
Esas No: 2013/2929
Karar No: 2013/2929
Karar Tarihi: 18/9/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ALİ OSMAN BAYRAK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/2929) |
|
Karar Tarihi: 18/9/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
Raportör |
: |
Selami ER |
Başvurucu |
: |
Ali Osman BAYRAK |
Vekilleri |
: |
Av. Esra YAYCI, Av. Güngör TANRIVERDİ, |
|
|
Av. Cemal EMİR |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, işverene ait
kendisinin kullanımında olan telefonla özel görüşmeler yapması nedeniyle iş
akdinin işverence feshedilmesi sonrasında açtığı işe iade davasında verilen ret
kararı sonucu çalışma, özel hayatın gizliliği ve adil yargılanma hakları,
eşitlik ilkesi ile haberleşme hürriyetinin ve Anayasa’nın 14. maddesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılarak ihlalin giderilmesi ya da
tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/5/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 26/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/2/2014
tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 7/4/2014 tarihli görüş yazısı, 17/4/2014 tarihinde
başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına
karşı beyanlarını yasal süresi içinde 30/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1997 yılı Mart ayından itibaren ASKİ’nin taşeron firması olan işveren
ortak girişim firmasında (İşveren) sayaç okuma işinde çalışırken 2010 yılında
İ.A. isimli bir şahsın eşini işverene ve kendisine ait GSM hatlarıyla arayarak
kişinin huzur ve sükûnunu bozduğu gerekçesiyle hakkında Şarkışla Cumhuriyet
Savcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır.
8. Başvurucunun iş akdi,
3/11/2010 tarihinde, aynı olaya ilişkin olarak “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller” gerekçesiyle
işveren tarafından feshetmiştir.
9. Başvurucu 1/12/2010
tarihinde Ankara 12. İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işe iade istemli tespit
davası açmıştır.
10. Şarkışla Ceza Mahkemesi
12/9/2011 tarihli ve E.2011/223, K.2011/310 sayılı kararıyla TCK 123/1
maddesinde yer alan atılı suçun şikâyete bağlı bir suç olması ve müştekinin
şikâyetinden vazgeçmesi sonucu başvurucu hakkında yürütülen davada düşme kararı
vermiştir.
11. İş Mahkemesi, 3/3/2011
tarihli duruşmada ulaşılamayan davalıya ulaşılması amacıyla tebligat
yapılmasına, 28/4/2011 tarihli duruşmada tarafların delillerini sunmasına ve
taraflarca belirlenen tanıklara davetiye çıkarılmasına karar vermiş, 15/6/2011
ve 15/9/2011 tarihli duruşmalarda ise tarafların gösterdiği tanıkları
dinlemiştir.
12. Mahkeme, 1/12/2011 tarih ve
E.2010/1071, K.2011/739 sayılı kararla başvurucunun ahlak dışı davranışlarının
ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, başvurucunun işe iadesine, işe
iade edilmemesi halinde beş aylık ücreti tutarında tazminat ödenmesine, işe
iadesi halinde dört aylık ücretin başvurucuya ödenmesine ve bu ödemenin kıdem
ve ihbar tazminatından mahsubuna karar vermiştir.
13. Bahsedilen Mahkeme kararı
temyiz edilmiş, temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından
12/11/2012 tarih ve E.2012/34516, K.2012/37178 sayılı kararla ve başvurucunun
kendisinin kullanımına tahsisli işverene ait bir telefon hattıyla birçok kez
bir kadınla özel görüşmeler yaptığının sabit olduğu, söz konusu kadının eşinin
şikâyetçi olması üzerine Şarkışla Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma
neticesinde telefon numarasının tespit edildiği ve işveren vekilinin şüpheli
sıfatıyla ifadesinin alındığı, davacının üzerine atılı suçtan açılan kamu
davasında müştekinin şikâyetinden vazgeçmesi nedeniyle düşme kararı verildiği, işverenin
iş gereği kullanmak üzere kendisine verdiği telefonu tahsis amacı ve iş dışında
kullanmak suretiyle işverenin güvenini kötüye kullandığı ve feshin haklı nedene
dayandığı gerekçesiyle, Mahkeme kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve
davanın reddine karar verilmiştir.
