
Esas No: 2013/293
Karar No: 2013/293
Karar Tarihi: 17/7/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CEZMİ DEMİR VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/293) |
|
Karar Tarihi: 17/7/2014 |
R.G. Tarih-Sayı: 22/10/2014-29153 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Zehra
Ayla PERKTAŞ |
|
|
Burhan
ÜSTÜN |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Zühtü
ARSLAN |
Raportör |
: |
Özcan
ÖZBEY |
Başvurucular |
: |
Cezmi
DEMİR |
|
|
Ertan
DAĞABAKAN |
|
|
Hicrettin
DAĞABAKAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, telefon teli hırsızlığı şüphesi ile 3/11/2001 –
6/11/2001 tarihleri arasında Hamur İlçe Jandarma Komutanlığında gözaltında
bulundukları süre içinde kolluk görevlileri tarafından işkence ve kötü
muameleye maruz kaldıklarını, gerek bu eylemleri gerçekleştiren Jandarma
personeli gerekse muayene edildikleri hastanelerde, işlenen suçu gizlemek
amacıyla, yanıltıcı rapor düzenleyen doktorlar hakkında yaptıkları şikâyet
kapsamında başlatılan soruşturma ve kovuşturmanın etkin bir şekilde
yürütülmediğini, bir kısım sanıkların beraat ettiğini, bir
sanık hakkındaki davanın zamanaşımına uğradığını ve yargılamanın 11 yıldan
fazla sürdüğünü belirterek, Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinin ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular, 3/1/2013 tarihinde Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemelerinde Komisyona sunulmalarına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/10/2013 ve 25/2/2014
tarihlerinde, İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/3/2013 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Başvurucuların yaptıkları başvuruların incelemesinde, konu
yönünden hukuki irtibat bulunduğu tespit edildiğinden, Bölüm tarafından
25/4/2014 tarihinde, 2013/294 ve 2013/545 numaralı dosyaların 2013/293 numaralı
bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.
5. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü
7/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş,
başvuruculardan Hicrettin ve Ertan Dağabakan’a
6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular tarafından herhangi bir karşı
görüş Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
1. Başvuruculara
İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler
9. Başvurucular, Ağrı ili Aşağı Karabal
Köyü mevkiinde bulunan Türk Telekom’a ait bakır tellerin kesilerek çalındığı
ihbarı üzerine İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 3/11/2001 tarihinde yapılan
operasyon sonucunda, saat 22.30 sularında olay bölgesinde yakalanmışlardır.
10. Başvuruculardan Ertan Dağabakan 1985
doğumlu olup, iddia edilen olayın meydana geldiği tarihte 16 yaşında iken,
diğer iki başvurucu 18 yaşından büyüktüler.
11. Başvurucular, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığı talimatı ile
3/11/2001 ila 6/11/2001 tarihleri arasında toplam üç gün Jandarma Merkez
Karakol Komutanlığında gözaltında tutulmuşlardır.
12. Cumhuriyet Savcılığınca 6/11/2001 tarihinde başvurucuların
ifadeleri alınarak, tutuklama talebiyle Hamur Sulh Ceza Mahkemesine sevkleri
gerçekleştirilmiş ve anılan Mahkemenin 6/11/2001 tarih ve 2001/29 müteferrik
sayılı kararıyla başvurucular “cürüm işlemek
için teşekkül oluşturmak ve hırsızlık” suçlarından tutuklanarak Ağrı
Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmişlerdir. Başvurucular, aynı Mahkemenin
6/12/2001 tarihli kararıyla tahliye olmuşlardır.
13. Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca, Hz.2001/306 sayılı dosya
üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında, anılan Savcılığın 30/11/2001 tarih
ve 2001/28 sayılı tefrik kararı gereğince; “cürüm
işlemek için teşekkül oluşturmak” ve “hırsızlık” suçları tefrik edilerek, başvurucular hakkında
Hamur ilçesinde yapılan bakır tel hırsızlığı suçu Hz.2001/306 sayılı dosya
üzerinden, Ağrı ili sınırları içinde yapılan bakır tel hırsızlığı suçu
Hz.2001/311 sayılı dosya üzerinden, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçu
Hz.2001/315 sayılı dosya üzerinden soruşturulmaya devam edilmiştir.
14. Başvurucular hakkında yürütülen soruşturma kapsamında, cürüm
işlemek için teşekkül oluşturmak iddiasına ilişkin olarak Hz.2001/315 sayılı
soruşturma dosyası 20/12/2001 tarih ve 2001/13 sayılı Fezleke ile, Hamur ilçesi
sınırları dışında meydana gelen hırsızlık suçuyla ilgili olan Hz.2001/311
sayılı dosya ise yetkisizlikle Hamur Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ağrı
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
15. Bunun üzerine başvurucular hakkında, Ağrı Cumhuriyet
Başsavcılığının 28/12/2001 tarih ve 2001/709 numaralı iddianamesi ile “hırsızlık” suçundan kamu davası açılmış
ve Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, anılan Mahkemenin
28/2/2002 tarih ve E.2001/799, K.2002/87 sayılı kararı ile “müsnet suçu işlediğine dair Jandarmadaki ifadesinden başka delil olmadığı, bu
ifadenin de işkence altında alındığının iddia edildiği, işkence şüphelerinin
bulunduğu bir ortamda yapılan sorgudaki ikrarın da tek başına delil kabul
edilemeyeceği” gerekçesi ile başvurucular beraat etmiş ve bu karar
temyiz edilmeyerek 8/3/2002 tarihinde kesinleşmiştir.
16. Ayrıca, başvurucular hakkında Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığının
31/1/2002 tarih ve 2002/8 numaralı iddianamesi ile de “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak”
suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış olup, yapılan yargılama
sonucunda, anılan Mahkemenin 2/4/2002 tarih ve E.2002/20, K.2002/56 sayılı
kararı ile başvurucuların “isnat edilen suçu
işlediklerine dair yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil
bulanmadığı” gerekçesi ile beraatlarına karar verilmiş olup, bu
karar da temyiz edilmeyerek 10/4/2002 tarihinde kesinleşmiştir.
17. Başvurucular hakkında Hamur ilçe sınırları içerisinde işlendiği
iddia edilen ve 2001/306 hazırlık numarası üzerinde yürütülen hırsızlık suçu
ile ilgili de Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/12/2001 tarihinde Hamur Asliye
Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve Mahkemenin E.2001/88 numarası üzerinden
yargılamaları yürütülmüştür.
2. Başvurucuların
Kötü Muamele Şikâyetleri Üzerine Yapılan İşlemler
a. Başvurucuların Kötü Muamele İddiaları
18. Başvurucular Ertan Dağabakan ile Cezmi
Demir 5/11/2001 tarihinde avukatları olmaksızın Jandarmada, görevli Karakol
Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. huzurunda vermiş oldukları ifadelerinde, Telekoma’a ait direklerdeki kabloları kesmek amacıyla olay
yerinde bulunduklarını, Jandarma aracını görünce saklandıklarını, ancak suç
konusu eşyalar ile birlikte yakalandıklarını, daha önceden de birkaç benzer suç
işlediklerini kabul ederlerken, başvurucu Hicrettin Dağabakan,
bir şahsın ücret karşılığında pancar taşıtma istemi üzerine olay bölgesine
gittiklerini, ancak bu kişi ve olay yerinde bulunan iki arkadaşının telleri
traktör römorkuna yüklediklerini görünce bunu kabul etmeyip indirttiğini, bu
sırada Jandarmanın geldiğini görünce daha önceden tanımadığı sadece iş amaçlı
anlaştıkları diğer üç şahsın kaçtığını, kendilerinin ise kaçmayarak
yakalandıklarını söylemiştir.
19. Başvurucular H. Dağabakan ve C. Demir
6/11/2001 tarihinde Savcılıkta verdikleri ifadelerinde, tanımadıkları bir kişi
ile yaptıkları anlaşma üzerine pancar taşımak amacıyla olay yerine
gittiklerini, söz konusu yerde başka şahısları da gördüklerini, bu sırada
Jandarma gelince diğer şahısların kaçtıklarını, kendilerinin yakalandığını,
atılı suçu işlemediklerini belirtmişlerken, başvurucu E. Dağabakan
suçu kabul etmiş, ayrıca başvurucu Cezmi Demir işkence gördüğü için Jandarmada
ikrarda bulunduğunu söylemiştir. Yine üç başvurucu da,
gözaltında iken devamlı surette kötü muamele gördüklerini, söz konusu suç ile
birlikte başka olayları da kabul etmek için cop, tekme ve yumrukla vücutlarının
değişik yerlerinden darp edildiklerini, gözlerinin bağlandığını, sinkaflı sözlerle hakarete maruz kaldıklarını, başlarından
soğuk su döküldüğünü, bu nedenle görevlilerden şikâyetçi olduklarını ifade
etmişlerdir. Bu iddia üzerine Savcılık aynı gün soruşturmaya başlamış ve
başvurucuları yeniden raporlarını aldırmak üzere Sağlık Ocağına sevk etmiştir.
