
Esas No: 2014/4327
Karar No: 2014/4327
Karar Tarihi: 17/11/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEHMET FIRAT BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/4327) |
|
Karar Tarihi: 17/11/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Murat ŞEN |
Başvurucu |
: |
Mehmet FIRAT |
Vekili |
: |
Av. Mehmet ERBİL |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hükümlülerin ayaklanması suçundan yargılandığı
davada Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin, yaklaşık 13 yıl yargılama yapması,
yargılamanın zamanaşımına uğramasına rağmen mahkûmiyet kararı vermesi ve
uyarlama hükümlerinin hukuka aykırı şekilde uygulanması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, infazın durdurulması, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 28/3/2014 tarihinde İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/5/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği,
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/8/2014
tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama
dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu hakkında Bandırma Özel Tip Cezaevinde hükümlü
olarak tutulduğu süreçte 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında diğer bazı
hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle
silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası ile soruşturma
başlatılmıştır.
8. Soruşturma aşamasında başvurucu hakkında 30/3/2000
tarihinde tutuklama kararı verilmiştir. Başvurucunun soruşturma aşamasında
kolluk veya Cumhuriyet savcısı tarafından savunması alındığına dair herhangi
bir belgeye rastlanmamıştır.
9. Başvurucu hakkında Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı,
30/5/2000 tarih ve E.2000/549 sayılı iddianame ile silahlı ve topluca
cezaevinde isyana kalkışmak suçundan cezalandırılması talebiyle aynı yer Asliye
Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır.
10. Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi, 4/1/2005 tarih ve
E.2000/386, K.2005/1 sayılı kararı ile başvurucunun 10 yıl 6 ay hapis cezasına
mahkûmiyetine karar vermiştir.
11. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, 22/12/2005 tarih ve 4-2005/180627 sayılı yazıları ile karara
ilişkin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu kapsamında lehe hususlar açısından yeniden değerlendirme yapılması
için dosyayı Mahkemesine geri göndermiştir.
12. Diğer taraftan Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi iş yükü
nedeniyle 1. Asliye ve 2. Asliye Ceza Mahkemesi olarak ikiye bölünmüştür. Bu
kapsamda dosyanın yeniden tevzi edildiği Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin
E.2006/40 sayısına kayden yapılan uyarlama
yargılamasında Mahkeme, 15/12/2011 tarih ve E.2006/40, K.2011/729 sayılı kararı
ile başvurucuyu, lehe kabul ettiği önceki karara uygun olarak 10 yıl 6 ay hapis
cezasına mahkûm etmiştir.
13. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından hazırlanan 19/5/2013 tarih ve 2013/4231 sayılı tebliğnamede başvurucunun hukuki durumuna ilişkin olarak
talep edilen hususlar şöyledir:
“Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 765
sayılı TCK ve 5237 sayılı TCK hükümleri nazara alınarak lehe ve aleyhe
değerlendirme yapılması gerektiği, bu kapsamda her suç bakımından zamanaşımı
değerlendirilmesinin ayrı ayrı yapılması gerektiği, sanıklar hakkında 765
sayılı TCK’nın 304/3-4. maddeleri gereğince hükmolunan temel cezanın 10 yıl 6
ay hapis cezası, netice cezanın ise 11 yıl 6 ay 10 gün hapis cezası olması
karşısında; her ne kadar hüküm tarihi itibariyle uygulama doğru ise de suç ve
hüküm tarihi itibariyle 765 sayılı TCK’nın 304/3., 5237 sayılı TCK’nın 296/1-2.
maddeleri kapsamında yapılan değerlendirmede 5237 sayılı TCK’nın 296/1.
maddesine ilişkin kesintili zamanaşımı süresinin 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e,
67/4. maddeleri gereğince 12 yıl olması ve suç tarihi olan 5/1/2000 tarihinden
inceleme tarihine kadar da söz konusu zamanaşımı süresinin gerçekleşmiş olması
karşısında; mahkemece 765 sayılı TCK’nın 304/3-4. maddeleri ile 5237 sayılı TCK’nın
296/2. maddesi delaletiyle 5237 sayılı TCK’nın 152/1-a, 152/2-a maddelerinin
ayrı ayrı bir bütün halinde netice cezalar değerlendirilmek suretiyle yeniden
lehe yasanın değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması bozmayı gerektiğinden,
sanıklar ve müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden
hükmün bozulması talep olunur.”
14. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi,
24/12/2013 tarih ve E.2013/7012, K.2013/16579 sayılı ilamı ile anılan mahkeme
kararını onanmıştır. İlamın gerekçesindeki başvurucu ile ilgili kısım şöyledir:
“Sanıklara atılı hükümlü veya tutukluların
ayaklanması suçu bakımından 5237 sayılı TCK"nın 296/1. maddesinde belirlenen
cezanın süresi itibariyle, aynı Kanun’un 66/1-e, 67/4. maddelerinde öngörülen
zamanaşımı suç ve inceleme tarihleri arasında gerçekleşmiş ise de, 5237 sayılı
TCK"nın 7. ve 5252 sayılı Kanunun 9/3 maddelerinde “lehe olan hüküm önceki ve
sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan
sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” hükmü uyarınca,
iddianamedeki anlatım, kabul ve mahkemenin lehe olan kanunun belirlenmesine
yönelik yaptığı karşılaştırmada yakarak mala zarar verme suçuna ilişkin teşdiden öngördüğü ceza da nazara alındığında; sanıklar
tarafından gerçekleştirilen ayaklanmada yakarak mala zarar verme ve kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçlarının da sübut bulduğu, buna göre de; 765
sayılı TCK"nın 304/son maddesi delaletiyle 304/3-4. maddelerinin uygulanması
ile hükmolunan sonuç cezanın, 5237 sayılı TCK"nın 296/2. maddesi yollamasıyla
aynı Kanunun 152/1-a, 152/2-a, 109/2-3-a-b maddelerinin uygulanması suretiyle
hükmolunacak sonuç cezaya göre her durumda daha lehe olacağı anlaşılmakla;
mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiş, tebliğnamedeki bozma düşüncesine bu nedenle iştirak
edilmemiştir”
15. Başvurucu, karardan 6/3/2014 tarihinde haberdar olmuş ve
28/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
16. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu"nun
304. maddesi, 5237 Kanun"un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 296. maddesi,
152. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile (2) numaralı fıkrasının
(a) bendi, 4/11/2004 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası, 4/4/1929
tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesinin
birinci fıkrasının (3) numaralı bendi, 135/A maddesi, 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 150. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 28/3/2014 tarih ve 2014/4327 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, hükümlülerin ayaklanması suçundan yargılandığı
davada Mahkemenin, isnat edilen suçun zamanaşımına uğramasına rağmen hakkında
mahkûmiyet kararı verdiğini, yargılamanın makul kabul edilemeyecek şekilde
yaklaşık on üç yıl sürdüğünü, uyarlama yargılaması kapsamında alt sınırdan
hüküm kurularak değerlendirme yapılması gerekirken teşdit uygulanarak cezanın
belirlendiğini, Mahkemenin bilirkişi raporlarını beklemeden, kolluğun tek
taraflı tuttuğu gerçeği yansıtmayan tutanaklar kapsamında deliller tam olarak
toplanmadan suç ve cezada şahsilik ilkesine aykırı olarak toptancı bir
yaklaşımla mahkûmiyet kararı verdiğini belirterek, Anayasa’nın 19. ve 36.
maddelerinde tanımlanan kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucu,
yargılamanın zamanaşımına uğramasına rağmen mahkûmiyet kararı verilmesinin
Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının
ihlal ettiğini ileri sürmüş ise de bu iddiaların özü, söz konusu kararın adil
olmadığı hususu ile ilgilidir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları aşağıda
adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Delillerin Değerlendirilmesi ve Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
20. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
21. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun"un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
22. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
23. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel
başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit
ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz
takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas
yönünden incelenemez (B.No:
2012/828, 21/11/2013, § 21).
24. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen
kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme
imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin
şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına
saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının
oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya
da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B.No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
25. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme
ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli
olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup
olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp,
Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), delillerin kabul
edilebilirliği ile ilgili olarak, somut davada kullanılan delilin sanığın hazır
bulunduğu duruşmada ve “silahların eşitliği”
ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
ya da söz konusu delillerin yargılamanın bütününe olan etkisi çerçevesinde
değerlendirmektedir (Bkz. Tamminen/Finlandiya, B.No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B.No:
10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89). AİHM pek çok kararında, Sözleşme’nin 19.
maddesi bağlamında görevinin, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’ye
ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini sağlamak olduğunu, Sözleşme’nin
koruması altında bulunan hak ve özgürlükler ihlal edilmedikçe ulusal bir
mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hataları inceleme görevinin
bulunmadığını, Sözleşme’nin 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence
altına almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında
düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin
bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Bkz. Schenk/İsviçre, B.No: 10862/84,
12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye, B.No:
23909/03, 1/2/2011, § 124).
27. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin
kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26).
28. AİHM, bariz bir şekilde keyfi olmadıkça, belirli bir
kanıt türünün –iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da
dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun
suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade
etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki
bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme
konusu yapmaktadır (Bkz. Jalloh/Almanya [BD], B.No:
54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B.No:
23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699) AİHM’e
göre, delillerle ilgili esas olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz
etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir
(Bkz. Bykov/Rusya [BD], B.No:
4378/02, 10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 700).
