
Esas No: 2012/1143
Karar No: 2012/1143
Karar Tarihi: 17/7/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
LEYLA DAİMAGÜLER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2012/1143) |
|
Karar Tarihi: 17/7/2014 |
R.G. Tarih-Sayı: 16/10/2014-29147 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Zehra Ayla PERKTAŞ |
|
|
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Zühtü ARSLAN |
Raportör |
: |
Selami ER |
Başvurucular |
: |
Leyla DAİMAGÜLER |
|
|
Ercan TURAN |
|
|
Engin TURAN |
|
|
Mualla OCAKTAN |
|
|
Lale TURAN |
|
|
Arife TURAN |
Vekili |
: |
Av. Sema AKINCI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, sahibi oldukları ve
kıyı-kenar çizgisi içinde kaldığı için haklarında müdahalenin meni davası
açılan taşınmazla ilgili karar 1992 yılında kesinleşmiş olsa da yıkımın 2010
yılında yapılması nedeniyle zararın bu tarihte doğmasına ve 2007 yılından
itibaren bu tür tazminat taleplerinin mahkemelerce kabul edilmesine rağmen 2010
yılında açtıkları tazminat talepli davada Mahkemenin zamanaşımı yönünden
davalarını reddetmesi sonucu mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürerek maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 12/12/2012 tarihinde
Dikili Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/6/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölümün 6/2/2014 tarihli ara
kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 4/4/2014
tarihli görüş yazısı 14/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 17/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların murisi Ömer Lütfü TURAN bir kooperatif
tarafından üzerinde iki katlı bina inşaatına başlanan İzmir ili Dikili ilçesi İsmetpaşa Mahallesi, 11 ada, 1 parsel sayılı arsa vasıflı
tapulu taşınmazı kadastro öncesi satın alarak 24/4/1975
tarihinde tapu kaydını yaptırmış ve inşaatı tamamlayarak mesken olarak
kullanmaya başlamıştır.
8. Dikili Mal Müdürlüğü 21/4/1977
tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) anılan taşınmazın denizin
ayrılmaz parçası olan kumluk saha üzerinde yapıldığı ve kıyıda kaldığından
bahisle tapunun iptali ve men’i müdahale istemli dava
açmıştır.
9. Yapılan kadastro uygulamasıyla 10/10/1978
tarihli kadastro tespit tutanağında taşınmazın üzerindeki binanın kıyı kenar
çizgisi içinde kaldığı tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin kime ait olduğu
dava konusu edildiğinden malik hanesi boş bırakılmıştır.
10. Mahkeme ilk kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine
davayı tekrar ele almış, gerekli incelemeleri yaparak ve uzman bilirkişilerden
raporlar alarak 21/2/1991 tarih ve E.1989/136,
K.1991/15 sayılı kararıyla; taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan yerlerden olduğu, özel mülkiyete konu olamayacağı, inşaat ruhsatlarının
1969-1972 tarihleri arasında alındığı, 1973 senesinden önce taşınmazın arsa
vasfında olduğunun anlaşıldığı, binanın inşaatının 1972 yılından sonra
tamamlandığı ve bu nedenle 3086 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesinin
uygulanamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüyle tapunun iptali ve müdahalenin
menine, üzerindeki binanın yıkılmasına, yıkımının davalılar tarafından
yapılmasına, yapılmaması halinde Hazinece yıkılmasına ve bedelinin davalılardan
tahsiline karar vermiştir.
11. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk
Dairesi, 3/2/1992 tarih ve E.1992/1275, K.1992/798
sayılı kararıyla yerel mahkeme kararını onamış, karar düzeltme talebi de aynı
dairenin 2/11/1992 tarih ve E.1992/10520, K.1992/12611 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
12. Başvurucuların murisi Ömer Lütfü TURAN 1998 yılında
hayatını kaybetmiş, başvurucular taşınmazı kullanmaya devam etmişlerdir.
13. Dava konusu tapunun hükmen terkini 15/5/2001
tarihinde Dikili Tapu Müdürlüğünce gerçekleştirilmiştir.
