
Esas No: 2012/848
Karar No: 2012/848
Karar Tarihi: 17/7/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
RAHİL DİNK VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2012/848) |
|
Karar Tarihi: 17/7/2014 |
R.G. Tarih-Sayı: 12/11/2014-29173 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Zehra Ayla PERKTAŞ |
|
|
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Zühtü ARSLAN |
Raportör |
: |
Özcan ÖZBEY |
Başvurucular |
: |
Rahil DİNK |
|
|
Hosrof DİNK |
|
|
Delal DİNK |
|
|
Arat DİNK |
|
|
Sera DİNK |
Vekilleri |
: |
Av. Fethiye ÇETİN, Av. İsmail Cem HALAVURT, |
|
|
Av. Hakan BAKIRCIOĞLU, Av. Ayşenur DEMİRKALE |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, birinci derece yakınları olan kişinin öldürülmesi
olayı üzerine başlatılan soruşturmanın özellikle kamu görevlileri yönünden
etkili bir şekilde yürütülmediğini, soruşturma dosyasının kendilerine karşı
gizli tutularak evrak verilmediğini, konu ile ilgili olarak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 14/9/2010 tarihinde verilen kararın
gereklerinin iç hukukta yerine getirilmediğini, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 10, 11., 17., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Birinci başvuru 12/11/2012 tarihinde
İstanbul 3 No’lu Hâkimliği (TMK 10. Maddesi ile
Görevli), ikinci başvuru da 3/3/2014 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemelerinde Komisyona sunulmalarına engel bir eksikliklerinin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/6/2013
tarihinde, İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 12/3/2014 tarihinde, başvuruların
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Başvurucuların, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası ile
yaptıkları başvuruların incelemesinde, konu ve kişi yönünden hukuki irtibat
bulunduğu tespit edildiğinden, Bölüm tarafından 25/3/2014
tarihinde, 2014/3045 numaralı dosyanın 2012/848 numaralı bireysel başvuru
dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.
5. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde
yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre
sonunda görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
7. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş,
başvurucuların vekiline 18/9/2013 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucular, görüşlerini 21/10/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır.
8. Anayasa Mahkemesinin 19/6/2013 tarih ve
2012/848 sayılı yazısı ile somut başvuru kapsamında İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığından “söz konusu soruşturma
dosyasının geldiği aşamanın tespiti ve başvurucuların soruşturmaya katılım
durumlarının belirlenmesi açısından, bu soruşturmaya ilişkin gerçekleştirilen
işlem ve kararları içeren açıklayıcı bilgi notu ile birlikte, dosyada
belirleyici niteliğe sahip ve gerekli görülen belgelerin onaylı suretlerinin”
istenilmesi üzerine, Savcılık tarafından başvuru konusu soruşturma ile ilgili
bir adet DVD 12/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.
9. Anayasa Mahkemesinin 24/2/2014 tarih ve
2012/848 sayılı yazısıyla, yürütülen soruşturmanın etkililiğinin saptanabilmesi
açısından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından ek bilgi istenilmiş ise de,
anılan Savcılığın 26/2/2014 tarihli cevabi yazısında “söz konusu soruşturma dosyasında kısıtlama kararı bulunduğu,
soruşturmanın gizliliğine zarar gelmemesi ve delillerin aleniyet kazanmasının
takdiri Anayasa Mahkemesine ait olmak üzere soruşturma dosyasının bir suretinin
dijital ortamda 30/10/2013 tarihinde gönderildiği, soruşturmanın halen devam
ettiği” belirtilerek, önceki talimat yazısına atıfta bulunulmuştur.
10. Yine Anayasa Mahkemesinin devam eden yazışmaları ve yapılan telefon
görüşmeleri sonucunda Samsun, Trabzon ve İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılıklarından 10-18-24-27/6/2014 tarihlerinde
konu ile ilgili bazı ek bilgi ve belgeler alınmıştır.
11. Diğer taraftan Bakanlık, başvuru konusu olaylara ilişkin 28/8/2013 tarihli görüşünde, başvurucuların Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarında teyit ettikleri bir takım bilgilere yer vermiştir.
12. Bakanlık ayrıca, söz konusu soruşturma hakkında 5271 sayılı
Kanun’un 153. maddesi kapsamında kısıtlılık kararı bulunduğundan İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 12/7/2013 tarihli yazısı dışında
herhangi bir soruşturma evrakı temin edemediklerinden, soruşturmanın seyri ve
içeriğine ilişkin Anayasa Mahkemesine ayrıntılı görüş sunamadıklarını
bildirmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
13. Başvuru formu ve ekleri ile yapılan yazışmalar ve Bakanlık
görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Hrant Dink’in Öldürülmesi
14. Agos Gazetesinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink, 19/1/2007 tarihinde
İstanbul’da işyerini terk etmekte iken uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını
kaybetmiştir.
15. Bu olayın takipçileri olan başvuruculardan Rahil
Dink maktul Hrant Dink’in
eşi, Hosrof Dink kardeşi, Delal,
Arat ve Sera Dink ise çocuklarıdırlar.
2. Soruşturmanın
Başlatılması ve Soruşturmaya Getirilen Kısıtlama
16. Hrant Dink’in öldürüldüğü gün İstanbul Özel
Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2007/972 (ve Hz.2007/115) sayılı
dosya üzerinden soruşturma açılmıştır.
17. Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca Hz.2007/972 numaralı dosya üzerinden “terör örgütü üyesi olmak” suçundan yürütülen soruşturma
kapsamında yapılan talep üzerine, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2007 tarih ve K.2007/286 sayılı yazısı ile “soruşturma dosyasında bulunan evrakın müdafiler ve
vekiller tarafından incelenmesi ve suretlerinin alınması halinde aranan
kişilerin arandıklarını öğrenerek kaçmaları, suç eşyası ve suç delillerinin yok
edilmesi, delillerin toplanmasının ve tüm şüphelilerle birlikte tüm suçların
açığa çıkartılmasının zorlaşması ihtimaline göre kısıtlama tedbirine ihtiyaç
duyulması nedeniyle, yasal istisna hariç, dosyada bulunan evrakın şüpheli,
müdafi ve suçtan zarar gören vekili tarafından incelenmesi ve suret alınması
hakkının kısıtlanmasına” karar verilmiştir.
18. Savcılıkça yürütülen soruşturmada elde edilen deliller
neticesinde olaya karıştıkları tespit edilen bazı şüphelilerle ilgili olarak
dava açılmış ise de, soruşturmanın kapsamlı olması ve yeni deliller elde
edilmesi ihtimali gözetilerek soruşturma dosyası açık bırakılmış olup,
başvurucuların bireysel başvuruya geldikleri tarih itibariyle dosya derdest
bulunmaktadır.
3. Öldürme
Eylemine Karışan Sivil Şahıslar Hakkında Yürütülen Adli İşlemler
19. Cinayet olayı üzerine başlatılan soruşturma 20/4/2007
tarihinde 18 sivil şüpheli yönünden tamamlanarak, E.2007/368 sayılı iddianame
ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.
20. Hrant Dink cinayetinin asli faillerinden olup çocuk yaşta olması
nedeniyle dosyası tefrik edilen O. S., İstanbul 2.
Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25/7/2011 tarihinde kasten öldürme
suçundan 21 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bu karar, 21/3/2012 tarihinde Yargıtay tarafından onanarak
kesinleşmiştir.
21. Diğer sanıklar hakkındaki karar, İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından 17/1/2012 tarihinde
açıklanmıştır. Kararda, sanık Y. H., O. S.’yi Hrant Dink’i
tasarlayarak öldürmesi suçuna azmettirdiği gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Sanıklar E. Y. ve A. İ. ise, O. S.’yi Hrant Dink’i
tasarlayarak öldürmesi suçuna yardım ettikleri gerekçesiyle 15’er yıl hapis
cezasına mahkûm edilmişlerdir. Diğer taraftan, Y. H.’nin
“Silahlı terör örgütünün yöneticisi olma”,
E. Y. ve A. İ.’nin ise “Silahlı terör örgütüne üye olma” suçları sabit olmadığı
gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiştir.
22. Bu karar, örgüt suçundan ve bazı sanıklar hakkında delil
bulunmadığından bahisle verilen beraat kararının hukuka aykırı olduğu
gerekçesiyle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmiştir.
23. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, kasten öldürme suçunun örgüt
faaliyeti çerçevesinde işlendiği gerekçesiyle kararın bozulması yönünde 10/1/2013 tarihinde tebliğname
düzenlemiştir.
24. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 13/5/2013
tarihinde, sanık Y. H.’nin silahlı suç örgütü kurma
ve yönetme suçundan, sanıklar A. İ. ve E. Y.’nin silahlı
suç örgütüne üye olma suçundan, sanıklar E. T., T. U.
ve Z. A. Y.’nin silahlı suç örgütüne üye olma ve
öldürmeye yardım suçlarından beraatlarına karar verilmesi nedeniyle söz konusu
hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararda, örgüt için
gerekli şartların somut davanın koşullarında oluştuğu, sanıklardan Y. H.’nin Hrant Dink’in
öldürülmesi olayını örgütün işlemeyi amaçladığı bir suç olarak kararlaştırdığı,
suç örgütünün üyeleri oldukları anlaşılan diğer sanıkların örgütün faaliyeti
kapsamında O. S.’yi suçu işlemesini teşvik etmek, suç
işleme kararını kuvvetlendirmek, nasıl işleyeceği hususunda yol göstermek
suretiyle öldürme suçuna iştirak ettikleri ifade edilmiştir. Bu dava,
İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/221 sayılı dosyası üzerinden yürütülmektedir.
4. Öldürme
Eylemindeki İhmalleri Nedeniyle Kamu Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli
İşlemler
25. Yukarıda anılan bilgi ve belgelere göre Savcılığın olay ile
ilgilerini tespit ettiği kamu görevlileri hakkında yürüttüğü adli işlemler
özetle şöyledir:
a. Trabzon Jandarma görevlileri hakkında yürütülen
ceza soruşturması
26. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuların 17/1/2008 tarihli şikayet dilekçelerine ek olarak resen
yürüttüğü soruşturma sonucunda, Trabzon Jandarma Komutanlığı görevlileri
hakkında “görevi kötüye kullanma”
suçundan 25/1/2008 tarih ve K.2008/33 sayı ve
“ihmali davranış ile kasten öldürme” suçundan 28/4/2008 tarih ve
K.2008/201 sayı ile Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına görevsizlik kararı
vermiştir.
27. Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı 30/10/2007
tarih ve E.2007/2815, 25/12/2008 tarih ve E.2008/4010 sayılı iddianameleriyle
bir kısım jandarma personeli hakkında
“görevi ihmal” suçundan Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesinde dava
açmıştır.
28. Anılan Mahkemenin 2/6/2011 tarih ve E.2008/615, K.2011/669
sayılı kararı ile, “saldırı konusunda
ayrıntılı bilgi almalarına rağmen bu bilgiyi yetkili makamlara bildirmedikleri
ve bu şekilde görevlerini ihmal ettikleri” gerekçesiyle, jandarma
personeli olan sanıklar A. Ö., M. Y., V. Ş., O. Ş., H.
