
Esas No: 2013/2237
Karar No: 2013/2237
Karar Tarihi: 18/9/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
AHMET TEYİT KEŞLİ
BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/2237) |
|
Karar Tarihi: 18/9/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
Raportör |
: |
Bahadır YALÇINÖZ |
Başvurucu |
: |
Ahmet Teyit KEŞLİ |
Vekili |
: |
Av. Ayşen ARAS |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Uludağ
Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Ticaret Hukuku Anabilim
Dalında araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken görev süresinin
uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada verilen karar ve
yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 2.,
8., 10., 11., 17., 27., 36., 70., 123., 128., 130. ve 141. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 28/3/2013
tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığınca 4/2/2014 tarihli yazı ile görüşünü
sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüş
yazısı 14/2/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiş ve başvurucu vekili de 3/4/2014 tarihli yazı ile karşı beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 1999 yılında
Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Ticaret
Hukuku Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak göreve başlamış, daha sonra
Marmara Üniversitesinde doktora çalışması yapmak için izin talebinde bulunmuş,
Uludağ Üniversitesi Yönetim Kurulu 11/10/2001 günlü
kararı ile talebi uygun görmüş ve kararını Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına
göndermiş, ancak Üniversite Rektörlüğü başvurucunun talebini yeniden
değerlendirerek hizmetine ihtiyaç duyulduğundan bahisle 1/2/2002 tarihli işlemi
ile Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına gönderilen yazının geri çekilmesine karar
vermiştir. Başvurucu tarafından bu işlemin iptali istemiyle açılan davada Bursa
2. İdare Mahkemesi 22/5/2002 tarih ve E.2002/538
sayılı kararıyla, başvurucu talebinin kabul edildiği dönemdeki şartlarda bir
değişiklik olmadığı gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar vermiştir.
9. Marmara Üniversitesi
Rektörlüğü, Uludağ Üniversitesi Rektörlüğünün anılan Mahkeme kararına rağmen
kadro aktarımı yapmaması ve başvuru formunun eksik doldurulduğu gerekçesiyle 13/3/2003 tarihli işlem ile başvurucunun doktora kaydını
silmiş, bu işlemin iptali istemiyle açılan davada İstanbul 2. İdare Mahkemesi
21/1/2004 tarih ve E.2003/444, K.2004/39 sayılı kararıyla, başvurucunun başka
bir üniversitede araştırma görevlisi kadrosunda bulunmasının doktora öğrenci
kaydının silinmesi için geçerli bir neden olmadığı gerekçesiyle iptal kararı
vermiştir.
10. Bunun yanında başvurucunun
araştırma görevlisi olarak 4/11/1981 tarih ve 2547
sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33. maddesi uyarınca 9/9/2002 tarihli olur ile
bir yıl süreyle yeniden ataması yapılmış, ilgili Anabilim Dalı Başkanı
tarafından Bursa 2. İdare Mahkemesinde bu işleme karşı dava açılmış, her ne
kadar dava sürecinde yürütmeyi durdurma kararı verilmişse de anılan Mahkeme
28/10/2004 tarih ve E.2002/1586, K.2004/1480 sayılı kararıyla davanın esası
hakkında ret kararı vermiştir. Bu arada üniversite yönetimi yürütmeyi durdurma
kararına istinaden 10/4/2003 tarihinde başvurucunun
üniversite ile ilişiğinin kesilmesine dair işlem tesis etmiş, başvurucu bu işleme
karşı da Bursa 2. İdare Mahkemesinde dava açmış, anılan Mahkeme 12/7/2005 tarih
ve E.2005/274, K.2005/766 sayılı kararıyla, 2002/1586 esasına kayıtlı davada
verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine işlem tesis edilmiş ise de daha sonra
anılan davanın reddedilmesi nedeniyle işlemin dayanaksız kaldığından bahisle
ilişiğin kesilmesine ilişkin işlemin iptaline karar vermiştir.
11. Başvurucu hakkında Marmara
Üniversitesinde doktora çalışmasına devam ettiği süreye ilişkin olarak disiplin
soruşturması başlatılmış ve 20 gün göreve gelmediğinden bahisle 28/7/2004 tarihli Yükseköğretim Kurulu Yüksek Disiplin
Kurulu kararı ile başvurucu kamu görevinden çıkarma cezasıyla tecziye edilmiş
ve bu nedenle Mahkeme kararları uygulanamamış, ancak anılan disiplin cezasına
karşı başvurucunun Bursa 3. İdare Mahkemesinde açtığı davada 2/5/2005 tarih ve
E.2005/201 sayılı kararla yürütmenin durdurulmasına hükmedilmesi üzerine
22/06/2005 tarihli onayla başvurucu 21/09/2004 tarihinden itibaren 1 yıl
süreyle yeniden eski görevine atanmıştır.