14. Karar aynı tarihte
kesinleşmiş ve başvurucuya 29/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 7/5/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
16. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
17. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili
hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların
sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit
yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”
18. 22/5/2003 tarihli ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun “Fesih bildirimine
itiraz ve usulü” kenar başlıklı 20. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
“ Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 18/9/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/5/2013 tarih ve 2013/2929
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, işverene ait
kendisinin kullanımında olan telefonla özel görüşmeler yapması nedeniyle iş
akdinin işverence haksız biçimde feshedildiğini, tüm işçilerin özel
görüşmelerinin ücretten kesinti yapılarak tahsil edildiğini, özel görüşme
yaptığı kadının önce kendisini arayarak tanışmak istediğini ve kadının evli
olduğunu bilmediğini, kocasının daha sonra savcılığa suç duyurusunda
bulunduğunu, fesih işleminin öğrenmeden sonraki altı iş günü içinde yapılması
gerektiğini, iş akdinin feshini gerektirir kesinleşmiş bir mahkeme kararı
olmadığını, işçinin kusuruna dayanmayan davranışlarının fesih nedeni
olamayacağını, feshin son çare olması gerektiğini ancak, mahkemenin bunları göz
önünde bulundurmaması ve yargılamanın İş Kanunu’nda belirtilen süreyi aşarak
yaklaşık iki yılda sonuçlanması nedenleriyle adil yargılama hakkı ile çalışma
hakkı, haberleşme hürriyeti, eşitlik ve özel hayatın gizliliği ilkeleriyle
Anayasa’nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitiyle
yeniden yargılama yapılarak ihlalin giderilmesi veya bunun mümkün olmaması
halinde 25.000 TL manevi ve 75.000 TL maddi tazminatın kendisine ödenmesi
talebinde bulunmuştur
B. Değerlendirme
21. Başvurucu iş akdinin
feshedilmesi ile çalışma hürriyetinin, tüm işçilerin özel görüşmelerinin
ücretten kesinti yapılarak tahsil edildiğini belirterek eşitlik ilkesinin, bir
bayanla yaptığı telefon görüşmelerinin özel hayatını ilgilendirdiğini
belirterek özel hayatın gizliliğinin ve haberleşme hürriyetinin ve ayrıca
Anayasa’nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürse de başvurucunun
işverenle iş ilişkisi özel kişiler arası bir iş ilişkisi olup, bahsettiği
hususlar somut başvuruya konu iş mahkemesinde görülen davada yargılama konusu edilmemiş,
iş mahkemesi başvurucunun iş akdinin işverence feshedilmesinin haklı gerekçeye
dayanıp dayanmadığı hakkında karar vermiştir. Başvurucunun bir bayanla yaptığı
telefon görüşmeleri ilgili kişinin şikâyeti üzerine ortaya çıkmış ve ceza
davasının konusu olmuştur. Somut başvuruya konu davada bahsedilen telefon
görüşmeleriyle ilgili bir işlem yapılmamıştır. Ayrıca başvurucu eşitlik
ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürse de kendisine Anayasa’nın 10. maddesinde
yer alan hangi gerekçe ile ayrımcılık yapıldığından bahsetmediği gibi eşitlik
ilkesini, başka bir hakla bağlantısını kurmaksızın, soyut biçimde dile
getirmiştir.
22. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun işe iade istemli açtığı tespit davasında lehine
verilen kararın Yargıtayca bozulması ile işe iade
isteminin reddine karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi ile sayılan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi,
başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi
bizzat yapar. Başvurucunun şikâyetlerinin özü yargılama sürecine ve verilen
kararın sonucu itibarıyla adil olup olmadığına yönelik olup, bu iddialar
yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiş,
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları ise ayrıca
incelenmiş, diğer haklar yönünden inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
24. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
26. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
27. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun 1/12/2010 tarihinde Ankara 12. İş Mahkemesinde açtığı işe iade
istemli tespit davasında Mahkeme “ahlak dışı
davranışlarının ispatlanamadığı” gerekçesiyle davayı kabul ederek
başvurucunun işe iadesine karar vermiş, temyiz incelemesinde Yargıtay 9. Hukuk
Dairesi, başvurucunun kendisinin kullanımına tahsisli işverene ait bir telefon
hattıyla birçok kez bir kadınla özel görüşmeler yaptığının sabit olduğu,
işveren vekilinin şüpheli sıfatıyla ifadesinin alındığı, başvurucunun üzerine
atılı suçtan açılan kamu davasında müştekinin şikâyetinden vazgeçmesi nedeniyle
düşme kararı verildiği, işverenin iş gereği kullanmak üzere kendisine verdiği
telefonu tahsis amacı ve iş dışında kullanmak suretiyle işverenin güvenini
kötüye kullandığı ve feshin haklı nedene dayandığı gerekçesiyle Mahkeme
kararını bozarak davayı kesin olarak reddetmiştir.
28. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemeleri
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına, derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği
çözümünün âdil olmamasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin
olduğu anlaşılmaktadır.
29. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
30. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu ve derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı
İddiası Yönünden
31. Başvurucunun makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiası açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi
biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak
kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
32. Başvurucu, açtığı işe iade
istemli davanın 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde belirtilen sürelere rağmen yaklaşık
iki yıl sonra neticelendirilmiş olması nedeniyle makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde,
yargılama süresinin makul olup olmadığını incelerken her olayın kendine özgü
koşullarının, davanın karmaşık olup olmadığının, yargılama süresince tarafların
gösterdiği davranışlar ve yetkili makamların tutumlarının, davanın başvurucu
açısından taşıdığı önem gibi hususların dikkate alınması ve işe iade
davalarının makul sürede bitirilmesi için özel itina gösterilmesi gerektiği
ancak, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde geçen sürelerin düzenleyici
nitelikte olduğu belirtilmiş, somut başvuruya konu davanın iki dereceli
yargılama prosedüründe yaklaşık 1 yıl 11 ayda sonuçlandırıldığı ifade edilerek
başvurucunun yargılama süresinin uzun olduğuna yönelik şikâyetleri incelenirken
bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda
bulunulmuştur.
34. Başvurucu, Adalet
Bakanlığı’nın görüşüne karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki görüşlerini
tekrarlamıştır.
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
37. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
38. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
39. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 39).
40. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
41. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
42. Ancak, belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti
ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
43. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
44. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iş akdinin feshi üzerine açılan bir işe iade davasının söz konusu
olduğu görülmekle, 4857 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 49).
45. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu 1/12/2010
tarihidir.
46. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş
tarihinin, başvurucunun temyiz talebi hakkında Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin
E.2012/34516, K.2012/37178 sayılı karar tarihi olan 12/11/2012 olduğu
anlaşılmaktadır.
47. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
48. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek
çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş
uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir
itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı
koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel
mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş
davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz
bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §
59).
49. Özellikle işe iade
davalarında, yargılamanın uzaması her iki taraf için de hukuki belirsizliğin
devamına sebep olduğundan, bu davaların ivedilikle sonuçlandırılması ayrı bir
öneme sahiptir. Bu durum iş sözleşmesi feshedilen fakat bir an önce eski işine
dönme beklentisi taşıyan ve bu yüzden yeni bir işe başlamakta tereddüt eden
işçi açısından önemli olduğu gibi, sözleşmesini feshettiği işçi yerine yeni bir
işçi istihdam ederek iş organizasyonunu tamamlamak isteyen işveren açısından da
önemlidir. Dolayısıyla iş sözleşmesinin feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa
sürede sonuçlandırılması hem çalışan hem de işverenin yararınadır (B. No:
2013/772, 7/11/2013, § 60).
50. Kanun koyucu, feshe itiraz
davalarının önemini dikkate alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı bir
şekilde karara bağlanması için 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde özel
hükümlere yer vermiştir. Bu düzenleme uyarınca, belirtilen uyuşmazlıkların ilk
derece mahkemesince seri muhakeme usulüyle ve iki ay içinde, temyiz
incelemesinin ise bir ay içinde sonuçlandırılması gerekmektedir. Belirtilen bu
süreler düzenleyici nitelikte olmakla beraber, iş hukukundan kaynaklanan
uyuşmazlıkların en kısa sürede kesin hükme bağlanması noktasındaki menfaate
işaret ettiği açıktır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 61-62).