Görevli Doktor G. Ö., başvurucularda herhangi bir darp ve cebir izinin
bulunmadığı yönünden rapor düzenlemiştir.
20. Üç başvurucu, 6/11/2001 tarihli sorgularında ise suçu kabul
etmeyerek, Jandarmadaki ifadelerinin kötü muamele altında alındığını,
elbiselerinin çıkarıldığını ve darp edildiklerini, korktukları için ikrarda
bulunduklarını söylemişlerdir. Başvurucu E. Dağabakan,
Savcılıktan sonra yeniden Karakola götürülecekleri ve tekrar baskı görebileceği
endişesi ile Savcılıkta da suçu kabul ettiğini belirtmiştir. Başvurucular aynı
gün tutuklanmışlardır.
21. Başvurucular Ağır Ceza Mahkemesindeki benzer şikâyetlerinde de
özetle, yüklenen suçu kabul etmek için gözaltında iken gözlerinin bağlandığını,
soyularak çıplak vaziyette soğuk bir garaj-depo gibi yerde ayrı ayrı gece
boyunca bekletildiklerini, kendilerini donmuş vaziyette hissettiklerini, hortum
ile üzerlerine su püskürtüldüğünü, sopa ile değişik yerlerinden darp
edildiklerini, saçlarından tutulup yerde sürüklendiklerini, İ. Ö. tarafından
bazen gözlerinin açılarak adam oldunuz mu şeklindeki sorusuna muhatap
olduklarını, tuvalet ihtiyaçlarını bile karşılamalarına izin verilmediğini, bir
aletle cinsel organlarının sıkıldığını, cop sokmaya kalkışıldığını, üç gün
aç-susuz bırakıldıklarını, kendilerine ve ailelerine yönelik ağır küfür ve
tehditlere maruz kaldıklarını, daha çok bu eylemleri Karakol Komutanı İ. Ö.’nün yaptığını, H. A.’nın da
yanında olduğunu, Hamur Sağlık Ocağında doktorun kendileri üzerinde bir muayene
yapmadan rapor düzenlediğini, Ağrı Devlet Hastanesinde kendileri için
düzenlenen raporu sanık İ. Ö.’nün okuduktan sonra
sinirlenerek yeniden içeri girdiğini, bir buçuk saat beklediklerini, daha sonra
sanık İ. Ö.’nün gelerek ilçeye geri döndüklerini,
gözaltı süresince sürekli işkenceye maruz kalmaları nedeniyle sanıklardan
şikâyetçi olduklarını beyan ederek davada katılan sıfatıyla yer almışlardır.
b. Başvurucuların İddiaları Kapsamında Alınan
Doktor Raporları
22. Başvurucuların gözaltına alındıkları 3/11/2001 tarihinde, Hamur
Sağlık Ocağı’nda yapılan sağlık kontrolü sonrasında haklarında düzenlenen aynı
içerikli raporlarda “yapılan muayenesi
sonucu herhangi bir bulguya rastlanılmadığı, gözaltına alınmasında sakınca
olmadığı” tespitine yer verilmiştir.
23. Başvurucular, 6/11/2001 tarihinde, saat 08.30 sıralarında
gözaltından çıkarılarak Savcılığa sevk edilmeden önce, Hamur Sağlık Ocağı’nda
sağlık kontrolünden geçirilmiş olup, anılan Sağlık Ocağı doktorlarından G. Ö.
tarafından düzenlenen 6/11/2001 tarihli ilk raporda, üç başvurucu hakkında “herhangi bir darp izine rastlanılmadığı” belirtilmiştir.
24. Başvurucuların Savcılıkta verdikleri benzer ifadelerinde, “gözaltında iken kötü muameleye maruz kaldıklarını”
belirtmeleri üzerine, yeniden aynı Sağlık Ocağı ve aynı Doktordan alınan
6/11/2001 tarihli ikinci raporda da benzer saptamada bulunulmuştur.
25. Başvurucuların avukatı, Cumhuriyet Savcılığına hitaben yazdığı
7/11/2001 tarihli dilekçede,
“müvekkillerinin gözaltında kaldıkları süre içerisinde görevlilerce işkence
yapıldığını, işkence izlerinin halen vücutlarında mevcut olduğunu ve
müvekkilleri ile cezaevinde yaptıkları görüşme sırasında kendisinin de bizzat
izleri gözlemlediğini, karakolda görevli bulunan komutanlardan birisinin
eşinin, adı geçen sağlık ocağında çalışıyor olması nedeniyle, gerçeğe aykırı
rapor tanzim edildiğini” belirterek, müvekkillerinin yeniden
hastaneye sevk edilip doktor raporu aldırılmasını talep etmiştir.
26. Bu talep üzerine başvurucular, kendilerine kötü muamelede
bulunduğu iddia edilen karakol komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. ile diğer
görevliler gözetiminde tutuklu oldukları cezaevinden alınarak 7/11/2001
tarihinde sağlık kontrolü için Ağrı Devlet Hastanesine sevk edilmiş ve hastane
doktorlarından Y. İ. ve Y. O. tarafından saat 18.40’da yapılan muayeneleri
sonucunda düzenlenen 7/11/2001 tarihli raporda; başvurucu Cezmi Demir ile
ilgili olarak “hastada yaklaşık 8-12 saat
içinde olduğu düşünülen, sırtta sağ üstte yaygın hematom
olduğu, yeni oluşan darp-cebir izine rastlanmadığı, hayati tehlikenin olmadığı,
iş ve güç kaybının bulunmadığı”, başvurucu Hicrettin Dağabakan ile ilgili olarak
“hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu düşünülen sol bacakta arkada kızarıklık,
sağ bacak iç kısmında kızarıklık, sağ alt kadron batında kızarıklık mevcut
olduğu, yeni oluşan darp ve cebir izine rastlanılmadığı, hayati tehlike, iş ve
güç kaybının bulunmadığı” ve başvurucu Ertan Dağabakan
ile ilgili olarak da “hastada yaklaşık 8-12
saat içinde olduğu tahmin edilen, sağ üst kolda hematom,
batında ciltte kızarıklık mevcut olduğu, yeni oluşan darp-cebir izine
rastlanmadığı, hayati tehlikenin olmadığı, iş ve güç kaybının bulunmadığı”
ifadelerine yer verilmiştir.
27. Ancak başvurucuların avukatının 9/11/2001 tarihli dilekçesi ile “7/11/2001 tarihli raporun gerçeği yansıtmadığını,
Doktor Y. İ.’nin Jandarma güvenlik güçlerinin baskısı
altında söz konusu raporu tanzim ettiğini” iddia ederek Savcılığa
itirazda bulunması üzerine, Cumhuriyet Savcısı, başvurucuların yeniden sağlık
kontrolünden geçirilmeleri için Ağrı Devlet Hastanesine sevklerini sağlamıştır.
28. Başvurucuların bu kez Ağrı Devlet Hastanesi uzman doktorları
tarafından muayene edilmeleri sonucunda düzenlenen 12/11/2001 tarihli raporda;
başvurucu Cezmi Demir ile ilgili olarak “sağ
skapula üzerinde yaklaşık 5x6 cm’lik
alanda yer yer yeşilimtrak ekimoz
ve hassasiyet mevcuttur. Bu haliyle hasta, hayati tehlikeye maruz kalmamış, 3
gün iş ve güç kaybı olmuş, çehrede sabit eser yoktur”, başvurucu
Hicrettin Dağabakan ile ilgili olarak “sağ ve sol bacak önyüzde 1x1 cm’lik
yeşilimtrak ekimoz, sol ön
kol ön yüzde ve sol kol ön yüzde 4x5 cm’lik iki adet yeşilimtrak ekimoz, siternum üzerinde 1x2 cm’lik, sağ
omuz ön yüzde2x3 cm’lik, sağ kol ön yüzde 2 cm’lik, sağ lomber bölgede 5x3 cm’lik alanda yer yer yeşilimtrak
ekimoz mevcut olduğu, hayati tehlikeye maruz
kalmadığı, 5 gün iş ve güç kaybına uğradığı” ve başvurucu Ertan Dağabakan ile ilgili olarak
“sağ McBurney noktasında 1x2 cm’lik
krutlu yara, sağ kol ön yüzünde 2 x2 cm’lik bölgede yeşilimtrak ekimoz mevcuttur. Bu haliyle hasta, hayati tehlikeye maruz
kalmamış, 1 gün iş ve güç kaybı olmuş, çehrede sabit eser yoktur” tespiti
yapılmıştır.
29. Adı geçen doktorlar (§ 32, 33; G.
Ö., Y. İ., Y. O.) hakkında açılan dava sonrasında Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinin
5/6/2002 tarihli yazısı ile başvurucular hakkında düzenlenen 6/11/2001,
7/11/2001 ve 12/11/2001 tarihli raporlar arasındaki farklılığın
değerlendirilmesinin istenilmesi üzerine, Adli Tıp Kurumunun 12/7/2002 tarihli
yazısı ile başvuruculara ilişkin raporlar açısından aynı ve özetle “12/11/2001 tarihli rapordaki bulguların künt travmatik bir etkenle
meydana geldiği, bu bulguların 7/11/2001 tarihli rapordaki lezyonlarla aynı lezyonlar
olduğu, bu durumun son rapor tarihinden önceki 7 ila 12 günlük bir zaman dilimi
içinde meydana gelmiş olduğu” hususları belirtilmiştir.
30. Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 2/1/2006 tarihli raporda
da, başvurucu Cezmi Demir yönünden her ne kadar 7/11/2001 tarihinde yapılan
muayenesinde sırtta sağ üste yaygın hemotom bulunduğu
belirtilmiş ise de 5 gün sonra 12/11/2001 tarihinde yapılan muayenesinde aynı
bölgede yeşilimtırak ekimoz bulunduğu
belirtildiğinden söz konusu lezyonun hemotom değil ekimoz olması gerekeceği, vücutta künt
travma sonucu oluşan ekimozların renk değişimleri
göstererek iyileştikleri, ancak bu renk değişimlerinin travmanın şiddetine
uygulandığı cisim veya cisimlerin özelliğine, vücut bölgesine, yaş cinsiyet, fiziyolojik özelliklere göre farklılıklar gösterdiği
bilindiğinden sadece ekimozdaki renk değişikliği ile ekimozun ne zaman oluştuğunun tespit edilmesinin tıbben
mümkün olmadığı, ekimozların iyileşme süreci içinde
çevrelerinde ve orta kısımlarında farklı renkler görülebileceği, kırmızı, mor,
pembe, yeşil, sarı ve mavi gibi iyileşme sürecinde görülen renklerin bir
kısmının bir arada olabileceği veya bunlar arasında kalan renklerin de
görülebileceği ve bu ara renkler tarif edilirken yeşilimtırak, sarımtırak gibi
kesin bir rengi belirtmeyen ifadelerin de kullanıldığı göz önüne alındığında
12/11/2001 tarihinde yeşilimtırak olarak tarif edilen ekimoza
neden olan travmanın bu tarihten geriye doğru 5 ila 15 günlük bir zaman dilimi
içerisinde meydana gelmiş olmasının mümkün olduğu, kesin bir tarih belirlemenin
mümkün olmadığı belirtilmiş, diğer başvurucular için ayrı ayrı düzenlenen
raporlarda da aynı hususlara işaret edilmiştir.
c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler
i. Soruşturma Sonucu Açılan Davalar
31. Başvurucuların Savcılıkta verdikleri benzer ifadelerinde, “gözaltında tutuldukları süre içinde kendilerine
yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri amacıyla devamlı olarak kötü muameleye
maruz kaldıklarını ve bu nedenle Jandarma görevlilerinden şikâyetçi
olduklarını” belirtmeleri üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu
iddiaların araştırılması için aynı gün, 2001/306 numarasına kayıtlı dosya
üzerinden soruşturma başlatılmıştır.
32. Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda,
anılan raporlar arasındaki çelişkiler üzerine, başvurucuların gözaltından
çıkarıldıkları tarihte sağlık kontrolünü yapan ve başvurucular hakkında “herhangi bir darp ve cebir izi bulunmadığı” şeklinde
ilk raporları tanzim eden Doktor G. Ö. hakkında, 5/12/2001 tarih ve 2001/71
numaralı iddianameyle, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 354/4,5 maddesi uyarınca “gerçeğe
aykırı rapor düzenlemek” suçundan cezalandırılması istemiyle Hamur
Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Dava, Hamur Asliye Ceza
Mahkemesinin E.2001/87 numarasına kaydedilerek, ilk duruşması 6/12/2001
tarihinde yapılmış ve daha sonra bu mahkemenin kapatılması nedeniyle (HSYK’nın 9/6/2004 tarih ve 278 sayılı kararı ile) dosya
Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilerek, anılan mahkemenin E.2004/419
numarası üzerinden yargılamaya devam olunmuştur.
33. Ayrıca, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2001/306 sayılı
dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında, Doktor G. Ö. hakkında açılan
dava dışında, 30/11/2001 tarih ve 2001/28 sayılı tefrik kararı gereğince; “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” ve “efrada sui muamele” suçları
da tefrik edilerek, “gerçeğe aykırı rapor
düzenlemek” suçundan Ağrı Devlet Hastanesi doktorlarından Y.İ. ve Y.
O. hakkında yürütülen Hz.2001/314 sayılı dosya, 7/12/2001 gün ve 2001/11 sayılı
yetkisizlik kararı ile Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş olup, bahsi
geçen Savcılığın 4/2/2002 tarih ve 2002/77 numarasına kayıtlı iddianamesi ile
adı geçenler hakkında mülga 765 sayılı Kanun’un 64/1, 354/4-5 maddeleri
uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası
açılmıştır. Söz konusu dava, anılan Mahkemenin E.2002/86 numarasına kaydedilmiştir.
34. Diğer taraftan, 26/3/2002 tarih ve 2002/192 sayılı iddianame ile
de Hamur İlçe Jandarma Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. hakkında,“işkenceyi gizlemek amacıyla gerçeğe aykırı adli rapor tanzim ettirmeye
azmettirmek” suçundan 765 sayılı Kanun’un 64/1, 354/4-5 maddeleri
uyarınca Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve E.2002/213
numarasına kaydı sağlanmıştır.
35. Mahkemece, 27/3/2002 tarihinde aralarında fiili ve hukuki
irtibat bulunduğundan bahisle, yukarıda bahsi geçen E.2002/213 numaralı davanın
E.2002/86 sayılı davada birleştirilmesine karar verilmiştir.
36. Öte yandan, başvurucuların gözaltında bulundukları süre içinde
kendilerine işkence ve kötü muamelede bulunduklarını iddia ettikleri Jandarma
görevlileri İ. Ö. ve H. A. hakkında Hz.2001/312 numara üzerinde yürütülen
soruşturma dosyası, eylemin ağır ceza mahkemesinin görevinde bulunduğu
gerekçesiyle, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığının 7/12/2001 tarihli Fezlekesi ile
Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
37. Bunun üzerine, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28/12/2001 tarih
ve 2001/81 sayılı iddianamesi ile Jandarma Karakol Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı
H. A. hakkında 765 sayılı Kanun’un 243/1. maddesi uyarınca “kamu görevlisinin efrada sui
muamelede bulunması” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası
açılmıştır.
ii. Sanık ve Tanık Anlatımları
38. Sanıklardan İ. Ö. soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki ifade ve
savunmasında özetle; “karakol komutanı
olduğunu, hırsızlık ihbarı üzerine talimat vererek gönderdiği jandarma
görevlilerinin olay bölgesinde başvurucuları yakalayarak karakola
getirdiklerini, üç günlük gözaltı sürecinde kendisinin bizzat ifade aldığını,
ifade alımı sırasında yanında yardımcısı astsubay H.A.’nın
da olduğunu, gözaltı çıkışını müteakip kötü muamele iddiaları üzerine
yardımcısı ile birlikte şüphelileri Ağrı Devlet Hastanesine götürdüklerini,
düzenlenen raporların ilk önce açık bir şekilde kendisine teslim edilmesi
üzerine yeniden doktor ile görüşerek kapalı bir zarf içine koyduklarını, bu
süreçte adı geçen doktorlara bir baskısının söz konusu olmadığını, herhangi bir
kötü muamelede bulunmadığını” belirtmiş, sanık H. A. da benzer
anlatımla suçu kabul etmemiştir. Aynı şekilde sanık G. Ö. de bir baskı altında
kalmaksızın başvurucuları muayene edip raporları düzenlediğini, yüklenen suçu
işlemediğini savunmuştur.
39. Sanık Y. O. savunmasında özetle; “olay günü Ağrı Devlet hastanesinde nöbetçi doktor olarak görev
yaptığını, Doktor Y.’nin ise aktif nöbetçi olduğunu,
mağdurların muayene için getirildiklerini, Doktor Y. tarafından muayenelerinin
yapıldığını, Doktor Y.’nin tam bir fikir sahibi
olamaması nedeni ile bir de kendisinin muayene etmesini istediğini, mağdurları
tamamen soyduklarını, mağdurlarda darp, cebir izi olduğunu ancak tam bir
kanaatin oluşmadığını düşündüklerini, daha sonra bu izlerin 8-12 saat
içerisinde oluştuğuna dair rapor tanzim ettiklerini, kanaatlerinin o şekilde
olduğunu, darp, cebir izinin mağdurların neresinde olduğunu hatırlamadığını,
raporları İ. Ö.’ye teslim ettiğini” beyan
etmiştir.
40. Sanık Y. İ. savunmasında özetle; “Ağrı Devlet hastanesinde görev yaptığını, mağdurları muayene ettiğini,
lezyonlara baktığında tereddüde düşmesi üzerine Doktor Y. O.’yu çağırdığını, tek tek Y. O. ile birlikte muayene
ettiklerini, raporları düzenleyerek, zarf içinde hatırlayamadığı bir görevliye
verdiklerini” belirtmiştir.