12. Başvurucunun göreve
başladıktan 2 ay 13 gün sonra görev süresi sona ermiş, üniversite yönetimi
başvurucunun doktora programını tamamlayamadığı, birlikte görev yapacağı
öğretim üyesinin bulunmadığı, düzen ve disiplini sağlayamadığı, çalışmalarının
memnun edici olmadığı gerekçeleriyle 21/9/2005 tarih
ve 21183 sayılı işlem ile görev süresinin uzatılmamasına karar vermiş ve
böylece başvurucunun üniversite ile ilişiği tekrar kesilmiştir.
13. Başvurucu, görev süresinin
uzatılmamasına ve ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 2/10/2006 tarihinde Bursa 2. İdare Mahkemesinde dava açmış,
Mahkeme 30/1/2008 tarih ve E.2006/2373, K.2008/52 sayılı karar ile davanın
reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
"Karar veren Bursa İkinci İdare
Mahkemesince önceden belirlenerek taraflara duyurulan 06.12.2007 günlü
duruşmaya davacı ve davacı vekilinin gelmediği, davalı idare vekilinin geldiği
görülmekle gelen tarafa usulüne göre söz verilip dinlendikten sonra duruşmaya
son verildi. Aynı gün yapılan ara kararına davalı idarece verilen cevaptan
sonra dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:
…
Dava dosyasının incelenmesinden, 2000 yılında Uludağ
Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalında
araştırma görevlisi olarak göreve başlayan davacının görev süresinin
uzatılmasına ilişkin 09.09.2002 günlü işlemin iptali istemiyle Uludağ
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Anabilim Dalı başkanı
tarafından açılan 2002/1586 esas sayılı davada verilen 31.01.2003 günlü dava
konusu işlemin yürütülmesinin durdurulması kararı üzerine davacının görevden
ilişiğinin kesildiği, davacının bu karar uyarınca görevine son verilmesi
işleminin iptali istemiyle 2003/1062 esas sayılı davayı açtığı, bilahare ise
2002/1586 esas sayılı davada yürütmeyi durdurma kararı kaldırılarak 28.10.2004
gün ve 2004/1480 sayılı kararla davanın reddine karar verildiği, bu karara
bağlı olarak ise 2003/1062 esas sayılı davada aynı tarihte “iptal” kararı
verildiği, bu kararların, 28.07.2004 günlü YÖK Disiplin kurulu kararı ile
davacıya kamu görevinden çıkarma cezası verilerek görevi ile ilişiğinin
kesilmesi nedeniyle uygulanamadığı, ancak YÖK Disiplin kurulu kararı ile verilen
kamu görevinden çıkarma cezasının iptali istemiyle Bursa 3. İdare Mahkemesinde
açılan davada, anılan mahkemenin 02.05.2005 gün ve 2005/201 esas sayılı
“yürütmeyi durdurma” kararı üzerine davacının 22.06.2005 günlü onayla
21.09.2004 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle eski görevine iade edildiği,
20.09.2005 tarihinde biten görev süresinin uzatılmamasına ilişkin dava konusu işlemin
tesis üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, mahkeme kararları sonucunda 21.09.2004
tarihinden itibaren 1 yıl süreyle atanmasına ilişkin 22.06.2005 günlü
kararnameye karşı davacı tarafından yargı yoluna başvurulmadığı, görev
süresinin bitimine bir ay kala Ticaret Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı tarafından
yazılan 22.08.2005 tarihli yazıda “davacının bu güne kadar yapması gereken
doktora programını tamamlayamadığı, 2547 sayılı Yasanın 33. maddesi gereğince
yapması gereken araştırma, inceleme v.b görevlerini
yerine getirmediği, davacının görev yaptığı ana bilim dalında doktora eğitimi
yaptırılamadığı ve davacının birlikte görev yapacağı öğretim üyesinin
bulunmaması nedeniyle sadece maaş alan bir görevli haline döneceği, görevine
iade edildikten sonra düzen ve disiplini sağlayamadığı, başka kurumda yaptığı
doktora öğrenciliğinin tescilini sağlamaya çalıştığı, çalışmalarının memnun
edici olmadığı, boş bulunan bir anabilim dalında görev yapmasının hem kurum hem
de kendisi açısından bir yarar sağlamayacağının” belirtildiği, davacı hakkında
işletme bölüm başkanlığının 29.08.2005 günlü ve fakülte yönetim kurulunun
06.09.2005 günlü görüşlerinin de olumsuz olduğu anlaşılmaktadır.
