5. Ceza Dairesi 2015/12885 E. , 2016/4494 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tefecilik
HÜKÜM : Beraat
Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
TCK"nın 241. maddesinde tanımlanan tefecilik suçunun oluşabilmesi için kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verilmesinin yeterli oluşu, ayrıca birden fazla kişiye sistemli olarak faiz karşılığı ödünç para verilmesinin suçun unsuru olarak aranmaması, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun 12/05/2015 gün ve 2014/4-655 Esas, 2015/152 sayılı Kararında da açıklandığı üzere kişiler arasında doğmuş bir alacak borç ilişkisine dayanmayan kazanç elde etme amaçlı ödünç para verme eylemlerinin tefecilik suçu kapsamında bulunması ve aralarında yakın akrabalık bağı veya iş ilişkisi bulunmayan kişiler arasında günün ekonomik koşulları nazara alındığında yüksek sayılabilecek miktarda paranın karşılıksız verilmesinin hayatın olağan akışına uygun olmaması nazara alındığında; katılanın sanıktan 2006 yılında % 5 faiz karşılığında değişik tarihlerde borç para aldığı şeklindeki aşamalarda değişmeyen beyanları, sanığın borç verdiğine ve karşılığında çek aldığına dair savunması ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın kazanç elde etmek için ödünç para verdiğinin sübuta erdiği ve yüklenen zincirleme tefecilik suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğu gözetilmeden dosya kapsamı ve oluşa uygun düşmeyen gerekçelerle yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,
Kanuna aykırı, katılan Hazine vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK"nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 02/05/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Sanığın faiz karşılığı ödünç para verdiği sabit kabul edilerek tefecilik suçundan mahkumiyeti gerektiği gerekçesiyle, yerel mahkemenin beraat hükmünün bozulmasına karar verilmiş ise de sayın çoğunluğun bozma gerekçesine aşağıda belirttiğim nedenlerle katılamıyorum;
Dosya kapsamına nazaran;
Müşteki, sanıktan aldığı borca karşılık vermiş olduğu çekleri ödeyemeyince, sanığın karşılıksız çekten dolayı şikayette bulunmasından ve hakkında icra takibine başlamasından sonra sanığın faizle borç para verdiğine dair şikayette bulunmuş, hatta Mersin 9. Asliye Ceza Mahkemesince 22/12/2008 tarih, 2008/658-936 sayılı kararıyla karşılıksız çekten dolayı müşteki hakkında mahkumiyet hükmü de kurulmuştur.
Sanık ise müşteki ile yıllardan beri arkadaş ve hemşehri olduğunu, ailesini de tanıdığını bu sebeple paraya sıkıştığında faiz istemeden borç verdiğini, ödeme güçlüğüne düşünce müştekiden çek aldığını ve bankaya ibrazında karşılığı olmayınca müşteki hakkında icra takibine başvurduğunu savunmuştur.
İddia ve savunma dışında dosyada delil olarak 25/09/2008 tarihli üst arama ve ev arama tutanakları bulunmaktadır. Bu tutanak içeriklerine göre müştekinin verdiği iki adet çek fotokopisi dışında başkaca bir suç unsuruna rastlanmamıştır. Yani sanığın tefecilik yaptığı hususuna delil teşkil edecek herhangi bir çek veya senet elde edilememiştir. Keza 02/04/2009 tarihli polis memurlarınca düzenlenen araştırma tutanağında da dosyamızdaki tefecilik iddiası dışında benzer suçtan dolayı işlem yapılmadığı, çevreden yapılan gizli araştırmada tefeciliği meslek haline getirdiğine ilişkin somut bilgiler elde edilemediği belirtilmiştir.Bu iki delil iddia ve savunma dışında sanığın lehine olan delillerdir ki, Daire pekçok kararında bu eksiklikler giderilmeden bir sonuca ulaşılmasını bozma sebebi yapmaktadır. Çünkü ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararı verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak biçimde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerekmektedir. Anayasanın 38/4, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 11, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 14/2 maddelerinde hep bu ilkeye atıf yapılmak suretiyle, masumiyet karinesinin önemi vurgulanmaktadır.
Sayın çoğunluk sanığın mahkumiyeti yönünde kanaate ulaşırken aralarında yakın akrabalık bağı veya iş ilişkisi olmayan kişiler arasında günün ekonomik koşullarına nazaran yüksek sayılabilecek paranın karşılıksız verilmesinin hayatın olağan akışına uygun olmaması ihtimalini nazara almış ise de, bu karine de mahkumiyet hükmü için başlı başına yeterli değildir, kabul edilen karinelerin mahkumiyet hükmüne dayanak olabilmesi için somut delillerle desteklenmesi ve kanıtlanması gerekmektedir. Yargıtay CGK"nun 10/03/2015 gün ve 2014/792 E., 2015/42 sayılı kararında bu konuya vurgu yapılarak; "‘Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” şeklinde ifade edilmiştir. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olayda müştekinin iddiası ve vermiş olduğu çek fotokopileri dışında sanığın atılı tefecilik suçunu işlediğine dair delil bulunmamakta, iddia şüphe boyutunda kalmaktadır. Bu itibarla mahkemenin beraat kararı yerindedir ve bu beraat hükmünün onanması gerektiği kanaati hasıl olduğundan, sayın çoğunluğun mahkumiyet yönündeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
(Muhalif)