
Esas No: 2013/6585
Karar No: 2013/6585
Karar Tarihi: 18/9/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
SALİH ÜLGEN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/6585) |
|
Karar Tarihi: 18/9/2014 |
R.G. Tarih-Sayı: 4/12/2014-29195 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
Raportör |
: |
Elif KARAKAŞ |
Başvurucular |
: |
1- Salih ÜLGEN |
|
|
2- Mehmet Nuri ÜLGEN |
|
|
3- Fatma ÜLGEN |
Vekili |
: |
Av. Murat Rohat ÖZBAY |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, birinci
başvurucu Salih Ülgen’in 27/6/2006 tarihinde hayvan otlattığı bölgede mayın
patlaması sonucu yaralandığını ve söz konusu olay nedeniyle uğradıkları maddi ve
manevi zararların tazmini istemiyle açtıkları davanın reddedildiğini ve makul
sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 17., 36. ve 40.
maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
ihlallerin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar
verilmesini talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde
İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 4/12/2013
tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 4/2/2014
tarih ve 14755 sayılı görüş yazısı 26/2/2014 tarihinde başvurucular vekiline
tebliğ edilmiş olup, başvurucular tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı
beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesinde ifade
edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Ağrı ili, Doğubayazıt ilçesi
Türkiye-İran sınırında bulunan Ziyaret Piyade Hudut Takım Komutanlığına 300
metre mesafedeki sınır güvenliğini temin amacıyla oluşturulan mayınlı bölge
yakınında 27/6/2006 tarihinde onbir ve oniki yaşlarında olan iki arkadaşıyla birlikte hayvan
otlatan onüç yaşındaki birinci başvurucu Salih Ülgen,
koyun sürüsünün mayın levhası bulunan tel örgünün yukarısından aşağıya doğru
inmesi üzerine arkadaşlarıyla birlikte koyunların peşinden giderek mayınlı
bölgeye girmiştir.
8. Mayınlı arazide buldukları
mayının patlaması sonucu üç kişi de yaralanmış, birinci başvurucu Salih
Ülgen’in sağ kolunun dirsek kısmının alt tarafı kopmuş ve vücudunun çeşitli
yerlerinde de yaralanma meydana gelmiştir.
9. Söz konusu olay nedeniyle
uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle Salih Ülgen’e velayeten ve kendi adlarına asaleten diğer başvurucular
Fatma Ülgen ve Mehmet Ülgen tarafından birinci başvurucu için işgücü kaybı
nedeniyle 100.000,00 TL, protez kol bedeli olarak 420.000,00 TL maddi ve
50.000,00 TL manevi tazminatın; ikinci ve üçüncü başvurucular için de ayrı ayrı
10.000,00 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle Milli
Savunma Bakanlığı aleyhine dava açılmıştır.
10. Erzurum 2. İdare
Mahkemesinin 23/5/2008 tarih ve E.2007/167, K.2008/574 sayılı kararıyla dava
reddedilmiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir:
“Olayın meydana geldiği yerde Türk-İran hudut hattında
Ziyaret Hudut Takım Karakolunun korunması amacıyla mayın döşendiği ve alanın
mayınlı saha olduğu, olay yeri çevresinin tel örgü ile çevrili ve üzerinde
mayın yazılı levhaların bulunduğu, 28/6/2006 günü olay yeri keşif tutanağında
mayınlı saha içerisinde koyun sürülerinin mevcut olduğu, bu sürülerin yaralanan
çocuklar tarafından getirildiği, olayın tanığı olan Ziyaret Hudut Takım
Karakolunda Piyade Onbaşı olan kişinin alınan ifadesinde olay günü karakolda
nöbetçi olduğu, koyun sürüsünün mayın levhası bulunan tel örgünün yukarısından aşağı
inerken peşinden gelen üç çocuğu dört kez düdük çalarak mayınlı bölgeye
girmemeleri konusunda uyardığı, ancak çocukların uyarıyı dikkate almadan
mayınlı bölgeye girdikleri, sonra da çocukları düdükle ikaz ettiği, mayınlı
bölgeden çıkmamaları üzerine durumu karakol komutanlığına bildirdiği,
çocukların ellerinde bir şeyle oynarken patlamanın olduğunu beyan ettiği
anlaşılmıştır. Bu itibarla, çocukların görevlinin ikazına uymadıkları ve davacı
vekilinin de kabulü ile askeri yasak bölgeye girerek mayınlı saha içerisinde
bulunan mayınla oyun oynadıklarının sabit olduğu, Doğubayazıt Cumhuriyet
Başsavcılığının 6/11/2006 gün ve 2006/799 sayılı kararında, alınan ekspertiz
raporunda davacılara ait çakı bıçağı üzerinde TNT ihtiva eden patlayıcı madde
artığının bulunduğunun tespit edildiği ve bu yerde benzer olayların daha önce
de yaşandığı anlaşıldığından, bu bölgenin mayınlı saha olduğunun ailelerce
bilinmemesinin söz konusu olmadığı ve olayın davacıların kendi kusurundan
kaynaklandığı sonucuna varılmış olup, olayda idareye atfedilecek herhangi bir
kusur veya olayın gelişimi de dikkate alındığında sosyal risk ilkesine göre
idarece tazmini gereken bir zarar bulunmamaktadır.
