
Esas No: 2012/1035
Karar No: 2012/1035
Karar Tarihi: 17/7/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
TÜRKİYE EMEKLİLER DERNEĞİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2012/1035) |
|
Karar Tarihi: 17/7/2014 |
R.G. Tarih-Sayı: 16/10/2014-29147 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Zehra Ayla PERKTAŞ |
|
|
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Zühtü ARSLAN |
Raportör |
: |
Selami ER |
Başvurucu |
: |
Türkiye Emekliler Derneği |
Temsilcileri |
: |
Gazi AYKIRI ve Ömer KURNAZ |
Vekili |
: |
Av. Zübeyde TAYMAZ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, maliki olduğu taşınmazı dernek şubesi olarak
kullanması nedeniyle aleyhine açılan meskenin iş yeri olarak kullanılmasının
önlenmesi davasında mahkemenin dernek şubesini iş yeri olarak kabul ederek
taşınmazı bu şekilde kullanmasına son veren kararı nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 11/12/2012 tarihinde
Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 3/2/2014 tarihli
ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına, bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 4/4/2014
tarihli görüş yazısı 16/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 28/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Bandırma ilçesi 17 Eylül Mahallesi, Şehit Süleymanbey caddesi, 76 no.lu ve üç bağımsız bölüme sahip
binanın ikinci katında yer alan bağımsız bölümü, 25/2/2009
tarihinde satın alarak dernek şubesi olarak kullanmaya başlamıştır.
8. Başvurucunun bulunduğu binanın birinci katının maliki
olan ve burada muhasebecilik mesleğini sürdüren Hayrettin KARAGÖZ, 18/1/2010 tarihinde Bandırma İkinci Noterliği vasıtasıyla
başvurucunun sahibi olduğu bağımsız bölümün dernek sıfatıyla iş yeri olarak
kullanmasına kat maliki olarak müsaadesinin bulunmadığını belirtir ihtarname
göndermiştir.
9. Başvurucu 1/2/2010 tarihinde
Bandırma Birinci Noteri vasıtasıyla verdiği cevapta dernek faaliyetlerinin
yasak işlerden olmadığını, ihtarnameyi gönderenin de meskeni iş yeri olarak
kullandığını, derneğin iş yeri sayılmayacağı şeklinde cevap vermiştir.
10. Hayrettin KARAGÖZ, 17/2/2010
tarihinde Bandırma Sulh Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde meskenin işyeri
olarak kullanılmasının önlenmesi davası açmıştır.
11. Mahkeme, mahallinde bilirkişiyle beraber keşif
yapılmasına karar vermiştir. Yapılan keşifte binanın üç bağımsız bölümden
oluştuğu, davacı ve başvurucunun kullandığı bölümler dâhil üçünün de iş yeri
olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Bilirkişi raporunda tapuda mesken olarak
görünen başvurucuya ait bağımsız bölümün dernek binası olarak kullanılmasının
mümkün olmadığı yönünde görüş verilmiştir.
12. Mahkeme, 19/4/2011 tarih ve
E.2010/193, K.2011/619 sayılı kararla ve davacının da binadaki bağımsız bölümü
muhasebecilik mesleğini ifa etmek üzere iş yeri olarak kullandığı, binada
mesken olarak kullanılan bağımsız bölüm bulunmadığı, bu durumda davacının
davasını açmasında 22/11/2011 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2.
maddesinde yer alan iyi niyet kurallarının bulunmadığı gerekçesiyle bu davayı
reddetmiştir.
13. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmiş ve temyiz
incelemesini yapan Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 2/2/2012
tarihli E.2012/316, K.2012/900 sayılı kararıyla ve “Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre dernek ile şubelerinin işgal
ettikleri mekânlar iş yeri niteliğinde olup, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 24.
maddesi hükmü uyarınca tapuda mesken olarak kayıtlı bağımsız bir bölümün bu
amaçla kullanılması, tüm bağımsız bölüm maliklerinin oybirliği ile verecekleri
karara bağlıdır.” gerekçesiyle kararı bozmuştur.