51. Nitekim AİHM de, işe iade davalarının 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde
öngörülen yasal süre içerisinde sonuçlandırılamaması nedeniyle Türkiye aleyhine
yapılmış başvurularda, Türkiye’nin bu tür bir kanunu kabul etmekle, iş hukukuna
ilişkin anlaşmazlıkları çözmek, özellikle işten çıkarma durumlarında iş hukuku
konusundaki çekişmelerin süresini kısaltmak amacıyla hızlandırılmış bir usul
düzenlemiş olduğunu saptamakta ve kanunun bu amacını vurgulamaktadır. AİHM,
ulusal mahkemelerin yasal süreye riayetlerine ilişkin yerel mevzuatı nasıl
yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetlemenin görevi olmadığını belirterek
başvuranların davasının “makul süre”
içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama
süresinin bütününü ele alarak, bu sürenin Sözleşme’nin 6. maddesinin 1.
fıkrasına uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır. AİHM bir yıl
beş ay süren bir işe iade davasıyla ilgili değerlendirmesinde, sözü edilen
davada ulusal mahkemelerin ihtilaf konusu olayla ilgili tutumunun özel bir
karmaşıklık göstermediğini, yargılamanın iki dereceli mahkeme önünde bir yıl
beş ay sürdüğünü, ulusal mahkemelerin bu süre zarfında, başvuranın iddialarına ilişkin
karar vermek için davanın esasını incelediğini ve tanık ifadeleri ile bilirkişi
raporları aldıklarını ifade ederek yargılama süresinin bütünü dikkate
alındığında ulusal mahkemeler nezdinde gecikme olmaması nedeniyle Sözleşme’nin
6. maddesinin 1. fıkrası bağlamında “makul
sürenin” aşılmadığı yönünde karar vermiştir (Çalık/Türkiye, B. No: 3675/07, 31/8/2010;
benzer bir karar için bkz. Dildirim/Türkiye, B. No: 42927/10, 12/3/2013).
52. Belirtilen hususun yanı sıra
6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda
yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku
uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit
yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha
kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64-65).
53. Başvuruya konu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, 1/12/2010 tarihinde açılan davada Mahkeme,
3/3/2011 tarihli duruşmada ulaşılamayan davalıya ulaşılması amacıyla tebligat
yapılmasına, 28/4/2011 tarihli duruşmada tarafların delillerini sunmasına ve
taraflarca belirlenen tanıklara davetiye çıkarılmasına karar vermiştir.
Mahkeme, 15/6/2011 ve 15/9/2011 tarihli duruşmalarda ise tarafların gösterdiği
tanıkları dinlemiştir. İlk derece mahkemesi, 15/11/2011 tarihinde başvurucunun
ahlak dışı davranışlarının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar
vermiş, söz konusu kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 12/11/2012
tarihinde feshin haklı nedene dayandığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi
kararını bozarak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir.
54. Yaklaşık 1 yıl süren ilk
derece mahkemesi önündeki yargılama boyunca Mahkeme, davalıya ulaşmak için
ticaret sicil memurluğu ve ASKİ Genel Müdürlüğü ile yazışma yapmış,
başvurucuyla ilgili Şarkışla Sulh Ceza Mahkemesindeki dava dosyasını ve Sosyal
Güvenlik Kurumundan başvurucuya ait sicil dosyasını talep ederek incelemiş, iki
duruşmada tarafların gösterdiği tanıkları dinlemiştir. Mahkemece yapılan
duruşmalar ortalama iki ay aralıklarla gerçekleştirilmiştir. Davanın temyiz
incelemesini yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi yaklaşık 11 ay sonunda 12/11/2012
tarihinde dosyayı inceleyerek feshin haklı nedene dayandığı gerekçesiyle ilk
derece mahkemesi kararını bozarak ortadan kaldırmış ve yeni bir hüküm
kurmuştur. Bu durumda davanın iki dereceli yargılama sisteminde yaklaşık 23
ayda kesin olarak karara bağlandığı anlaşılmaktadır.
55. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü
görülmekle, 4857 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için
geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı
Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 4857 sayılı
Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır
56. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, işe iade istemli tespit davasında ilk derece mahkemesi ve temyiz
mahkemesinin ihtilaf konusu olayla ilgili tutumunun özel bir karmaşıklık
göstermediği, yargılamanın iki dereceli mahkeme önünde toplam 23 ay sürdüğü,
ilk derece mahkemesinin bu süre zarfında, dava konusu uyuşmazlığı çözüme
kavuşturmak ve başvurucu ile davalının iddialarına ilişkin karar vermek için
davanın esasını incelediği, tarafların tanıklarını dinlediği, taraflara
karşılıklı iddialarını ve cevaplarını sunmak üzere imkân verdiği ve davayı
yaklaşık bir yılda sonuçlandırdığı, davanın temyiz incelemesinin ise yaklaşık
11 ayda tamamlandığı görülmüştür.
57. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında iki dereceli yargılama
prosedüründe geçen yaklaşık 23 aylık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı
ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının
tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
58. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
18/9/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.