmaktadır.
Her ne kadar bu gerekçenin, hükümet tarafından sunulan yasa tasarısının 294. maddesi için yazılmış bir gerekçe olduğu bazı görüş sahiplerince ileri sürülmekte ise de, 264. maddenin 1. fıkrası hükmünün yasada yer alışından sonra, yasa koyucu tarafından anılan gerekçenin değiştirilme ya da kaldırılma gereği görülmemesi ve aynen kabul edilmiş olması karşısında, anılan gerekçeyi yasa koyucunun iradesine aykırı biçimde yok telakki ederek İ.B.K’nı uygulanabilir saymak isabetli bir yorum niteliğinde görülmemektedir.
Adalet Komisyonu raporunda yer alan ve;
“Tasarının 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında iki değişiklik yapılmıştır. İlk değişiklik ifadelerin düzeltilmesi şeklindedir. Buna göre; "kabulü gerekli" yerine "kabul edilebilir", "hukukunu ihlal etmez" yerine "haklarını ortadan kaldırmaz" ibareleri öngörül¬müştür. İkinci değişiklik ise, kanun yoluna başvurabilecek olanların tek tek sayılmasından vazgeçilmesidir. Çünkü burada sayılanlardan Cumhuriyet Savcısı ve avukat gibi hukukçuların yanılması dahi bir hakkı ortadan kaldırmazken, burada sayılmayan ve kendileri de hukukçu olması gerekmeyen az sayıda hak sahibinin bu imkandan yoksun bırakılmasının makul bir gerekçesi olamaz. Bu nedenlerle birinci fıkra yeniden düzenlenmiş ve 264 üncü madde olarak kabul edilmiştir.” değerlendirmelerini içeren açıklama da, konu İ.B.K’nın varlığının devam ettirmediğini kabule yönlendirmektedir.
Bu açıklamalar ışığında ulaşılması gereken sonuç;
1- 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesinde yapılan yeni düzenleme ve bu düzenlemenin amacını açıklayıp yasa metniyle de uyum içeren gerekçesi karşısında, “kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz.” Hükmünden C.savcılarının dahi yararlanmaları gerekmektedir.
2- 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesi ve açık gerekçesi itibariyle, 22.01.1962 gün ve 2-1 sayılı İ.B.K geçerliliğini yitirmiştir.
3- Anılan 264/1. maddenin içeriğinde yer alan “başvuranın haklarını” ibaresine dayanılmak ve “hak” tanımıyla C.savcılarının değil, diğer süjelerin kastedildiğini, C.savcılarının yasa yoluna başvurmadaki sorumluluğunun “görev veya yetki” niteliğinde bulunduğunu, bu itibarla anılan İ.B.K’nın 5271 sayılı CYY.nın 264/1. maddesinin yürürlüğüne rağmen uygulanma kabiliyetinin devam ettiğini savunmanın, 5271 sayılı CYY.nın “6. Kitap Kanun Yolları 1. Kısım Genel Hükümler” başlığı altındaki düzenlemeler karşısında benimsenebilir görüş mahiyeti taşımadığı açıktır.
Gözardı edilmeyecek bir gerçektir ki;
260. maddenin başlığı “Kanun Yollarına Başvurma Hakkı” adlandırmasıyla yazılmış, 1. fıkrada yasa yollarına başvuruya hak sahibi olanların tümü sayılmak ve C.savcıları da bunlar içerisinde hatta en başta sıralanmak suretiyle yasa hükmü düzenlenmiştir.
Yasa koyucu, hak sahibi süjeler arasında ayrım gözetmemiş, devamı 261. maddede “avukatın başvurma hakkı”ndan, 262. maddede “yasal temsilcinin ve eşin başvurma hakkı”ndan söz ederek, “hak” ortak tanımını tüm süjeler için benimsemiştir.