14. Davayı tekrar ele alan Mahkeme, 5/6/2012
tarih ve E.2012/421, K.2012/764 sayılı kararıyla Yargıtay kararı doğrultusunda
davayı kabul ederek başvurucunun davaya konu bağımsız bölümde dernek
faaliyetlerini sona erdirmesine karar vermiştir.
15. Temyiz edilen ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay aynı
dairesinin 11/10/2012 tarih ve E.2012/10313,
K.2012/11065 sayılı kararıyla “kararın
gereğinin yerine getirilmesi için 10 günlük süre verilmesine”
ibaresi yazılmak suretiyle düzeltilerek onanmıştır.
16. Bahsedilen onama kararı başvurucuya 23/11/2012
tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
17. 23/6/1965 tarih ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti
Kanunu’nun “Yasak işler” kenar
başlıklı 24. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Anagayrimenkulün, kütükte mesken, iş veya ticaret yeri
olarak gösterilen bağımsız bir bölümünde hastane, dispanser, klinik,
poliklinik, ecza laboratuvarı gibi müesseseler kurulamaz; kat maliklerinin buna
aykırı sözleşmeleri hükümsüzdür; dispanser, klinik, poliklinik niteliğinde olmıyan muayenehaneler bu hükmün dışındadır.
Anagayrimenkulün, kütükte mesken olarak gösterilen bağımsız
bir bölümünde sinema, tiyatro, kahvehane, gazino, pavyon, bar, kulüp, dans
salonu ve emsali gibi eğlence ve toplantı yerleri ve fırın, lokanta, pastahane, süthane gibi gıda ve beslenme yerleri ve
imalathane, boyahane, basımevi, dükkan, galeri ve
çarşı gibi yerler, ancak kat malikleri kurulunun oybirliği ile vereceği kararla
açılabilir.
(Ek
fıkra: 13/02/2011-6111 S.K 190. mad.) 1136 sayılı
Avukatlık Kanununda avukatlık büroları ve hukuk büroları ile ilgili düzenleme
yapılıncaya kadar meskenlerdeki avukatlık ve hukuk büroları faaliyetlerine
devam ederler. Bu süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki
yıldır. Bu hüküm 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali
Müşavirlik Kanununda ilgili düzenleme yapılıncaya kadar meslek mensupları
tarafından açılan bürolar hakkında da uygulanır.
Bu
karar yöneticinin veya kat maliklerinden birinin istemi üzerine bütün bağımsız
bölümlerin kat mülkiyeti kütüğündeki sahifelerine şerh verilir.”
18. 19/3/1969 tarih ve 1136 Sayılı Avukatlık
Kanunu’nun 17/4/2013 tarih 6460 sayılı Kanunla değişik “Büro edinme zorunluluğu” kenar başlıklı
43. maddesinin ilk fıkrası şöyledir:
“Her avukat, levhaya yazıldığı tarihten itibaren üç ay içinde baro bölgesinde
bir büro kurmak zorundadır. (Ek cümle: 17/04/2013-6460
S.K./3. md) 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununa göre ana
gayrimenkulün mesken olarak gösterilen bağımsız bölümlerinde kat maliklerinin
izni ve benzeri şartlar aranmaksızın avukatlık büroları faaliyet gösterebilir. (Ek
cümle: 17/04/2013-6460 S.K./3. md) Bu konuda, yönetim
planındaki aksine hükümler uygulanmaz. Büronun niteliklerini barolar belirtir.”
19. 1/6/1989 tarih ve 3568 Sayılı Serbest
Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nun 17/4/2013
tarih 6460 sayılı Kanunla “Yasaklar”
kenar başlıklı 45. maddesine eklenen 6. fıkrası şöyledir:
“23/6/1965 tarihli ve
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununa göre anagayrimenkulün
mesken olarak gösterilen bağımsız bölümlerinde kat maliklerinin izni ve benzeri
şartlar aranmaksızın serbest muhasebeci mali müşavirlik veya yeminli mali
müşavirlik faaliyetlerinde bulunulabilir. Bu konuda, yönetim planındaki aksine
hükümler uygulanmaz.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/12/2012 tarih ve 2012/1035 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, maliki olduğu taşınmazı
dernek şubesi olarak kullanması nedeniyle aleyhine açılan meskenin iş yeri
olarak kullanılmasının önlenmesi davasında mahkemenin dernek şubesini iş yeri
olarak kabul ederek taşınmazı bu şekilde kullanmasını sona erdiren karar
verdiğini, oysa kendisi hakkında dava açan kişinin de meskeni iş yeri olarak
kullandığını ve bu nedenle iyi niyetli olmadığını, 634 sayılı Kanun’un 24.
