
Esas No: 2014/16320
Karar No: 2014/16320
Karar Tarihi: 21/11/2017
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
EMİR AĞGÜL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/16320) |
|
Karar Tarihi: 21/11/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
|
|
Leyla Nur
ODUNCU |
Başvurucular |
: |
1. Emir
AĞGÜL |
|
|
2. Fatma
AĞGÜL |
|
|
3. Gülbahar
ÖZGÜL |
|
|
4. Gülcanan ÖZGÜL |
|
|
5. Gülperi KARYEMEZ |
|
|
6. İsmet
ÖNDER |
|
|
7. Kemal
ÖNDER |
|
|
8. Kıymet
KARAKOÇ |
|
|
9. Nihat
ÖNDER |
|
|
10. Mustafa
ÖNDER |
|
|
11. Sedef
ÖRGÜN |
|
|
12. Sultan
KARAKOÇ |
|
|
13. Şahin
AĞGÜL |
|
|
14. Yeter
DOĞU |
Vekilleri |
: |
Av. Mehmet
Ali KIRDÖK |
|
|
Av. Meral
HANBAYAT |
|
|
Av. Ümit
SİSLİGÜN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur
kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname
imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış olan davanın
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya
ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede
sonuçlandırılmaması, Danıştay Onuncu Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvurucu Zefi Ağgül"ün
22/11/2016 tarihinde vefat ettiği tespit edilmiştir. Başvurucunun bir kısım
mirasçıları 5/12/2016 tarihli dilekçe ile bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile
devam edeceklerini belirterek mirasçılık belgelerinin onaylı suretini ve
vekaletname örneklerini göndermişlerdir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu (başvurucuların murisi) Zefi
Ağgül, Tunceli ili Ovacık ilçesi Karataş köyünde
ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyün
boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
10. Başvurucuların murisi 5/5/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun
kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar
Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
11. Komisyonun 26/10/2010 tarihli ve 2010/1-5779 sayılı
kararında; başvurucunun terör olayları nedeniyle zarara uğradığı kanaatine
varıldığından ahşap taş duvarlı ev için 6.477 TL, ahşap taş duvarlı ahır için
3.723 TL, ceviz ağacı için 7.480,48 TL, karışık meyve ağacı için 1.640,10 TL,
ağaçların fiziksel değeri için 1.218,36 TL, kavak ağacı için 351,30 TL, sulak
arazi için 3.724,19 TL, kıraç arazi için 348,55 TL, ahşap taş duvarlı ahır için
3.176,96 TL, mal varlığına ulaşamaması nedeniyle toplam 28.139,94 TL ödenmesine
karar verilmiştir.
12. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi
gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği
başvurucular vekiline gönderilmiştir.
13. “Yukarıda ayni/nakdi
olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun
tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış
olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 15/4/2011 tarihinde başvurucular vekili tarafından
imzalanmıştır.
14. Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını
karşılamadığından bahisle başvurucuların murisi tarafından Elazığ İdare
Mahkemesinde dava açılmıştır.
15. Elazığ 2. İdare Mahkemesinin 18/7/2012 tarihli ve
E.2012/521, K.2012/1009 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“...Olayda, davacı vekili ile davalı idare arasında imzalanan
15.04.2011 tarih ve 2010/1-5779 sayılı sulhname ile
davacının uğradığı zararları tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan
kalktığı, tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında davacı/davacı
vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun bulunmadığı görülmekte
olup sulhname sonucu uyuşmazlığın tekrar yargıya
taşınmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.
Öte yandan, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun ile terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin,
sadece maddizararlarının karşılanmasına ilişkin esas
ve usuller belirlenmiş olup, manevi zararın tazminine yönelik herhangi
düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında, davacının manevi tazminat
talebinin karşılanmamış olması yönüyle de söz konusu komisyon kararında hukuka
aykırılık bulunmamaktadır...”
16. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/5428, K.2013/10004 sayılı ilamı ile
kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek onanmasına karar verilmiştir.
17. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/6/2014 tarihli ve
E.2014/4454, K.2014/5636 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Bu karar 28/8/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucuların murisi Zefi Ağgül 29/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 4. maddeleri (Celal Demir,
B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
20. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi
aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9
uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki
nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre
mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla
karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak
sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname
tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir
temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname
tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin
edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı
kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş
sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye
gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna
başvurma hakları saklıdır.”