Y. ve H. Ö. Ü.’nün 4 ve 6 ay arasında değişen hapis
cezalarıyla mahkûmiyetlerine karar verilmiştir.
b. İstanbul Emniyet görevlileri hakkında yürütülen
ceza soruşturması
29. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığınca Hrant
Dink cinayeti ile ilgili ihmalleri olduğu iddia edilen İstanbul emniyetine
mensup kamu görevlileri hakkında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 9. maddesi gereğince yürütülen
soruşturma sonucunda İstanbul Valisi tarafından verilmiş olan 20/3/2008 tarihli karar uyarınca, İstanbul Emniyet Müdürü C.
C. ve İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı B. K. hakkında soruşturma izni
verilmemesi, istihbaratta görevli diğer altı polis ve amirleri hakkında ise
soruşturma izni verilmesi uygun görülmüştür.
30. Tarafların bu karara itiraz etmeleri üzerine İstanbul Bölge
İdare Mahkemesinin 27/6/2008 tarih ve E.2008/374
sayılı kararı ile soruşturma izni verilmemesine ilişkin karar onanırken,
haklarında soruşturma izni verilen görevliler açısından ise “soruşturma yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin
dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı” belirtilerek kararın
bozulmasına ve bu kişiler yönünden soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
31. Bunun üzerine soruşturmayı yürüten Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığınca, 22/10/2008 tarih ve K.2008/9680
sayılı karar ile söz konusu kamu görevlileri hakkında “kovuşturmaya yer olmadığına” karar
verilmiştir.
c. Samsun Emniyet görevlileri hakkında yürütülen
ceza soruşturması
32. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca, Hrant
Dink’i öldürdükten sonra kaçıp Samsun’da yakalanan O.
S. ile ilgili Samsun Emniyet görevlilerince yapılan işlemler sırasında görevi
kötüye kullanma ve gizliliği ihlal niteliğindeki eylemler nedeniyle yürütülen
soruşturma kapsamında, Terörle Mücadele Şube Müdürü olan M. B. ile komiser
olarak görev yapan İ. F. hakkında 2007 yılında kamu davası açılmıştır.
33. Cumhuriyet Savcısının yazılı emrine rağmen şüphelinin gözaltına
alınmaması, yaşı küçük olan şüphelinin yalnızca Cumhuriyet Savcısınca
ifadesinin alınabileceği ve Savcının emri olmadıkça görüntü ve ses kaydının
alınamayacağı ve fotoğrafının çektirilerek yayınlattırılamayacağı kurallarına
aykırı davranılması kapsamında Samsun 4. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan
yargılama sonucunda, 22/10/2008 tarih ve E.2007/521,
K.2008/587 sayılı karar ile “eylemin
disiplin cezası gerektirebileceği ve suçun kasıt unsuru bulunmadığı”
gerekçesine dayalı olarak adı geçen sanıkların beraatına karar verilmiştir.
34. Cumhuriyet Savcısı ve başvurucular tarafından yapılan temyiz
üzerine, Yargıtay 4. Ceza Dairesi 17/12/2012 tarih ve E.2010/27631,
K.2012/30616 sayılı kararında, “sanıkların,
Kanun ve Yönetmelik hükümlerine aykırı davranarak, şüphelinin ve ölüm olayı
mağdurlarının, Anayasa’nın 36. maddesi ve AİHS’nin 6/2. maddesindeki adil
yargılanma haklarının da ihlal edilmesine ve bu şekilde görevlerinin
gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine neden olması
karşısında; TCK’nın 257/1. maddesindeki icrai
davranışla görevi kötüye kullanma suçunun maddi ve manevi unsurlarının
oluştuğunun gözetilmemesi…, sanıkların amaçlarının
kasten insan öldürme suçundan şüpheli O. S.’nin
işlediği suçun doğru bir davranış olduğu yönünde kamuoyuna mesaj vermek olup
olmadığı ve haklarında TCK’nın 215. maddesinin uygulanma olanağı bulunup
bulunmadığı tartışılmadan, suç niteliği yanlış değerlendirilen ve yerinde
görülmeyen gerekçelerle sanıklar hakkında beraat kararı verilmesinin yasaya
aykırı olması” gerekçesi ile Mahkemenin beraat kararı bozulmuştur.
Mahkemece, bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda, adı geçen iki
görevlinin sanık O. S. ile çektikleri fotoğrafları yayınlamaları şeklindeki
eylemleri “suçu ve suçluyu övme”
suçu kapsamında değerlendirilerek ve suç tarihi de gözetilerek 6352 sayılı
Kanun’un 1/1. maddesi uyarınca “kamu
davasının ertelenmesine”, ayrıca M. B. hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan verilen
5 ay hapis cezası hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına 18/6/2013
tarihinde karar verilmiştir.
5. Başvurucuların
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Başvurmaları
35. Başvurucular, bir kısım iddialara ek olarak Hrant
Dink’in öldürülmesi nedeniyle, yaşam hakkının maddi
ve usuli yönlerden ihlal edildiği iddiasıyla 2008 ve
2009 yıllarında AİHM’e başvuruda bulunmuşlardır.
AİHM, Hrant Dink ve yakınları olan başvurucular
tarafından yapılmış olan beş başvuruyu birleştirerek (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve
7124/09, 14/9/2010) incelemiştir.
36. AİHM, 14/9/2010 tarihinde diğer bazı
ihlal nedenleri yanında, resmi makamların Hrant Dink’in yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike bulunmasına
rağmen, cinayetin meydana gelmesini engellemek için gerekli önlemleri
almadıkları gerekçesiyle, Sözleşme’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin
maddi yönden; Hrant Dink’in
yaşamını korumada ihmallerinden dolayı emniyet ve jandarma görevlileri hakkında
başlatılan soruşturmaların takipsizlik kararı ile sonuçlanmış olması nedeniyle,
Devletin, ihmalleri görülen kişileri belirleme ve cezalandırma amacıyla etkili
bir soruşturma yürütme yükümlülüğüne aykırı davrandığı sonucuna vararak, anılan
maddenin usul yönünden de ihlal edildiğine karar vermiş ve ihlal nedeni
oluşturan diğer bir kısım hususları da dikkate alarak somut olayın koşullarında
başvurucular Rahil Dink, Delal
Dink, Arat Dink ve Sera Dink’e birlikte 100.000,
başvurucu Hasrof Dink’e
5000 Avro ödenmesini uygun bulmuştur.
37. AİHM, olayın meydana gelişini ihmali davranışları ile
engelleyemeyen kamu görevlileri hakkında ilgili birimlerce yapılan işlemler
konusunda şu tespitlerde bulunmuştur:
AİHM,
· Trabzon Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin, İstanbul Emniyet
Müdürlüğünü, Y.H.’nin Hrant
Dink’in öldürülmesini planladığı, adli sicilinin ve
kişiliğinin de bu suçu işlemeye elverişli olduğu konusunda 17/1/2006
tarihinde resmi olarak haberdar ettiğini, ancak İstanbul Emniyet Müdürlüğünün
söz konusu istihbarat üzerine herhangi bir işlem yapmadığını, İstanbul
Savcılığının 20/4/2007 tarihli iddianame ile terör eylemleri ve adam öldürmek
için suç örgütü oluşturma ve bunlara üye olma ya da bu tür eylemleri
azmettirmekten dolayı on sekiz sanık hakkında bir kamu davası açtığını, bu
davanın halen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olduğunu,
· Trabzon Savcılığının 30/10/2007 tarihli
iddianamesi ile jandarma görevlileri V.S. ve O.S. hakkında Trabzon Asliye Ceza
Mahkemesinde ceza davası açıldığını, ancak 4/4/2007 tarihli Valilik kararına
karşı başvurucuların avukatları tarafından gerçekleştirilen ve söz konusu
jandarma görevlilerinin üstlerinin sorumluluğuna da gidilmesi talebini içeren
başvurunun Trabzon Bölge İdare Mahkemesi tarafından 6/6/2007 tarihinde
reddedildiğini,
· İstanbul Savcılığının ihbarı üzerine, Trabzon Savcılığınca,
Trabzon Emniyet Müdürlüğündeki sorumlular hakkında soruşturma açıldığını, sonuç
olarak 10/1/2008 tarihinde takipsizlik kararı
verildiğini, bu takipsizliğe yapılan itirazın ise 14/2/2008 tarihinde, Rize
Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildiğini,
· İstanbul Savcısı tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğündeki bazı
görevliler hakkında yürütülen soruşturmaların, İstanbul Bölge İdare
Mahkemesinin, 23/5/2007, 27/6/2008 ve 15/11/2008
tarihli soruşturma izni verilmemesi ya da verilmiş izinlerin iptali yönündeki
kararları nedeniyle takipsizlikle sonuçlandığını,
· Samsun Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı mensuplarının Hrant Dink’in katil zanlısı olan
O. S.’yi, cinayetin ertesi günü İstanbul’dan
Trabzon’a dönerken, Samsun otogarında yakalamaları ve ellerinde Türk bayrağı
bulunan şüpheliyle birlikte fotoğraf çektirmeleri nedeniyle başvurucuların O.
S. ile poz veren polis ve jandarma görevlileri hakkında Hrant
Dink cinayetini övmek ve görevi kötüye kullanmaktan dolayı suç duyurusunda
bulunduklarını, ancak Samsun Savcılığının yaptığı adli soruşturma sonucunda, 22/6/2007 tarihinde takipsizlik kararı verdiğini, bununla
birlikte Savcının, güvenlik güçleri mensuplarının yaptıkları bazı usuli hataların (özellikle de küçüklere ilişkin
soruşturmanın gizliliği açısından) ise disiplin yargılamasına konu olabileceği
ihtimalini dışlamadığını, güvenlik güçleri aleyhine başlatılan disiplin
soruşturmalarının, ceza yargılamasının gizliliği ilkesinin ihlali ve güvenlik
güçlerinin saygınlığını bozmadan dolayı disiplin cezaları verilmesi ile
sonuçlandığını saptamıştır.
38. AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlal
gerekçelerini ortaya koyarken de şu değerlendirmeleri yapmıştır:
AİHM özetle,
· Somut olayda, Hrant Dink cinayetinin
ardından İstanbul Savcılığının, İstanbul ve Trabzon güvenlik güçlerinin bu
suçun muhtemelliği konusunda edindikleri bilgileri
yönetme biçimine ilişkin olarak ayrıntılı ve titiz bir soruşturma yürüttüğünü,
İstanbul Savcısının, güvenlik güçleri nezdindeki olası ihmaller serisini gün
yüzüne çıkardığı ve bu açıdan elde ettiği bilgileri, başvuranın yaşamının
korunması yükümlülüğünün yerine getirilmesinde ihmali bulunan memurların
kimliğini de belirtmek suretiyle, İstanbul ve Trabzon’daki soruşturma
birimlerine ilettiği,
· İstanbul Savcılığının ihbarı ve İçişleri Bakanlığının emri
üzerine Trabzon’da başlatılan soruşturmalar sonunda, Valinin, iki astsubay
dışında ilgili jandarma mensuplarının ceza mahkemesi önüne çıkarılmasına izin
vermediği, …iki astsubayın bilgileri iletmesinin ardından, uygun önlemleri
almaya yetkili olan Trabzon Jandarma subaylarının niçin pasif kaldığı konusunda
hiçbir sonuca ulaşılmadığı,
· Trabzon polisinin suçun önlenmesi kapsamındaki usulsüzlük ve
ihmalleriyle ilgili olarak, Trabzon Savcılığının verdiği takipsizlik kararının,
dosyadaki diğer olaylarla çatışan argümanlar içerdiği,
soruşturmanın, polislerin sahip oldukları bilgilere rağmen, niçin cinayet
faillerine karşı hareketsiz kalındığı konusunda hiçbir bilgi sağlamadığı,
· Yine İstanbul Polisine karşı, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin
(İstanbul Valiliği İl İdare Kurulunun kararına ilişkin) iptal kararından dolayı
hiçbir ceza kovuşturmasına girişilemediği, Emniyet Müdürünün de İl İdare Kurulu
tarafından soruşturma dışında bırakıldığı, sonuç olarak, niçin İstanbul
polisinin, cinayetten önce sahip olduğu bilgilere rağmen, Hrant
Dink üzerindeki tehdide karşı harekete geçmediği hususunun aydınlatılamadığı,
· Hükümetin altını çizdiği üzere, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde,
saldırının failleri oldukları iddia edilen ve hepsi aşırı milliyetçi bir gruba
mensup olan kimseler aleyhine halen devam etmekte olan bir ceza yargılamasının
var olduğu, bununla birlikte bugüne dek, Trabzon’daki iki astsubaya karşı
açılan davalar dışında, suçun önlenmesinde resmi makamların sorumluluğunu
gündeme getiren tüm yargılamaların sadece takipsizlikle sonuçlandığı,
…üstlerine yönelik ceza soruşturması bittiği için, iki astsubay hakkında devam
eden yargılamanın sonucunun önceki tespitleri etkileyecek düzeyde olmadığı,
· Ayrıca, Trabzon jandarma subaylarına ve İstanbul polis
memurlarına yönelik suçlamaların, sadece, hepsi yürütme erkine mensup olan ve
olaylara karışanlardan tamamen bağımsız olmayan diğer memurlarca (Vali, İl
İdare Kurulu) esastan incelendiği, bu durumun da tek başına söz konusu
soruşturmanın zayıflığını gösterdiği, Emniyet görevlileri ve jandarma subayları
hakkındaki yargılamalara Hrant Dink’in
yakınlarının müdahil edilmediğ, kendilerine, karara
karşı sadece dosya üzerinden inceleme yapan üst makama itiraz hakkının
tanındığı, bir polis şefinin aşırı milliyetçi fikirlerini afişe etmesi ve
cinayetle suçlanan kişilerin eylemlerini olumlamasının
hiçbir derinlemesine soruşturma konusu yapılmadığı,
· Hrant Dink’in yaşamını korumada
ihmallerinden dolayı Trabzon Emniyeti ve Jandarma sorumlularına ve İstanbul
Emniyeti sorumlularına karşı başlatılan soruşturmaların takipsizlik kararı ile
sonlanmasının; ihmalleri görülen kişileri belirleme ve bu ihmalleri yaptırım
altına alma amacıyla etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü yükleyen
Sözleşmenin 2. maddesi gereklerinin ihlali niteliğinde olduğu şeklinde
tespitlerde bulunmuştur.
6. AİHM
Kararından Sonra Kamu Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli İşlemler
39. Başvurucuların avukatı Fethiye Çetin tarafından 17/1/2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı"na bir
dilekçe sunulmuştur. Dilekçede, 14/12/2010 tarihinde
kesinleşen AİHM’in Dink kararına (Dink / Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08,
30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010) atıfta bulunularak İstanbul Valisi M.
G. ve İstanbul Emniyet Müdürü C. C. de dâhil 25 kadar kamu görevlisi hakkında
soruşturma yapılması ve kamu davası açılması talep edilmiştir.
40. AİHM kararından sonra başvurucuların yaptıkları şikâyet sonucunda
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2011/192 numaralı dosya üzerinden ismi
geçen kamu görevlileri hakkında “terör
örgütü üyesi olmak, ihmali davranış ile kasten öldürmeye sebebiyet vermek,
sahte evrak tanzimi ve kasten adam öldürmeye iştirak” suçlarından
genel soruşturma açılmıştır.
41. Hz.2011/192 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturma, daha
sonra derdest durumda olan Hz.2007/972 numaralı ilk soruşturma dosyası ile 13/10/2011 tarihinde birleştirilmiştir.
42. Öte yandan, başvurucuların 20/7/2010
tarihli dilekçeleri ile suç tarihinde İstanbul Valisi olan M. G.’nin, Hrant Dink’e
yapılan suikastı ihmali davranışları ile engellemeyerek görevini kötüye
kullandığını iddia etmeleri üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
Hz.2007/972 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturma sonucunda; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 14/11/2007 tarih
ve Hz.2007/143, K.2007/57 sayılı kararında, Hrant Dink’in öldürülmesinde İstanbul Valisi M. G.’nin doğrudan ya da dolaylı olarak sorumluluğunun
bulunduğuna yönelik delil bulunmadığından işleme konulmama kararı verilerek
muktezaya bağlandığı anlaşıldığından şüpheli hakkında kavuşturma yapılmasına
yer olmadığına” şeklindeki gerekçe ile 10/4/2013 tarihinde
takipsizlik kararı verilmiştir.
7. Başvurucuların
2014/3045 Numarasına Kaydı Yapılan Bireysel Başvuruya Konu Ettikleri Kamu
Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler
43. Başvurucular, AİHM’nin 14/9/2010 tarihli kararına dayanarak, 11/4/2013 tarih ve
6459 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 172. maddesine
eklenen (3) numaralı fıkrada düzenlenen “Kovuşturmaya
yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine,
kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden
soruşturma açılır.” hükmü uyarınca, 1/7/2013 tarihinde, anılan AİHM
kararının gereğinin yapılması ve daha önceden haklarında kovuşturmaya yer
olmadığı kararı verilen Trabzon Emniyet ve Jandarma ile İstanbul Valilik ve
Emniyetinde görev yapan ve şikayet dilekçesinde ismi geçen kamu görevlileri ile
ilgili olarak yeniden soruşturma açılması için İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına şikayette bulunmuşlardır.
44. Başvurucuların şikâyet dilekçeleri genel soruşturmaları yapmakla
görevli Savcılığın 2013/93822 sayılı soruşturmasına kaydı yapılmıştır. Anılan
Savcılık tarafından görevlilerin bir kısmının suçun işlendiği sırada Trabzon’da
görevlerini ifa ettikleri belirtilerek, tefrik edilen evrak 2013/102053
soruşturma numarasına kaydı yapılmış ve yetkisizlik kararı ile 19/7/2013 tarihinde Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir. Şikâyet edilenler arasında bulunan İstanbul Valisi M. G.
hakkındaki dosya da tefrik edilerek, 2013/101995 soruşturma numarası üzerinden,
valiler hakkında soruşturma yapmakla yetkili ve görevli olan Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığına 19/7/2013 tarihli
görevsizlik kararı ile gönderilmiştir.
45. Savcılık, aynı soruşturma kapsamında şikayet edilen ve daha
önceden 4483 sayılı Kanun uyarınca haklarında soruşturma izni verilmediğinden
hukuksal sürecin kesinleştiği İstanbul Vali Yardımcısı E. G.,
İstanbul Emniyet Müdürü C. C., Emniyet Müdürleri A. İ. G., B. K., İ. P., Başkomiser İ. Ş. E., Komiser V. A. ve polis memurları Ö. Ö.
ve B. T. hakkında, 5271 sayılı Kanun’da yapılan değişikliği de gözeterek,
şüphelilere isnat edilen eylemin idari görevden kaynaklanması nedeniyle 4483
sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi için İstanbul Valiliğinden
talepte bulunmuştur.
46. Ön inceleme yapmak üzere görevlendirilen Mülkiye Müfettişi
tarafından hazırlanan 21/11/2013 tarihli raporda; AİHM’in Hrant Dink hakkındaki
kararının 14/12/2010 tarihinde kesinleştiği, 5271 sayılı Kanun’un 172.
maddesine eklenen (3) numaralı fıkranın ise 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe
girdiği, dolayısıyla ancak bu tarihten sonra kesinleşen AİHM kararlarına konu
olan eylemler için soruşturmanın yenilenebileceği, somut olayda soruşturmanın
yenilenmesine olanak bulunmadığı, diğer taraftan başvurucuların 1/7/2013
tarihli dilekçelerinde iddia edilen konuların tamamının daha önceki ön
incelemelerde değerlendirildiği ve yapılan bu ön incelemelerin hepsinin idari
yargı denetiminden geçerek kesinleştiği, 4483 sayılı Kanun uyarınca müracaatın
işleme konulabilmesi için bahse konu şikayet dilekçesinde bu ön incelemelerin
neticesini etkileyecek yeni bilgi ve belgelerin de sunulmadığı belirtilerek,
adı geçen emniyet görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi gerektiği
sonucuna varılmıştır. Ayrıca aynı raporda, İstanbul Vali Yardımcısı E. G.
hakkında daha önceden bir ön inceleme yapılmadığı, ancak adı geçen şahsın iki
MİT görevlisi ile birlikte 24/2/2004 tarihinde Hrant Dink ile görüştüğü, bu görüşmede suç teşkil edici bir
durumun olduğuna dair gerek Hrant Dink tarafından
yapılan açıklamalarda gerekse anılan şikayet dilekçesinde ileri sürülmediği,
Vali Yardımcısının görev yapmış olduğu 6/10/2004 – 22/12/2008 tarihleri
arasında İl Koruma Kurulu Başkanlığı görevinin bulunmadığı, Hrant
Dink’in korunmaya alınmasına ilişkin bir önerinin de
kendisine ulaştırılmadığı, kaldı ki bir suçlamada bulunulsa bile bu görüşmenin
yapıldığı tarih itibarıyla 765 sayılı Kanun uyarınca görevi kötüye kullanma
suçu açısından 5 yıllık zamanaşımının dolduğu, hakkında bu nedenlerle
soruşturma izni verilmemesi gerektiği belirtilmiştir.
47. İstanbul Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 28/11/2013 tarih ve K.2013/141 sayılı kararı ile Vali H. A.
M. tarafından, ön inceleme raporundaki tespit ve gerekçeler doğrultusunda
şikayet edilen dokuz kamu görevlisi hakkında “soruşturma
izni verilmemesine” karar verilmiştir.