maddesinde gıda ve eğlence sektörüne ait işyerlerinin sayıldığını, derneğin iş
yeri sayılamayacağını, kullandıkları bağımsız bölümde rahatsız edici bir
faaliyetlerinin bulunmadığını, binada yer alan üç bağımsız bölümün de iş yeri
olarak kullanıldığını, verilen kararla mülkiyetini kullanma hakkının yok
edildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
bahsedilen mahkeme kararıyla mülkiyet hakkına yönelik ihlalin kaldırılması
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
22. Başvurucunun taşınmazının dernek şubesi olarak
kullanmasının engellenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuruya ilişkin
olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
23. Başvurucu, maliki olduğu taşınmazı
dernek şubesi olarak kullanmasının Mahkeme kararıyla engellendiğini,
taşınmazının bulunduğu binadaki tüm bağımsız bölümlerin iş yeri olarak
kullanıldığını, bu nedenle dava açan kişinin iyi niyetli olmadığını, 634 sayılı
Kanun’un 24. maddesi gereği
derneğin iş yeri sayılamayacağını, binada rahatsız edici bir faaliyetlerinin
bulunmadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Adalet Bakanlığı görüş yazısında başvuru konusu olay
mülkiyetin kullanılmasını kontrol etme (düzenleme) yetkisi ve devletin pozitif
yükümlülükleri kapsamında değerlendirilerek mülkiyetin kullanılmasının kamu
yararı gereği yasalarla düzenlenebileceği, düzenlemenin öngörülebilirlik ve
belirlilik taşıması gerektiği, somut olayda Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 24.
maddesinin uygulandığının anlaşıldığı ifade
edilmiştir.
25. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüş
yazısına karşı beyanlarında; Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 24. maddesinde derneğin
taşınmazı büro olarak kullanımını yasaklayan nitelikte açık veya zımni hüküm
bulunmadığını, derneklerin kanun hükmünde geçen “gibi” kelimesi içine girmediğini, düzenlemenin eşitlik
ilkesi ve iyi niyet kuralına aykırı olduğunu, uygulamacıya çok geniş takdir
yetkisi verdiğini ifade etmiştir.
26. Anayasa’nın “Mülkiyet
Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
27. Anayasa"nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1)
No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
29. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla
sınırlama getirilebilir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak
bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir
(B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
30. Anayasa’nın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1.
maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme
de üç kural ihtiva etmektedir. İki düzenlemenin de ilk cümleleri herkese
mülkiyet hakkını tanımakta, ikinci cümleleri ise kişilere ait mülkiyetin hangi
koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin hangi koşullarda mülkünden
yoksun bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 29). Düzenlemelerin üçüncü cümleleri ise
farklı şekilde ele alınmıştır. (1) No.lu Protokol’ün 1.
maddesinin ikinci fıkrası devletlere mülkiyeti kamu yararına düzenleme ile
vergiler ve diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri
yasaları uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak bu durumun mülkiyet hakkı
kapsamına girmediğini belirtirken Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrası,
mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde
hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer vermektedir. Bununla
beraber Anayasa’nın birçok maddesi ilgili olduğu hususta devlete düzenleme
yetkisi vermektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
30).