Her ne kadar davacının mahkemelerde açılan davalar nedeniyle uzun
bir süre görevinden ayrı kalması sebebiyle doktora çalışmalarını yerine
getiremediği ve verilen araştırma, inceleme v.b
görevlerini yerine getirmediği yönünde dosyaya somut bilgi ve belge
sunulamadığı anlaşılmakta ise de; davacının görev yaptığı ana bilim dalında
eğitimine, araştırma ve incelemelerine yön verecek öğretim üyesinin
bulunmaması, ilgili bölümden araştırma görevlisi kadrosu talebinin olmaması,
ana bilim dalı başkanı, işletme bölüm başkanı ve fakülte yönetim kurulu
tarafından davacının hizmetine ihtiyaç bulunmadığı yönünde görüş belirtilmesi
hususları göz önüne alındığında ve araştırma görevlisi kadrosu talep edilmesi konusunda
davalı idarenin yargı kararı ile zorlanmasına imkân bulunmadığından tesis
edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır."
14. Başvurucu kararı temyiz
etmiş, Danıştay Sekizinci Dairesi 23/1/2012 tarih ve E.2008/6148, K.2012/39
sayılı kararı ile temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Kararda Danıştay
savcısının düşüncesine de yer verilmiştir.
15. Bu karara karşı yapılan
karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 21/12/2012
tarih ve E.2012/3706, K.2012/11136 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
16. Karar, başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 28/3/2013 tarihinde
bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
17. 2547 sayılı Kanun’un “Araştırma görevlileri, uzman, çevirici ve eğitim -
öğretim planlamacıları” kenar başlıklı 33. maddesinin (a) bendi
şöyledir:
“a) (Değişik: 12/8/1986 - KHK 260/3
md.) Araştırma görevlileri, yükseköğretim
kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili
organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar
ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının
önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün
olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok
üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona
erer.(Ek cümle: 21/4/2005 – 5335/10 md.)Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler.”
18. 6/1/1982 tarih ve 2575 sayılı
Danıştay Kanunu’nun “Savcıların görevleri”
kenar başlıklı 61. maddesinin 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 47.
maddesiyle değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Savcılar, ilk derece
mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava
dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas
hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler. Bu
süreler geçirilirse durumu sebepleriyle birlikte Başsavcıya bildirirler.
Danıştay Başkanının ve Başsavcısının vereceği diğer görevleri yerine getirir;
çalışma düzeninin korunması ve iş veriminin artırılması için Başsavcının
alacağı tedbirlere uyarlar”.
19. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanun’un “Tebligat ve cevap
verme” kenar başlıklı 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54.
maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştayda
ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki
yazılı düşüncesi taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğden itibaren on gün
içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebilirler.”
20. 2577 sayılı Kanun’un “Duruşma” kenar başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“1. Danıştay ile
idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin
Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla
benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin
Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine
duruşma yapılır.
2. Temyiz ve
itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge
idare mahkemesi kararına bağlıdır.
3. Duruşma talebi,
dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.
4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın
Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma
yapılmasına karar verebilir.