41. Tanık N. Ö. beyanında; “suç
tarihinde Hamur Sağlık Ocağı’nda hemşire olarak görev yaptığını, sanıklardan İ.
Ö.’nün eşi olduğunu, olay günü poliklinik hemşiresi
olarak görevli iken saat 16.00 sularında jandarmanın mağdurları muayene için
getirdiklerini, mağdurların tek tek soyularak muayene edildiklerini ve
vücutlarında darp, cebir izi bulunmadığına dair rapor tanzim edildiğini,
muayene esnasında jandarma komutanlarının içeriye alınmadığını, mağdurların her
hangi bir şikâyet ileri sürmediklerini, ancak mağdurlardan birinin başının ağırdığını söylediğini, muayene esnasında her hangi bir
yerden telefon gelmediğini” söylemiştir.
42. Tanık S. S. anlatımında; “olay
tarihinde icapçı hekim olarak Ağrı Devlet hastanesinde görev yaptığını,
Başhekimin kendisini aradığını resmi bir yazının olduğunu söylediğini, bunun
üzerine acil servise gittiğini, mağdurları tamamen soyduğunu, mağdurları tek
tek muayene ettiğini, mağdurlara ait her üç raporda belirtilen yaraların
yaklaşık bir hafta on günlük iyileşmekte olan yaralar olduğunu, muhtemelen künt bir alet ile veya cisimle oluşmuş olabilecek yaralar
olduğunu, şahısların muayenelerinde vücutlarında künt
travmaya bağlı morluklar ve ekimozlar bulunduğunu,
12/11/2001 tarihli raporunun içeriğinin doğru olduğunu” ifade
etmiştir.
43. Tanık Ş. Ö. beyanında; “12/11/2001
tarihinde Ağrı C. Başsavcılığının yazılı talebi üzerine gelen üç şahsın
muayenelerini yaptıklarını, her üç şahsın da vücutlarının çeşitli bölgelerinde
meydana gelen yaraların yaklaşık bir hafta, on günlük iyileşmeye yüz tutmuş
yaralar olduğunu, yaraların künt travmaya bağlı
meydana gelen yaralar olup vücutlarında yeşilimtırak iyileşmeye başlamış
morluklar ve ekimozlar bulunduğunu”
belirtmiştir.
iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar
44. Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinin E.2002/86 sayılı dosyasında
yapılan yargılama neticesinde, anılan Mahkemenin 9/10/2002 tarih ve E.2002/86,
K.2002/506 sayılı kararıyla sanıklardan Y. İ. ve Y. O.’nun
savunmaları da dikkate alınarak, “suçun
yasal unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle; diğer sanıklar İ. Ö. ve
H. A.’nın da “her
türlü kuşkudan uzak, inandırıcı, açık ve kesin deliller elde edilemediği” gerekçesiyle
beraatlarına karar verilmiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
45. “Kamu görevlisinin efrada sui
muamelede bulunması” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinde E.2001/192 numarası
üzerinden görülen dava, anılan Mahkemenin 11/4/2002 tarih ve E.2001/192,
K.2002/66 sayılı kararıyla sonuçlanmış ve başvuruculara yönelik eylemleri
nedeniyle sanıklardan H. A., yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil
bulunmadığı gerekçesiyle beraat ederken, sanık İ. Ö. ise, 765 sayılı Kanun’un
243/1, 71. maddeleri gereğince toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün
memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmıştır.
46. Bu kararın sanık ve başvurucular tarafından 24/4/2002 tarihinde temyiz
edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 23/6/2003 tarih ve E.2003/1302,
K.2003/2451 sayılı ilamı ile “6/11/2001,
7/11/2001 ve 12/11/2001 tarihlerinde tanzim edilen üç sağlık raporu arasındaki
çelişkinin giderilmesi ve belirlenen bulguların oluş zamanlarının net olarak
saptanması açısından tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek nihai raporun
alınması, doktorlar hakkında açılan kamu davalarının kesin hükümlerinin
beklenilmesi ve tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sanıkların hukuki
durumlarının tayin ve takdiri gerekirken eksik soruşturma ile hüküm kurulduğu”
gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
47. Bozmaya uyan ve E.2003/141 numarası üzerinden yargılamayı
yürüten Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince 7/9/2004 tarihinde yapılan duruşmada,
Doktor G. Ö. hakkında Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan E.2004/419
sayılı davanın bahsi geçen dava ile birleştirilmesine ve Yargıtay ilamında
belirtilen eksikliklerin giderilmesi için dosyanın ve mevcutlu olarak da
mağdurların İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine ve raporlar arasındaki
çelişkinin giderilmesine karar verilmiştir.
48. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen ve önceki rapor içeriğine
(12/7/2002 tarihli rapor) benzer tespitlerin yer aldığı 2/1/2006 tarihli
raporun dosyaya alınması sonucunda tüm sanıklar hakkında yeniden hüküm
kurulmuştur. Buna göre, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2006 tarih ve
E.2003/141, K.2006/117 sayılı kararı ile sanıklardan H. A.’nın
beraatına, sanık G. Ö.’nün görevi ihmal suçundan
600,00 TL adli para ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine,
sanık İ. Ö.’nün ise başvuruculara yönelik eylemleri
sabit görülerek toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
49. Bu kararın taraflarca 2-15/6/2006 tarihinde temyiz edilmesi
üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 30/6/2010 tarih ve E.2008/200, K.2010/9496
sayılı ilamı ile “hüküm, sanıklar İ. Ö., G.
Ö. ve müdafileri ile birlikte, müdahiller Hicrettin Dağbakan
ve Cezmi Demir vekili Av. S. B. tarafından ‘müdahiller Hicrettin Dağabakan, Ertan Dağabakan ve
Cezmi Demir’ vekili olarak temyiz edilmesine karşın, tebliğnamede
müdahil olarak ‘Ertan Demir ve Hicrettin Demir’ adlarının yazıldığı ve temyiz
eden olarak da ‘katılan Ertan Demir vekili’ ibaresine yer verildiği; öte yandan
tebliğname başlığında, temyiz kapsamında olan sanık H.
A. hakkındaki beraat kararının gösterilmediği anlaşılmakla, belirtilen
düzelteler tamamlandıktan sonra incelenmek üzere geri gönderilmesi kaydıyla
dosyanın incelenmeksizin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine” karar
verilmiştir. Bu düzeltmeler yapılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
21/9/2010 tarihli tebliğnamesi ile dosya yeniden
Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmiştir.
50. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/7/2011 tarih ve E.2010/12971,
K.2011/5945 sayılı ilamında; “müdahiller
hakkında cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak suçundan açılan kamu
davasında, müdafi olarak tayin olunan avukatın, sanıklar İ. Ö. ve H. A.’ya müdafi olarak atanmış olduğunun tespit edildiği, bu
durumun Avukatlık Yasasının 38/b madde ve fıkra hükmüne aykırı olduğu”
belirtilerek, sanıklar İ. Ö. ve H. A. hakkında kurulan hükmün bozulmasına ve
diğer sanık G. Ö. hakkında ise zamanaşımı gerekçesi ile davanın düşmesine karar
verilmiş ve G. Ö. hakkındaki düşme kararı aynı tarihte kesinleşmiştir.
51. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan
yargılama sonucunda, 10/4/2012 tarih ve E.2011/176, K.2012/95 sayılı karar ile “kamu görevlisinin efrada sui
muamelede bulunması” suçundan sanıklardan H. A.’nın
beraatına, sanık İ. Ö.’nün ise başvurucu ve diğer iki
mağdura yönelik eylemleri nedeniyle toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün
memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
52. Mahkemenin anılan karardaki gerekçesi şöyledir:
“…Mağdurların hırsızlık suçundan şüpheli olarak
getirildikleri Hamur İlçe Jandarma Karakol Komutanlığında insan onuru ile
bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmelerine, algılama veya irade
yeteneklerinin etkilenmesine, aşağılanmalarına yol açacak şekilde muameleye
maruz bırakıldıkları, eylemin sanık İ. Ö. tarafından gerçekleştirildiği, olay
şüphelilerinin suçlarını söyletmek için başvurulan ve üç gün süren gözaltı
süresi boyunca çırıl çıplak soyularak soğuk su ile
ıslatıldıkları, darp edildikleri, kötü muameleye maruz bırakıldıkları,
kendilerine hakaret edildiği, haysiyetlerinin ayaklar altına alındığı
anlaşılmıştır. Tespit edilen raporlardaki maddi bulgular ve mağdurların
aşamalardaki tutarlı anlatımları irdelendiğinde sanık İ. Ö.’nün
söz konusu üzerine atılı üç mağdura karşı işkence suçunu işlediği yönünde
mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluşmuştur. Sanık İ. Ö.’nün
üzerine atılı suçu işlemediği, söz konusu arazların şüphelilerin gözaltından
çıktıktan sonra oluşmuş olabileceği yönündeki savunmaları tüm dosya kapsamı
nazara alındığında inandırıcı bulunmamış ve sanığın 765 sayılı TCK’nın 243/1.
maddesi uyarınca cezalandırılması cihetine gidilmiştir.”