48. Başvurucuların bu karara karşı 23/12/2013
tarihinde yaptıkları itiraz üzerine, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin
22/1/2014 tarih ve K.2014/14 sayılı kararı ile “konuyla
ilgili olarak daha önce verilen ve itirazdan geçen soruşturma izni
verilmemesine ilişkin kesinleşen kararın konusunu oluşturan iddialar yönünden
yeni delillerin elde edildiği yönünde bir bulgunun varlığının ortaya
konulamadığı da göz önünde bulundurulduğunda hazırlık soruşturması yapılmasına
yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibarıyla mevcut olmadığı”
gerekçesine dayalı olarak itirazın reddine, soruşturma izni verilmemesine
ilişkin kararın onanmasına karar verilmiştir. Bu karar 31/1/2014
tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular, yasal sürede
soruşturmanın etkili yürütülmediğinden bahisle bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
49. Öte yandan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör ve
Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu) 18/6/2014 tarihli
yazısında, Bölge İdare Mahkemesinin anılan kararı nedeniyle, 2013/93822 sayılı
dosya üzerinde yürütülen soruşturmada 21/2/2014 tarihinde kovuşturmaya yer
olmadığına (işlemden kaldırılmasına) ilişkin karar verildiği anlaşılmıştır.
50. Bu karara başvurucuların 19/3/2014 tarihinde
yaptığı itirazı inceleyen Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi, 21/5/2014 tarihli
kararı ile itirazı kabul ederek, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı
kaldırmıştır. Bununla birlikte İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca bu kararın 4483
sayılı Kanun’un 9/3. maddesine aykırı olduğu, İdari Yargı birimlerince verilen
kesin karar sonrası bu suç yönünden soruşturma yapıp kamu davası açılmasının
mümkün bulunmadığı gerekçesi ile kararın kanun yararına bozulması görüşünü havi
4/6/2014 tarihli dilekçe Adalet Bakanlığı Ceza İşleri
Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir.
8. Başvurucuların
İdare Aleyhine Açtıkları Tazminat Davası
51. Diğer taraftan başvurucu Hosrof Dink
ve kardeşi Yervant Dink tarafından kardeşleri olan Hrant Dink’in öldürülmesi
olayında idarenin ağır hizmet kusuru ve objektif sorumluluğu bulunduğu
iddiasıyla İçişleri Bakanlığı aleyhine toplam 400.000 TL. manevi
tazminat davası açılmıştır.
52. İstanbul 10. İdare Mahkemesince yapılan yargılamada, 27/10/2010 tarih ve E.2008/421, K.2010/1539 sayılı kararı
ile “Trabzon Emniyet Müdürlüğünce, İstanbul
Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğüne Y. H.’nin Hrant Dink’i öldürme planı
kurduğunun 17/2/2006 tarihinde resmi olarak bildirildiği, Agos
Gazetesi’nde yayınlanan ve bazı aşırı milliyetçi grupların tepkisine yol açan
makaleler nedeniyle Hrant Dink’in
yaşam hakkının açık ve yakın bir tehlike içerisinde bulunduğu, bu haliyle Hrant Dink’in kendisinin talebini
beklemeden koruma tedbirlerinin alınması gereğinin yerine getirilmediği,
yapılanların sadece yazışma safhasında kalıp korumaya yönelik tedbirlerin
alınmasına ilişkin aşamaya geçilmediği, dolayısıyla Hrant
Dink’in yaşam hakkının korunmasında idarenin ağır
hizmet kusuru bulunduğu sonucuna varılmıştır” denilerek, toplam 100.000
TL. manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir.
9. Başvurucuların
Soruşturmaya Katılımı ve Savcılıkça Gerçekleştirilen Bazı İşlemler
53. Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine
Cumhuriyet Savcılığınca olaya ilişkin farklı dosyalarda yürütülen soruşturmaların
birleştirme işlemlerinin 2013 yılı itibarıyla sürdüğü (Hz.2011/1345 soruşturma
numaralı dosya 15/2/2013 tarihinde Hz.2007/972
numaralı dosya ile birleştirilmiştir), bir yandan Hz.2007/972 sayılı dosya
üzerinden kamu görevlileri hakkında genel soruşturma yapılırken, öte yandan
başvurucuların 1/7/2013 tarihli yeniden soruşturma yapılması istemi üzerine
Savcılığın 2013/93822 sayılı soruşturma dosyasında da 4483 sayılı Kanun
kapsamında soruşturmaya devam edildiği görülmüştür.
54. Başvurucular, yürütülen soruşturma işlemlerine katkıda
bulunabilmek için görevli Cumhuriyet Savcısı ile birkaç kez yüz yüze görüşme,
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu raporundaki bulguları analiz etme,
yeni dilekçeler sunma imkânını elde etmişlerdir.
55. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK’nın
10. Maddesi İle Görevli Bölümü) 12/7/2013 tarih ve
Hz.2007/972 sayılı yazısında, bu soruşturma kapsamında, Trabzon Jandarma
Komutanlığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Silivri Cezaevi Müdürlüğü ve Malatya
Cumhuriyet Başsavcılığı gibi ilgili kurumlarla yazışmalar yapıldığı, delillerin
toplanmaya devam edildiği, ilgili kurumlardan gelen cevaplara göre
soruşturmanın genişletilebileceği belirtilmiştir.
56. Devlet Denetleme Kurulu’nun Hrant Dink
cinayeti ile ilgili 2/2/2012 tarih ve 2012/1 sayılı
Araştırma ve İnceleme Raporu’nda geçen hususlar ve soruşturma kapsamında elde
edilen bir kısım yeni bilgiler doğrultusunda: Hrant Dink’in öldürüldüğü tarih ve öncesini kapsayan dönemlerde
bazı yerlerde görev yapan askeri personele ilişkin bilgilerin askeri
makamlardan istenildiği, bu tür yazışmaların 2012-2013 yılları itibarıyla devam
ettiği; soruşturmanın tam olarak aydınlatılabilmesi ve şüphelilerin tespiti ile
suç delillerinin eksiksiz toplanabilmesi, grubun hiyerarşik yapısının deşifre edilerek
ortaya çıkarılması ve şüphelilerin suç delilleri ile birlikte
yakalanabilmesinin fiziki takip ve tarassut ile mümkün olmaması ve başka türlü
delil elde imkanı bulunmaması nedeniyle belirlenen birçok telefon numarasının
2000-2012 yılları arasındaki kütük, arayan-aranan, mesaj gönderen-gönderilen ve
irtibat kurulan telefon bilgilerinin 2/5/2012 ve 11/10/2013 tarihli hâkim
kararlarıyla istenildiği; bu çerçevede kimlikleri tespit edilen yeni şüpheliler
hakkında Milli Güvenlik Kurulu, üniversiteler, bakanlıklar, cezaevleri gibi
çeşitli kurum ve diğer savcılıklarla yazışmaların yapıldığı, ifadelerin
alındığı, ifade sahiplerine kamu görevlilerinin bir ihmal veya kastlarının olup
olmadığı hususu da sorularak, bu durumun irdelendiği, 2012-Ekim 2013 yılı itibarıyla
talimatla ya da farklı yerlerden davetiye ile gelen (bir kısmı askeri personel
olan) tanıklar ile gizli tanıklar ve şüphelilerin beyan ve ifadelerinin
alınmaya devam edildiği; idari soruşturma dosyaları ve buradaki delillerin
incelenerek 2011 yılında bazı kamu görevlilerinin bilgisine başvurulduğu, diğer
sanıkların yargılandığı mahkemelerdeki bazı bilgi ve belge örneğinin soruşturma
dosyasına aldırıldığı; olaya ilişkin değişik kişiler tarafından gönderilen
ihbar mektupları ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan
davada, yürütülen soruşturma ile ilgisinin olduğu anlaşılan ve dosya ile
birleştirilmesi istenen belge ve dilekçelerin içeriğinin dikkate alınarak buna
göre soruşturmanın genişletildiği; başvurucuların verdikleri raporlar, telefon
kayıtları, isimler ve dilekçelerle (2011 tarihli birçok dilekçe) soruşturmaya
katkıda bulunabildikleri; Savcılık tarafından dosyadaki bazı belgelerin
başvuruculara tebliğ edilerek, başvurucuların buna karşı soruşturmanın
genişletilmesi talebinde bulunabildikleri (örneğin başvurucuların 22/3/2012
tarihli dilekçelerinde Hrant Dink’in
öldürülmesiyle ilgili olarak, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nca
hazırlanan 22/2/2012 tarihli raporun 27/2/2012 tarihinde kendilerine tebliğ
edildiği belirtilerek, raporda geçen hususlar kapsamında 18 konuda
soruşturmanın genişletilmesi talep edilmiştir) görülmüştür.
57. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör ve Örgütlü
Suçlar Soruşturma Bürosu) 10-18/6/2014 tarihli
yazılarında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/972 sayılı
soruşturmasının, 6526 sayılı Kanunun 1. maddesi uyarınca Terörle Mücadele
Kanunu’nun 10. maddesi ile görevli ve yetkili Ağır Ceza Mahkemesi
kapatıldığından, yeni düzenleme kapsamında oluşturulan “Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu” tarafından
2014/40810 sayılı soruşturma üzerinden yürütülmesine karar verildiği
saptanmıştır.
58. Anılan yazılarda; 5271 sayılı CMK’nın
153. maddesindeki değişiklik nedeniyle başvurucuların avukatı Hakan
Bakırcıoğlu’nun talebi üzerine tüm dosyanın bir örneğinin kendisine verildiği,
ilgili Savcının, adı geçen Avukat ile soruşturma safahatını değerlendirdiği,
kamu görevlilerinin cinayet ile bağlantılarının belirlenmeye çalışıldığı, bu
kapsamda birçok yerden bilgi ve belge istendiği, 10/12/2010
– 8/5/2014 tarihleri arasında 45 kişinin tanık, 3 kişinin gizli tanık, 8
kişinin ifade sahibi olarak dinlendiği, Hrant Dink
cinayetine karışan sanıkların Malatya Zirve Yayınevi cinayeti, Ergenekon,
Balyoz ve Kafes davalarında yargılanan sanıklarla bir irtibatlarının bulunup
bulunmadığının tespiti amacıyla HTS ile ilişkili irtibat raporunun uzmanlarca
çıkartıldığı, 20/5/2014 tarihinde İstihbarat Daire Başkanlığındaki telefon
sorgulamalarına ilişkin kayıtların silinmesi konusunda yürütülen soruşturma
raporunun alındığı, kamu görevlilerinin suç organizasyonuna yardım niteliğinde
eylemlerinin bulunup bulunmadığı, ihmali davranışla kişinin ölümünde
sorumluluklarının olup olmadığı yönünden soruşturmanın derinleştirilerek
şüpheli görülen kişilerin çağrılıp dinlenmesi aşamasına gelindiği
belirtilmiştir.
10. Başvurucuların
Dosya İnceleme Yetkisine Getirilen Kısıtlama
59. AİHM kararından sonra başvurucuların yaptıkları şikayet
sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2011/192 numaralı dosya
üzerinden ismi geçen kamu görevlileri hakkında “terör
örgütü üyesi olmak, ihmali davranış ile kasten öldürmeye sebebiyet vermek,
sahte evrak tanzimi ve kasten adam öldürmeye iştirak” suçlarından
yürütülen soruşturma kapsamında yapılan talep üzerine, İstanbul Nöbetçi 9. Ağır
Ceza Mahkemesinin 7/2/2011 tarih ve K.2011/56 sayılı
yazısı ile “soruşturmanın özelliği, dosyada
bulunan evraklarda şüphelilerin kimlikleri ve telefon numaraları, örgüte ait
suç unsurlarının saklandığı yerlerin yazılı olduğu, iletişim tespit
tutanaklarında birçok örgüt mensubunun adı geçtiğinden, diğer belgelerin aynı
mahiyette olması nedeniyle evrakın şüpheliler ve vekilleri tarafından
incelenmesinde sakınca bulunması nedeniyle, yasal istisna hariç, dosyada
bulunan evrakın şüpheli, müdafi ve suçtan zarar gören vekili tarafından
incelenmesi ve suret alınması hakkının kısıtlanmasına” karar
verilmiştir.