5. Duruşma
davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”
21. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın düzeltilmesi” kenar başlıklı 54.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri
Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin
itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere
kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde
taraflarca;
a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda
karşılanmamış olması,
b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,
c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,
d) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,
Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 18/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
28/3/2013 tarih ve 2013/2237 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23. Başvurucu, doktora
programını tamamlayamamış olması ve ilgili ana bilim dalında araştırma
görevlisine ihtiyaç kalmaması sebepleri ile idare tarafından hakkında tesis
edilmiş olan görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin amaç, konu ve
maksat yönlerinden hukuka aykırı olduğunu, işlemin iptali için idare
mahkemesinde açılan davada yerel mahkemenin delilleri toplamaksızın ve dava
dilekçesinde ileri sürülen iddiaları karşılamaksızın hüküm kurduğunu, aynı
şekilde temyiz mahkemesinin kararının da matbu ifadelerden ibaret olup gerekçe
içermediğini, duruşma talebinin haksız bir şekilde reddedildiğini, Danıştay
savcısı görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini, yaklaşık 7 yıl süren
yargılamanın makul süreyi aştığını, bunun yanında uzun yıllar idare ve yargının
yaptığı hatalar ile mücadele etmek zorunda kalması nedeniyle manevi cebre maruz
kaldığı gerekçesiyle işkence ve kötü muamele yasağına aykırı hareket
edildiğini, kamu hizmetine girme hakkının engellendiğini, görevine son
verilmesinden yaklaşık bir yıl sonra hizmet ihtiyacında hiçbir değişiklik
olmadığı halde aynı kadroya başka bir araştırma görevlisinin alınmasının
eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini belirterek, Anayasa’nın 2., 8., 10., 11., 17., 27., 36., 70., 123., 128., 130. ve
141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucunun,
çalışma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının ayrı bir başlık altında,
yargılamanın adil yapılmadığı, Danıştay Savcılığı düşüncesinin tebliğ
edilmediği, duruşma talebinin kabul edilmediği ve davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığı iddiaları, adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü
şikâyetlerine bağlı olduğundan, başvurunun bu kısmının ise birlikte incelenmesi
gerekmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Çalışma Hakkı ve Eşitlik İlkesinin İhlal
Edildiği İddiası
25. Başvurucu, kamu hizmetine
girme hakkının engellendiğini, görevine son verilmesinden yaklaşık bir yıl
sonra hizmet ihtiyacında hiçbir değişiklik olmadığı halde aynı kadroya başka
bir araştırma görevlisinin alınmasının eşitlik ilkesine aykırılık teşkil
ettiğini ileri sürmüştür.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
27. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir.”
28. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar”
kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenler tarafından yapılabilir.”
29. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da
girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’in
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
30. Bireyin dilediği alanda
çalışma özgürlüğü ve çalışma hakkı Anayasa’nın 48. ve 49. maddelerinde güvence
altına alınmış olmakla birlikte AİHS’de düzenlenen haklardan değildir. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de kamu hizmetine girme ya da dilediği kamu
görevinde çalışma hakkının Sözleşme’de ya da
protokollerinde korunan bir hak olmadığını açıkça ifade etmektedir. (B. No:
2013/1613, 2/10/2013, § 24).
31. Diğer yandan başvurucu,
Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesinin de ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa’nın “Kanun
önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesinin birinci ve beşinci
fıkraları şöyledir:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
32. Sözleşme’nin “Ayırımcılık yasağı” kenar başlıklı 14.
maddesi şöyledir:
“Bu Sözleşme’de tanınan hak ve
özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer
kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet,
doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık
gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”
33. Başvurucunun, Anayasa’nın
10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme’nin 14. maddesinde
düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi
geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak
ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle
ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal
iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda ayrımcılığa maruz
kaldığı sorularına cevap verebilmesi gerekmektedir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
34. Başvuru konusu olayda
başvurucu, görevine son verilmesinden yaklaşık bir yıl sonra hizmet ihtiyacında
hiçbir değişiklik olmadığı halde, aynı kadroya başka bir araştırma görevlisi
alınarak eşitliğe aykırı hareket edildiğini, dolayısıyla ayrımcılık yasağının
ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de söz konusu ayrımcılığın hangi temel hak
ve özgürlüğün kullanımına yönelik olarak gerçekleştiğini belirtmemiştir. Başvuru dilekçesinin
içeriğinden de, başvuru konusu olayın Anayasa ve Sözleşme kapsamındaki hak ve
hürriyetlerden her hangi biri ile bağlantısının kurulmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
35. Açıklanan nedenlerle, başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
36. Başvurucu, yargılamanın adil
yapılmadığını, Danıştay Savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediğini, duruşma
talebinin kabul edilmediğini ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını
ileri sürmüştür.
37. Başvurucunun bu başlık
altındaki şikâyetlerinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir.
i. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası
38. Başvurucu, dava konusu
ettiği görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin amaç, konu ve maksat
yönlerinden hukuka aykırı olduğunu, işlemin iptali için idare mahkemesinde
açılan davada yerel mahkemenin delilleri toplamaksızın karar verdiğini
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
39. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, Anayasanın
uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının
belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara
uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
40. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel
başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır.
Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
41. Anılan kurallar uyarınca,
bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
42. Başvurucu, araştırma
görevlisi olarak görev yapmakta iken görev süresinin uzatılmamasına ilişkin 21/9/2005 tarih ve 21183 sayılı işlemin iptali istemiyle
açtığı davaya ilişkin dilekçesinde, 2002 yılında görev süresinin uzatılmasına
ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açan Uludağ Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Anabilim Dalı başkanının daha sonra ağır ceza
mahkemesinde yargılandığını, görevine iade edilmesi gerektiği sırada 20 gün
görevine gelmediğinden bahisle kamu görevinden çıkarıldığını, bu işleme karşı
Bursa 3. İdare Mahkemesince iptal kararı verildiğini, görevine iadesinin 6 ay
süreliğine olmasının 2547 sayılı Kanun’a aykırı olduğunu, haksız şekilde ve
kasıtlı olarak uzun bir süre doktora çalışmalarını yerine getirmesinin engellendiğini
ileri sürdüğü anlaşılmaktadır.
43. Bursa İdare Mahkemesi ise
daha önce verilen mahkeme kararları uyarınca başvurucunun 21/9/2004
tarihinden itibaren 1 yıl süreyle atamasının yapılmasına ilişkin 22/6/2005
tarihli işleme karşı dava açmadığı, görev yaptığı ana bilim dalında eğitimine,
araştırma ve incelemelerine yön verecek öğretim üyesinin bulunmadığı, ilgili
bölümün araştırma görevlisi kadrosu talebinin olmadığı, ana bilim dalı başkanı,
işletme bölüm başkanı ve fakülte yönetim kurulu tarafından başvurucunun
hizmetine ihtiyaç bulunmadığı yönünde görüş belirtildiği ve araştırma görevlisi
kadrosu talep edilmesi konusunda idarenin yargı kararı ile zorlanmasına imkan
olmadığından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle
davayı reddetmiştir.
44. Başvurucu iddialarının
mevzuatın yorumlanmasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin
olduğu anlaşılmaktadır.
45. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararların değil, yargılama sürecinin ve
usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu
nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin
incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı
gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından
dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna
sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz
takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması
gerekir. Somut olayda başvurucu yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı
olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda
verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği
anlaşılmaktadır.
46. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir
keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay Kararlarının Gerekçesiz
Olduğu İddiası
47. Başvurucu, açtığı davada
ileri sürdüğü iddialarının karşılanmadığını ve Danıştay kararlarının gerekçesiz
olduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B.
No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
49. Kanun yolu mahkemelerince
verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi
kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu
şeklinde yorumlanmakla beraber (bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk
derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları
ile başvurucuların usuli haklarının ihlal edildiğine
yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçeli
karar hakkının ihlali olarak görülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
50. 2547 sayılı Kanun’un 33.
maddesinin (a) bendinde, araştırma görevlilerinin eğitim yardımcıları oldukları
belirtilmiş ve bunların ilgili anabilim veya anasanat
dalı başkanlarının önerisi, bölüm başkanı, dekan, enstitü, yüksekokul veya
konservatuvar müdürünün olumlu görüşü alındıktan sonra rektörün onayı ile
araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanabilecekleri, süresi
dolanların görevlerinin kendiliğinden sona ereceği ve görevi sona erenlerin
aynı usul ile yeniden atamalarının yapılabileceği düzenlenmiştir.
51. Başvuru konusu olayda İlk
Derece Mahkemesi, başvurucunun görev yaptığı ana bilim dalında eğitimine,
araştırma ve incelemelerine yön verecek öğretim üyesinin bulunmaması, ilgili
bölümün araştırma görevlisi kadrosu talebinin olmaması, Ana Bilim Dalı Başkanı,
İşletme Bölüm Başkanı ve Fakülte Yönetim Kurulu tarafından başvurucunun
hizmetine ihtiyaç bulunmadığı yönünde görüş belirtilmesi hususları göz önüne
alındığında ve araştırma görevlisi kadrosu talep edilmesi konusunda davalı
idarenin yargı kararı ile zorlanmasına imkân bulunmaması nedeniyle işlemin
hukuka aykırı olmadığına karar vermiştir.