53. Başvurucular, olaya ilişkin olarak 3/1/2013 tarihli dilekçeleri
ile bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
54. Diğer taraftan, 10/4/2012 tarihli kararın sanık İ. Ö. tarafından
17/4/2012 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/5/2013
tarih ve E.2013/1460, K.2013/15369 sayılı ilamı ile Mahkeme hükmünün onanmasına
karar verilmiş olup, Mahkemece aynı tarih esas alınarak sanıklar İ. Ö. ve H. A.
hakkındaki karara kesinleşme şerhi konulmuştur.
B. İlgili
Hukuk
55. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 230.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Hangi nedenle olursa olsun memuriyet görevini yapmakta
savsama ve gecikme gösteren veya üstünün yasaya göre verdiği buyrukları geçerli
bir neden olmadan yapmayan memur üç aydan bir yıla kadar hapis ve bin liradan beşbin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.”
56. 765 sayılı Kanun’un 243. maddesi şöyledir:
“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi
davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini
engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya
ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir
sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı
muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır
hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası
verilir.
Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 nci, sair hallerde 456 ncı
maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.”
57. 765 sayılı Kanun’un 354. maddesi şöyledir:
“Hekim, eczacı, sağlık memuru veya diğer bir sağlık mesleği
mensubu, Hükümetçe emniyet ve itimat olunacak bir belgeyi hatır için gerçeğe
aykırı olarak verir ise, altı aydan iki yıla kadar hapis ve yüzmilyon
liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile
cezalandırılır. Gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiş böyle bir belgeyi bilerek
kullanan kimse hakkında dahi aynı ceza tertip olunur.
…
Eğer gerçeğe aykırı belge, işlenmiş bir suçu yahut işkence,
zalimane veya gayriinsani diğer fiillerin delillerini gizlemek veya bu
delilleri yok etmek için düzenlenmiş ise faile verilecek ceza, dört yıldan
sekiz yıla kadar hapistir.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
58. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 3/1/2013 tarih ve 2013/293 numaralı bireysel başvuruları
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
59. Başvurucular, 3/11/2001 tarihinde ücret karşılığında pancar
yükleme işi için birlikte gittikleri Ağrı ili Aşağı Karabal
Köyü mevkiinde, telefon teli hırsızlığı ihbarı üzerine aynı bölgede tahkikat
yapan güvenlik güçleri tarafından şüpheli sıfatıyla gözaltına alındıklarını, üç
gün süreyle gözaltında tutulduklarını ve bahsi geçen suçu işledikleri hususunda
itirafta bulunmaları amacıyla kolluk görevlileri tarafından devamlı surette
başlarından soğuk su döküldüğünü, yumrukla başlarına vurulduğunu, vücutlarının
çeşitli yerlerinden darp edildiklerini, soğukta bekletildiklerini, ekmek ve su
verilmediğini, onur kırıcı laflar kullanıldığını, bu suretle işkence ve kötü
muameleye maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.
60. Başvurucular ayrıca, gözaltından çıkarılarak Savcılığa sevk
edilmeden önce sağlık kontrolünden geçirilmek üzere Hamur Sağlık Ocağı’na
götürüldüklerini, burada görev yapan hemşirelerden birinin işkence ve kötü
muamele nedeniyle şikâyetçi oldukları sanık İ. Ö’nün eşi olmasından dolayı
haklarında “darp ve cebir izi yoktur”
şeklinde rapor düzenlendiğini, bu rapora itiraz etmeleri üzerine yine
kendilerine kötü muamelede bulunan kolluk görevlilerinin gözetiminde yeniden
sağlık kontrolünden geçirilmek için gittikleri Ağrı Devlet Hastanesi’nde
görevli doktorlar tarafından yapılan muayeneleri sonucunda düzenlenen raporun
da sanık İ. Ö’ye teslim edildiğini, İ. Ö.’nün bu
raporlara baktıktan sonra sinirlenerek, tekrar hastaneye girip içeriğini
değiştirttiğini belirtmişlerdir.
61. Başvurucular son olarak, işkence ve kötü muameleye maruz
kalmalarından dolayı yaptıkları şikâyet üzerine açılan kamu davasının makul
sürede tamamlanmadığını, olayın üzerinden on bir yıl geçmesine rağmen kamuoyunu
ve vicdanları tatmin edici bir karar verilmediğini, işkenceyi gizlemek için
gerçeğe aykırı adli rapor düzenlediği gerekçesiyle yargılanan Doktor G. Ö.
hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da
beraat ettiğini, bu nedenlerle AİHS’nin 2, 3, 6, 8, 13, 14. maddeleri ve 1 nolu ek Protokol’ün 1. maddesindeki haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiş ve 500.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminat ve
100.000 TL de derece mahkemeleri önündeki diğer giderler olmak üzere toplam
1.100.000 TL tazminat ve yargılama gideri ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
62. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder. Bu nedenle başvurucuların iddiaları Anayasa’nın 17/3. ve 36.
maddeleri ile ilişkili görülerek işkence yasağı ile adil yargılanma hakkı
kapsamda değerlendirilmiştir.
a. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
63. Başvurucular, kendilerine işkencede bulunduklarını iddia
ettikleri kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul
sürede bitirilmediğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
iddia etmişlerdir.
64. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)
bu konuda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM’nin, Sözleşme’nin 3. maddesinin
usuli gereği olarak sorumlular aleyhine yürütülen
soruşturmanın uzunluğundan bahisle yine Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal
edildiği yönündeki şikâyetleri, 3. madde kapsamında incelediği ve 6/1. maddeye
dayalı şikâyetleri ayrıca ele almadığı ifade edilmiştir.
65. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.
66. Başvurucular, adil yargılanma hakkına dayanarak, kolluk
görevlileri aleyhine yürütülen davanın makul süreyi aştığını ileri sürmüşlerse de, işkence yasağına ilişkin olarak devletin etkili
soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında bu hususun da ele alınması
gerektiğinden, anılan şikâyet ile ilgili adil yargılanma hakkı açısından ayrıca
bir değerlendirme yapılmamıştır.
b. İşkence
Yasağının İhlal Edildiği İddiası
67. Başvurunun incelenmesi neticesinde, işkence yasağına ilişkin
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
68. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
69. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya muamelelere tabi tutulamaz.”
70. Başvurucular, isnat edilen suçlamayı kabul etmeleri amacıyla,
gözaltında bulundukları 3 gün boyunca kolluk görevlileri tarafından devamlı
surette işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.
71. Başvurucular, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından
dolayı yaptıkları şikâyet üzerine, kendilerine kötü muamelede bulunan kişilerin
gözetiminde doktor kontrolünden geçirildiklerini, bu şahısların rapor
düzenleyen doktorları etkileyip yönlendirdiklerini, söz konusu suçlardan açılan
kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, işkenceyi gizlemek için gerçeğe
aykırı adli rapor düzenlediği gerekçesiyle yargılanan Doktor G. Ö. hakkındaki
davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat
ettiğini, bu nedenlerle yargılamaların etkili yürütülmediğini belirtmişlerdir.
72. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının esas bakımından ihlal
edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvurucuların gözaltında
kaldıkları üç günlük sürede yaralandıklarının dosyadan anlaşıldığı, sanıkların
savunmalarında bu yaralanmanın nasıl meydana geldiğine ilişkin bir açıklamanın
bulunmadığı, işkence yasağının esas bakımından ihlal edilip edilmediğine
ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu
vurgulanmıştır.
73. Bakanlık, işkence yasağının usul bakımından ihlal edildiği
yönündeki şikâyetlere ilişkin olarak da, başvurucuların şikayeti üzerine
soruşturmanın adı geçen failler yönünden başlatılarak, davaların açıldığı,
ancak tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 6/11/2001 tarihinde başlayan
yargılamanın, 20/5/2013 tarihli onama kararı ile sonuçlandığı, böylece
yargılama sürecinin on bir yıl altı ay on dört gün sürdüğü, AİHM’nin birçok
kararında, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve
kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerektiğinin
vurgulandığı, işkence yasağının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine
ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.
74. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.
75. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin
negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli
boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucuların
somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası
kapsamında devletin maddi ve usul yükümlülükleri açısından ayrı şekilde
değerlendirilecektir.
a. Anayasa’nın
17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası
76. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve bir sanığın da
işkence suçundan mahkûm olduğu gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucular
açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifade
ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının
incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek
ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa
Mahkemesinin görevinde bulunmuyor ise de, kamu
görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara
ilişkin olarak, suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir
orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma
görevi bulunmaktadır.
77. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, tüm adli
kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına
yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, mahkemeler hiçbir koşul
altında yaşamı tehdit eden suçların ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan
ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin
vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin
yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların
koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve
suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin
vermemeleri gerekir. Aksi halde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal
bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü
yerine getirilmemiş olacaktır (bkz. Ali ve
Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99,
17/10/2006).