60. Başvurucular, 10/9/2012 tarihli
dilekçeleri ile dosyadaki evrakların ve dijital verilerin bir örneğinin
kendilerine verilmesi amacıyla Savcılığa başvuruda bulunmuşlarsa da, söz konusu
talep, dosyada gizlilik kararı olduğu gerekçesiyle aynı gün reddedilmiştir.
61. Başvurucular, “davadaki
deliller ve sanıklarla ilgili olarak defalarca ayrıntılı bir şekilde basın
yayın organlarında haber yapıldığını, kamuoyunun söz konusu soruşturma ve dava
hakkında bilgi sahibi olduğunu, buna rağmen kısıtlılık kararının
sürdürülmesinin ve taraf olarak dosyadan örnek alma haklarının
sınırlandırılmasının hukuka aykırı olduğunu” belirterek, 17/9/2012 tarihinde İstanbul Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine
başvurmuş ve soruşturma dosyasının üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmasını
istemişlerdir.
62. İstanbul 3 No’lu (TMK 10. Maddesi ile
Görevli) Hâkimliği, 25/9/2012 tarih ve Değişik İş
2012/121 sayılı kararı ile “CMK’nın 153. maddesi gereğince kısıtlılık kararı
kaldırılıncaya kadar geçerlidir. Davanın iddianamesinin kabulü sonrasında CMK
153/4 gereğince mahkemesinden örnek alınabileceği açıktır.”
gerekçesi ile başvurucuların taleplerini kesin olarak reddetmiştir. Bu karar, 10/10/2012 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
11. Cumhurbaşkanlığı
Devlet Denetleme Kurulu Raporu
63. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından, Hrant Dink’in öldürülmesi olayı
ile ilgili olarak 2/2/2012 tarihinde tamamı 650
sayfadan oluştuğu anlaşılan bir rapor hazırlanmış olup, raporun “aynı konu ile ilgili olarak Savcılıkça yürütülmekte
olan hazırlık soruşturmasının gizliliği ve diğer hususlar nedeniyle”
34 sayfalık özet bölümü Kurumun internet sayfasında (http://www.tccb.gov.tr/ddk/ddk50.pdf)
yayınlanmıştır. Raporun yayınlanmış olan kısmında özetle;
“Gerek
konuyla ilgili olarak hazırlanan raporlarda gerekse basın ve yayın organlarında
pek çok iddianın ortaya atıldığı, bunların hemen hemen tamamının adli ve idari
inceleme ve soruşturmaların konusu olduğu ve/veya halen sürdürülen soruşturma
ve kovuşturmalarda ele alınmakta olduğunun görüldüğü,
Hrant Dink’in öldürülmesi
olayı ile ilgili olarak idari birimlerce 28 adet raporun yazıldığı, yargı
organlarınca da 50 civarında görevsizlik, yetkisizlik, kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararların verildiği, ayrıca iki ana iddianame ile davaların
açıldığı, iki mahkemede sanıklarla ilgili mahkûmiyet kararlarının verildiği,
AGOS
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19/1/2007 tarihinde
öldürülmesi olayında Trabzon Jandarma Komutanlığı personeli ile ilgili
soruşturmanın kısmen yargıya taşındığı ve bazı personelin görevi ihmal suçundan
mahkûm edildikleri, MİT personeli ile ilgili soruşturma izninin verildiği ancak
Cumhuriyet Başsavcılığınca zamanaşımı gerekçesiyle takipsizlik kararı
verildiği, cinayet sanığı ve cinayeti azmettirenlerle ilgili mahkûmiyet kararlarının
verildiği, cinayetin arkasında başka fail ve azmettiricilerin olup olmadığı ve
AİHM kararı sonrasında bazı kamu görevlileri hakkında başlatılan savcılık
soruşturmalarının devam ettiğinin görüldüğü,
Hrant Dink’i öldürenlerin güvenlik
kuvvetlerince çok kısa sürede yakalanmış olmasına, olay ile ilgili olarak,
idari soruşturma süreçlerinin tamamlanmış ve konunun birçok yönüyle yargı
organlarına intikal ettirilerek, ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamanın
tamamlanmış olmasına rağmen, soruşturma ve yargılama sürecinin; sistemik bazı
sorunlar nedeniyle aynı oranda etkin, düzenli ve hızlı sürdürülemediğini, bu
nedenle, kamuoyu ve Hrant Dink ailesinin, cinayete
ilişkin olarak gerek idare gerekse yargı organlarınca gerçekleştirilen
soruşturmalardan/kovuşturmalardan tatmin olmadığı, özellikle, Hrant Dink’in öldürülmesi
sürecinde sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin yargılanamadığı
ve yakalananlar dışındaki cinayetin gerçek faillerine ulaşılamadığı
iddialarının, soruşturma/kovuşturma süreçlerinin başından itibaren
eleştirilerin temelini oluşturduğu,
Hrant Dink’in yaşama hakkının
korunamamasına ilişkin olarak ifade edilmesi gereken ilk hususun, güvenlik
sektörü ile ilgili yapısal bazı sorunların varlığı olduğu, bu sektörde gerek
koordinasyon gerekse iç/dış denetim ve sivil denetim açıklarının giderilmesi
gerektiği, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması
Hakkında Kanun’un uygulamasında öteden beri var olan ‘temel algılama hatası’nın, Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde kamu görevlilerince işlendiği
iddia edilen fiillerin soruşturulması ve kovuşturulmasında da kendini
gösterdiği, bu itibarla, Hrant Dink’in
öldürülmesi ile ilgili olarak oluşan esas fiil kapsamında; kamu görevlilerinin
ihmal ve hatalarının da adli yargı organlarınca öncelikle 5237 sayılı Kanun’un
37, 38, 39 ve 83. maddeleri uyarınca soruşturulması, kamu görevlilerinin
cinayetten önce ve sonra ortaya çıkan görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi
görülen bazı fiillerinin esas niteliğinin, mutlaka ana suç kapsamında adli
soruşturma ve bilhassa yargılama safhasında belirginleştirilmesi, aynı şekilde,
başlatılan idari soruşturma süreçlerine rağmen herhangi bir sınırlama
olmaksızın görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen fiillere ilişkin
delillerin Savcılıkça toplanmasının gerektiği, böyle yapılmaması nedeniyle, bir
bakıma adli yargı yerinde görülmüş olan ana davada ilgili Mahkemenin delillere
ve gerçeğe ulaşma kapasitesinin sınırlandırılmış olduğu,
Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili
olarak kamu görevlileri hakkında yapılan idari inceleme ve soruşturmalarda
eleştirilmesi gereken eksikliğin bir ‘yöntem yanlışlığı’ olduğu, kamu
görevlilerinin silsile halinde birbirini takip eden ihmalleri; 4483 sayılı
Kanun çerçevesinde bir bütün halinde incelenmediği ve gerek yetki gerekse suçun
işlendiği mahal itibariyle farklı birimlerce ayrı ayrı soruşturma ve
incelemeler yapıldığı, söz konusu yöntem hatasının, 4483 sayılı Kanun’un ortaya
çıkardığı uygulama hatalarından birine tekabül ettiği, idari soruşturma ve
incelemelerde izlenen söz konusu yöntemin; olayların bir bütün olarak ele
alınıp değerlendirilememesine ve tüm iddiaların bir arada sorgulanamamasına yol
açtığı, bu durumun, kamu görevlilerinin süreç içerisindeki fiillerinin
ciddiyetinin kavranamamasına, ana fiil ile illiyet bağının bulunup
bulunmadığının sorgulanamamasına ve böylece bütünüyle idari inceleme ve
soruşturmalardan sonuç alınamamasına neden olduğu, aynı zamanda izlenen söz
konusu yöntemin, her bir idari birimce süreç içerisindeki ihmal ve hatalarının
başka birimlere kaydırılmaya/yükletilmeye çalışılması gibi reflekslerin
gelişimine de sebebiyet verdiği,
Konuyla
ilgili olarak kamu görevlileri hakkında yapılan tüm inceleme, araştırma ve
soruşturmalara ilişkin bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda özetle; Hrant Dink"e yönelik bir
tehlikenin varlığının emniyet ve jandarma personelince öğrenilmiş olduğu, Hrant Dink’in korunmasına yönelik
istihbarat birimlerinin gerekli çalışmaları yapmadığı ve işbirliğine gitmediği,
idari makamların Hrant Dink’e
yönelik oluşan riskleri bilebilecek durumda olmalarına rağmen, her kademedeki
sorumluların zincirleme eylemleri sonucunda tehlikeyi önlemek için gereken
tedbirlerin alınmadığı, tehlikenin gerçekleştiği ve Hrant
Dink’in yaşamını yitirmiş olduğu, dolayısıyla, gerek
Anayasa’nın 17. maddesinde gerekse iç hukukumuzun bir parçası durumunda olan
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesinde ifadesini bulan yaşam hakkının
korunması hususundaki pozitif yükümlüğün yerine getirilmediği ve böylece ağır
bir kamu hizmet kusurunun oluşumuna sebebiyet verildiği, ölüm olayının
gerçekleşmesinden sonra yaşam hakkını koruma altına alan iç hukuk kurallarının
etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamak ve Devlet yetkililerinin veya
organlarının sorumluluklarını ortaya koymak açısından; Devlet organlarının
olayın tespit edilebilen failleri ve olayda ihmal ve kusuru olan kamu
görevlileri açısından hem ceza hukuku hem de disiplin hukuku alanında gereken
soruşturmaların derhal başlatıldığı, idare organlarınca sürdürülen
soruşturmalarda yasal olarak öngörülen süreçlere uyulmakla birlikte, gerek kamu
görevlilerinin yargılanmasına ilişkin mevzuat düzenlemelerinin niteliğinden
gerekse kamu görevlilerinin soruşturulması hususunda izlenen yöntemlerdeki
hatalar/yanlışlıklar ve diğer eksiklikler sebebiyle yürütülen soruşturmalardan
etkin bir sonuç alınamadığı kanaatine ulaşıldığı, bu açıdan, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca AİHM kararından sonra bazı kamu görevlilerinin de
daha önce başlatılmış olan soruşturma sürecine dahil
edilmiş olması, yukarıda bahsedilen hatalı uygulamanın düzeltilmesi açısından
gecikmiş de olsa olumlu görüldüğü” hususlarına yer verilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
64. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Soruşturmanın gizliliği” kenar başlıklı
157. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kanunun
başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek
koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.”
65. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar
başlıklı 153. maddesinin 21/2/2014 tarihinde yapılan
değişiklikten önceki metni şöyledir:
“(1)
Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği
belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.
(2) Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek
alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla bu yetkisi
kısıtlanabilir.
(3)
Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi
raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî
işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.
(4)
Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya
içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve
belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.
(5) Bu
maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır.”
66. 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 5271 sayılı
Kanun’un 153. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin (2), (3) ve (4)
numaralı fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.
67. 5271 sayılı Kanun’un “Mağdur
ile şikâyetçinin hakları” kenar başlıklı 234. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“1) Mağdur
ile şikâyetçinin hakları şunlardır:
a) Soruşturma evresinde;
1.
Delillerin toplanmasını isteme,
2.
Soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından
belge örneği isteme,
…
4. 153
üncü Maddeye uygun olmak koşuluyla vekili aracılığı ile soruşturma belgelerini
ve elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme,
…”
68. 5271 sayılı Kanun’un “İtiraz
olunabilecek kararlar” kenar başlıklı 267. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Hâkim kararları
ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna
gidilebilir.”
69. 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca 5271 sayılı
Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar” kenar başlıklı 172. maddesine eklenen ve 30/4/2013 tarihinde
yürürlüğe giren (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“(3) (Ek
fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./19. md) Kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine, kararın
kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden
soruşturma açılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
70. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucuların 12/11/2012 tarih ve 2012/848 numaralı
bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
71. Başvurucular, birinci derece yakınları olan Hrant
Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak 2007/972
numaralı dosya üzerinden yürütülen soruşturmanın makul bir özen ve hızla
yapılmadığını, soruşturma dosyasının kendilerine karşı gizli tutulduğunu,
muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve gelinen noktada AİHM kararının
gereklerinin yerine getirilmediğini, aynı Savcılığın 2013/93822 sayılı
soruşturma dosyasında da 4483 sayılı Kanun uyarınca yapılan inceleme
neticesinde kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmediğini belirterek,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden;
ayrıca, soruşturmanın gizlilik kararına karşı etkili bir başvuru yolu
bulunmadığından, Anayasa’nın 17. maddesi ile bağlantılı olarak 40. maddesinin
de ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
72. Başvurucular ek olarak, 10/9/2012 tarihinde İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının Hz.2007/972 sayılı dosyasından evrak talebinde bulunduklarını,
ancak gizlilik kararı nedeniyle bu taleplerinin reddedildiğini, böylece yargı
mercileri önünde davacı olarak iddiada bulunma ve bilgiye ulaşarak muhakemenin
gidişatına yön verme haklarının engellendiğini, soruşturma dosyasındaki tutanak
ve belgelerden örnek almanın hak arama özgürlüğünün ve bu bağlamda adil
yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu, yine aynı Savcılık
tarafından 4483 sayılı Kanun uyarınca yürütülen 2013/93822 numaralı
soruşturmada kamu görevlileri hakkında soruşturma izninin verilmediğini,
devletin kendini koruma refleksi sonucu bunların bağımsız ve tarafsız olmayan
kurullarca özel koruma yöntemlerinden faydalandırıldığını, bu nedenlerle
Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddeleri ile bu maddelere
bağlı olarak da 11. maddenin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 500.000 TL
tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Yaşam
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
73. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde şikâyetlerin kabul edilebilirliği
açısından değerlendirme yapılırken, soruşturma sürecinin halen devam ettiği, 30/3/2012 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca bireysel başvurunun ancak başvuru yollarının tamamının tüketilmesi
sonrasında yapılabileceği, bu koşulun yerine getirilmediği hususunun dikkate
alınması gerektiği ifade edilmiştir.
74. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı, soruşturmanın halen devam ettiğinin farkında
olduklarını, ancak gizlilik kararı nedeniyle dosyanın içeriğine
erişemediklerini, kısıtlama kararının kaldırılması taleplerinin reddedildiğini
ve bu yöndeki başvuru yollarının tüketilmiş olduğunu, bu nedenle Bakanlığın
başvuru yollarının tüketilmediği itirazının yerinde olmadığını ileri
sürmüşlerdir.
75. Öncelikle başvurucuların başvuru ehliyetleri ve ihlal iddiasının
incelenmesinde menfaatlerinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. 6216 sayılı
Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri
sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır.
Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu
hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen
kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen
kişinin eşi, çocukları ve kardeşi olup, olayla ilgili olarak baştan itibaren
şikâyet dilekçesi vererek, soruşturma ve kovuşturma aşamalarına katılmışlardır.
Bu nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili yürütülen soruşturmanın
Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun
tespitinde başvurucuların meşru menfaatleri olup, başvuru ehliyetleri açısından
bir eksiklik bulunmamaktadır.
76. İkinci olarak, bir işlem ya da kararın bireysel başvuruya konu
olabilmesi için bu hususta öngörülen tüm kanun yollarının tüketilmesi gerekir.
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer verilen kanun
yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini
önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir
ifadeyle, temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılmaktadır (B. No: 2012/1027, § 20-21, 12/2/2013).
Bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünde bu koşul mutlak gerekli olmasa
da, yine de yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili
kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel
başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının
ikincil niteliğine uygun olacaktır. Başvuruya konu
olayla ilgili olarak gerek başvurucuların şikâyeti gerekse resen yürütülen
soruşturmalar sonucunda açılmış ve neticelenmiş olan davalar yanında, derdest
olan dava ve halen yürütülen ve kesinleşmemiş soruşturmalar bulunmakta ise de,
başvuru konusu olayda Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülüklerinin usul boyutunun, Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi
ve bu yükümlülüklere uygun davranılıp davranılmadığının belirlenmesi ikincil
koruma mekanizması ile çelişmeyecektir.
77. Bir soruşturmanın
açılmayacağını, soruşturmada ilerleme olmadığını, etkili bir ceza soruşturması
yapılmadığını ve ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en
ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları veya varmaları gerektiği
andan itibaren, başvurucuların yaptığı bireysel başvurular kabul
edilebilmelidir. Yaşam hakkı ile ilgili böyle bir durumda başvurucular
gerekli özeni göstermeli, inisiyatifleri ele
alabilmeli ve şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine
sunabilmelidirler. Soruşturmanın çok uzun sürmesi ve soruşturma süreci
tamamlanmadan başvuru yapılması konusunda ölenin yakınlarına karşı çok katı bir
tutum takınılmamalıdır. Ancak bu durumun tespiti doğal olarak her davanın
şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90, 18/9/2009).
Buna göre, başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri
açısından kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken, başvuru yollarının
tüketilmesi hususunda karar verebilmek için, Devletin, Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında yaşam hakkını korumak için “etkili
bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün çerçevesinin
tespiti gerekmektedir. İç içe girmiş olması nedeniyle kabul edilebilirlik
konusundaki bu değerlendirmenin esas hakkındaki inceleme ile birlikte yapılması
gerektiği sonucuna varılmıştır.
78. Dolayısıyla, başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiğine dair iddialarının 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı tespit edilmiştir. Başka bir kabul edilemezlik
nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucular ayrıca, birinci derece yakınları olan Hrant Dink’in öldürülmesi olayı
ile ilgili olarak yürütülen soruşturmada gizlilik kararı alındığını, bu karara
karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığından, Anayasa’nın 17. maddesi ile
bağlantılı olarak 40. maddesinin de ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
80. Başvurucuların Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde nitelendirme konusunda
değerlendirme yapılırken, somut başvuruda şikâyetlerin kaleme alınış şekli ve
kapsamı dikkate alınarak, bu yöndeki şikâyetin de Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.
81. Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik
olarak Bakanlık tarafından sunulan bir görüş bulunmasa da, başvurucular,
Bakanlığın nitelendirme yönündeki görüşüne karşı olarak, diğer ihlal
iddialarının yanında Anayasa’nın 40. maddesine ilişkin ihlal iddialarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki görüşlerinde, soruşturma dosyası
üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmasını inceleyen hâkime başvuru yolunun
çelişmeli bir muhakemenin yürütülmemesi, duruşma yapılmaması, gerekçesiz karar
verilmesi yönlerinden mevcut olayda Anayasa’nın 40. maddesinin gerektirdiği güvenceleri
başvuruculara sağlayan etkili bir hukuk yolu olmadığını ileri sürmüşlerdir.
82. Başvurucuların, soruşturmanın etkili yürütülmediği yönündeki
iddiaları açıkça dayanaktan yoksun bulunmayarak, Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında incelendiğinden ayrıca bu bağlamda Anayasa’nın 40. maddesinin de
ihlal edildiği iddiasının değerlendirilmesine gerek görülmemiş olup, bu yöndeki
şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiştir.
b. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
83. Başvurucular, soruşturmanın gizliliği nedeniyle yargı mercileri
önünde davacı olarak iddiada bulunma ve bilgiye ulaşarak muhakemenin gidişatına
yön verme haklarının engellendiğini, soruşturma dosyasındaki tutanak ve
belgelerden örnek almanın hak arama özgürlüğünün ve bu bağlamda adil yargılanma
hakkının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu, kamu görevlileri hakkında
soruşturma yapmanın izne tabi olduğunu, dolayısıyla bu kişilerin özel koruma
yöntemlerinden faydalandırıldığını, bu nedenle Anayasa’nın 2. 10. ve 36.
maddeleri ile bu maddelere bağlı olarak da 11. maddenin ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
84. Bakanlık görüşünde başvurucuların bu iddialarına karşılık,
AİHS’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya
ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve
yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması
esnasında geçerli olduğunu, başvurucuların söz konusu ceza soruşturmasında suç
isnadı altında bulunmadıklarının göz önünde bulundurulması ve bu nedenle konu
bakımından yetkisizlik kararı verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
85. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder. Bu nedenle başvurucuların bu iddiaları Anayasa’nın 36. maddesi ile
ilişkili görülerek adil yargılanma hakkı kapsamda değerlendirilmiştir.
86. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru hakkı tanınmıştır.
87. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine
yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü
tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra AİHS (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir.
88. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
89. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi, Anayasa’nın
36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da
adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve
içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir
(B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22-27).
90. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların” ve bir “suç
isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak
arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek
için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın
tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan
adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve
Sözleşme kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz.
91. AİHM içtihatlarına göre, bir ceza davasında üçüncü kişilerin
suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören,
şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma
alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak
talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda
verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir
(bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 70).
92. 5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde
şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla
başvurucuların ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı
bulunmamaktadır.
93. Başvurucular, suç işlediğini
düşündükleri kişiler hakkında soruşturma açılmasını sağlamak amacıyla suç duyurusunda bulunmuş olup, talepleri,
yürütülen ceza soruşturması işlemleri ile ilgili tüm bilgi ve belgelere
ulaşamamaları ve buna karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığından, hak
arama özgürlüklerinin ve bu bağlamda adil yargılanma haklarının ihlal edildiği
ile sınırlıdır.