Aynı yasa koyucu, 5271 sayılı CYY.nın 290. maddesindeki düzenlemede “sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık, sanık aleyhine hükmün bozdurulması için C.savcısına hak vermez.” tanımıyla C.savcısının yasa yoluna başvurmadaki konumunu “hak” kapsamında değerlendirdiğini pekiştirerek göstermiş, 298. maddesinde de “Yargıtay…..temyiz edenin buna hakkı olmadığını…..saptarsa temyiz istemini reddeder” hükmü ile, C.savcılarını dahi kapsar bir düzenlemeyi benimseyerek müesseseyi, “hak” mahiyetinde değerlendirmeyi sürdürmüştür.
Bu nedenledir ki; C.savcılarının yasa yoluna başvurma müessesesindeki konumlarını “yetki ve görev” biçiminde ayırıcı bir tanımlamaya konu ederek, yasa yoluna başvurmada yanılgılarının korunmayacağı doğrultusundaki İ.B.K’nı geçerli ve uygulanır kabul etmenin ve böyle bir kabulle yasa koyucunun gerekçeyle desteklenmiş açık ve net iradesini reddetmenin benimsenebilir dayanağı bulunmamaktadır.
4- Öğreti ve uygulamada isabetle gözlemlendiği üzere, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren ve tüm ceza mevzuatını yenileyerek onun yerine geçen ve daha sonraki evrede artan bir hızla devam eden değişim karşısında, yasa yolu düzenlemelerinin kapsamının yasalardaki yetersizlik ve karmaşa itibariyle Yargıtay İçtihatlarıyla belirlendiği gerçeği de gözetildiğinde, C.savcılarının da yasa yolu belirlemelerinde yoğunlukla yanılgıya düşebildiği, bir gerçektir.
Böyle bir süreçte, anılan İ.B.K’nın geçerliliği benimsendiğinde, yasa yolu başvurusunun en önemli süjelerinden olan C.savcılarının hatalı hüküm ve kararları denetleme, yasaya aykırılıkları düzelttirme haklarının önemli ölçüde ellerinden alınacağı, ceza yargısının temel amaçlarından olan maddi ve hukuki gerçeğe en kısa zamanda ulaşma hedefinden uzaklaşılacağı gözetilmeli, bu nedenle de yürürlükte olduğu evrede dahi, haklı eleştirilerin hedefi olan anılan İ.B.K’nın geçersiz hale geldiği görüşüne yandaş olunmalıdır.” şeklinde, Cumhuriyet Savcılarının yasa yolu açısından yanılgıları hususunda karar vermiştir.
İnceleme konusu somut olayda; Gaziosmanpaşa 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 30/03/2016 tarihli kararı ile sanığın hapisten çevrili 3.000,00 Türk Lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, hükmün Cumhuriyet Savcısı tarafından görüldü işleminin gerçekleştirildiği, Cumhuriyet Savcısı tarafından yasal temyiz süresi içerisinde 05.04.2016 tarihinde görüldü işleminin yapıldığı, ancak, Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılan görüldü işlemine ilişkin yazı ve kanun yararına bozma talebi yazısı incelendiğinde, Cumhuriyet Savcısı tarafından yerel Mahkemece verilen hükmün kesin nitelikte olduğu belirtilerek, kanun yararına bozma yoluna gidilmek üzere görüldü işleminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı ve 14/04/2011 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesine göre hükmün kurulduğu 30/03/2016 tarihinde, hapisten çevrili olan para cezaları kesin olmadığından temyiz yasa yolu ile incelenebilecektir. Bu kapsamda, Cumhuriyet Savcısının 30/03/2016 tarihinde verilen karara karşı 6 gün sonra düzenlediği görüldü evrakı kapsamı değerlendirildiğinde, kararın temyiz edilebilir nitelikte olduğu ve Cumhuriyet Savcısının görüldü evrakının temyiz talebi niteliğinde değerlendirilmesi gerektiği, bu suretle yerel Mahkemece verilen hükmün henüz kesinleşmediği, bu suretle kanun yararına bozma yoluyla incelenmesi olanaklı görülmediğinden, kanun yararına bozma talebinin reddine karar verilmesi ve dosyanın temyiz incelemesine tabi tutulmak üzere gerekli işlemlerin yapılmasının gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.