20. Hukuk Dairesi 2018/4959 E. , 2019/2548 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı tarafından istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı dava dilekçesi ile müvekkili ile davalıların ... ili, ... ilçesi, ... mahallesinde kain 1106 ada, 134 parselde kayıtlı taşınmazın kat malikleri olduklarını, arsa paylarının oluşturulmasında bağımsız bölümlere değerleri ile orantılı bir tahsis yapılmadığını bağımsız bölümünü sonradan satın alan müvekkilinin adaletsiz bir durumla karşı karşıya kaldığını, oysa müvekkilinin malik olduğu 5 nolu bağımsız bölümün konumu ve diğer farklı özeklikleri ile binanın en değerli dairelerinden biri olduğunu belirterek KMK"nın 3.maddesinin hükmü gereğince taşınmazdaki bağımsız bölümlerin mevcut arsa paylarının değerleri ile orantılı ve adaletli bir duruma getirilerek tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karar taraf vekilleri tarafından temyizi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 25/12/2014 tarih ve 2014/21458 Esas 2014/18927 Karar sayılı ilamı ile "634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 3. maddesinde "kat mülkiyeti, bu mülkiyete konu olan anayapının bağımsız bölümlerinden her birine kat irtifakının kurulduğu tarihteki, doğrudan doğruya kat mülkiyetine geçilme halinde ise, bu tarihteki değeri ile oranlı olarak tahsis edilen arsa payının ortak mülkiyet esaslarına göre açıkça gösterilmesi suretiyle kurulur. Arsa paylarının bağımsız bölümlerin değeri ile oranlı olarak tahsis edilmediği hallerde, her kat maliki veya kat irtifakı sahibi, arsa payının düzenlenmesi için mahkemeye başvurabilir." hükmü yer almaktadır. Arsa payı düzenlemesinin yeniden yapılabilmesinin ilk şartı, arsa paylarının bağımsız bölümlerin değerleriyle oransız olarak belirlenmiş olmasıdır. Bu hususa dayalı istemlerde mahkeme tüm kanıtları değerlendirerek bağımsız bölümün değeri ile bölüme özgülenen arsa payını karşılaştırıp denklik sağlanmaya çalışmalıdır. Söz konusu işlem yapılırken de bağımsız bölümlerin cinsi, bulunduğu kat, alanı, ısınma sistemi, aydınlanması, mimari kullanımı ve konumu, cephesi ve manzarası gibi hususlar değerlendirme için esas alınır. Değerlendirmeye esas alınacak tarihten sonraki imar durumu ile cins ve manzara değişiklikleri, bakım ve onarım çalışmaları nedenleriyle meydana gelen değer artış ve eksilmeleri dikkate alınmaz.
Somut olayda dava konusu taşınmazda 1966 yılında kat mülkiyeti kurulduğu dikkate alındığında aradan geçen süre zarfında taşınmazda arsa paylarına herhangi bir itiraz olmamış, bilirkişi raporunda da bağımsız bölümlerin o tarihteki cinsi, bulunduğu kat, alanı, ısınma sistemi, aydınlanması, mimari kullanımı ve konumu, cephesi ve manzarası gibi hususlar değerlendirilmek suretiyle arsa paylarının yanlışlığını gösterecek herhangi bir delil de ortaya konulmamıştır. Arsa paylarının düzeltilebilmesi için kat mülkiyetinin kurulduğu tarihte ilgili bağımsız bölümün o tarihteki cinsi, bulunduğu kat, alanı, ısınma sistemi, aydınlanması, mimari
kullanımı ve konumu, cephesi ve manzarası gibi hususlar dikkate alınırken bir yanlışlık yapıldığının açıkça ortaya konulması gerekir. Mahkemece bu hususlar yeterince açıklanmadan, yanlışlığın nedenleri ortaya konulmadan bilirkişinin mevcut keşif tarihindeki durum dikkate alınarak belirlediği arsa paylarına göre kabul kararı verilmesi doğru görülmemiştir." denilmek suretiyle bozulmuştur.
Mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra yapılan yargılama sonucu, dava konusu taşınmazın kat mülkiyetinin kurulduğu tarihte cinsi, bulunduğu kat, alanı, ısınma sistemi, aydınlanması, mimari kullanımı ve konumu, cephesi ve manzarası gibi hususlar dikkate alınırken bir yanlışlık yapıldığının açıkça ortaya konulamaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
6100 sayılı HMK"nın geçici 3. madde 1. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 2. fıkrasına göre; bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. 3. fıkrasına göre; bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
Dosya içerisindeki belgelerin incelenmesinde; ... ... 18. Sulh Hukuk Mahkemesince 23/01/2018 tarihli 2016/395 E. - 2018/63 K. sayılı kararı her ne kadar tebliğden itibaren 2 hafta içinde Yargıtay yasa yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmışsa da aynı mahkemece daha önce 06/03/2014 tarihinde verilen 2012/802 E. - 2014/190 K. sayılı kararın Yargıtay 18. Hukuk Dairesince incelenerek 2014/21458 E. 2014/18927 K. sayılı kararıyla bozulmasına karar verildiği görülmekle; 1086 sayılı HUMK"nın uygulanması gerektiğinden ilgili kararın iki hafta değil 8 günlük temyiz yoluna tabi olduğu açıktır.
... ... 18. Sulh Hukuk Mahkemesince 23/01/2018 tarihli 2016/395 E. - 2018/63 K. sayılı kararı, davacı vekili Av. ..."a 09/04/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak yasal 8 günlük süreden sonra 18/04/2018 tarihinde karar temyiz edilmiştir. Bu durumda HUMK"nın 437. maddesi hükmünde öngörülen 8 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan, 1.6.1990 gün ve 1989/3 E. -1990/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca temyiz isteminin süreden REDDİNE, temyiz harcının istek halinde iadesine 11/04/2019 günü oy çokluğu ile karar verildi.
(M)
KARŞI OY YAZISI
Temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK"nın uygulanması gerektiği, sulh mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren 8 gün olduğu açıktır.
Ne varki; sulh hukuk mahkemesi, kısa ve gerekçeli kararında, temyiz süresi "8 gün" olmasına rağmen "iki hafta" olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davalıya 09/04/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği iki haftalık sürede ancak yasal 8 günlük süreden sonra 18/04/2018 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin
kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davalı, mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hakim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükümlüdür.(1086 sayılı HUMK.m.76, 6100 sayılı HMK 33. maddesi)
Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü gözönüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrası ve 6100 sayılı Kanunun 297. maddesinin “ç” bendi uyarınca, hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluk olduğu gibi HMK 297/2. fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” vurgusu yapılmıştır. Yargı kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını doğrudan engelleyecek ve hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Her ne kadar kanun yolu ve süresi, ilgili kanun maddelerinde açıkça belirtilmiş ise de, yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramayacağının kabul edilmesi gereklidir.
Karardaki yanlış yönlendirmenin hak kaybına yol açacağı açıktır, temyiz yoluna başvurma süresinin yanlış gösterilmesi bozma sebebi olmalıdır. Hakimin lehe verdiği karar hak sahibinin hak kaybına yol açacak şekilde yorumlanamaz. Kararın hüküm kısmı bir bütün olarak temyize tabidir.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.