94. Bu nedenle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal
iddialarının konusu, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında
olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığından, başvurunun bu
kısmının “konu bakımından yetkisizlik”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
95. Başvurucular, birinci derece yakınlarının öldürülmesi olayı ile
ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmadığını,
soruşturma dosyasının kendilerine karşı gizli tutulduğunu, gizlilik kararına
karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, 4483 sayılı Kanun uyarınca yapılan
incelemeler sonucunda muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve gelinen
noktada AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediğini belirterek,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
96. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvurucuların yaptığı başvuru üzerine
AİHM tarafından 14/9/2010 tarihinde, Hrant Dink cinayeti hakkında yaşam hakkının esastan
ihlalinin yanı sıra usulden de ihlal edildiğine karar verildiği, soruşturmanın
etkililiği bakımından AİHM kararından (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve
7124/09, 14/9/2010) sonra yargılama süreçlerinde yeni gelişmelerin
kaydedildiği belirtilmiştir.
97. Bakanlık görüşünde ayrıca, AİHM’in
yaşam hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM içtihatları
bağlamında, soruşturmanın, kamunun denetimine ve mağdurun yakınlarına, meşru
çıkarlarının korunması için gerekli olduğu ölçüde açık (ulaşılabilir) olması
gerektiği, bununla birlikte, polis tutanaklarının ve soruşturma belgelerinin
açıklanması ya da yayınlanması, özel kişilere ya da diğer soruşturmalara zarar
verebilecek bazı hassas (önemli) sorunlara neden olabileceğinden, açıklık
şartının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. maddesinin her durumda
söz konusu olan kesin (otomatik) bir gerekliliği olarak görülemeyeceği,
dolayısıyla, soruşturmanın kamuya veya mağdurun yakınlarına açıklığı şartının,
usulün diğer uygun aşamalarında karşılanabileceği, hatta bazı durumlarda,
soruşturmanın gizli yapılmasına rağmen, elde edilen sonucun kamuya
açıklanmasının yeterli olabileceği, Sözleşme’nin 2. maddesinin, soruşturma
makamlarına, soruşturma sırasında ölenin yakınlarının bazı soruşturma
tedbirlerinin alınması için yaptıkları her talebi karşılamaları şeklinde bir
yükümlülük yüklemediği ifade edilmiştir.
98. Bakanlık görüşünde son olarak, yürürlükteki mevzuat hükümlerinin
AİHM kriterleri ile büyük oranda uyumlu olduğu
belirtilerek, yaşam hakkının usuli bakımdan ihlal
edildiği yönündeki şikâyetlerin değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa
Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.
99. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı, soruşturma dosyasının kısıtlılık kararı nedeniyle erişimlerine kapalı
olduğunu, bu nedenle soruşturmaya dâhil edildiklerinin söylenemeyeceğini, tüm
belgelere erişimlerinin gerekçesiz ve keyfi olarak mutlak bir biçimde
yasaklanması, soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmaması, soruşturmanın
kendilerine ve kamuoyuna açıklanmamasının etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal
ettiğini belirtmişlerdir.
b. Genel
İlkeler
100. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı,
maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
101. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı,
birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardandır.
Anayasa Mahkemesince belirtildiği gibi yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki
temel hak, devletlere pozitif ve negatif sorumluluk yüklemektedir (AYM, E.2007/78,
K.2010/120, K.T. 30/12/2010).
102. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında,
devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra devlet, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü altındadır (AYM, E.1999/68, K.1999/1, K.T. 6/1/1999). Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her
türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (AYM, E.2005/151,
K.2008/37, K.T. 3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, K.T.
6/1/2011).
103. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can
kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi, Devlete, elindeki
tüm imkânları kullanarak, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari
çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup
cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi
yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının
tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir.
104. Ancak, özellikle insan
davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar
değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz
önüne alınarak; pozitif yükümlülük,
yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Pozitif
yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerce, belirli bir kişinin hayatına
yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi
gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir durum dâhilinde,
makul ölçüler çerçevesinde ve kendilerine verilen yükümlülükler kapsamında, bu
tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde hiç önlem almadıkları ya da
gerektiği gibi almadıklarının tespiti gerekmektedir (benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık,
27229/95, 3/4/2001, §§ 89-92; A. ve Diğerleri/Türkiye, 27/7/2004,
30015/96, § 44-45; İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye,
19986/06, 10/4/2012, § 28).
105. Anayasa Mahkemesi kararlarında da
belirtildiği gibi, meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin ya da
kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani
olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine
verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan
riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda,
bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa
olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine
hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin
ihlaline neden olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 60).
106. Buna göre, üçüncü kişilerin eylemleri
sonucunda ortaya çıkan öldürme olaylarına yönelik devletin kapsamlı ve etkin
bir cezai soruşturma yürütmesi yükümlülüğü bulunmaktadır. Önleyici tedbirlerin
alınmaması sonucu meydana gelen can kayıplarından Devletin sorumluluğunu
gerektiren durumlarda, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince oluşturulması gereken
“etkili bir yargısal sistem”in kapsamında, etkililiğe
dair belirlenmiş asgari standartları karşılayan ve soruşturmanın bulguları
çerçevesinde adli cezaların uygulanmasını sağlayan bağımsız ve tarafsız bir
resmi soruşturma usulünün bulunması gerekir. Bu gibi davalarda, yetkili makamlar
büyük bir gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk olarak olayın meydana geliş
koşulları ile denetim sisteminin işleyişindeki aksaklıkları ele almalı, ikinci
olarak da söz konusu olaylar zincirinde herhangi bir şekilde rol oynayan Devlet
görevlileri ya da makamlarını tespit etmek için resen soruşturma açmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 62; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 142).
107. Dolayısıyla devletin yaşam
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm
olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan
hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin
ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana
gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır (benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, § 137; Jasinskis/Letonya, 21.12.2010, B. No: 45744/08, §
72).
108. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam
hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip
gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya
kötü muameleler sonucu meydana gelen
ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin,
ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân
verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki
soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı
ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).
109. Yürütülen ceza
soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir
şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir
şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç
nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008,
§ 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma ödevi (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, 26129/95, § 111) yüklediği
anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
110. Yürütülecek ceza
soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili
ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete
geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün
delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini ve/veya
sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan eksiklikler, etkili
soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye,
2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).
111. Yürütülecek ceza
soruşturmalarının etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi
pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının
kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin
yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde
katılmaları sağlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109).
c. Bu
İlkelerin Mevcut Başvuruya Uygulanması
112. Başvuru konusu olayda,
başvurucuların yakını 19/1/2007 tarihinde
üçüncü kişi/kişilerin eylemine bağlı olarak uğradığı silahlı saldırı sonucu
hayatını kaybetmiştir. Anılan olay açısından, devletin sahip olduğu
yükümlülükler arasında yer alan yaşam hakkını koruma yükümlülüğü için yasal ve
idari çerçevenin oluşturulması ve bu çerçevenin gereği gibi uygulanması
sorumluluğunun (bulunup bulunmadığının) ortaya konulması gerekmektedir.
113. Devletin bu noktada bir yükümlülüğünün ortaya çıkabilmesi için
kamu yetkililerince, belirli bir kişinin hayatının gerçek ve yakın tehlike
içinde olduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul
edildikten sonra, böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve
sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek
şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız oldukları tespit edilmelidir
(§ 104).
114. Ancak AİHM, aynı olayla ilgili olarak açılmış olan Dink/Türkiye davasında yaptığı incelemede,
Hrant Dink’in yaşamı
üzerinde açık ve yakın bir tehlikenin mevcudiyeti konusunda güvenlik
güçlerinin, ilgiliye karşı olası bir saldırının yüksek olduğunu bildikleri ya
da bilebilecek durumda oldukları, fakat öngörülen tehlikenin vücuda gelmesini
engellemek için başvurulması gereken önlemleri almadıkları sonucuna vararak,
maddi yönden Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiş ve ihlal
nedeni oluşturan diğer bir kısım hususları da dikkate alarak somut olayın
koşullarında başvurucular Rahil Dink, Delal Dink, Arat Dink ve Sera Dink’e
birlikte 100.000, başvurucu Hasrof Dink’e 5000 Avro ödenmesini uygun bulmuştur (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve
7124/09, 14/9/2010, § 66-75). Dolayısıyla, kamu
makamlarının önlem almadaki başarısızlığı nedeniyle cinayetin işlenmesi sonucu
gerçekleşen hak ihlali ile ilgili olarak, başvurucuların mağduriyeti ortadan
kalkmıştır. Buna göre başvurucuların mağdur sıfatı sona erdiğinden aynı ihlal
nedeninin ikinci bir kez Anayasa Mahkemesince incelenmesinde hukuki yarar
bulunmamaktadır.
115. Diğer taraftan AİHM aynı kararında Hrant
Dink’in ölümünde ihmali olabilecek kamu
görevlilerinin tespitine yönelik etkili bir soruşturma yürütülmediği
gerekçesiyle yaşam hakkının usuli boyutunun da ihlal
edildiğine karar vermiştir. Bu kararın gereğini yerine getirmek Sözleşmeye göre
Devletin ödevidir. AİHS’nin
“kararların bağlayıcılığı ve infazı”
başlıklı 46. maddesi uyarınca, taraf devletlerin AİHM’in
kesinleşmiş kararlarına uyma yükümlülüğü bulunduğu, Mahkemenin kesinleşen
kararlarının, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderildiği,
Bakanlar Komitesi’nin, bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın,
taraf olduğu bir davada verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği
görüşünde olması halinde, ilgili Taraf’a ihtarda
bulunduktan sonra, bu Devlet’in aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen
yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini Mahkemeye intikal ettirme yetkisine
sahip olduğu ve Mahkemenin, 1. fıkranın ihlal edildiğini tespit etmesi
durumunda, alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı Bakanlar Komitesi’ne
gönderebileceği dikkate alındığında, Hrant Dink ile
ilgili verilmiş olan karara uygun davranılıp davranılmadığının Bakanlar
Komitesi’nce denetlenmesi gerektiği açıktır.
116. Somut olayda yaşam hakkının usuli
boyutuna ilişkin AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı olmasına rağmen,
Anayasa Mahkemesinin aynı konuda yeni bir inceleme yapabilmesi için
başvurucuların mağduriyetinin AİHM kararıyla giderilmemiş olması gerekir.
Anılan başvuruda Hrant Dink cinayetine ilişkin
soruşturma dosyasının baştan itibaren açık olup, sorumluların tespitine yönelik
incelemenin devam ettiği görülmektedir. Bu durumda AİHM’in
ihlal kararı ile başvurucuların mağdur sıfatının sona erdiği söylenemez.
Anayasa Mahkemesinin özellikle AİHM’in kararı üzerine
Cumhuriyet Savcılığınca, Hrant Dink’in
yaşamını korumada ihmalleri görülen veya cinayetin işlenmesi organizasyonunda
yer alan kamu görevlilerini belirleme ve bu eylemleri yaptırım altına alma
amacıyla etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini incelemesi gerekir.
117. Başvurucular, olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul
bir özen ve hızla yapılmadığını, muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve
AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediğini ileri sürmüşlerdir (§ 95).