31. Anayasa’da ve Sözleşme’de yer
alan ve yukarıda yer verilen hükümler devlete mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır (Bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/03/2010, § 85). Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi
yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır. Bunun yanında
ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme
yükümlülüğü, davanın koşullarına göre düzenleme yetkisinin kullanıldığı her
durumda gerekmeyebilmektedir (Bkz. Jahn ve Diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99 72203/01
72552/01, 30/6/2005, § 117)
32. Devlet, düzenlemeyi bireylerin veya tüzelkişilerin olumlu
eylemlerde bulunmalarını zorunlu tutarak veya faaliyetlerine kısıtlamalar
getirerek gerçekleştirebilir. Bu tür düzenlemeler, mevzuatı kabul edilemez
duruma getirecek kadar alışılmışın dışında sonuçlar doğurmadığı sürece devletin
takdir yetkisi içinde kabul edilmektedir (Denev/İsveç, B. No: 12570/86, 18/1/1989;
J.A. Pye (Oxford) Ltd And J.A. Pye
(Oxford) Land Ltd./Birleşik Krallık, 44302/02, 30/7/2007, § 83).
33. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 6570 sayılı Kanuna 4531 sayılı
Kanunla ilave edilen geçici 7. maddeyle kira artışlarını ilk yıl %25 takip eden
yıl %10’la sınırlayan hükmü, “Taşınmaz mal
darlığının, Devletçe önlem alınmaması durumunda kiraların normalin üstünde
artacağı açıktır. Kira olgusunun bu bakımdan toplumsal bir sorun olduğu kabul
edildiğinde Devletin kira konusunda kamu yararı amacıyla kimi hak ve
özgürlükleri sınırlandırmasında Anayasa"nın 2., 13.,
35. ve 48. maddelerine aykırılık yoktur.” gerekçesiyle Anayasa’nın
diğer hükümleri yanında mülkiyet hakkına da aykırı bulmayarak iptal istemini
reddetmiştir (AYM, E.2000/26, K.2000/48 K.T. 16/11/2000).
34. Bireysel başvuru devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirlerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar
yönünden de incelenebilir.
35. AİHM, özel kişilerce gerçekleştirilen müdahalelerde
bireylerin özellikle Sözleşmenin 8., 9., 10., 11. ve
14. maddeleriyle ilgili olarak devletin sorumluluğunu pozitif yükümlülüklere
vurgu yaparak belirlemektedir. Devletin sorumluluğu, özel kişilerce
gerçekleştirilen müdahalenin resmi yetkilerin kullanılmasının bir sonucu ortaya
çıkabileceği (James ve Diğerleri/Birleşik
Krallık, no. 8793/79, 21 Şubat 1986) gibi
özel hukuktan kaynaklanan hakların muhafaza edilmesi için hukuken başvurulması
gereken idari yetkilerin kullanılmadığı durumlarda (İmmobiliare Saffi/İtalya,
B. No: 22774/93, 28/7/1999; Prodan/Moldova, B. No: 49806/99, 18/5/2004; Törmala ve Diğerleri/Finlandiya, B. No: 41258/98, 16/3/2004) veya
yeterli koruyucu nitelikte kanunun bulunmadığı ve özel kişiler tarafından hakları
ihlal edilen kişinin etkili bir korumadan yararlanamadığı durumlarda (Yung, James ve Webster/İngiltere,
B. No: 7601/76, 7806/77, 13/8/1981; X ve
Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985) gündeme gelebilmektedir.
36. Bunun yanında AİHM, yukarıdaki kararlardan daha öteye
giderek ulusal makamların iç hukuku ve olayları yorumunun açık biçimde Sözleşme
değerleriyle uyumsuz ve keyfi olmaması gerektiğini, ulusal mahkemelerin de iç
hukuku yorumlarken AİHM’nin yorumladığı şekliyle Sözleşmeye en uygun yorumu tercih
etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır (Pla
ve Puncernau/Andora, B. No: 69498/01, 13/7/2004, §46,059,062).
37. Mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
kullanılabilmesi, yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmayıp,
özellikle başvurucuların kamu makamlarından meşru beklentilerinin olduğu
tedbirler ile mülkünden etkili bir biçimde yararlanabilmeleri arasında doğrudan
bir bağ bulunduğu durumlarda ayrıca pozitif koruma önlemlerinin de alınması
gerekmektedir (Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134).
38. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri
kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir. Bahsedilen Anayasa
hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesine
yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir. Anayasa’nın pek çok
maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve gerçekleştirilmesi için
devletin alacağı tedbirlerden bahsetmektedir.