Bu itibarla, söz
konusu zararın meydana gelmesinde mayınlı saha olduğu bilinen ve etrafında uyarı
levhaları ve tel örgüler bulunan alana girerek çakıyla mayını kurcalayan
davacıların çocuğu ile bakım ve gözetim görevini gereği gibi yerine getirmeyen
anne ve babanın tam kusurlu olduğu anlaşılmış olup, zarardan davalı idareyi
sorumlu tutmak ve tazminata mahkûm etmek hukuka uygun olmayacağından tazminat
talebini reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.”
11. Başvurucular tarafından
temyiz edilen karar, Danıştay 10. Dairesinin 8/5/2013 tarih ve E.2009/4372,
K.2013/4251 sayılı kararıyla onanmıştır. Başvurucular tarafından karar düzeltme
kanun yoluna gidilmemiştir.
12. Karar, başvurucular vekiline
25/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Bakanlık, 4/2/2013 tarihli
görüşünde (§5) başvuru konusu olaya ilişkin ilave olarak aşağıdaki bilgilere
yer vermiştir:
Ceza Soruşturması Süreci
14. Başvuruya konu mayın
patlaması üzerine Doğubayazıt Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 1. Mekanize
Tugay Komutanlığı görevlileri hakkında yürütülen soruşturma kapsamında olayla
ilgili bilgi ve görgüsü olan tüm tanıklar dinlenmiş, olay yerinde uzman
ekiplerce gerekli inceleme gerçekleştirilmiş, olay yerinin fotoğrafları
çekilmiştir. Olay yerinin tel örgü ile çevrili olduğu ve bölgenin mayın sahası
olduğunu gösterir levhaların tel örgü üzerinde asılı olduğu tespit edilmiştir.
15. Olayın meydana geldiği
bölgenin 2. derece kara askeri yasak bölge ve aynı zamanda Ziyaret Hudut Takım
Karakolu askeri güvenlik bölgesi içinde kaldığı ve olay yerinde bulunan mayın
parçalarının yanı sıra mağdurlara ait çakı bıçağı üzerinde yapılan kriminal inceleme neticesinde söz konusu bıçak üzerinde TNT
ihtiva eden patlayıcı madde artığı bulunduğu belirlenmiştir.
16. Soruşturma kapsamında elde
edilen tüm delilleri değerlendiren Doğubeyazıt
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, olayın, mağdurların mayınlı yasak bölgeye
girerek burada buldukları mayınlarla oynarken (açmaya çalışırken) meydana
geldiğine kanaat getirilerek 6/11/2006 tarih ve 2006/799 karar sayılı kararıyla
kovuşturmaya yer olmadığına hükmedilmiştir.
17. Anılan karara ilişkin olarak
başvurucular tarafından yapılan itiraz ise Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinin
20/12/2006 tarih ve 2006/273 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
18. Anayasa’nın 125. maddesinin
son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
19. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı 1. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve
vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak
üzerinde yapılır.”
20. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme”
kenar başlıklı 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire
başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare
ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye
tarafından:
a) Görev ve yetki,
b) İdari merci tecavüzü,
c) Ehliyet,
d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir
işlem olup olmadığı,
e) Süre aşımı,
f) Husumet,
g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum;
görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek
dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü
fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak
işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş
gün içinde sonuçlandırılır.”
21. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi”
kenar başlıklı 20. maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Danıştay ile
idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit
incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum
gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini
taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların
ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin
bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.”
“(5) Danıştay, bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda
belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar
Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu
itibariyle tespit edilip Resmi Gazete"de
ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak
suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde
bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri
sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde
sonuçlandırılır.”
22. 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler”
kenar başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“Danıştay ile bölge
idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat
Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler
ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 18/9/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 19/8/2013 tarih ve 2013/6585
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
24. Başvurucular, idarenin
gerekli tedbir ve kontrol faaliyetlerini yerine getirmemesi nedeniyle mayın
patlamasının gerçekleştiğini, patlama sonucu Salih Ülgen’in yaralandığını ve
vücut bütünlüğünün kalıcı olarak zarar gördüğünü, yaklaşık yedi yıl süren
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, söz konusu hak ihlallerine
karşı kullanılabilecek bir başvuru yolu bulunmadığını belirterek Anayasa’nın
17., 36. ve 40. maddelerindeki haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler,
maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi ya da yargılamanın yenilenmesi talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Anayasa’nın 40. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
25. Başvurucular, ileri
sürdükleri hak ihlallerine yönelik şikâyetlerini dile getirebilecekleri ulusal
bir hukuk yolunun bulunmadığını belirterek Anayasa’nın 40. maddesinde güvence
altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
26. 6216 sayılı Kanun"un, "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir. "
27. Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğünün "Bireysel başvuru formu ve
ekleri" başlıklı 59. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d)
bendinde, bireysel başvuru formunda bireysel başvuru kapsamındaki haklardan
hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere
ait özlü açıklamaların yer alacağı belirtilmiştir.
28. Başvuruya konu ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucular
tarafından soyut bir şekilde iddialarını dile getirebilecekleri başvuru yolu
olmadığı belirtilmiş, ancak hangi iddialarına karşı ne şekilde başvuru yolu
bulunmadığına ilişkin somut bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
29. Başvurucuların Anayasa’nın
17. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde,
şikâyetlerin kabul edilebilirliği yönünden herhangi bir itirazda
bulunulmamıştır.
30. Bir olayda yaşam hakkına
ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri, doğal olmayan
bir ölümün gerçekleşmiş olmasıdır. Ancak bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese
dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür. AİHM de, ölümle sonuçlanmayan yaralanma olaylarını kişiye karşı
kullanılan gücün derecesi, türü ve güç kullanımının ardında yatan niyet ve
amacı diğer faktörlerle birlikte göz önünde tutarak yaşam hakkı kapsamında
inceleyebilmektedir (bkz. İlhan/Türkiye
[BD], 22277/93, 27/6/2000, §76; Paşa ve Erkan Erol/Türkiye, 51358/99,
12/12/2006, §27; Makaratzis/Yunanistan [BD], 50385/99, 20/12/2004, §52).
31. Başvuru konusu olayda da, başvurucu Salih Ülgen meydana gelen mayın patlamasında
yaralı olarak kurtulmuş ise de sınır koruma amaçlı döşenen anti personel kara
mayınlarının öldürücü niteliği ve başvurucunun atlattığı hayati tehlike göz
önünde bulundurulduğunda başvuruya konu olayın yaşam hakkı çerçevesinde
incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
32. Başvurunun Anayasa"nın 17.
maddesinde düzenlenen yaşam hakkının pozitif yükümlülük boyutunun ihlal
edildiğine dair bölümünün 6216 sayılı Kanun"un 48. maddesi uyarınca açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de
görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir nitelikte olduğuna
karar verilmesi gerekir.