29. Başvuru konusu olayda başvurucu Mahkemenin kolluğun tek
taraflı tuttuğu gerçeği yansıtmayan tutanaklar kapsamında deliller tam olarak
toplanmada suç ve cezada şahsilik ilkesine aykırı olarak toptancı bir
yaklaşımla mahkûmiyet kararı verdiğini ileri sürmüştür.
30. Başvurucunun delillerini sunma ve delillerin
değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduğuna dair somut
bir veri bulunmamakta olup, Mahkeme’nin delilleri değerlendirmesinde bariz
takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunduğuna dair bir bulguya da
rastlanmamıştır. Başvuru dosyası incelendiğinde, deliller ile ilgili olarak
başvurucuya, şikâyete konu Mahkeme tarafından temin edilmesinden vazgeçilen
hususlara yönelik itiraz etme ve kullanılmamasına karşı çıkma fırsatı
verildiği, başvurucunun aleni duruşmada delil sunma ve tartıştırma imkânına
sahip olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma, inceletme
ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir veri
de bulunmamaktadır.
31. Öte yandan, başvurucunun, uygulanan kanun ile daha sonra
yürürlüğe giren kanun arasında hangisinin daha lehe olduğuna dair
değerlendirilmesinde yargılamanın zamanaşımına uğradığı iddialarının Yargıtay
9. Ceza Dairesi tarafından reddedilmesine ilişkin iddialarının yukarıdaki
açıklamalar ışığında derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay
ve olgulara ilişkin hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması ile ilgili olduğu açıktır. Başka bir ifadeyle başvurucunun
iddialarının, derece mahkemesince kanunların yorumlanmasında isabet olup olmadığına,
dolayısıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu ve başvurunun bu haliyle
temyiz incelemesi talebi niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
32. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının kanun
yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz
takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
Yönünden
33. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
34. Başvurucu, hakkında 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri
arasında diğer bazı hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile
ilişkileri nedeniyle silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası
ile soruşturma başlatıldığını ve daha sonra Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının
30/5/2000 tarihli iddianamesi ile “hükümlülerin
ayaklanması” açılan kamu davasının Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
24/12/2013 tarihli onama kararına kadar yaklaşık on üç yılda sonuçlandığını
ileri sürmüştür.
35. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul
sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
36. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
37. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2013/625,
9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, "hükümlülerin ayaklanması"
suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat
olunan suç 765 sayılı Kanunu’nun 304. maddesinde hapis cezasını gerektirir
şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda
kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
38. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım
tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucu
hakkında tutuklama kararı verildiği 30/3/2000 tarihidir. Ceza yargılamasında
sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih
olup, somut başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin onama
kararını verdiği 24/12/2013 tarihidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
39. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
başvurucunun da içinde bulunduğu 32 mahkûmun 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri
arasında İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle “silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları”
iddiası ile soruşturma başlatıldığı, soruşturma sürecinde 30/3/2000 tarihinde
başvurucu hakkında tutuklama kararı verildiği, daha sonra Bandırma Cumhuriyet
Başsavcılığının 30/5/2000 tarih ve E.2000/549 sayılı iddianamesi ile anılan
suçtan aynı yer Asliye Ceza mahkemesi nezdinde kamu davası açıldığı, Mahkemenin
4/1/2005 tarihli kararı ile başvurucunun 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum
edildiği tespit edilmiştir.
40. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, 22/12/2005 tarihli yazıları ile karara ilişkin 1/6/2005 tarihinde
yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında lehe
hususlar açısından yeniden değerlendirme yapılması için dosyayı Mahkemesine
geri gönderdiği, tekrar yapılan uyarlama yargılaması sonucunda Bandırma 2.
Asliye Ceza Mahkemesinin 15/12/2011 tarihli kararı ile başvurucuyu, lehe kabul
ettiği önceki karara uygun olarak 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm ettiği ve
kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarihli ilamı ile onandığı
belirlenmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yargılama 13 yıl 8 ay 24 gün
sürmüştür.
41. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; B.
No: 2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).
42. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve
davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken
özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da
söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on
dört yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
43. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
44. Başvurucu, makul sürede yargılama yapılmadığı için
100.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
45. 6216 sayılı Kanun"un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
46. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık
on dört yıllık yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin
uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 11.250,00 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
47. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Delillerin değerlendirilmesi ve yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B.
Başvurucuya net 11.250,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata
ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C.
Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden
oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde,
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
17/11/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.