
Esas No: 2013/8521
Karar No: 2013/8521
Karar Tarihi: 18/9/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
METE ASLAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/8521) |
|
Karar Tarihi: 18/9/2014 |
R.G. Tarih-Sayı: 4/12/2014-29195 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
Raportör |
: |
Şükrü DURMUŞ |
Başvurucu |
: |
Mete ASLAN |
Vekili |
: |
Av. Battal ÖZER |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresini
doldurmasına rağmen serbest bırakılmadığını, tutukluluğunun devamının somut
gerekçelere dayanmadığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürerek Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, başvurucu tarafından 14/11/2013 tarihinde Adana 3. Ağır
Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/1/2014 tarihinde başvurunun
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
Bölüm, 25/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5.
Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 27/3/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6.
Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
başvurucuya 28/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının
görüşüne karşı beyanlarını 8/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8.
Başvurucu, Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk
amacıyla temin etme suçlamasıyla 10/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve
12/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır.
9.
Başvurucu hakkında, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının
2012/885-384 sayılı iddianamesiyle Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri
casusluk amacıyla temin etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından
Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde E.2012/46 sayılı kamu davası açılmıştır.
10.
Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46,
K.2013/88 sayılı kararıyla başvurucunun, Devletin gizli kalması gereken belgelerini
siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan beraatına ve
tahliyesine, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise toplam 16 yıl 8 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu suçtan dolayı tutuklanmasına, beraat
kararı verilen suçtan tutuklu kalınan sürenin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
suçundan verilen hapis cezalarından mahsubuna karar verilmiştir.
11.
Başvurucu, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarihli
kararına 8/10/2013 tarihinde itiraz etmiş, Mahkeme dosyayı incelenmek üzere
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir.
12.
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2013 tarih ve 2013/505
Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiş ve
tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 12/11/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
13.
Başvurucu, 14/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuştur.
14.
Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46,
K.2013/88 sayılı kararının temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 7/7/2014
tarih ve E.2014/4207, K.2014/8246 sayılı ilamla hükmün onanmasına karar
vermiştir.
B. İlgili Hukuk
15.
4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak
tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu
süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan
sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine
karar verilen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
16.
Aynı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17.
Mahkemenin 18/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 14/11/2013 tarih ve 2013/8521 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18.
Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde tutuklama ile
ilgili azami sınır belirlenirken, yargılamayı yapan mahkeme değil, suçun tabi
olduğu görevli mahkemenin esas alındığını, bu nedenle kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma suçu nedeniyle azami tutukluluk süresinin, 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesi gereğince 1 yıl 6 ay olduğunu, Anayasa Mahkemesinin “uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve
kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı” kararı göz önünde
alındığında, asliye ceza mahkemesinin görevine giren suça ilişkin azami
tutukluluk süresinin uygulanması gerektiğini, 12/2/2012 tarihli tutuklama
kararından itibaren 1 yıl 6 aylık sürenin 12/8/2013 tarihinde dolmasına rağmen
haksız ve hukuka aykırı tutuklama ile bu sürenin aşıldığını, tutuklama
kararının bu yönüyle kanunilik şartını ihlal ettiğini, hakkındaki tutuklama
kararının orantılı olmadığını ve somut gerekçelere dayanmadığını, tutuklama
yerine geçen seçeneklerin değerlendirilmediğini, mahkûmiyet kararı
kesinleşmemiş olmasına rağmen tutuklamada ceza süresinin dikkate alınması
nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19.
maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve 38. maddesinde
düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19.
Başvurucunun şikâyetlerinin, masumiyet karinesinin ihlali, azami
tutukluluk süresinin aşılması ve tutuklama kararının gerekçesinin soyut olduğu iddialarına
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurunun, masumiyet karinesi ile
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna
varılmıştır.
1. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
20.
Başvurucu, tutuklama ile ilgili karar verilirken kesin hüküm
halini almayan ceza süresinin dikkate alınması suretiyle masumiyet karinesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
21.
Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ise 6. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında düzenlenmiştir.
22.
Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
23.
Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir suç ile
itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”
24.
Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kişinin suç
işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul
edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
25.
Bununla birlikte masumiyet karinesi adli makamların soruşturma
ve kovuşturma işlemlerini yapmalarına, bu çerçevede şartları oluşmuşsa koruma
tedbirlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Anayasa’nın 19. maddesindeki
güvencelere uyulması şartıyla kişi hakkında tutuklama tedbirine başvurulması da
masumiyet karinesinin ihlal edildiği anlamına gelmez. Nitekim Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi de (AİHM) mahkûm edilen bir kişinin temyiz aşamasında tutuklu
bulundurulmasının Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ihlaline
yol açmadığına karar vermiştir. (Bkz: Cuvillers ve Da Luz /Fransa, B. No
55052/00, 1/9/2003).
26.
Somut olayda, başvurucu, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesince
7/10/2013 tarihinde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan toplam 16 yıl 8
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve verilen hapis cezasının süresine göre
açıkça kaçma şüphesi altında olması nedeniyle tutuklanmasına karar verilmiştir.
27.
Mahkemenin, başvurucu hakkında hükmettiği hapis cezasının
süresine bağlı olarak 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (a) bendinde geçen “kaçacağı”
şüphesiyle tutuklama kararı vermesi masumiyet karinesinin ihlali olarak kabul
edilemez.
28.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “masumiyet karinesi”nin
ihlal edildiği yönündeki iddiasının, bir ihlalin olmadığının açık olmasından
dolayı “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiği İddiası
29.
Başvurucu, mahkûmiyetine esas alınan “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçuna ilişkin
yargılamanın asliye ceza mahkemesinin görev alanına girmesi nedeniyle azami
tutukluluk süresinin de bir yıl altı ay olarak kabul edilmesi gerektiğini,
tutuklu kaldığı sürenin azami süreyi aştığını, bu nedenle verilen tutuklama
kararının kanunilik ilkesini ihlal ettiğini, tutuklama ve tutuklamanın devamı
kararlarının gerekçesinin soyut olduğunu, kararda kaçma şüphesini doğrulayan
somut olgunun gösterilmediğini ve adli kontrol tedbirinin dikkate alınmadığını
ileri sürmüştür.
30. Adalet
Bakanlığı, AİHM’e göre bir tutmanın Sözleşme’nin 5.
maddesinin (1) numaralı fıkrası anlamında hukuki sayılabilmesi için anılan
fıkranın (a) ile (f) bentleri arasındaki istisnalardan birinin kapsamına
girmesi gerektiğini, tutmanın hukuki olduğunun anlaşılmasından sonra kanunda
düzenlenen prosedürün izlenip izlenmediği de dâhil olmak üzere esas ve usul
kurallarına uyma yükümlülüğünün ulusal hukuka ait olduğunu, keyfiliğin
önlenmesi için ulusal yasaların tümünün erişilebilir, açık ve öngörülebilir
olması gerektiğini, bir suç işlediği şüphesiyle hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi
için ilgili kişinin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe (reasonable suspicion) ya
da inandırıcı nedenlerin (raisons plausibles)
bulunması gerektiğini, bu gerekliliğin tutukluluk açısından olmazsa olmaz bir
koşul olduğunu ve tutukluluğunun devam ettiği her aşamada varlığını sürdürmesi
gerektiğini, makul şüphenin ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması
gerektiğini, makul şüphenin, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü
koşulları da dikkate alındığında, olaylara dışarıdan bakan ve tamamen objektif
bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olması gerektiğini, suç işlediğinden
kuşkulanılan bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla
tutuklanmaması gerektiğini, ancak tutukluluğu meşru kılan bazı gerekçeler
göstererek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olarak
değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir.
31.
Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, ağır ceza
mahkemesinin görevine giren bir suçtan dolayı tutuklandığını ancak bu suçtan
beraat ettiğini, beraat kararı sonrası asliye ceza mahkemesinin görev alanına
giren bir suçtan dolayı tutuklandığını, tutuklamanın baştan sonuç doğuracağı
ilkesi gereği asliye ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçlara ilişkin
bir yıl altı ay azami tutukluluk süresinin uygulanması gerektiğini, ancak
kendisinin 1 yıl 7 ay 27 gün tutuklu kalması nedeniyle azami sürenin
aşıldığını, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 4/1/2011 gün ve E.2010/8529, K.2011/77
sayılı kararının bu konuda emsal oluşturduğunu, tutuklama ve tutukluluğun
devamına dair kararların gerekçelerinin soyut olduğunu, başvuruya esas
karardaki “ceza süresi ve kaçma şüphesi”
gerekçesinin somut kanıtlara dayanmadığını, ilk derece mahkemesinin “adli kontrol uygulaması ile ilgili talebe”
ya yanıt vermediği ya da soyut nedenlerle talebi reddettiğini belirtilmiştir.
32.
Somut olayda, başvurucunun, azami tutukluluk süresinin aşıldığı,
tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin soyut
olduğu yönündeki iddialarının, yargılandığı Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2012/46 sayılı dosyasında 7/10/2013 tarihli kararla kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma suçlarından mahkûmiyetine bağlı olarak bu suçlardan tutuklanması
ile bu karara yapılan itirazın derece mahkemeleri tarafından reddedilmesine
ilişkin olduğu değerlendirilmiştir.
33.
Anayasa"nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
34.
22.
30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un
"Bireysel başvuru hakkı"
kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri
sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal
başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir."
35.
Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru, "ikincil nitelikte
bir kanun yolu" olup, bu yola başvurulmadan önce kural olarak
olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
36.
Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup, bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle,
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler
ve derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından
değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
37.
Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak
ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle
olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun
Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip
olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip
edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa
Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (B. No: 2012/403, 26/3/2013,
§ 17).
38.
Somut olayda başvurucu, hakkındaki dava Yargıtay’da temyiz
aşamasındayken 14/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda
bulunmuştur. Ancak bireysel başvurusu sonuçlanmadan temyiz aşamasında olan dava
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 7/7/2014 tarih ve E.2014/4207, K.2014/8246 sayılı
onama kararı ile kesinleşmiştir.
39.
Tutukluluk hâli sona ermiş olan bir başvurucunun, devam eden
tutukluluk hâlinden farklı olarak, azami tutukluluk süresinin aşıldığı, tutuklama
ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin soyut olduğu yönünde
iddialar ileri sürmesi halinde, iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini
sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise öncelikle bu yolu tüketmesi gerekir
(benzer AİHM kararları için bkz. Gavril Yossifov/Bulgaristan, B. No: 74012/01,
6/11/2008, § 40; Rahmani ve Dinevac/Bulgaristan, B. No: 20116/08, 10/5/2012,
§ 66; Şefik Demir/Türkiye, B. No:
51770/07, 16/10/2012, § 23), (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 46).
40.
Bu çerçevede 5271 sayılı Kanun’un 141. ve 142. maddelerinde
öngörülen tazminat yolunun başvurucunun şikâyetleri açısından tüketilmesi
gereken bir yol olup olmadığının incelenmesi gerekir.
41.
5271 sayılı Kanun"un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya
tutukluluğunun devamına karar verilen, (d) bendinde, makul sürede hakkında
hüküm verilmeyen, (e) bendinde, tutuklandıktan sonra hakkında beraat karar
verilen bir tutuklu için tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır.
Bu yol, bir yandan başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk nedenleri ve süresinin
uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını
sağlamaktadır. Bu nedenle, 5271 sayılı Kanun"un 141. maddesi ile öngörülen
hukuk yolu, başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir
çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (bkz. yukarıda
anılan Şefik Demir/Türkiye, § 33),
(B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 48).
42.
Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği 7/7/2014
tarihinden itibaren 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine dayanarak tazminat
talebinde bulunma imkânına sahiptir. Etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı
sunan hukuk yoluna başvurmaksızın yapılan bireysel başvuruların Mahkemece
incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün
değildir.
43.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinde öngörülen tazminat yoluna başvurmadığı anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Masumiyet karinesinin ihlal
edildiği yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “başvuru
yollarının tüketilmemesi”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına,
18/9/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.