c. Davanın
Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
33. Başvurucuların yargılamanın
uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
İnceleme
a. Yaşam Hakkının Pozitif Yükümlülük Boyutunun İhlal Edildiği
İddiası
34. Başvurucular, kamu yararı
gözetilerek ve kamu gücü kullanılarak döşenen ve gereken tedbir ve kontrol
faaliyetinin layıkıyla yerine getirilmemesi nedeniyle kontrolsüz ve tehlikeli
bir biçimde etrafta bulunan mayına teması neticesinde birinci başvurucunun vücut
bütünlüğünün kalıcı olarak zarar gördüğünü belirtmişler ve Anayasa’nın 17.
maddesinde düzenlenen yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
35. Başvurucuların Anayasa’nın
17. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına göre yaşam hakkının, devletlere
egemenlik yetkisi içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli
tedbirleri almaları yönünde pozitif yükümlülük yüklediği, ancak bu yükümlülüğün
de mutlak olmadığı, koşullar ölçüsünde yorumlanması gerektiği, mevcut başvuruya
benzer nitelikteki Paşa ve Erkan / Erol - Türkiye başvurusunda AİHM’in devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemesi
nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna vardığı belirtilmiştir.
36. Bakanlık ayrıca, başvuru
konusu olaya ilişkin olarak mayınlı bölgede alınan tedbirler hakkında
Genelkurmay Başkanlığınca gönderilen 7/2/2014 tarihli yazıda mayınlı arazinin yerel halk tarafından mera olarak
kullanılmadığı, hayvanların mayınlı arazi sınırlarından yüz metre uzaklıktan
başlayacak şekilde otlatıldığı, bölgede bulunan yerel halka “1. ve 2. Derece
Kara Askeri Yasak Bölgede Tarla Sahiplerinin Arazilerini İşlerken ve Çobanların
Hayvan Otlatırken Uyması Gereken Talimatlar”ın tebliğ
edildiği, bu talimatta mayınlı arazi tel engeline yüz metreden fazla
yaklaşılmayacağı, çobanların, ot toplayanların ve işçilerin arazide gördükleri
patlamış, patlamamış mühimmat, mayın ve askeri malzemeyi hiçbir şekilde
kurcalamayacağı, ellemeyeceği, gördüklerinde derhal karakol komutanına haber
vereceğinin belirtildiği, ayrıca bölge arazisinde çalışmak için veya
hayvanlarını otlatmak için gelen halkın mayınlı araziler konusunda sözlü olarak
da uyarıldığı, mayın tarlasının çevresinin bir metre yüksekliğinde tel üstüvane
ve dikenli tel ile çevrilmiş olup sivillerin bölgeye girişini engelleyecek
nitelikte olduğu ve bölgenin mayınlı olduğunu belirten mayın ikaz levhalarının
mevcut olduğu, bölge halkının mayın tarlaları hakkında bilgilendirilerek
kendilerine talimat tebliğ edildiği, arazisinde çalışmak için veya hayvanları
otlatmak için gelen halkın mayınlı araziler konusunda uyarıldığı ve alınan
tedbirlerin yeterli olduğunun değerlendirildiği bilgisine yer
verildiğini belirtmiştir.
37. Başvurucular tarafından, Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.
38. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
39. Kişinin yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan,
devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son
vermeme, bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların,
gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
40. Anayasa Mahkemesinin yaşam
hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından
benimsediği temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek
şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete,
elindeki tüm imkânları kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari
çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi
uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu
yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği
her türlü faaliyet bakımından geçerli olup (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52),
kamu güvenliğini sağlama amacıyla yürütülen tehlikeli faaliyetler alanı da bu
yükümlülük kapsamındadır.
41. Yaşamı koruma pozitif
yükümlülüğü, devlete, egemenlik alanında bulunan bireylerin yaşamını korumak
için önleyici genel güvenlik tedbirleri alma görevini de yüklemektedir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. L.C.B/Birleşik
Krallık, 9/6/1998, §36; Osman/Birleşik
Krallık, 28/10/1998, §115; Paşa
ve Erkan Erol/Türkiye, 51358/99, 12/12/2006, §31).