21. 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa
tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”
22. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete"de
yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) 11. maddesi şöyledir:
“Komisyon gerek görmesi halinde keşif yapabilir.
Komisyon başkanı belirlemiş olduğu keşif yeri
ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya
yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirir.
Başvuru sahibinin kendisi, veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve
varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunurlar. Muhtar veya o yer
mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunması temin edilir.
…
Başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin
keşif esnasında hazır bulunmaması halinde durum tutanakta belirtilir.”
23. Aynı Yönetmelik"in 16. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî
ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli
ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya
ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik
koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi
aracılığı ile belirlenir.”
24. Aynı Yönetmelik"in 27. maddesi şöyledir:
“Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili
temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan
tarafından onaylanır.
Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve
sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin
banka hesaplarına yapılır.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 21/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
Murisinin İddiaları
26. Başvurucuların murisi 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış
olduğu başvurunun kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, zararının kabul
edilen kısmı için idare ile sulhname imzalamakla
birlikte kabul edilmeyen kısım için iptal ve tam yargı davası açtığını, gerçek
zararının hesabında birçok zarar kalemi mevcut olduğundan sulhnamenin
kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul
edilmeyen kısım için mal varlığına ulaşamamaktan dolayı dava açma hakkının
saklı bulunduğunu fakat açtığı davanın reddedildiğini, gerçek zararının
hesabında zarar kalemlerinin daha fazla olduğunu, bu zarar kalemlerinin keşif
yoluyla tespit edilmesi gerekmesine rağmen söz konusu tespitler yapılmadan ve
bu zararlar gözönünde bulundurulmadan
gerçekleştirilen eksik tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
27. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda idare ile sulhname imzalanması nedeniyle bakiye zarar iddiasına
ilişkin davanın reddedilmesi daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa
Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari ve yargısal süreci müteakip
ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmedilmesini temin eden etkili bir
giderim yolu bulunduğundan hareketle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan
kalkmış olması sebebine dayanılarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§
45-58).
28. Somut başvuruda başvurucuların murisi, terör ve terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının
karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş,
Komisyon tarafından başvurucunun tespit edilen zararları öngörülen birim
fiyatlara tabi tutularak 28.139,94 TL tazminat miktarı belirlenmiş (bkz. § 11)
ve vekiline, kararlaştırılan tazminat miktarını içerir sulhname
örneği ile birlikte sulha davet yazısı gönderilmiştir. Sulh teklifi
başvurucuların murisi tarafından kabul edilmiştir.
29. Eksik hesaplandığı iddia edilen zararın miktarı üzerinde
başvurucuların murisi idareyle anlaşma sağlamış ve 15/4/2011 tarihli sulhnameyi imzalamış olması sebebiyle Komisyonun tespitine
esas olan olay ile ilgili maddi mağduriyetinin açıkça orantısız olmayacak
şekilde giderildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucuların murisi, Komisyonun
tespitinde belirlenen ve zararlarının tamamını karşıladığını beyan ettiği
alacağını tümüyle davalı idareden tahsil ettiğinden mülkiyet hakkına ilişkin
mağduriyeti 18/8/2011 tarihinde giderilmiş ve bu hak yönünden mağdurluk statüsü
de aynı tarihte sona ermiştir. Öte yandan başvurucuların murisi, Komisyon
tarafından ödenmesine karar verilen tazminat tutarının kendisine ödenmediği ya
da eksik ödendiği yönünde bir iddiada da bulunmamıştır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucuların murisinin mülkiyet
hakkına yönelik şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Danıştay Onuncu
Dairesi İçtihadına Aykırı Karar Verilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucuların
Murisinin İddiaları
31. Başvurucuların murisi, Komisyon kararında karşılanmaması
nedeniyle sulhname kapsamına dâhil olmayan zarar
kalemleri için açtığı iptal davasında Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararında da belirtildiği gibi
bakiye zararlara ilişkin dava hakkı saklı olduğundan bu zararlarının tazmin
edilmesi yönünde hüküm kurulması gerekirken davasının reddine hükmedildiğini,
bu hâliyle verilen kararın hukuka aykırı olduğunu ve adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
32. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı
organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu olarak da
iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri
olan alt ilke ve haklar, Anayasa"nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa"nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında -ilgili hükmü Sözleşme"nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle- Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve
diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
33. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk
güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve
E.2012/50, K.2012/128,20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma
hakkının hukuk devletinin Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten
Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini beyan etmektedir.
Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya
güvenlik ilkesi ise hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve
kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan
mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak yargısal
bir belirsizliğe yol açabilir (Türkan Bal,
B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 52).
34. Bununla birlikte farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış
olması, tek başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir.
Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin
kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir (Türkan Bal, § 53).
35. Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı
çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında davaların
içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise hareket
noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin
doğru olduğunun ve tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir
belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup
olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir (Türkan
Bal, § 58).
36. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve
mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini
yansıtması yönüyle olumludur. Uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen
yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir
gerekçe göstererek farklı sonuçlara ulaşmaları, hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkeleri çerçevesinde verilen kararların ihtimale dayalı
sonuçlar olmamasını ve birbirine zıt ilamların ortaya çıkmamasını gerektirir (Ramazan Acar, B. No: 2013/7939,
15/12/2015, § 62).
37. Başvurucuların murisinin kendisiyle aynı statüde olan
davacılar lehine hüküm kurulduğunu belirttiği Danıştay Onuncu Dairesinin
30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı ilamının incelenmesi
neticesinde, başka bir İdare Mahkemesince yapılan yargılamada davanın reddi
yönünde kurulan hükmün, davacının Komisyon tarafından reddedilen diğer istemine
yönelik olarak dava açma hakkının saklı bulunduğunun kabulü gerektiğinden
bahisle bozulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
38. Danıştay dava daireleri arasındaki iş bölümü kapsamında 5233
sayılı Kanun’dan kaynaklanan davaları ve temyiz başvurularını inceleme görevi
Danıştay Onuncu Dairesine ait iken Danıştay Genel Kurulunca alınan 25/4/2011
tarihli ve E.2011/13, K.2011/13 sayılı kararla Danıştay dairelerinin yeni iş
bölümü esasları belirlenmiş; bu görev Danıştay Onbeşinci
Dairesine devredilmiştir. Aynı yıl Danıştay Onbeşinci
Dairesi, içtihat değişikliğine giderek 5233 sayılı Kanun"un 12. maddesinin
madde metni ve gerekçesinden hareketle sulhname
imzalandığı ve uyuşmazlığın ortadan kalktığından bahisle bakiye zararlar için
dava açılamayacağı şeklinde hüküm kurmuştur (Ramazan Acar, § 64).
39. Başvuruya konu olayda başvurucuların murisinin Elazığ 2.
İdare Mahkemesinde açtığı davada Mahkemenin bu kişi ile idare arasında
karşılıklı irade beyanlarıyla imzalanan sulhnamenin
varlığından hareketle davanın reddi yönünde hüküm kurduğu, söz konusu kararın
Danıştay tarafından anılan içtihat değişikliğinden sonra 2013 yılında onandığı
anlaşılmaktadır. Başvurucunun dosyaya çelişkili karar örneği olarak beyan
ettiği kararın 2011 yılındaki içtihat değişikliğinden önce Danıştay tarafından
verilen karar olduğu görüldüğünden söz konusu kararlar ile başvurucunun açtığı
davada kurulan hüküm arasındaki farklılıkların Danıştay Onbeşinci
Dairesinin içtihat değişikliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
40. Yüksek mahkemelerin temel fonksiyonlarından biri de yargı
kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla
birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı
hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı
açıktır (Türkan Bal, § 56).
41. Yazılı hukuk sistemine tabi ülkelerde içtihat değişmez bir
olgu olmadığından mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir
yetkisi kapsamında kalmaktadır. Böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki
çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelmektedir. Ancak aynı hususta daha
önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu
farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Türkan Bal, § 55).
42. Elazığ 2. İdare Mahkemesi ve Danıştay kararının Danıştay
Onuncu Dairesinin daha önceki kararından farklı bir sonuca neden ulaşıldığı
hakkında başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına
imkân verecek yeterli gerekçeyi içerdiği değerlendirilmektedir. 2004 yılında
kabul edilip aynı yıl yürürlüğe giren 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen
idari süreç akabinde uyuşmazlıkların yargıya taşınması ile yeni usul ve sulhname imzalanması işlemi hakkında içtihatların müstakar
hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması da nazara alındığında
yeterli gerekçeyle desteklenen içtihat değişikliği sonrasında içtihattan sapma
olmadığı gibi başvurucuların murisinin bu yönde bir iddiası da mevcut değildir.