14. Başvurucular, bina yıkılmadan önce Mahkeme’nin 2007/34 D.
İş sayılı dosyası ve 17/6/2007 tarihli bilirkişi
raporuyla binanın arsa ile birlikte değerini 350.000 TL olarak tespit
ettirmişlerdir.
15. Geçen süre zarfında başvurucular ile murisi binayı
kendileri yıkmamış, idare de 18 yıl süresince binayı yıkmadığından
başvurucuların murisi ve başvurucular bu süre boyunca taşınmazı kullanmaya
devam etmişlerdir. 3/5/2010 tarihli tespit ve tahliye
tutanağı ile başvurucular tahliye edilmiş ve akabinde idarece binanın yıkımı
icra kanalıyla gerçekleştirilmiştir.
16. Başvurucular, 26/10/2010
tarihinde Dikili Asliye Hukuk Mahkemesinde yıkılan binadan doğan zararlarının
tazmini için tazminat davası açmışlardır.
17. Mahkemece istenen 13/7/2011
tarihli bilirkişi raporuyla mevcut verilerle binanın değeri 69.469,00 TL,
arsanın değeri 172.620,00 TL olmak üzere taşınmazın toplam değeri 242.116,00 TL
olarak tespit edilmiştir.
18. Mahkeme 05/12/2011 tarih ve
E.2010/362, K.2011/385 sayılı kararıyla ve başvurucuların murisine ait
taşınmazla ilgili davanın 1992 yılında kesinleştiği ve dava sonunda binayı
yıkmaları yönünde karar verildiği, başvurucuların ise bunu yerine getirmeyerek
binayı 18 yıl boyunca kullanmaya devam ettikleri, başvurucuların binayı
kendilerinin yıkarak 10 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açmaları
gerekirken bunu yapmayarak 18 yıl sonra dava açtıkları gerekçesiyle davayı
zamanaşımı nedeniyle reddetmiştir.
19. Zamanaşımı bulunmadığı itirazıyla başvurucuların yaptığı
temyiz talebini inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 09/04/2012
tarih ve E.2012/1639, K.2012/4154 sayılı kararıyla somut olayda davanın 10
yıllık zamanaşımı süresinden sonra açıldığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi
kararını onamıştır.
20. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı dairenin 16/10/2012 tarih ve E.2012/12119, K.2012/11305 sayılı kararı
ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
21. Kesinleşen karar 20/11/2012
tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
22. 22/04/1926 tarih ve 818 sayılı Mülga Borçlar
Kanunu’nun “müruru zaman” kenar
başlıklı 60. maddesinin (11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
72. maddesiyle benzer) birinci fıkrası şöyledir:
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava,
mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı
tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan
itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.”
23. Mülga 818 sayılı Kanun’un “on senelik müruru zaman”
kenar başlıklı 125. maddesi (6098 sayılı Kanun’un 146. maddesiyle benzer)
şöyledir:
“Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut
olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.”
24. Mülga 818 sayılı Kanun’un “müruru zamanın cereyanına mani olan ve müruru zamanı tatil eden
sebepler” kenar başlıklı 132. maddesinin (6098 sayılı Kanun’un 153.
maddesiyle benzer) ilgili kısımları şöyledir:
“Aşağıdaki hallerde müruru zaman cereyan etmez
ve cereyana başlamış ise inkıtaa uğrar:
…
6 - Alacağı, bir Türk mahkemesi huzurunda
iddia etmek imkanı olmadığı müddetçe.
Müruru zaman, tatil eden sebeplerin zail
olduğu günün hitamından itibaren başlar veya tevakkuftan evvel başlamış olan
cereyanına devam eder.”