42. Bu
bağlamda ifade edilmelidir ki, Anayasa"nın 17. maddesinin öngördüğü pozitif
yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında, alınacak tedbirlerin
belirlenmesi idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur.
Anayasal hakların güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir
ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız
olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (B. No: 2013/2075,
4/12/2013, § 59).
43. Başvuru
konusu olayda başvurucular tarafından mayın patlaması sonucu meydana gelen
kazada devletin kasıtlı bir eyleminin bulunduğuna ve mayınlı araziye girişin
engellenmesine yönelik mevcut yasal ve idari çerçevenin eksikliğine ilişkin bir
iddia ileri sürülmediği görülmektedir. Bu durumda sadece mevcut mekanizmaların
gerçekleşen olayda etkili bir şekilde kullanılıp kullanılmadığı, kamu makamlarınca mayınlı
araziye sivil vatandaşların girmesini önlemek için gerekli ve yeterli güvenlik
önlemlerinin alınıp alınmadığının olayın koşulları çerçevesinde incelemesi yapılarak yaşam hakkının pozitif
yükümlülükler bakımından ihlali iddiaları konusunda karar verilmesi gerekir.
44. Başvuru konusu olayda,
başvuruculardan Salih Ülgen, Ağrı ili, Doğubayazıt ilçesi Türkiye-İran
sınırında bulunan Ziyaret Piyade Hudut Takım Komutanlığına 300 metre mesafedeki
sınır güvenliğini temin amacıyla oluşturulan mayınlı bölge yakınında 27/6/2006
tarihinde onüç yaşında iken onbir
ve oniki yaşlarında olan iki arkadaşıyla birlikte hayvan
otlattığı sırada koyun sürüsünün mayın levhası bulunan tel örgünün yukarısından
aşağıya doğru inmesi üzerine arkadaşlarıyla birlikte koyunların peşinden
giderek mayınlı araziye girmiş ve burada buldukları bir mayının patlaması
sonucu sağ kolunun dirsek kısmının alt tarafı kopmuş ve vücudunun çeşitli
yerlerinden yaralanmıştır. Başvuruya konu
kazanın sivillerin girmesi yasak olan askeri bir alanda meydana gelmesi
nedeniyle başvurucu Salih Ülgen ve arkadaşlarının hayatlarını korumak adına söz
konusu alana girişinin engellenmesi amacıyla gerekli güvenlik tedbirlerinin
alınması Anayasa"nın 17. maddesi açısından devletin pozitif yükümlülükleri
kapsamında yer almaktadır.
45. Somut olayda, birinci
başvurucunun yaralanmasına neden olan anti personel mayınlar Türkiye-İran
sınırında bulunan Ziyaret Hudut Takım Karakolunu koruma amacıyla
yerleştirilmiştir. Dosya kapsamında yer alan bilgi ve belgelerden Bakanlık
görüşüne ek olarak sunulan Genelkurmay Başkanlığının 7/2/2014 tarihli
yazısında, mayınlı arazinin yerel halk tarafından mera olarak kullanılmadığı,
hayvanların mayınlı arazi sınırlarından yüz metre uzaklıktan başlayacak şekilde
otlatıldığı, mayın tarlasının çevresinin bir metre yüksekliğinde tel üstüvane
ve dikenli tel ile çevrildiği ve bölgenin mayınlı olduğunu belirten mayın ikaz
levhalarının mevcut olduğu, bölge halkının mayın tarlaları hakkında
bilgilendirilerek kendilerine talimat tebliğ edildiği, arazisinde çalışmak için
veya hayvanları otlatmak için gelen halkın mayınlı araziler konusunda uyarıldığı
belirtilmiştir.
46. Bununla birlikte, yetkililer
tarafından alındığı belirtilen önlemlerin ve nöbetçi askerin uyarılarının
sorumlu yetişkinler gibi davranması beklenemeyecek olan başvurucu ve
arkadaşlarının mayınlı sahaya girmesini engelleyemediği, koyun sürüsünün dahi
tel örgülerin üzerinden aşabildiği, dolayısıyla başvuruculardan Salih Ülgen’in
kalıcı şekilde yaralanmasına neden olan mayın patlamasının meydana gelmemesi
için alınması gerekli güvenlik tedbirlerinin somut olayda yeterli düzeyde bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
47. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının
pozitif yükümlülük yönünden ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası Yönünden
48. Başvurucular tarafından,
1/2/2007 tarihinde açmış oldukları davaya ilişkin yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
49. Adalet Bakanlığı görüşünde,
Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkına ilişkin kararlarına atfen,
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası açısından
görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
50. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
51. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
52. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
53. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
54. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 39).
55. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
56. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
41–45).
57. Ancak belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti
ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
58. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
59. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuruya konu
davanın, başvurucuların askeri alanda meydana gelen mayın patlaması sonucu
birinci başvurucunun yaralanmasından dolayı uğradıkları zararın tazminini konu
alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, bu sorunun çözümüne yönelik olan ve 2577
sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama
faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda
kuşku yoktur.
60. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde
tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi
olarak kabul edilebilmektedir (B. No:2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru
açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde
nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucuların, mayın
patlaması sonucu vücut bütünlüğünde meydana gelen zarardan dolayı uğradıklarını
ileri sürdükleri zararların giderilmesi amacıyla Milli
Savunma Bakanlığına başvurdukları 2/10/2006 tarihidir.
61. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
62. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi
olup, bu tarih mevcut başvuru açısından Danıştay 10. Dairesinin E.2009/4372,
K.2013/4251 sayılı onama kararının tarihi olan 8/5/2013 tarihidir (B. No.
2012/13, 2/7/2013, § 52).
63. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, başvurucular tarafından, birinci başvurucu Salih
Ülgen’in 27/6/2006 tarihinde arkadaşlarıyla birlikte hayvan otlatırken koyun
sürüsünün peşinden giderek girdiği mayınlı arazide buldukları mayının patlaması
sonucu sağ kolunun dirsek kısmının alt tarafının kopması ve vücudunun çeşitli
yerlerinden yaralanması nedeniyle uğradıkları zararın karşılanması amacıyla
2/10/2006 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulduğu, anılan başvuruya
cevap verilmemesi üzerine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle
Milli Savunma Bakanlığına karşı 1/2/2007 tarihinde dava açıldığı
anlaşılmaktadır. Mahkemece 14/2/2007 tarihinde dosyanın ilk incelemesinin
yapıldığı, başvurucuların adli yardım talebi hakkında karar verilmek üzere
20/2/2007 tarihli ara kararla Doğubayazıt Kaymakamlığından başvurucuların
ekonomik, mali ve sosyal durumlarına ilişkin bilgi ve belgelerin
gönderilmesinin istenildiği, 29/3/2007 tarihli yazı ile gelen cevap uyarınca
adli yardım talebinin kabulüne karar verildiği ve tebligat işlemlerinin
başlatıldığı, cevap ve ikinci cevapların süresine riayet edilerek dosyanın
tekemmülünün sağlandığı ve 23/5/2008 tarihinde ilk derece Mahkemesince dosyanın
karara bağlandığı anlaşılmaktadır.
64. Kararın temyiz edilmesi
üzerine ilk derece Mahkemesince 31/10/2008 tarihinde süresinde temyiz ilk
inceleme tutanağı düzenlenerek ve tekemmülü sağlanarak temyiz incelemesi için
Danıştay’a gönderilen ve 7/4/2009 tarihinde temyiz merciinde kayda alınan
dosyaya ilişkin olarak kayıt tarihinden yaklaşık bir yıl altı ay sonra Danıştay
Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği ve görüş yazısının ardından yaklaşık
iki yıl altı ay sonra 8/5/2013 tarihinde Danıştay 10. Dairesince onama kararı
verildiği anlaşılmaktadır.
65. Bu kararla birlikte
neticelenen yargılama faaliyetinin toplam altı yıl yedi ay altı gün sürdüğü
anlaşılmaktadır.
66. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, 1/2/2007 tarihinde açılan davada ilk derece mahkemesince 2577
sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre içerisinde ilk inceleme
tutanaklarının tanzim edildiği, gerekçeli kararın yazımının makul bir sürede
tamamlandığı, ancak, kanun yoluna başvurulması üzerine tebliğ işlemlerinin
başlatılmasında ve dosyanın Danıştay’a sevki sürecinde gecikmelerin yaşandığı
ve 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesi uyarınca tekemmül tarihten itibaren en geç
altı ay içinde sonuçlandırılması gereken dosyanın, tekemmül tarihinden yaklaşık
on ay sonra karara bağlandığı, bununla birlikte yargılamanın iki yıldan az bir
sürede sonuçlandırıldığı görülmektedir.
67. Kanun yolu incelemesi
sürecinin değerlendirilmesinde, ilk derece mahkemesi kararının temyiz edilmesi
üzerine, temyiz merciinde kayda alınma tarihi nazara alındığında yaklaşık dört
yıl bir ay sonra onama kararının verildiği anlaşılmaktadır. Bu haliyle kanun
yolu merciinde geçen yargılama süresinin, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde
öngörülen, Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerindeki dosyaların,
2577 sayılı Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik
durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibarıyla tespit edilip Resmî Gazete"de ilan edilecek öncelikli işler göz önünde
bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre inceleneceği ve tekemmül
ettikleri sıra dâhilinde bir karara bağlanacağı, bunların dışında kalan
dosyaların ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren
en geç altı ay içinde sonuçlandırılacağı hükmüne rağmen, uzun bir yargılama
süresini kapsadığı anlaşılmaktadır.
68. Yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
69. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar,
hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki
ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki
yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması
durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No:
2012/1198, 7/11/2013, § 55).
70. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesince dosyanın karara bağlanma
sürecinde ve Danıştay’a sevki sürecinde gecikme yaşandığı, kanun yolu
incelemesinde de benzer şekilde kararın alınması noktasında aksamalar olduğu
tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle
yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin
somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye
sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6.
maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama
koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından,
hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksiklikler
yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
71. Başvurucuların tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
72. Yapılan bu tespitler
çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, başvuruya konu uyuşmazlık,
askeri alandaki mayının patlaması sonucu meydana gelen yaralanma nedeniyle
uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemine yönelik olup, başvurucular
açısından önemli olduğu açık olan ve derece mahkemelerince dosyadaki bilgi ve
belgeler dışında başkaca bir araştırma ya da keşif ve bilirkişi incelemesine
gerek duyulmayan, her hangi bir karmaşıklık içermeyen başvuruya konu altı yıl
yedi ay altı gün süren yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
73. Belirtilen nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
74. Başvurucular, başvuruya konu
olay nedeniyle zarara uğradıklarından bahisle açtıkları tam yargı davasının
aleyhlerine sonuçlanmasına dair kararların hak ihlaline yol açtığının Mahkeme
tarafından tespiti halinde birinci başvurucu açısından meslekte kazanma gücü
kaybı ve protez kol bedeli karşılığı 750.000,00 TL maddi ve 100.000,00 TL
manevi; ikinci ve üçüncü başvurucular açısından ise ayrı ayrı 50.000,00 TL
manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişler; bu talebin reddedilmesi
durumunda ise uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi
talebinde bulunmuşlardır.
75. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucuların tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
76. 6216 sayılı Kanun’un
“Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin
ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde
mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Mevcut başvuruda Anayasa’nın
17. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
78. Başvurucular tarafından
Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin iddialar yönünden maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunulmuş olmakla beraber, yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın
ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından, başvurucuların maddi
ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucuların tarafı
oldukları uyuşmazlığa ilişkin altı yıl yedi ayı aşkın yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvuruculara takdiren 5.000,00 TL manevi tazminatın müştereken
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
80. Başvurucular tarafından
yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunulmuş
olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
81. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucuların,
1.
Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının pozitif
yükümlülük boyutunun ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucuların,
1. Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının pozitif yükümlülük
bakımından İHLAL EDİLDİĞİNE,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 17. maddesi bakımından tespit edilen ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın
ilgili Mahkemesine gönderilmesine,
D. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi nedeniyle başvuruculara
müştereken 5.000,00 TL manevi
TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin
REDDİNE
E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/9/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.