52. Bu durumda İlk Derece
Mahkemesi başvurucunun durumunu 2547 sayılı Kanun’un 33. maddesinin (a) bendi
kapsamında değerlendirerek dava konusu işlemin tesisinde hukuka aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş olup, kararda başvurucunun
iddialarının karşılanmadığından söz etmeye imkân yoktur.
53. Bunun yanında Danıştay, İlk
Derece Mahkemesi kararına atıf yaparak ve Mahkemenin gerekçesini aynen kabul
ederek temyiz talebini reddetmiş ve kararı onamış, karar düzeltme nedenleri
bulunmadığı gerekçesiyle de karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.
Dolayısıyla Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
54. Açıklanan nedenlerle,
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Danıştay Savcılığı Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği
İddiası
55. Başvurucu, Danıştay savcısı
görüşünün kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
56. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM’in ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık görüşü
kendisine tebliğ edilmiş olsaydı, mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave
tezleri ileri süreceğine dair başvurucu tarafından herhangi bir açıklamada
bulunulmadığı durumda, başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında
Başsavcılık düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın
sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum
bırakıldığının söylenemeyeceğine karar verdiğini (Liga Portuguesa de Futebol
Profissional/Portugal , B. No.49639/09, 3/4/2012, §
38), başvuruya konu olayda, temyiz aşamasında Başsavcılık görüşünün önceden
taraflara tebliğ edilmediğinin anlaşılmasına karşın başvurucu tarafından da Başsavcılık
görüşünün kendisine tebliğ edildiğinde hangi ilave tezleri ileri süreceği
yönünde herhangi bir açıklamada bulunmadığı hususun dikkate alınması
gerektiğini bildirmiştir.
57. Başvurucu cevap
dilekçesinde, haklı olan başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini, savcılık
düşüncesinin kendisine tebliğ edilmemesinin adil yargılanma hakkına aykırı
olduğunu belirtmiştir.
58. AİHM, dosyaya ilişkin
bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Danıştay savcısının
düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama
ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11/2007).
Bu nedenle savcı düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine
sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma
hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, §
33).
59. Bu kapsamda kanun koyucu
yasal değişikliğe gitmiş ve 2575 sayılı Kanun’un 61. maddesine göre Danıştay
savcılarının kendilerine havale olan dosyaları Başsavcı adına inceleyeceği ve
düşüncelerini gerekçeli ve yazılı olarak verecekleri düzenlenmiş iken bu
maddede 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 47.
maddesiyle değişiklik yapılmış ve yapılan yeni düzenleme sonrasında Danıştay
savcılarına yalnızca ilk ve son derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından
incelenen davalarda düşünce sunma yükümlülüğü verilmiştir.
60. Bunun yanında 2577 sayılı
Kanun’un 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı
fıkra uyarınca Danıştayda ilk derece mahkemesi
sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesinin
taraflara tebliğ edileceği ve tarafların, tebliğden itibaren on gün içinde
görüşlerini yazılı olarak bildirebileceği düzenlenmiştir.
61. 2577 sayılı Kanun’un 54.
maddesinde ise Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel
Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin
itiraz üzerine verdikleri kararlara karşı bir defaya mahsus olmak üzere kararın
tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde esas kararı
vermiş olan daire, kurul veya bölge idare mahkemesinden kararın düzeltilmesinin
istenebileceği belirtilmektedir.
62. Başvuru konusu olayda,
temyiz yargılaması sırasında dava dosyasına sunulan Danıştay savcı düşüncesi
başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu bu düşünceyi temyiz başvurusunun
reddine ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına ilişkin Danıştay Sekizinci
Dairesi kararında öğrenmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar
düzeltme talebi hakkında karar verilmesinden önce 6352 sayılı Kanun’un 54.
maddesiyle 2576 sayılı Kanun’un 61. maddesinde değişiklik yapılarak Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar
dışında Danıştay savcısının düşünce verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmış ve başvurucunun
karar düzeltme talebi hakkında Danıştay savcısı düşünce vermemiştir.
63. Bu durumda, başvurucu temyiz
talebi hakkında verilen Danıştay savcı düşüncesinden temyiz talebinin reddine
ilişkin kararın kendisine tebliği ile haberdar olmuş ve karar düzeltme
aşamasında bu düşünceye yönelik görüşlerini hazırlama ve Danıştay Sekizinci
Dairesine sunma imkânı bulmuştur.