25. Anayasa Mahkemesinin 25/2/1986
tarih ve E.1985/1, K.1986/4 sayılı kararıyla iptal edilen 27/11/1984 tarih ve
3086 sayılı Kıyı Kanunu"nun Geçici 2. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel
mülkiyete konu yapılar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki,
mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun
hükümleri uygulanmaz…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 12/12/2012 tarih ve 2012/1143 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucular, sahibi oldukları ve
kıyı-kenar çizgisi içinde kaldığı için hakkında müdahalenin meni davası açılan
taşınmazla ilgili karar 1992 yılında kesinleşmiş olsa da yıkımın 2010 yılında
yapılması nedeniyle zararın bu tarihte doğmasına rağmen Mahkemenin zamanaşımı
yönünden davalarını reddettiğini, 1992 yılından sonra tazminat davası açmış olsalar
da bu dönemde bu tür davaların mahkemelerce kabul edilmediği ve bu dönemde
etkin bir iç hukuk yolu bulunmadığını, AİHM’in kıyıda
kaldığı için tazminatsız olarak tapularının iptaline karar verilmiş bulunan bir
kısım başvuruculara tazminat ödenmesi yönündeki kararlarıyla 2007 yılından
itibaren bu tür tazminat taleplerinin yerel mahkemelerce kabul edildiğini, 818
sayılı mülga Kanun’un 132. maddesinde yer alan alacağı, Türk mahkemelerinde
ileri sürme olanağı olmadığı sürece zamanaşımının duracağı şeklindeki hükme
rağmen Mahkemenin usuli olmayan bir yorumla tazminat
haklarını kısıtladığını belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşler ve oluşan zararın tespitiyle zararın yasal faiziyle
birlikte kendilerine ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkının İhlali İddiası
28. Başvurucular, sahibi oldukları taşınmaz 1992 yılında
Mahkeme kararıyla ellerinden çıksa da üzerindeki binanın yıkımının 2010 yılında
yapılması nedeniyle zararın bu tarihte doğduğunu, Mahkemenin hatalı zamanaşımı
yorumuyla taşınmaza bağlı tazminat haklarının kısıtlandığını belirterek
mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
29. Adalet Bakanlığı görüş yazısında; başvuruculara ait
taşınmazın tapusunun iptali ile bu taşınmaz üzerindeki evin yıkılmasının hukuki
dayanağını, 2/11/1992 tarihinde kesinleşen mahkeme
kararının oluşturduğu, bu karara dayanarak evin yıkımının daha sonraki bir
tarihte yapılmasının bu hukuki durumu değiştirmeyeceği, dolayısıyla mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinin zaman bakımından
başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden sonra gerçekleştiği ifade edilmiştir.
30. Başvurucular Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı
beyanlarında; 6098 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre
zamanaşımının durması gerektiğini, zararın 2010 yılındaki fiili yıkımla
gerçekleştiğini ve tazminat haklarının ihlal edildiğini ifade etmişlerdir.
31. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012
tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
32. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’un anılan hükümleri uyarınca
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012
tarihi olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık
düzenlemeler karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve
kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.
Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine
ilişkin olmaları nedeniyle, bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate
alınmaları gerekir (B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15).
33. Üzerinde maliki konusunda uyuşmazlık bulunan bir
taşınmaza ait mülkiyet hakkının varlığını tespit mahkemelere bırakılmıştır.
Buna göre, kıyılar dâhil taşınmaz mallarda mülkiyet hukukuna yönelik, hakkın
özünü ilgilendiren uyuşmazlıkların çözümü adli yargının görev alanı içerisinde
kalmaktadır (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu, E.1996/5, K.1997/3, K.T. 28/11/1997). Bir taşınmaz üzerinde hak iddia eden kişinin
söz konusu hakkın varlığını mahkeme önünde ispat etmesi gerekmektedir.
34. Başvurucuların murisi adına kayıtlı, ancak kadastro
tespitiyle mülkiyeti tartışmalı olan taşınmazın tapusunun iptali ile bu
taşınmaz üzerindeki evin yıkılmasına dair Mahkeme kararı 2/11/1992
tarihinde Yargıtay’ın karar düzeltme talebini reddiyle kesinleşmiştir. Mahkeme
kararı kesinleştikten sonra taşınmazın mülkiyeti artık başvurucuların hak
alanından çıkmıştır. Bu karara dayanarak evin yıkımının daha sonraki bir
tarihte yapılması, bu hukuki durumu değiştirmez ve başvurucuların hak alanında
herhangi bir değişikliğe sebep olmaz. Başvurucuların 2010 yılında açtıkları ve
başvuruya dayanak olan davanın konusu dava tarihinde başvurucuların murisi
adına kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetine ilişkin olmayıp, başvurucuların bu
davadaki talebi taşınmaza bağlı tazminat istemidir.