Kaldı ki başvurucuların murisinin Danıştay Onbeşinci
Dairesinin içtihat değişikliği yaptığı tarihten sonraki bir tarihte sulhnamede ödenmesine karar verilen miktarı tahsil ettiği
ve akabinde dava açtığı nazara alındığında dayanak gösterdiği karar hakkındaki
iddiaları temelsiz kalmaktadır.
43. Aynı hukuki metne ilişkin olarak aynı derecedeki bağımsız
yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları ile temyiz
mercilerinin uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri
arasındaki yorum farklılıkları, tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45) mahkemelerce, hukuk
kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde farklılıklar
meydana gelmesi ya da önceki çözümün tatminkâr bulunmaması, yeni kabul edilmiş
bir yasanın yorumlanmasında içtihadın müstakar hale gelmesi için belli bir
zamana ihtiyaç duyulması gibi çeşitli nedenlerle içtihat değişikliğine
gidilmesi de tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemez.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucular murisi tarafından ileri
sürülen bu iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi
kararının bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucuların
Murisinin İddiaları
45. Başvurucuların murisi 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri
sürdüğü giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari ve yargısal
sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde
tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
47. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında; Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı başvuruların
karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol
açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin,
B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut
Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014,
§§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66).
Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının uzun bir sürede gerçekleştiği ve
bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı
durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır (İsmet Kaya, B. No:
2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
48. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (5/5/2006)ile nihai karar tarihi (19/6/2014) arasında geçen ve toplam
süresi 8 yıl 1 ay olan yargılamada başvurucu açısından farklı karar verilmesini
gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu yargılama süresinde makul olmayan
bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucuların
Murisinin İddiaları
50. Başvurucuların murisi, terör nedeniyle uğradığı manevi
zararlarının tazminine ilişkin talebinin Kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle
mahkemece reddedildiğini, idari ve yargısal merciler tarafından talebinin
dikkate alınmadığını, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu"na ve tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı karar verildiğini,
tam yargı davası bağlamında manevi tazminat isteminin karşılanmadığını
belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anılan iddialar Anayasa"nın 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkı
açısından incelenmiştir.
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
53. Başvurucuların murisi, idare hukukunun genel hükümleri
kapsamında açtığı manevi tazminat davasının hatalı değerlendirme sonucu
reddedilmesi nedeniyle bu zararının tazminini isteme imkânından mahrum
bırakıldığını ileri sürmüştür.
54. Anayasa Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması
konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek
olmayıp usule ilişkin uygulamanın kişinin mahkemeye erişim hakkını, Anayasa ve Sözleşmesi’ye aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını
denetlemektir (Neriman Polat, B. No:
2012/1223, 5/11/2014, § 33).
55. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144,
2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç.,
B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan
Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41). Bu
hak, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne
taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek
anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını (Özkan Şen, § 52) ya da
kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren
sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052,
23/7/2014, § 31).
56. Mahkemeye etkili erişim hakkı, “hukukun üstünlüğü” ilkesinin
temel unsurlarından biridir ve bu hak, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir
sistemin var olması ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık,
pratik ve etkili fırsatlara sahip olması gerektiğini ifade eder. Bu sebeple
hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların
mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar
verilebilmektedir (Özden Sayar ve Deren
Dilara Sayar, B. No: 2013/4022, 13/4/2015, § 60).
57. Başvuru konusu olayda başvurucunun manevi tazminat talebine
ilişkin mahkemeye erişim hakkı, idari yargı alanında uygulanabilir bir haktır.
Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı, tazminat talebi bulunan bir kimsenin bu
talebi hakkında bir mahkeme tarafından bir karar verilmesini isteme hakkıdır.
58. 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun’un çıkarılış
amacı “... terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi
zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre
içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu
yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız
zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi...” şeklinde
belirtilmiştir. Ayrıca 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin madde gerekçesinde “Zararların sulhen
karşılanması yöntemi ile mağdurların yargı yoluna gitmelerine gerek kalmaksızın
kısa sürede zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır.” ifadesine yer
verilmiştir.