39. Bireylerin Anayasa ve Sözleşmenin ortak koruma alanında
bulunan temel haklara özel hukuk kişileri tarafından yapılan müdahaleler sonucu
bireylerin haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda devlete atfedilebilecek
sorumluluklar bulunabilir. Devletin bu tür haksız müdahalelere karşı bireylerin
mülkiyet hakkının korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas ederek yapılan
müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle koruma talep
edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda özel kişilerin çatışan
hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce anayasal yorumla temel hakların
korunması gerekmektedir. Böylelikle Devlet, etkili bir iç hukuk yolu ihdas
ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı oluşturup üzerine düşen
görevi yerine getirmiş olacaktır.
40. Başvurucu derneğin taşınmazı büro olarak kullanımını
yasaklayan nitelikte açık veya zımni hüküm bulunmadığını, derneklerin kanun
hükümde geçen “gibi” kelimesi
içine girmediğini, ayrıca düzenlemenin eşitlik ilkesi ve iyi niyet kuralına
aykırı olduğunu, uygulamacıya çok geniş takdir yetkisi verdiğini düzenlemede
hukuki belirlilik bulunmadığından şikâyette bulunmuştur.
41. Başvurucunun maliki olduğu taşınmazı dilediği şekilde
kullanma hakkı Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına
dâhil olmakla beraber, devletin bu kullanımı kontrol/düzenleme yetkisi vardır.
Somut başvuru konusu olayda başvurucunun kendisine ait mülkü dernek şubesi
olarak kullanması kamu görevlisi olmayan üçüncü bir kişi tarafından başlatılan
süreçle 634 sayılı Kanun’un 24. maddesi uyarınca mahkeme kararıyla
engellenmiştir. Somut başvuruya konu dava özel kişiler arası bir dava olmakla
beraber devletin somut olayda rolü 634 sayılı Kanun ile mülkiyetin kullanımının
kontrolü/düzenlemesi ve uyuşmazlığı çözmede Mahkemenin hakem rolünü yerine
getirmesidir. Somut başvuruda başvurucunun kendisine ait taşınmazın kullanımını
kontrol eden/düzenleyen müdahalenin başvurucunun mülkiyet hakkını ihlal edip
etmediğinin tespit edilmesi için müdahalenin kanuniliği, müdahaledeki kamu
yararı ve ölçülülüğün incelenmesi gerekmektedir.
42. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme, biçimini
değiştirme, harcama ve tüketme hatta yok etme) olanağı veren bir haktır
(E.1988/34, K.1989/26, K.T. 21/6/1989; E.2011/58,
K.2012/70, K.T. 17/5/2012).
43. Anayasa’nın 35. ve 13. maddeleri mülkiyet hakkına
getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması
gerektiğini hüküm altına almaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir
diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı
kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik
şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984,
§§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını
öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma
sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
44. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki
belirlilik taşıması bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arzetmektedir.
45. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının
yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
K.T. 22/5/2013).
46. “Belirlilik”
ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği
ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri
karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici
işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan
muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır
(AYM, E.2009/9, K.2011/103, K.T. 16/6/2011).
47. Somut olay bakımından mülkiyetin kullanımını
kontrol/düzenleme şeklindeki müdahalenin 634 sayılı Kanun’un 24. maddesinde
yasal dayanağı bulunmaktadır. Başvurucunun bunun aksine bir iddiası
bulunmamakla birlikte şikayeti kanunun yeterince açık
olmaması ve derneklerin iş yeri sayılmaması gerektiği iddiası nedeniyle kanunun
yeterli belirlilik taşımadığına ilişkindir.
48. Başvurucu hakkında uygulanan tapuda mesken olarak kayıtlı
bulunan taşınmazın bağımsız bölümündeki dernek faaliyetini sona erdirme kararı,
634 sayılı Kanun’un 24. maddesinin açık hükmüne dayandığından ve Yargıtay 18.