78. Buna göre söz konusu davada, Mahkemenin, işkence gibi vahim suç
oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade,
bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari hadden
hüküm kurması ve bir sanık yönünden de davanın zamanaşımından düşmüş olması
nedeniyle başvurucuların mağdurluk sıfatlarının ortadan kalkmadığı sonucuna
varılmıştır.
i. Genel
ilkeler
79. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan
başvurucuların maruz kaldıkları sözlü ve fiili saldırı nedeniyle maddi ve
manevi varlıklarını koruma ve geliştirme haklarının ihlal edilmesi iddiası ile
ilgilidir.
80. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci
fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye
“işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
81. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka
müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir.
82. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca Devlete, söz konusu kişilerin
işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya
muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile, maruz
bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla
yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin
gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda Devletin
17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir. (Benzer
AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye,
B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).
83. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari eşiğin
aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak
değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal
etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem
taşımaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu
unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs,
B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği
bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (bkz.
yukarıda geçen Eğmez, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94,
28/7/1999, § 104) dikkate
alınması gereken diğer faktörlerdir.
84. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi
gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip
nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile
işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından,
özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı
muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla
getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme
altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir
anlam taşıdığı anlaşılmaktadır.
85. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence
ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak
veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap
vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt”
unsuruna da yer verilmiştir.
86. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984 tarihinde
kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de 10/8/1988
tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya
Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden
bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü
kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle
cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak
amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi
veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki
veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve
işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her
hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında
bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”
87. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesi “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya çıkan bir
ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın alındığına
dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil olarak
ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki
bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin
bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından
veya bu kimsenin teşviki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi
taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle 10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan
yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine diğer zalimane, insanlıkdışı
veya aşağılayıcı bir muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.”
hükmüne yer vermiştir.
88. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir
dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya
manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
22). Bu hallerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz
bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme
kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, §
167; yukarıda geçen Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM, fiziksel
saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü
muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında
kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının
uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı
gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler”
olarak nitelendirmiştir (bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik
Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B.
No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§
41-42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikleki
muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir.
89. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya
mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye
sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele
veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22).
Burada “eziyet”ten faklı olarak, kişi
üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü
veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır.
90. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek
için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir.
Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle
bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da,
bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü
muamele için yeterli olabilmektedir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02,
29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile
yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü
muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. (Benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet
hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir
(benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik
Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da
aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her
aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma
koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet
görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin
karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme
içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir.
91. Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da, yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla, bu maddenin
ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en
azından “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele oluşturabilir. (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 91; Campbell ve Cosans/Birleşik
Krallık, B. No: 7511/76 – 7743/76, 25/2/1982, § 26).
92. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem
ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora başvurulması,
insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin 3.
fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir.
93. AİHM’nin birçok kararlarında da ifade edildiği gibi işkence
yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir.
AİHS’nin normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna
öngörmemekte ve 15. maddenin 2. fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden
genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999,
§ 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, §
119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile
Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları,
mağdurun davranışı ne olursa olsun, kesin ifadelerle yasakladığını teyit
etmiştir (bkz. yukarıda geçen Labita/İtalya,
§ 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93,
15/11/1996, § 79).
94. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı haldeyken gözaltına
alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği
durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama
getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma
yükümlülüğünün Devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları
ile doğrulandığı hallerde Sözleşme"nin 3. maddesi anlamında açık sorunların
ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (bkz. yukarıda geçen Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat/Türkiye,
B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).
95. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun
delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, §
30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden
uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince
ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım
karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71,
18/1/1978, § 161; yukarıda geçen Labita/İtalya,
§ 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar
dikkate alınmalıdır (bkz. Tanlı/Türkiye,
B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde
bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (B. No: 2013/394, 6/3/2014, §
28).
96. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa
Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup, bazı durumların ortaya
koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz
olduğu hallerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95,
4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin
incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede
güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili
iddialarda bulunulduğu zaman, Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir
inceleme yapmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32). Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek
kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan, Anayasa Mahkemesinin görevi,
bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi
değerlendirmesini koymak değildir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 29; Jasar/“Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti”,
B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49). Kötü
muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman,
ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı
tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna
ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır.
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da
masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (Benzer AİHM
kararı için bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye,
§§ 110 – 111). Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa
Mahkemesini bağlamamasına rağmen, normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi
olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var
olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Klaas/Almanya, §
30).
ii. Genel
ilkelerin Olaya Uygulanması
97. Başvurucular, hırsızlık suçu şüphesi ile Jandarma görevlileri tarafından
3/11/2001 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Aynı gün yapılan muayenelerinde
herhangi bir sağlık sorunu tespit edilmemiştir. Başvurucular, 6/11/2001
tarihinde gözaltından çıkarılmış ve haklarında düzenlenen raporda “herhangi bir darp izine rastlanılmadığı” belirtilmiştir.
Ancak, başvurucuların Savcılıkta verdikleri ifadelerinde “gözaltında tutuldukları süre içinde kendilerine
yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri amacıyla devamlı olarak işkence
yapıldığını, işkence eden komutanın eşi ile aynı sağlık ocağında çalışan Doktor
G. Ö’nün gerçeğe aykırı rapor tanzim ettiğini, bu nedenle Jandarma görevlileri
ile hastane doktorlarından şikâyetçi olduklarını” belirtmeleri
üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için aynı gün
soruşturma başlatılmış ve başvurucular hakkında başka hastanelerde ve Adli Tıp
Kurumundan alınan raporlarda, başvurucuların gözaltında bulundukları zaman
diliminde vücutlarının çeşitli yerlerinde darp izleri bulunduğu saptanmıştır (§ 28, 29, 30). Ayrıca Jandarmada görevlileri İ. Ö. ve H.
A. savunmalarında, başvurucuların sağlıklı şekilde girdikleri halde
gözaltındaki yaralanmaların nasıl meydana geldiğine ilişkin ikna edici bir
açıklamada bulunmamışlardır.
98. Diğer taraftan, başvurucular hakkında “hırsızlık” suçundan açılan davada Ağrı Asliye Ceza
Mahkemesi, aleyhlerindeki tek delil olan kolluk beyanlarının işkence sonucu
alındığına ilişkin iddialar bulunması nedeniyle; “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan da Ağrı
Ağır Ceza Mahkemesi, “isnat edilen suçu
işlediklerine dair yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil
bulanmadığı” gerekçesi ile beraat kararı vermiştir. Bunun yanında,
Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince “efrada sui muamele” suçundan Jandarma görevlisi İ. Ö.
hakkında verilen mahkûmiyete ilişkin karar Yargıtay tarafından onanarak
kesinleşmişken, H. A. delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Yine gerçeğe
aykırı rapor tanzim etmek suçundan sanıklardan Y. İ. ve Y. O.’nun beraatına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucularda
herhangi bir darp izi bulunmadığı yönünde rapor düzenleyen ve efrada sui muamele suçundan mahkûm olan sanık İ. Ö.’nün hemşire olan eşi ile aynı yerde çalışan sanık G. Ö.’nün eylemi Mahkemece sabit kabul edilerek, görevi ihmal
suçundan mahkûm edilmesine rağmen, Yargıtay aşamasında zamanaşımı nedeniyle
davanın düşmesine karar verildiği görülmüştür.
99. Başvurucular, gözaltında bulundukları üç gün boyunca kolluk
görevlileri tarafından vücutlarının çeşitli yerlerinde cop ve yumruk ile darba
maruz kaldıklarını, gözlerinin bağlandığını, soyularak çıplak vaziyette soğuk
bir garaj-depo gibi yerde geceleri ayrı olarak beklettirildiklerini, hortum ile
üzerlerine su püskürtüldüğünü, saçlarından sürüklendiklerini, tuvalet
ihtiyaçlarını karşılamalarına izin verilmediğini, bir aletle cinsel organlarının
sıkıldığını, organlarına cop sokulmaya kalkışıldığını, aç-susuz
bırakıldıklarını, kendilerine ve ailelerine yönelik ağır küfür ve tehditler
sarf edildiğini Savcılık ve Mahkeme aşaması ile bireysel başvurularında ileri
sürmüşlerdir. Gözaltında oldukları için, dış dünyayla ilişkileri kesilen veya
kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor,
avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan
başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele
davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın
güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucuların bu kapsamdaki iddialarına
ilişkin olarak, ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi halinde bir
sonuca ulaşılması mümkündür.
100. Buna göre başvurucuların aşamalarda birbiriyle uyuşan sözleri,
Ağrı Devlet Hastanesi ile Adli Tıptan alınan doktor raporları ve tanık
anlatımları ile Mahkemenin gerekçeli kararı (§
52), başvurucuların bu iddialarının doğruluğuna karine oluşturmuştur. Sağlıklı
bir şekilde gözaltına alınan başvurucuların, gözaltından çıkarıldıktan sonra
yaralanmış oldukları ya da fiziksel iz bırakmayan kötü muamele gördüklerinin
tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması karşısında, artık
bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına ilişkin ispat
yükümlülüğü idareye aittir. Ancak, idarenin ispat yükümlülüğünü yerine
getirmediği görülmüştür.