Bakanlığın görüş yazısında ise konu ile ilgili olarak, başvurucuların yaptığı
başvuru üzerine AİHM tarafından 14/9/2010 tarihinde, Hrant Dink cinayeti hakkında yaşam hakkının esastan
ihlalinin yanı sıra usulden de ihlal edildiğine karar verildiği, soruşturmanın
etkililiği bakımından AİHM kararından sonra yargılama süreçlerinde yeni
gelişmelerin kaydedildiği ifade edilmiştir (§ 96).
118. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi bir soruşturmanın
etkililiğinden söz edebilmek için, soruşturmayı yapmakla görevli kişilerin
olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları zorunludur.
Bağımsızlık sadece hiyerarşik veya kurumsal değil, aynı zamanda pratik olarak
bağımsızlığı da gerektirir (bkz. Hugh
Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001,
§ 120; Kelly ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30054/96, 4/5/2001, § 114).
Soruşturma, sorumluların belirlenmelerine ve cezalandırılmalarına yol
açabilecek nitelikte olmalıdır (bkz. Paul ve
Audrey Edwards/Birleşik
Krallık, B. No: 46477/99, 14/3/2002,
§ 71). Sözleşme’nin 2. maddesi anlamındaki etkili bir soruşturma için,
soruşturmanın makul bir özen ve hızla yürütülmesi gerekir (bkz. Rantsev/Kıbrıs ve Rusya, B. No. 25965/04, 7/1/2010, § 233; Çakıcı/Türkiye [BD], B. No: 23657/94, 8/7/1999, § 80, 87, 106;
yukarıda geçen Kelly ve diğerleri, § 97). Bütün bu süreçte,
mağdurun yakınları, meşru menfaatlerinin korunmasının gerektirdiği ölçüde yer
almalıdırlar (bkz. Güleç/Türkiye,
B. No: 21593/93, 27/7/1998, § 82; yukarıda
geçen Kelly ve diğerleri, § 98).
119. Somut olay ile ilgili
soruşturmanın kamu görevlileri yönünden iki farklı usul izlenerek yürütüldüğü
görülmektedir. Birincisinde, olaya karışmış olduğu iddia
edilen kişilerden bağımsız olarak genel ilkeler çerçevesinde İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından Hz.2007/972 sayılı dosya üzerinden yürütülen bir soruşturma
söz konusu iken, ikincisinde ise Trabzon ve İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılıklarınca 4483 sayılı Kanun’un öngörmüş olduğu usul kapsamında değişik
soruşturma numaraları üzerinde yürütülen ve bir kısım Trabzon Jandarma
görevlileri ile ilgili somut adli işlemler dışında, olayla ilgileri tespit edilen
diğer kamu görevlileri yönünden kovuşturma ya da işlem yapılmasına yer olmadığı
kararları ile sonuçlanan bir soruşturma söz konusudur.
120. Buna göre Hrant Dink ile ilgili AİHM
kararında da (bkz. Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve
7124/09, 14/9/2010, § 82) vurgulandığı üzere,
cinayetin ardından İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca, maktulün yaşamının
korunması yükümlülüğünün yerine getirilmesinde ihmali bulunan memurların
kimliğinin de belirtilerek, İstanbul ve Trabzon’daki soruşturma birimlerine
iletilmesine rağmen, cinayetin gerçekleştiği tarihten bireysel başvurunun
inceleme tarihine kadar halen olayla ilgili ihmalleri olduğu ileri sürülen kamu
görevlilerinin (§ 39) bağımsız adli birimlerce soruşturulmamış ve olaydaki
rollerinin belirlenmemiş olması soruşturmanın etkililiğini zayıflatmıştır. Özellikle Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde sorumluluğu olduğu iddia
edilen kamu görevlileri ile ilgili soruşturmaların sistemik ve uygulamadan
kaynaklanan bazı sorunlar nedeniyle istenilen seviyede tarafsız, etkin, düzenli
ve hızlı sürdürüldüğünü söylemek mümkün değildir.
121. Hrant Dink’in
öldürülmesi sürecinde, kamu görevlilerinin cinayetten önce veya sonra ortaya
çıkan görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen bazı fiillerinin
soruşturulmasının 4483 sayılı Kanun kapsamında yapıldığı, dolayısıyla cinayetin
işlenmesinde ihmalleri olduğu ileri sürülen güvenlik personeli hakkındaki
soruşturmaların yapılmasının bu görevlilerin amiri olan Vali tarafından
sağlandığı, inceleme sonucunda Valinin soruşturma izni vermediği, bu karara
karşı yapılan itirazın Bölge İdare Mahkemesince reddedildiği dikkate
alındığında, bu durumun kamu görevlilerinin sorumluluğunu tespite yönelik
olarak etkili soruşturmayı, özellikle de bu kişilere atfedilebilecek fiillerin
ana suç kapsamındaki soruşturma ve yargılama aşamalarında belirginleşmesini
engellediği görülmüştür. Yetkili makamların maddi gerçeğe ulaşmaya
yönelik etkili soruşturma ve kovuşturma yapmaları beklenir. Bu konuda gerekli
özenin gösterilmediği durumlarda ise, 4483 sayılı Kanun’un öngördüğü soruşturma
usulünün yaşam hakkının korunması bakımından kamu görevlilerinin muhtemel
sorumluluklarını ortaya çıkaracak etkili soruşturmanın yapılmamasına neden
olduğu söylenebilir.
122. Diğer taraftan Devlet Denetleme Kurulu
Raporunda da belirtildiği gibi, Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak kamu görevlileri
hakkında yapılan idari inceleme ve soruşturmalarda 4483 sayılı Kanun’un ortaya
çıkardığı uygulama hatalarından birisi de “yöntem
yanlışlığı” olup, kamu görevlilerinin silsile halinde birbirini
takip eden ihmallerinin 4483 sayılı Kanun çerçevesinde bir bütün halinde
incelenmeyerek, gerek yetki gerekse suçun işlendiği mahal itibariyle farklı
birimlerce ayrı ayrı soruşturma ve incelemeler yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu yöntemin; olayların bir bütün olarak ele
alınıp değerlendirilememesine, tüm iddiaların bir arada sorgulanamamasına, kamu
görevlilerinin süreç içerisindeki fiillerinin ciddiyetinin kavranamamasına, ana
fiil ile illiyet bağının bulunup bulunmadığının tartışılmamasına ve böylece
bütünüyle idari inceleme ve soruşturmalardan sonuç alınamamasına neden olduğu
saptanmıştır (§ 63).
123. Somut olayda Devlet Denetleme
Kurulu Raporunda işaret edilen ve AİHM’in de
ihlal nedeni olarak saptadığı hususlarda etkili bir soruşturmanın yapılmadığı
görülmektedir. Dolayısıyla ihlale dayalı mağduriyetin de giderilmediği
anlaşılmaktadır. Zira olaylar silsilesinde sorumluluğu olduğu
iddia edilen kamu görevlilerinin etkili bir yargısal sistem kapsamında
sorumluluklarının belirlenmesi ve gerekiyorsa cezalandırılmalarına ilişkin
devletin pozitif ödevinin yerine getirilmesinde AİHM değerlendirmelerinin
gereği gibi dikkate alınmadığı, sistem sorunları ve yöntem yanlışlıklarının
giderilmesi çabalarının gerekli özen, ivedilik ve sorumluluk içinde
yürütülmediği, buna ilişkin belirtilerin de tatmin edici olmaktan uzak olduğu
saptanmıştır. Ayrıca soruşturma sürecinde ilgili kamu görevlilerinin
ifadelerine bile başvurulmadan verilmiş olan takipsizlik kararlarının başlı
başına ihlal nedeni olması karşısında, soruşturmanın takibi için geçen süreyi
makul kabul etmeye yarayacak kabul edilebilir, şeffaf bilgilere ve bulgulara
ulaşılamadığı da dikkate alındığında, soruşturmanın, devletin pozitif
yükümlülüğüne uygun olarak etkili bir şekilde yürütüldüğü söylenemez.
124. Buna göre gerek kamu
görevlilerinin yargılanmasına ilişkin mevzuatın uygulanmasında gerekli özenin
gösterilmemesi ve kamu görevlilerinin soruşturulması hususunda izlenen
yöntemlerdeki hatalar gerekse de adli birimlerin yeterince hızlı ve özenli
davranmamaları sebepleri ile; olay kapsamında
ihmalleri olduğu ileri sürülerek kimlikleri tespit edilen İstanbul ve
Trabzon’daki kamu görevlilerinin cinayetin üzerinden uzunca bir süre geçmiş
olmasına rağmen halen ifadelerinin bağımsız adli birimlerce alınamadığı,
olaydaki rollerinin saptanamadığı, öldürülenin yakınlarının ancak kendi
çabalarıyla soruşturma sürecinden haberdar olabildikleri ya da
katılabildikleri, soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılamadığı anlaşılmış
olduğundan, hakkın özüne zarar verecek şekilde yürütülen bu soruşturmanın bir
bütün olarak etkisiz olduğunun kabul edilmesi gerekir.
125. Soruşturmanın etkili olmadığı
saptandığından, başvurucuların,
soruşturma evresinde kısıtlılık kararı verilerek dosyanın kendilerine karşı
gizli tutulmasının ve buna karşı etkili bir başvuru yolu bulunmamasının hak
ihlali oluşturduğu yönündeki şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine gerek
görülmemiştir.
126. Açıklanan nedenlerle, Hrant Dink
cinayetinde sorumlulukları ve ihmalleri olduğu iddia edilen Trabzon jandarma ve
emniyet personeli ile İstanbul emniyet görevlileri ve mülki amirleri hakkında
özellikle AİHM kararı üzerine yeniden açılan soruşturmanın bir bütün olarak
etkili olmadığına ve Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü Devletin pozitif
yükümlülüğünün bir sonucu olan usul yükümlülüğün ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
V. 6216 SAYILI
KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
127. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi
yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
128. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının usul boyutuyla
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular uğradıkları maddi ve manevi
zararlarının karşılanmasını talep etmişlerdir.
129. Başvurucuların aynı iddialar kapsamında yaptıkları başvurular
sonucunda AİHM’in 14/9/2010
tarihli kararı ile 105.000 Avro (§ 36);
İstanbul 10. İdare Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli kararı ile de 100.000 TL
tazminat ödenmesine (§ 52) karar
verildiği tespit edildiğinden, bu konuda ayrıca bir tazminat ödenmesine gerek
görülmemiştir.
130. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 386,20 TL başvuru ve vekâlet harcı ile 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.886,20 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmiştir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği şeklindeki iddiaları
içeren bölümünün “konu bakımından
yetkisizlik” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının usul yönünden
ihlal edildiği şeklindeki şikâyetlerini içeren kısmının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının Devletin usul yükümlülüğü
yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 386,20 TL başvuru ve vekâlet harcı ile 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.886,20 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası
uyarınca İstanbul ve Trabzon Cumhuriyet Başsavcılıklarına; bir örneğinin de
aynı maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca, başvurucular ile Adalet
Bakanlığına gönderilmesine,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.