59. Somut olayda başvurucuların murisinin maddi ve manevi
tazminat talebiyle açtığı davada idare hukukunun manevi tazminata ilişkin genel
hükümleri kapsamında talepte bulunulmasına rağmen 5233 sayılı Kanun’da manevi
tazminat ödenmesi hakkında bir hüküm bulunmadığı gerekçesiyle dava
reddedilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesi gereği mahkemeye erişim
hakkı kapsamındaki etkili karar hakkına yönelik müdahale, Anayasa’nın 13. maddesi
bağlamında ölçülülük ilkesi yönünden incelenecektir.
60. Anayasa’nın 36.
maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş
olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak
bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da
hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir.
Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş
olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu
hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve
kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün
doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen
kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar, Anayasa’nın 13. maddesinde yer
alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen,
§ 58; Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39; İbrahim
Can Kişi, § 33).
61. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözü ve ruhu ile demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz (İbrahim Can Kişi, § 34; Neriman Polat, § 42).
62. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü
zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve
ölçülü olması, başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38; İbrahim Can Kişi, § 36).
63. Bir tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa
ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen yargılamada, kişilerin
taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek incelemenin yapılacağı
mevzuat kaynaklarının daraltılmasının belirtilen anlamda dava açılması ile
ilgili bir kısıtlama olarak değerlendirilmesi ve bu müdahalenin mahkemeye
erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
64. Somut olayda yukarıda ilgili bölümde ifade edildiği üzere
başvurucuların murisinin genel hükümler kapsamında manevi tazminat talebiyle
açtığı dava, 5233 sayılı Kanun kapsamında incelemeye tabi tutularak anılan
Kanun kapsamında talep etme imkânı bulunmadığı gerekçesi ile reddedilmiştir.
65. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde yer alan “maddi” sözcüğünün itiraz yoluyla iptal
edilmesi amacıyla yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi 25/6/2009 tarihli ve
E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında anılan iptal istemini reddetmiştir.
İlgili gerekçe şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören
kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan,
idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış
bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki
uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir.
Yasa koyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı
hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa"da ayrıntılı olarak kurala
bağlamıştır.
…
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik
bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen
zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararlardan sadece "maddi" olan kısmının sulh yoluyla tazminine
ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa"da bu zararlardan "manevi" olan
kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi,
12. maddede "sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna
başvurma hakları saklıdır" denilerek Anayasa"nın 125. maddesinin birinci
fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu
ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere
karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.”
66. 5233 sayılı Kanun, maddi zararların özel bir giderim usulü
olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir
kanundur. 2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya
eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde
bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari
yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân
sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No:
2014/5005, 6/1/2016, § 81).
67. Somut başvuruda tazminat hukukunun genel prensiplerine göre
açılan davada başvurucuların murisinin manevi tazminat talebi hakkında genel
hükümler kapsamında inceleme yapılarak bir karar verilmemesi, 5233 sayılı
Kanun’un 12. maddesinin son fıkrasındaki ve 2577 sayılı Kanun’un 1. ve 13.
maddelerindeki açık düzenlemeler ile Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatları
dikkate alındığında başvurucuların murisini açtığı davayı tazminat hukukunun
genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum bırakmış olup bu durum
başvurucuların murisinin mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir müdahale
oluşturmuştur.
68. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
C. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
70. Başvuru formunda maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuştur.
71. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
72. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmiş olması nedeniyle
yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
-başvurucuların miras payları da dikkate alınarak- başvurucular Kıymet Karakoç,
Gülperi Karyemez, Sultan
Karakoç, Yeter Doğu, Sedef Örgün, Fatma Ağgül, Emir Ağgül, Şahin Ağgül"e ayrı ayrı
400 TL; Gülbahar Özgül, Gülcanan Özgül, Kemal Önder,
Nihat Önder, Mustafa Önder ve İsmet Önder"e ayrı ayrı 66,66 TL manevi
tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.
73. Ayrıca Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
74. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Elazığ 2. İdare
Mahkemesine (E.2012/521, K.2012/1009) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Danıştay Onuncu Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Elazığ
2. İdare Mahkemesine (E.2012/521, K.2012/1009) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucular Kıymet Karakoç, Gülperi
Karyemez, Sultan Karakoç, Yeter Doğu, Sedef Örgün,
Fatma Ağgül, Emir Ağgül,
Şahin Ağgül"e ayrı ayrı 400 TL; Gülbahar Özgül, Gülcanan Özgül, Kemal Önder, Nihat Önder, Mustafa Önder ve
İsmet Önder"e ayrı ayrı 66,66 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin
diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.