101. Başvurucular hakkında çeşitli sağlık raporlarında belirtilen
yaraların tümünün ve başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kötü
muameleye ilişkin beyanları, fiziksel acıların bulunduğunu ortaya koymuştur.
Olayların süregelişi, saldırıların, başvuruculara kendilerine yöneltilen
olaylar hakkında itirafta bulunmaları için bilinçli olarak uygulandığını
doğrulamaktadır. Diğer bir ifadeyle, bu eylemlerin, bahsi geçen suçu
işledikleri hususunda ikrarda bulunmaları amacıyla başvuruculara kasten
uygulandığı anlaşılmaktadır. Ortaya çıkarılan fiiller, başvurucuların fiziksel
ve psikolojik acı verme, direncini kırma, onları aşağılama amacı olan, korku,
endişe ve aşağılık duygusu sağlayan niteliktedir. Bu muamelelerin işkence
niteliğinde olduğunu söylemek için yeterli ciddi kanıt unsuru bulunmaktadır.
102. Her ne olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişi nezdinde, bu
kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça, fiziksel güç kullanılması insan
onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal
eder. Özellikle gözaltında yaşanan olaylar esnasında bir başvurucunun yaşının
da küçük olduğu göz önüne alındığında, bu başvurucunun gözaltı sırasında
uğradığı şiddetin yoğunluğu nedeniyle gelecekte de sürekli bir acı ve endişe
içinde yaşama riski altında kalabileceği inkâr edilemez.
103. Diğer taraftan gözaltında oldukları için zaten çok kırılgan bir
durumda olan başvurucuların, kendi davranışlarından kaynaklanmadığı ve
zorlayıcı bir neden de bulunmadığı halde sözlü ve fiziksel saldırıya maruz
kalmaları, ayrıca bu güce başvuranların gözetiminde hastanelere sevk edilmeleri
ve bu kişilerin yönlendirme ve etkileri ile doktor raporlarının düzenlenmesi
şeklindeki eylemlerin, başvuruculara yönelik tehditin
varlığını devam ettirdiği, bunun da insan onuruna bir müdahale oluşturduğu açıktır.
104. Ayrıca Jandarma görevlilerinin eylemlerindeki saikin hırsızlık suçunu aydınlatmak olduğu belirlenmiş ise de, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası göz önünde tutulduğunda,
mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa
olsun, kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerekir. Saikin
önemi ne kadar yüksek olursa olsun, yaşam hakkı gibi en zor koşullarda bile
işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz.
Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik,
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde bile, bu yasağın askıya alınmasına izin
verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren
felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun,
herhangi bir istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre
veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir.
105. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel
veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen,
aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; başvuruculardan bilgi almak,
isnat edilen suçları kabul ettirmek, onları cezalandırmak ya da yıldırmak
amacıyla yapıldığı ve üç gün boyunca birbirlerine eklenmiş yöntemlerle, belli
bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle
gerçekleştiği belirlenmiştir. Buna göre, birisi çocuk yaşta olan başvuruculara
kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de
dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili
kişilere itirafta bulunmaları veya kendilerine yöneltilen olaylar hakkında
bilgi vermeleri amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından
bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu
muamelelerin, başvurucuların vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate
alındığında, işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.
106. Öte yandan bir sanık yönünden davanın zamanaşımına uğramış
olması, mahkûm olan jandarma görevlisi hakkında ise, Mahkemenin gerekçesinde
belirttiği vahim nitelikteki eylemleri de dikkate alındığında, islenen suç ile
verilen ceza arasında orantısız bir uygulama yapılmış olması ve verilen cezanın
yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki
doğurmaması nedenleriyle, devletin söz konusu davada başvurucuların fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif
yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.
107. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların maruz kaldıkları bu
eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan işkence yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
b. Anayasa’nın
17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası
i. Genel
ilkeler
108. Başvurucular, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından
dolayı kolluk görevlileri ve bu görevlilerin eylemlerinin ortaya çıkmaması için
yanıltıcı rapor düzenleyen doktorlar hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan
davaların makul sürede tamamlanmadığını, bir sanık yönündeki davanın zamanaşımı
nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, böylece
yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüşlerdir.
109. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin,
pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların,
gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet,
bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten
korumakla yükümlüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
110. Devletin, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün
bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal
olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi
bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı,
söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını
güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda,
bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini
sağlamaktır. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, §
72).
111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı
olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi
tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın
17. maddesi, “Devletin temel amaç ve
görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte
yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu
soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya
elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme
rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin
fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin
haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır
(B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, §
68).
112. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün,
bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana
gelen ölüm ve yaralama olaylarına
ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da
yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına
imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bu tür olaylarda,
yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat
ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için
yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).
113. Yürütülen ceza
soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat
hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da
yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü
değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer
verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin,
başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da
cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları
mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (bkz.
yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, §
111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, §
56).
114. Yürütülecek ceza
soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde
etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz
edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı
aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri
toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği
soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir
ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve
soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve
temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, §
103; Batı ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu
kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu
olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri
almalıdırlar (bkz. Tanrıkulu/Türkiye
[BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye,
B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).
115. Bu tür olaylarla ilgili cezai
soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi
pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının
kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru
menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları
sağlanmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999,
§ 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04,
6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya,
B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan,
B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).
116. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına
soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da
kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun,
yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet
yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler
olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal
başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli
yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. yukarıda geçen Batı ve
diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).
117. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele
hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için, soruşturmadan sorumlu ve
tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir
(benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.
yukarıda geçen Oğur/Türkiye, §§ 91-92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No:
40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye,
B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81-82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece
hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut
bir bağımsızlığı da gerektirir (benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye,
B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz
edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir.
118. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken
mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması
ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması
gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam
etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme
ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz
etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu
olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması
bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 26; benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. yukarıda geçen Aksoy/Türkiye,
§ 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B.
No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).
119. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma
söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte
belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da
zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak, kötü muameleye yönelik
soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik
gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da
kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için
yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi
gerekir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009,
§ 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95,
4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02,
9/6/2009, § 150).
120. Mahkemelerin, özellikle işkence ve kötü muamele niteliğindeki
bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf
etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin
bir ceza davası söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla
verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin
korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanundışı eylemlere
karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır
(Benzer AİHM kararları için bkz. Hüseyin
Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).
121. AİHM, bir Devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle
suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun
amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına
uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem
taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca, AİHM, soruşturması veya davası süren
görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men
edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96,
2/11/2004, § 55).
ii. Genel
ilkelerin Olaya Uygulanması
122. Sunulan kanıtlara dayanılarak, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrası gereğince, Devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucuların
maruz kaldığı işkenceden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Yine, ilgili
kişiler tarafından yapılan şikâyetler etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul edilebilir” olarak görülmüştür.
Buna göre, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin
bir soruşturmayı yürütmesi zorunluluğu bulunduğundan, öncelikle bu zorunluluğa
uyulup uyulmadığının tespiti gerekmektedir.
123. Başvurucular, soruşturmanın bazı noktalarda etkili
yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir. Bu kapsamda başvurucular, kendilerine kötü
muamelede bulunan kişilerin gözetiminde doktor kontrolünden geçirildiklerini ve
bu şahısların rapor düzenleyen doktorları etkileyip, yönlendirdiklerini iddia
etmişlerdir.
124. Yukarıdaki ilkelerde de belirtildiği gibi, Devlet memurları
tarafından yapıldığı iddia edilen işkence ve kötü muameleler hakkında yürütülen
soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan
kişilerin, olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Somut olayda,
soruşturma bağımsız bir birim olan Cumhuriyet Savcılığınca yürütülmekte ise de, Savcılık adına adli işlemleri yürüten kişilerin bizzat
kötü muameleye ismi karışan kişilerden oluşması, soruşturmanın etkili olmasını
engellemiştir. Zira, bu kişilerin kendi aleyhlerine olabilecek muhtemel
kanıtları karartma ihtimalleri yüksektir. Yine, bunların mağdurların lehine
olabilecek delilleri toplama konusunda isteksiz davranmaları ya da tanık veya
rapor düzenleyecek doktor, bilirkişi gibi şahısları yanlış yönlendirme riski
bulunmaktadır.
125. Söz konusu olayda sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalan
başvurucuların, bu güce başvuranların gözetiminde hastanelere sevk
edildiklerini ve bu kişilerin yönlendirme ve etkileri ile doktor raporlarının
düzenlendiğini iddia etmeleri (§ 26, 38, 41, 71) ve bu iddiaları doğrulayan
mahkûmiyet hükümleri (G. Ö. ve İ. Ö. ile ilgili kararlar) ile başvurucuların
darp edilme dışındaki kötü muamele iddialarının araştırılmaması dikkate
alındığında, soruşturmanın bağımsız ve etkili yürütülmediği, bunun bir ihlal
sonucunu doğurduğu değerlendirilmiştir.