35. Bu durumda başvurucuların somut başvuruya konu taşınmaza
bağlı olarak tazminat taleplerinin, başvurucuların taşınmaz üzerindeki mülkiyet
haklarının 1992 yılında kesinleşen Mahkeme kararıyla son bulması ve 10 yıllık
zamanaşımı süresinin geçmiş olmasına bağlı olarak reddedildiği ve mülkiyete ait
uyuşmazlığın 1992 yılında kesinleştiği anlaşılmıştır.
36. Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvence olup ulusal
mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu
gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanmayan (Bkz., B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36-37), 1978 yılında
yapılan kadastro çalışması sonrasında kimin mülkiyetinde olduğu tartışmalı
olan, 1992 yılında kesinleşen mahkeme kararıyla başvurucularla hukuki ilişkisi
kesilmiş taşınmaza bağlı 2010 yılında açılan ve 2012 yılında kesinleşen mahkeme
kararıyla reddedilen bir tazminat talebinin mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilmesi mümkün değildir.
37. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların tazminat istemine
dayanak yaptıkları taşınmazla hukuki ilişkilerinin bireysel başvuruların
incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012
gününden önce 1992 yılında kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvuruya konu
mülkiyet hakkına yönelik şikâyetin, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlali
İddiası
38. Başvurucular, sahibi oldukları
taşınmaz 1992 yılında Mahkeme kararıyla ellerinden çıkmış olsa da, üzerindeki
binanın yıkımının 2010 yılında yapılması nedeniyle zararın bu tarihte
doğduğunu, Mahkemenin 818 sayılı Kanun’da yer alan; alacağı, Türk mahkemesi
huzurunda iddia etmek imkânı olmadığı müddetçe zamanaşımının duracağı hükmünü değerlendirmeye
almadığını, bu nedenlerle zararın doğduğu tarihi ve zamanaşımını yanlış
yorumladığını belirtmektedirler.
39. Adalet Bakanlığı görüş yazısında; başvurucuların
Mahkemenin zamanaşımı yorumunun hatalı olduğu yönündeki şikâyetlerinin
delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının uygulanması ve derece
mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümünün âdil olmamasına ilişkin olduğu,
benzer içerikteki başka başvurularda daha önce görüşlerini sundukları, Anayasa
Mahkemesi’nin de bu tür şikâyetlerin incelenmesinde göz önüne alınacak kriterleri belirlediğini ve somut başvuru açısından da bu
kriterlerden ayrılarak farklı bir neticeye ulaşmayı gerektirecek herhangi bir
neden bulunmadığı yönünde değerlendirmede bulunulmuştur.
40. Başvurucular Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı
beyanlarında; 6093 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre
zamanaşımının durması gerektiğini, zararın 2010 yılındaki fiili yıkımla
gerçekleştiğini ve haklarının ihlal edildiğini ifade etmişlerdir.
41. Başvurucular zamanaşımı konusunda
zararın yıkımla gerçekleşmiş olmasına ve 2007 yılından önce bu tür tazminat
davaları mahkemeler tarafından reddedilmesine rağmen somut başvuruya konu
tazminat davasında verilen ret kararıyla mülkiyet haklarının ihlal edildiğini
ileri sürseler de, başvurucuların şikâyetinin özü Mahkemenin zamanaşımı
konusunda hatalı yorum yaptığı ve yanlış karar verdiği iddiasına dayandığından
ve mülkiyet hakkıyla ilgili olarak zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verildiğinden bu şikâyet adil yargılanma hakkı kapsamında
incelenmiştir.
42. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
43. Bir anayasal hakkın ihlali iddiası içermeyen, yalnızca
derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen
başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin
yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır (B. No: 2012/1056
§ 34, 16/4/2013).
44. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel
başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin
tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir
hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun
yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
45. Hukukun genel ilkelerinden birisi hukuk güvenliği
prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm
eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini, devletin de hukuki
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar (B. No: 2012/51, § 18, 25/12/2012).
46. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak
arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler
hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılama hakkının ihlali olarak
değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle
güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak
geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle
oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi
önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu
müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru
amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa’da yer alan adil
yargılanma hakkını ihlal etmiş sayılmazlar (Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 22083/93; 22095/93, 22/10/1996, § 51).