Hukuk Dairesi’nin 2/2/2012 tarihli kararında ifade
edildiği şekilde yerleşik Yargıtay içtihatlarında dernekler de iş yeri olarak
sayıldığından, müdahalenin hukuki dayanağının yeterli açıklıkta bulunduğunda
şüphe yoktur. Ayrıca gerek bahsedilen Kanun hükmü ve gerekse Yargıtay’ın bu
konudaki içtihatları başvurucunun mevcut koşullarda makul kabul edilebilecek
bir ölçüde davranışlarının sonuçlarını önceden öngörmesini sağlamaya yetecek
hukuki belirlilik taşımaktadır.
49. Bu durumda kanuni dayanağı bulunan müdahalenin kamu
yararı meşru amacının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.
50. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya
bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade
etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek
hedefine yönelmek durumundadır. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır.
Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu
yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Kamu
yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması halinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve
temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi
konumda oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde
açıkça temelden yoksun veya keyfi olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu
organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu
olamaz (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 34, 35, 36).
51. Ayrıca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açıkça
keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak
ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
52. Başvuruya konu somut olayda taşınmazın diğer bölümlerinin
de mesken dışında kullanılması yeni el değiştiren taşınmazlar için tüm
maliklerin ortak rızasının bulunması şartını değiştirmediği gibi, taşınmazda
mesken olarak kullanılan bölüm olmasa da gelecekte diğer taşınmaz bölümlerinin
mesken olarak kullanılmayacağı söylenemez.
53. Kanun koyucunun mesken olarak kullanılması öngörülen
taşınmazlar hakkında burada meskûn vatandaşların özel ve aile yaşamlarını
sürdürebilecekleri, dinlenebilecekleri ve çocukların yaşamına uygun bir ortam
oluşturulmasına yönelik kamu yararı gereği çeşitli düzenlemeler yapabilir. Bu
düzenlemeler başkalarının haklarını korumak amacıyla tapuda mesken olarak
görünen yerlerin iş yeri olarak kullanımını engelleyen veya bu şekilde
kullanımı tüm kat maliklerinin rızasına bağlayan şartlar da içerebilir. Bu
hususta yapılan düzenlemeler ve uygulamalar açıkça temelden yoksun veya keyfi
olduğu anlaşılmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez.
54. Yukarıda bahsedildiği gibi
mülkiyetin kullanımını düzenleyen kanun ve uygulamaların da elde edilmek
istenen kamu yararıyla bireysel menfaatler arsında adil bir denge kurması, yani
ölçülü olması gerekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakan uygulamalar gibi
bireyin kişisel menfaati ile toplumun genel menfaati arasında dengeyi sağlamak
için her zaman tazminat ödenmesini zorunlu kılmaz (§ 31).
55. Somut başvuruda başvurucunun maliki olduğu taşınmazı
dernek şubesi olarak kullanmasına 634 sayılı Kanun’un 24. maddesi gereği
mahkeme kararıyla son vermesi istenmiştir. Başvurucunun mülkiyetini kullanması
konusunda getirilen düzenleme bahsedilen mülkün iş yeri olarak kullanımını
başkalarının haklarını korumak gayesiyle kat maliklerinin ortak rızasına
bağlayan bir düzenleme olup, diğer kat maliki başvurucuya maliki olduğu
taşınmazı dernek şubesi olarak kullanması için izin vermemiştir. Başvurucunun
mülkiyetine yapılan müdahale bahsedilen mülkü kiraya verme veya başka türlü bir
tasarrufla kullanmasına mani değildir. Başvurucunun kanunlarla getirilen
sınırlamalar çerçevesinde mülkiyet hakkını kullanabileceği dikkate alındığında
somut başvuruya konu müdahalenin başvurucunun önemli ölçüde zararına sebebiyet
vereceği söylenemez.
56. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu meskenin işyeri olarak kullanımının önlenmesi
davasında başvurucunun sahibi olduğu taşınmazda dernek faaliyetlerine son
vermesi kararının hukuki dayanağı olduğu ve meşru bir kamu yararına dayandığı,
başvurucunun kişisel yararı ile toplumun genel yararı arasında başvurucu
aleyhine ölçüsüz ve ağır bir yüke sebep olan bir uygulama da olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
57. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun mülkiyet hakkıyla ilgili şikâyet yönünden
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin
başvurucu üzerine bırakılmasına,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.