126. Başvurucular ayrıca, işkence suçundan açılan davada bir sanığın
beraat etmesi, yine gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan açılan davanın da
zamanaşımından düşmesi nedeniyle soruşturmanın etkili olmadığını
belirtmişlerdir.
127. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince efrada sui
muamele suçundan Jandarma görevlisi H. A. hakkında delil yetersizliğinden
beraat kararı verilmiştir. Anayasa’nın 17.
maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da
yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve
sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç
yükümlülüğü olmayıp, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla,
bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza
kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır.
128. Başvurucuların şikâyeti üzerine, kolluk
görevlisi H. A. hakkında da soruşturma başlatılarak ardından kamu davası
açılmıştır. Ancak başvurucuların, kendilerini darp eden kişinin İ. Ö. olduğunu,
H. A.’nın, İ. Ö’nün yanında bulunmakla beraber darp
eylemine karışmadığını söylemeleri ve sanıkların savunmaları ile tüm dosya
içeriğini değerlendiren Mahkeme, mahkûmiyet için yeterli delil bulunmadığından
sanığın beraatına karar vermiş ve Yargıtayca da
denetlenen bu karar onanarak kesinleşmiştir. Bu bağlamda muhakeme usulü boyunca anılan sanık hakkında
yürütülen işlemlerin yetersiz ve gerekçenin de hatalı olduğu sonucuna götürecek
bir neden saptanmadığından, soruşturmanın bu açıdan etkisiz olduğu söylenemez.
129. Diğer taraftan, başvurucular hakkında gerçeğe aykırı rapor
tanzim etmek suçundan yargılanan sanık G. Ö. hakkındaki dava da,
mahkûm olmasına rağmen, Yargıtay aşamasında zamanaşımına uğramıştır.
130. Başvurucuların şikayeti üzerine anılan
sanık hakkında Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/11/2001 tarihinde başlatılan
soruşturma sonucunda, 5/12/2001 tarihinde “gerçeğe
aykırı rapor tanzim etmek suçundan” cezalandırılması istemiyle Hamur
Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Dava, Hamur Asliye Ceza
Mahkemesinin E.2001/87 numarasına kaydedilerek, ilk duruşması 6/12/2001
tarihinde yapılmış ve daha sonra bu mahkemenin kapatılması nedeniyle (HSYK’nın 9/6/2004 tarih ve 278 sayılı kararı ile) dosya
Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiş, ardından da söz konusu dava, diğer
sanıkların yargılandığı Ağrı Ağır Ceza Mahkemesindeki dava ile birleşerek
burada görülmeye devam etmiştir. Bu Mahkemenin 1/6/2006 tarih ve E.2003/141,
K.2006/117 sayılı kararı ile sanık G. Ö’nün eylemi görevi ihmal suçu kapsamında
değerlendirilerek 600 TL adli para ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezanın
ertelenmesine karar verilmiştir. Kararın 5/6/2006 tarihinde temyiz edilmesi
üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/7/2011 tarih ve E.2010/12971,
K.2011/5945 sayılı ilamı sanık hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle
düşmesine karar verilmiş ve bu karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
131. Buna göre muhakeme usulü, iki dereceli yargılama sürecinde, şikayetin yapıldığı tarihten 9 yıl 7 ay 29 gün sonra yani
6/7/2011 tarihinde zamanaşımı nedeniyle son bulmuştur. Oysa yukarıdaki
ilkelerden (§ 119, 120, 121) de anlaşılacağı üzere mahkemelerin işkence ve kötü
muamele yapmakla suçlanan kamu görevlileri ile bu görevlilerin eylemlerini
kolaylaştıran ya da onları koruyucu davranışlarda bulunarak diğer suçları işleyen
kişiler hakkındaki yargılamaları ivedilikle sonlandırması ve dolayısıyla
zamanaşımından faydalanmamalarına özen göstermesi gerekirken, somut olayda bu
hassasiyetin gösterilmediği saptanmıştır. Böylece ilk derece Mahkemesince
aleyhe maddi kanıtların oluştuğu kabul edilerek cezalandırılan sanık G. Ö. ile
ilgili davanın Yargıtay aşamasında zamanaşımına uğradığı görülmüştür.
Dolayısıyla, derece Mahkemesi önündeki süreçte kayda değer bir gecikmenin
olduğu, bu gecikmenin makul bir nedene dayanmadığı, sözü edilen kamu
görevlisinin cezasız kalmasına engel olacak ivedilikte hareket edilmediği
görülmektedir.
132. Başvurucular son olarak, söz konusu suçlardan açılan kamu
davasının on bir yıl geçmesine rağmen tamamlanmadığından şikâyet etmişlerdir.
133. Somut olay ile ilgili olarak başvurucuların, kendilerine kötü
muamelede bulunulduğunu iddia etmeleri üzerine 6/11/2001 tarihinde Cumhuriyet
Savcılığı tarafından derhal soruşturma açılmıştır. Başvurucuların itirazları da
dikkate alınarak, farklı hastanelere sevk edilmek suretiyle doktor raporlarının
aldırılması sağlanmıştır. Bu raporlarda yaralanmadan bahsedilmesi üzerine
sorumlulukları tespit edilen Jandarma görevlileri İ. Ö. ve H. A. hakkında
gerekli tüm deliller toplandıktan sonra “efrada
sui muamale” suçundan
28/12/2001 tarihinde kamu davası açılmıştır. Ayrıca, 12/11/2001 tarihli
raporun, 7/11/2001 tarihli rapordan farklı bulgular içermesi üzerine, 7/11/2001
tarihli raporu düzenleyen doktorlar hakkında gerçeğe aykırı rapor düzenlemek
suçundan, İ. Ö. ve H. A. hakkında da doktorları bu suça azmettirme suçundan
kamu davası açılmıştır. Yine, 6/11/2001 tarihinde gözaltından çıkış raporunu
düzenleyen Doktor G. Ö. hakkında da gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan
kamu davası açılmıştır.
134. Yargılama sürecinde isnat edilen gerçeğe aykırı rapor düzenlemek
suçundan ve bu suça azmettirme suçundan bazı sanık doktorlar ile sanıklar İ. Ö.
ve H. A. beraat etmiş, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2006 tarihli kararı ile
sanık G. Ö.’nün görevi ihmal suçundan aldığı mahkumiyet hükmü de Yargıtayın
temyiz incelemesi yaptığı 6/7/2011 tarihinde zamanaşımına uğradığı gerekçesi
ile davanın düşmesine karar verilmiştir.
135. Öte yandan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilamına uyularak
yapılan yargılama sonucunda, 10/4/2012 tarih ve E.2011/176, K.2012/95 sayılı
karar ile “efrada sui
muamele” suçundan sanıklardan H. A.’nın
beraatına, sanık İ. Ö.’nün ise üç başvurucuya yönelik
eylemleri nedeniyle toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten
mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu kararın sanık İ.
Ö. tarafından 17/4/2012 tarihinde temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Ceza
Dairesinin 20/5/2013 tarih ve E.2013/1460, K.2013/15369 sayılı ilamı ile
Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş olup, aynı tarihte söz konusu karar
kesinleşmiştir.
136. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve
kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm
yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 6/11/2001 tarihinde başlayan
soruşturma ve sonrasındaki yargılamaların 20/5/2013 tarihli Yargıtayın
onama kararı ile sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 11 yıl 6
ay 14 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla, derece mahkemeleri önündeki
yargılamanın makul önem gösterilerek, gerekli ivedilikte sonuçlandırıldığından
bahsedilemez.
137. Sonuç olarak yukarıda belirtildiği gibi soruşturma ve davaların
uzaması, bazı sanıklar hakkındaki suçlamaların zaman aşımına uğramasına, bazı
sanıklar hakkındaki cezaların ise çok geç kesinleşmesine neden olmuş, işkence
uygulayan veya uygulanmasına göz yuman kamu görevlilerinin hiç ceza almaması ya
da çok geç alması sonucunu doğurmuştur. Bu durumda soruşturmanın etkili
olduğundan söz edilemez.
138. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
V. 6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI
139. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şu şekildedir:
“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
140. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve
usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular uğradıkları
maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep etmişlerdir. Başvurucular,
uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine
herhangi bir belge sunmamışlardır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata
hükmedebilmesi için, başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar
ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Dolayısıyla
Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucuların maddi tazminat
talebi reddedilmelidir.
141. Başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması hakkına
yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve
caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedenleriyle
yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları
karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak her başvurucuya takdiren 40.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
142. Ayrıca başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35’er TL harç masraflarına ilişkin yargılama
giderlerinin başvuruculara ödenmesine ve karar örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucular tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan işkence yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan işkence yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Her başvurucuya ayrı ayrı olmak üzere takdiren
40.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer
taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35’er TL harç masrafına
ilişkin yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı
fıkrası uyarınca başvuruculara, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına
ve ilgili Mahkemeye gönderilmesine,
17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.