47. Başvurucuların murisi adına kayıtlı, ancak kadastro
tespitiyle mülkiyeti tartışmalı olan taşınmazın başvurucuların murisine ait
tapusunun iptali ile bu taşınmaz üzerindeki evin yıkılmasına dair Mahkeme
kararı 2/11/1992 tarihinde Yargıtay’ın karar düzeltme
talebini reddiyle kesinleşmiştir. Kesinleşen Mahkeme kararı evin yıkımının
başvurucuların murisi tarafından yerine getirilmesini, bunun yapılmaması
halinde idarenin yıkımı gerçekleştirerek bedelini başvurucuların murisinden
alması hükümlerini içermektedir. Başvurucuların murisi ve başvurucuların bu
yıkımı gerçekleştirmediği, idarenin kendiliğinden de binayı yıkmadığı
taşınmazda, başvurucuların murisi ve başvurucuların yararlanmayı sürdürdükleri
anlaşılmıştır. Başvurucular 2010 yılında gerçekleştirilen yıkım nedeniyle
uğradıkları zararın tazmini için dava açmışlar, davanın zamanaşımı gerekçesiyle
reddedilmesi üzerine zararın yıkımla gerçekleştiği ve davada zamanaşımının
bulunmadığı itirazıyla temyiz başvurusu yapmışlardır. Yargıtay ilgili dairesi
bu talebi mülga 818 sayılı Kanun’un 125. maddesinde yer alan 10 yıllık
zamanaşımı süresinden sonra dava açıldığı gerekçesiyle reddederek İlk Derece
Mahkemesi kararını onamıştır.
48. Somut davada İlk Derece Mahkemesince uyuşmazlığın çözümü
için gerekli bilgi ve belgeler toplanarak inceleme yapılmış ve bilirkişi
raporları alınmış, başvuruculara bahsettikleri itirazlarını sunmak üzere imkân
verilmiş ve başvurucular itirazlarını Mahkemeye sunmuşlardır. İlk Derece
Mahkemesi ve Yargıtay bu iddia ve itirazları değerlendirerek 10 yıllık
zamanaşımı nedeniyle davanın reddi yönünde karar vermiştir.
49. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi gereği hukukun uygulanması ve yorumlanması
hâkimin resen gözeteceği bir husustur. Bu kapsamda hak düşürücü sürenin dava
konusu uyuşmazlıkta uygulanması da hâkimin takdir yetkisi içinde olup (B. No:
2013/757, 13/6/2013 § 31), kanunun açık hükmü
karşısında beklenmesi gereken bir sonuçtur. Derece mahkemelerinin kararlarında
hak düşürücü sürenin uygulanması konusunda bariz takdir hatası veya açıkça
keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu
olamaz.
50. Bununla birlikte başvurucuların zararın gerçekleşmesi
kavramını zararın kendileri tarafından hissedilmesi şeklinde anladıkları ve bu
nedenle binanın yıkımı ile zararın gerçekleştiğini ileri sürdükleri
anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucular 2007 yılından itibaren
bu tür tazminat taleplerinin yerel mahkemelerce kabul edildiğini ve 818 sayılı
mülga Kanun’un 132. maddesine göre alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme
olanağı olmadığı sürece zamanaşımının duracağı itirazında bulunsalar da, Kanun
incelendiğinde tazminat talebinin zararın doğmasından veya öğrenilmesinden
itibaren 1 yılda ve her halükarda olaydan sonraki 10 yıl içinde mahkeme önüne
getirilmesi gerektiği; kendilerinin de ifade ettiği gibi 2007 yılından itibaren
bu tür tazminat taleplerinin yerel mahkemelerce kabul edildiği ve
başvurucuların 2007 yılında bedel tespiti yaptırdıkları, buna rağmen 2007
yılından 2010 yılına kadar böyle bir başvuruda bulunmadıkları anlaşılmıştır.
51. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların adil yargılanma
haklarına ilişkin iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara
ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça
keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1. Mülkiyet hakkının
ihlali iddiasına ilişkin kısmının “zaman
bakımından yetkisizlik”,
2. Adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.