64. Diğer taraftan başvurucu
eğer temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı
mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin
olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun temyiz
yargılaması sırasında savcı düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle
yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan
mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama
hakkının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.
65. Açıklanan nedenlerle,
çelişmeli yargılama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iv. Duruşma Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
66. Başvurucu, kanun yolu
incelemesinde duruşma yapılmamak suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
67. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM"e göre her davada mutlaka duruşma yapılmasının zorunlu
olmadığı, dosya üzerinden rahatlıkla çözülebilecek davalarda, davanın
şartlarında bir tartışma yoksa, duruşma yapılmadan
dosya üzerinden de karar verilebileceği, AİHM içtihatlarına göre temyiz
incelemelerinde de mutlaka duruşma yapılması şartı aranmadığı, eğer ilk derece
mahkemesinde taraflar iddialarını açıkça ortaya koymuşlarsa, bu durumda
Danıştay önünde tekrar duruşma yapılmasına gerek olmadığı, 2577 sayılı Kanun’un
17. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Danıştayda
temyiz üzerine bakılan dosyalarda duruşma yapmanın tarafların isteği ve ilgili
dairenin uygun görmesi şartlarına bağlandığı, somut olayda başvurucu Bursa 2.
İdare Mahkemesinde açtığı davada duruşma talebinde bulunmuş ancak yapılan
duruşmaya ne kendisinin ne de avukatının katıldığı, davanın temyiz aşamasında
ise duruşma yapılması talebinin Daire tarafından uygun görülmeyerek reddedildiği
anlaşılmaktadır. Başvuruya konu yargılama sürecinde adil yargılanma hakkının
ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, yukarıdaki hususların dikkate
alınması gerektiğini bildirmiştir.
68. Başvurucu cevap
dilekçesinde, haklı olan başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
69. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de
Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması
ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini
kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak
ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli
gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın
mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama
ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi
amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma
yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No:
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 107).
70. 2577 sayılı Kanun’un “Duruşma” başlıklı 17. maddesinde, temyiz
ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili
bölge idare mahkemesi kararına bağlı olduğu, bunun yanında Danıştay veya bölge
idare mahkemesinin kendiliğinden de duruşma yapılmasına karar verebileceği
düzenlenmiştir.
71. Somut olayda başvurucu Bursa
2. İdare Mahkemesinde gerçekleşen yargılama sürecinde dava dilekçesi, cevaba
cevap dilekçesinde iddialarını ileri sürebilmiş, duruşma talebi kabul edilmiş,
ancak duruşma günü ne kendisi ne de avukatı duruşmaya iştirak etmiş veya
mazeret dilekçesi sunmuştur. Başvurucu, idare mahkemesi kararına karşı yaptığı temyiz
başvurusunda da duruşma yapılması talebinde bulunmuş, Danıştay Sekizinci
Dairesi duruşma talebini kabul etmeyerek işin esasına geçmiş ve idare mahkemesi
kararının onanmasına karar vermiştir.
72. Bu bilgiler ışığında,
yargılamanın evrak üzerinden yapılacağı kurala bağlanan ve temyiz aşamasında
duruşma yapılması talebe veya Danıştay Dairesinin takdirine bağlı kılınan idari
yargılama sürecinde, temyiz dilekçesi ve buna karşı sunulan savunma dilekçesi yazılı
olarak alındıktan ve dava dosyası bir bütün olarak incelendikten sonra karara
bağlanan temyiz yargılamasının salt dosya üzerinden yapılması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.
73. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının bir ihlalin olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı
İddiası
74. Başvurucu, yaklaşık 7 yıla
yaklaşan yargılamanın makul süreyi aştığını ve bunun yanında yaklaşık 10-15 yıl
boyunca idare ve yargının yaptığı hatalar ile mücadele etmek zorunda kalması
nedeniyle manevi cebre maruz kaldığı gerekçesiyle işkence ve kötü muamele
yasağına aykırı hareket edildiğini ileri sürmekte ise de, başvurucunun bu
iddialarının özü yargılamanın uzun sürmesinden kaynaklanmış olup, başvuru,
davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa"nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası
kapsamında değerlendirilmiştir.
75. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den
önce açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla,
başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi
dâhilindedir. Ayrıca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce,
ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde, yargılamanın uzamasını önleyici etkiye
sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan
zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal
başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının
tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 21-30).
76. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
77. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
78. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
79. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
80. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
81. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
82. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
83. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
84. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
85. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
86. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
87. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarihtir. Başvuru konusu olaya bakıldığında Anayasa Mahkemesine yapılan
başvuruya konu edilen ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dahilinde olan dava, başvurucunun görev süresinin
uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 2/10/2006 tarihinde Bursa 2.
İdare Mahkemesinde açılan davadır. Bu durumda, makul süre değerlendirmesinde
sürenin başlangıç tarihi somut başvuru açısından 2/10/2006
tarihidir.
88. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil,
uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 51).
89. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
90. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, başvurucu, görev süresinin uzatılmamasına ilişkin
işlemin iptali istemiyle 2/10/2006 tarihinde Bursa 2.
İdare Mahkemesine dava açmış, İlk Derece Mahkemesi dosyanın tekemmülünün
ardından 7/12/2007 tarihinde duruşma yapmış, aynı tarihli ara kararı ile
uyuşmazlığın çözümü için davalı idareden başvurucunun görev süresinin
uzatılmamasına ilişkin işlemin tesis edildiği tarihten sonra ilgili kadroya
atama yapılıp yapılmadığı hakkında bilgi ve belge istemiş, ara kararına verilen
cevaptan sonra 30/1/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiş, bu karar
17/4/2008 tarihinde davalı idareye, 22/4/2008 tarihinde ise başvurucu vekiline
tebliğ edilmiş, 2/5/2008 kayıt tarihli dilekçe ile başvurucu vekili kararı
temyiz etmiş, 10/6/2008 tarihinde davalı idare temyiz dilekçesine cevap vermiş,
dava dosyası 17/6/2008 tarihinde Danıştaya
gönderilmiş ve Danıştay Sekizinci Dairesi 23/1/2012 tarihinde İlk Derece
Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karar başvurucu vekiline 21/2/2012 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu vekili
7/3/2012 tarihinde karar düzeltme başvurusunda bulunmuş, 11/4/2012 tarihinde
davalı idare karar düzeltme dilekçesine cevap vermiş, dava dosyası 17/4/2012
tarihinde Danıştaya gönderilmiş, Danıştay Sekizinci
Dairesi 21/12/2012 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve uyuşmazlığa
konu yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.
91. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
92. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar,
hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki
gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı
nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların
sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
93. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesinde 2/10/2006
tarihinde açılan dava hakkında 30/1/2008 tarihinde karar verildiği ve yargılama
süresinin 1 yıl 3 ay 28 gün olduğu, bu kararın 2 ay 23 gün sonra başvurucu
vekiline tebliğ edildiği ve karar tarihinden 4 ay 18 gün sonra dava dosyasının
temyiz incelemesi için Danıştaya gönderildiği,
Danıştay Sekizinci Dairesinin temyiz ve karar düzeltmeden oluşan kanun yolu
incelemesini 4 yıl 6 ay 4 günde tamamladığı ve toplam yargılama süresinin ise 6
yıl 2 ay 19 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesince makul sürede dava hakkında
karar verilmiş ise de Danıştay Sekizinci Dairesinde geçen kanun yolu
incelemesinde gecikmelerin yaşandığı tespit edilmekle beraber, yukarıda yer
verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan
iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama
süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama
sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var
olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin yargılama faaliyetinin
makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
94. Başvurucunun tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
95. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın başvurucunun araştırma görevlisi
olarak görev yapmakta iken görev süresinin bitmesinin ardından bu sürenin
uzatılmamasına ilişkin işlemin iptaline yönelik olmasına ve davanın esastan
çözümünün ise kararın başvurucu vekiline tebliği de dahil
olmak üzere İlk Derece Mahkemesince 1 yıl 6 ay 25 gün içinde tamamlanmış
olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme talepleri hakkında 4 yıl 6 ay 4 günde
karar verilmiş olması, ve toplam yargılamanın 6 yıl 2 ay 19 gün sürmesi
şikâyete konu yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğunu ortaya
koymaktadır.
96. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
97. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle maruz kaldığı manevi zarar
karşılığında tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
98. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
99. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin 6 yıl 2 ay 19 günlük yargılama süresi nazara alındığında,
başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 4.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
100. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Çalışma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının "konu
bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Yargılamanın adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğu yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Danıştay Savcılığı görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasının "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5.
Duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun
olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 4.150,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/9/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.